27 Mayıs 2020 Çarşamba

BENİM HATUN ANAM

Her gece kulağım yukarıda senden gelecek bir takırtıyı duyana kadar gözüme uyku girmeyen gecelerimizi özledim sevgili anam. Sen hasta ben tedirgin; sabahı olmayan o uzun geceler elbette en sıkıntılı günlerimizdi ama o günlerimizi bile özledim be anam.
Gecenin yarısı, terliğinden gelen ses adeta "Ben iyiyim, sağlığım yerinde artık uyuyabilirsin evladım" anlamına geliyordu. O ses, kocamış oğluna senden gelen bir ninniydi anam.
Keşke bu göç edip gidişlerin beklenmedik zamanlarda bir kaç defa da dönüşü olsaydı.
Ne bileyim; "Nasılsınız yavrularım" diyecek kadar şöyle bir uğrayıp biz sevenlerini bağrına basıp yine uçmağa varsaydın; fakat ne mümkün anam.
Daha eskilere gidemiyorum anne, zira cesaretim de yok, mecalim de yok. Ama okur yazar olmayan birisi olarak "Senin kurtuluşun okumakla olacak oğlum" diyen öğütlerin hayatım boyunca benim için kesintisiz güç kaynağım olmuştu anam.
Hakkını ödeyememenin mahcubiyeti ile ancak ruhuna Fatiha'ları gönderip, dualarımı edebiliyorum. Seni sadece bugün hatırlamış değilim, zaten hep seninle beraberim bilesin anam.
Ruhun şad mekanın cennet olsun benim "Hatun" anam.
Mehmet Soral
soralmehmet@gmail.com

22 Mayıs 2020 Cuma

GÜNDEM ÜZERİNE DEĞERLENDİRME

Cumhur ittifakı dayattığı tek adamlı ucube sistem ile ülkemizde siyaseti iki kutba indirgeyerek ayrışmayı netleştirip gerilimi artırmıştır.
Gerilim üzerinden beslenen iki kutuplu siyaset kurumu, oy konsolidasyonu sağlamak için kurgulanmış olaylarla algı oluşturma yöntemlerine baş vuruyor.
Tek adamlı sistemde kazanmak için %50+1 gerekliliği olduğu sürece bu tür sinir uçlarını harekete geçirerek şeytani eylemlere devam edilecektir. Parlamenter sistemde kazanmayı sağlayan bileşenler (Koalisyon gibi) çok seçenekli olduğu için siyasette gerilim ve kutuplaşma bugünkü kadar kendini göstermiyor du.
Özellikle din, kişinin kendi özeli kabul edilmediği, üzerinden en kolay ve zahmetsiz şekilde oy devşirilen enstrüman olarak görüldüğü sürece; gün gelip provokatörler cami ortasında çilingir sofrası kurarlarsa şaşırmam.
Eğer siyaset, gerilimi artırarak kutuplaşmaktan beslenmeyi ana eksenine oturtmuşsa; İzmir'de cami'de müzik çalma eyleminin arkasındaki puşt her iki kutba da mensup olabilir ama her halükarda puşt oğlu puşttur.
Ben böyle durumlarda daha çok siyasal İslamcıların meşhur "Kabataş Yalanı" aklıma gelir. Neydi o; gezi eylemleri sırasında üstleri çıplak, altları deri pantolonlu yetmiş erkek, kucağında bebeği olan başörtülü bir kadının üzerine işeyip, tekmelemişlerdi. Aynı olayın devamı olarak bir başka grup ise camiye girerek içki içmişlerdi. Gezi eylemlerine karşı bu gerçek dışı senaryo yazılmıştı.
Allahsız kitapsız güruh tahrikte sınır tanımayınca her türlü eylemi akıllarına getirebiliyorlar. Allah Türk milletini ve devletini bunların şerrinden korusun.

CHP, Recep Tayyip Erdoğan'a da MHP'ye de İYİ PARTİ'ye de sahip çıkmıştır
CHP, zamanında siyasi mevta haline getirilerek, muhtar olma hakkı bile elinden alınan Recep Tayyip Erdoğan'ın elinden tutarak, siyasetin er meydanına çıkıp, siyaseti dizayn eden vesayetçi anlayışa meydan okuyup, "Bu insanın siyaset yapma hakkını elinden alamazsınız, sonuna kadar arkasındayız" dedikten sonra TC Devletinin son 18 yılına öyle veya böyle damga vurmuş bir kişi olmasının önünü açmıştır.
Yahu, ahde vefa denen bir meziyet vardır ve bu da insanoğluna dair bir erdemdir. Bu erdemi bazı hayvan cinslerinde bile görebiliyoruz.
Aynı CHP; yine demokrasimize dayalı demokrat kaygılarla İYİ PARTI'nin seçime sokulmamasına yönelik bir niyetin varlığının olduğunu ortalama algı düzeyi en aşağı seviyede olan insanın bile fark edilebildiği bir süreçte 15 vekilini İYİ PARTİ'ye vererek bir anlamda zamanında Recep Tayyip Erdoğan için yapmış olduğu jesti İYİ PARTİ için yapmıştır.
Yine MHP'ye kurgulanan uçkur kumpaslarında bizatihi bildiğim bir çok CHP'li insan yapılan ilk seçimde baraj altında kalmasın diye MHP'ye oy vermişlerdi.
CHP'de öyle, böyle veya şöyle tip tip insanlar çıksa da; kurumsal olarak daha demokrat ve vefalı olduklarını gerek MHP için, gerekse AKP için yaptığı jestlerden biliyoruz.
Ama gelin görün ki; özellikle AKP ve sonra da ona eklemlenmiş MHP; bırakılım demokrasimiz adına jest yapmalarını, demokrasimize kabir azabı çektirmeye yönelik duygu tatmini için her türlü ilkesizliği sergilemeye devam ediyorlar.
Bugünlerde CHP; yine demokrasiye katılım ve siyaset yapma özgürlüğüne katkı amacıyla yeni kurulan partilere siyasi arenada yer alabilmeleri için yeni sistemin zorladığı şartlar gereği yardımcı olmak istiyor ama AKP'nin ve artık onunla bütünleşmiş MHP'nin demokrasiye vefasızlığı doğal refleks olarak kendisini gene gösteriyor ve siyasi partiler kanununu cumhur ittifakı lehine olacak şekilde düzenlemek istiyorlar.

19 Mayıs 1919 ruhu ve Türk milliyetçisi Mustafa Kemal Atatürk
Sen, devleti olan ama ne gariptir ki adına olmayan bu devletin (Osmanlı) küllerinden kendi adına yani "Türk milleti" adına tescillenmiş yeni bir devlet kurdun; TC Devleti.
Sen o kadar Türksün ki; senin şahsında anlamını bulup, icrası ortaya konmuş Türk milliyetçiliği ruh halinin senden sonrası nesillere yansımasından hep korkuldu. Etnik özürlü ne kadar kripto o, bu, şu varsa alayı "Siyasal islam" denen suistimal şemsiyesi altında Türk milleti ve devletine düşmanlık yapmışlar ve devam da ediyorlar.
Ve bugün de olduğu gibi; senin o soyadın Atatürk'ü duyduklarında Türklüğümüzü kıskanan kripto hainler her daim bağırlarına bir hançerin batırıldığı hissiyatını duyarak; emanet ettiğin cumhuriyet değer ve kazanımları kullanarak her türlü hainliği yapagelmişler dir.
Adın belki de "Ahmetoğlu Mehmet" olsaydı, yani demem o ki; Türklüğü çağrıştırmasaydı hiç bir etnik özürlü Türk düşmanı bundan rahatsız olmayacaktı. Böylece mühendislik harikası yeni bir devletin inşasındaki aynı zekanı kendi iraden ile seçmiş olduğun soy isim tercihinde de kullanarak bir anlamda yeni nesillere mesajını da vermiş oluyordun.
Ne demiş oluyordun; içinde bulunduğunuz her hal ve şartta, eylem ve düşüncenizde muradınız "Türk için, Türk'e göre ve Türk'ten" olmalı.
Sana karşı çok mahcup olduğumuzu itiraf etmek isterim. Bugün ülkemizde siyasal İslamcı bir yapının değil, senin de ruh yapının şekillenip; azim ve kararlılığının, inanmışlık ve adanmışlığının temel kaynağı olan Türk milliyetçiliğinden feyiz alan bir mantalitenin iktidar olması; 19 Mayıs 1919 ile başlayıp 29 Ekim 1923 ile tescillenen bir sürecin ruhuna ve manasına çok uygun düşerdi ama dedim ya; mahcubuz.
"Biz varız ya" diyecek olanlar çıkacaktır. Onları hiç kaale almayın yüce Başbuğ Atatürk. Biz onları çok kötü tecrübe ile de olsa yeterince tanıdık ve bildik.
Ama sana söz; mücadelemiz devam edecek. Yılmak yok, yola devam. Biz avantajlı durumdayız. Akıp giden zaman bizden yana. Çağ bizden yana. Medeniyet nimetini hak edene, yani onlara değil şükürler olsun bizlere veriyor. Sadece; sabır sabır sabır...
Ruhun şad, mekanın cennet olsun.
Tanrı Türk'ü korusun ve yüceltsin.

Cihat Yaycı komutanın istifası
Dikkatimi çeken bir husus var. Sizce Erdoğan'ın bilgisi hatta belki de talimatı olmadan Cihat Yaycı komutan ile ilgili böyle bir sürecin başlama ve nihayetlenme ihtimali olabilir mi.
Böyle bir ihtimalin olması mümkün değildir. Eğer olması mümkündür dersek; o zaman bir araya gelip, toplu ayin şeklinde "Tek adam" iddiamızdan vaz geçip, kendisinden özür dilememiz lazım.
Tüm süreçleri bizatihi yaşamış olan Cihat Yaycı komutanın sivil hayatta ortaya kayacağı tavır ve kullanacağı üslup çok önemlidir. Duruşunun; ülkenin içinden geçmekte olduğu siyasi sürecin bundan sonraki akışının bile değişmesine vesile olacağını düşünüyorum. Bu istifa olayının siyasi arenayı hareketlendirip sorgulamaları derinleştirecektir.
Madem ki; "Türklük gururum bana yapılan böyle bir muameleyi kabul etmemi mümkün kılmıyor" diyerek istifa etmiştir; öyleyse devamını da sivil hayatta getirmesi lazım.
Erdoğan'ın hak, hukuk, adalet ve etik değerleri dikkatte alarak "Açılmış bir soruşturmanın selameti açısından" ilkeselliği ile hareket edip, "Sana inanıyor, güveniyorum ama gel gör ki devlet adamı vasfım sana yapılan bu haksızlığa müdahale etmeme mani oluyor" gibi bir hassasiyetle hareket ettiğini düşünmüyorum.
Komutan için sadece bir riskin olabileceği mümkün, o da; kendisinin geliştirmiş olduğu fetömetre'de kullandığı parametrelerde bir eksikliğin veya haksızlığın tespiti dir.
Velhasıl kelam; Erdoğan istediği için o komutan istifaya zorlanmıştır. Zerre miskal itirazı olsaydı kimsenin böyle bir süreci tertiplemeye cesareti olamazdı.

Meral Hanım'dan ülke problemlerine çözüm ''Memleket masasında bayram sofrası'' daveti
"Çözüm süreci" ifadesi yeterince kirletilmiş olduğundan telaffuz edildiğinde devletin içine düşürüldüğü aczi-yeti ve aldatılmışlığını hatırlıyoruz.
Meral Akşener'in "Bayram sofrası" tanımlaması "Çözüm süreci" tanımına ikame edinebilir. Bu coğrafya insanının en küçük ama ayrımsız şekilde toplu halde aynı anda paylaşılan mutlu olma halini tanımladığı için çok anlamlı buluyorum.
"Çözüm süreci" ifadesinden artık iğreti duyuyoruz. Bir problemin varlığı ve onu çözmek için de hasım iki tarafın karşı karşıya gelerek anlaşmaya varmalarını çağrıştırır. Ya "Bayram sofrası"...farklı ailelerden gelmiş, etnik kimliğin hiç önemsenmediği; gelinlerin, damatların, torunların, kayınvalide ve kayınpederlerin aynı masa etrafında aynı kol mesafesinden aynı aşa uzanmak...
Meral Hanım bölgemizin malum sorununu ortadan kaldırmak için hiç de silaha, kırmaya dökmeye gerek kalmadan ne güzel bir tanım getiriyor "Bayram sofrası". Böyle güzel bir ifadenin itibar görmesi için Emile Durkheim'in mi kullanmış olması gerekiyor.
Evet, kan ve gözyaşının bitmesi, milletin kucaklaşması için buyurun "Memleket masasında bayram sofrası"na.
Meral Hanım "Memleket masasında bayram sofrasına buyurun" diyerek son derece makul ve makbul olan çağrısına; nasıl bir ruh halidir ki; cumhur ittifakı ve yandaşları karşı çıkıyorlar.
O zaman size "Padişahım çok yaşa" çorbasından versek... öyle mi.
Sofra kurmak düşüncesi; paylaşım duygusu ile biraz da becerisi olup kendisine güvenen, kapısı herkese açık yürekli insanlara mahsus bir meziyettir.
Yine birileri de vardır ki; bütün bu meziyetleri kendinde görmeyen, öz güven yoksunu olup, hiç bir davete icabet etmezler ki; kendileri de başkalarını davet etme zorunluluğu hissetmesinler diye.
Velhasıl kelam; sofraya davet bir yürek işidir.

Sırrı Süreyya aracılığı ile HDP üzerinden İYİ PARTİ'ye kumpas
Sırrı Süreyya Önder, İYİ PARTİ'nin mahalli seçimlerde HDP ile işbirliği için görüşmeler yaptığını iddia etti.
Burada bir şerefsizlik, haysiyetsizlik ve onursuzluk söz konusu. Ya yapılmamış bir görüşmeyi iddia eden S.Süreyya'nın iftirası, ya da İYİ PARTİ'nin biz tabanına bir ihaneti söz konusu.
Sırrı Süreyya Önder Kürt olmadığı halde etnik bölücü Kürt hareketinin içinde olmasını ne kadar manalı buluyorsak; durduk yerde İYİ PARTI'nin anahtar konumundaki itibarını sarsmak için söylemiş olduğu sözlerini de manalı buluyoruz. Adama sormazlar mı; be hey budala; madem ki İYİ PARTİ sizinle işbirliği yaptı niçin Balıkesir'de HDP aday çıkardı. HDP aday çıkarmamış olsaydı İYİ PARTİ kazanacaktı.
Apo'ya nasıl ki mahalli seçimler öncesi ısmarlama mektup yazdırılmışsa; mesleği aynı zamanda senaristlik olan S.Süreyya'ya da yeni bir senaryo yazdırılmıştır.
Dolaysıyla,
Eğer bu adam iftira atıyorsa; İYİ PARTİ yönetimi gerekiyorsa kurumsal kimliği adına mahkemeye başvurarak işi açıklığa kavuşturması ve biz tabanın vicdanını rahatlatması gerekiyor.
Ama lütfen şunu bilelim ki; bu ucube sistemin devamı için İYİ PARTI'nin bir şekilde tasfiyesinin gereğine; yine sistemin mucitlerince kararı alınmış durumda. Bunlar HDP üzerinden İYİ PARTİ'yi itibarsızlaştırma gayretindeler. Cumhur irtifakı, HDP'nin doğal bir süreç içinde ötelenerek, İYİ PARTİ'nin de kumpaslarla tasfiyelerini istiyorlar. Çünkü onların asıl emelleri sistemin iki partili olarak kalıcılığını sağlamaktır.
Çok önceden beri söyleye geldiğim iddiama devam ediyorum; İYİ PARTİ'ye yönelik kumpaslar devam edecektir. Unutmayalım Meral Hanım hakkında açılmış ama duruşması yapılmayan bir soruşturmanın varlığı devam ediyor.
Bizler güdümlü oy kullanan insanlar değiliz. Oylarımız herkesinki ile eşit olsa da; kendi vicdanımızda özgül ağırlığını hissettirecek derecede daha nitelikli kılmak için sorgulamamızı yapıp, tespitlerimizi ortaya koymaya devam edeceğiz. Bu mantalitenin siyasete kalite getireceğine inanıyorum.
İYİ PARTİ Türk milliyetçiliği adına kendisine yakışan duruşunu tavizsiz ortaya koydukça; ıkına ıkına zorlamalarla HDP üzerinden yazılan senaryolarla yıpratılarak bir yerlere çekilmek isteniyor.
Anlıyor, hatta görüyoruz ki; Dolmabahçe görüşmelerinde olduğu gibi S.Süreyya'ya görevlendirme tevdi edilerek, tekrar yeni bir çözüm süreci başlatılmak isteniyor.
Cumhur irtifakı içindeki MHP'nin böyle bir sürece; dahil olduğu ittifakın ruhu gereği itiraz etmeyeceğine göre geriye kalıyor duruşu belli olan İYİ PARTI'nin kumpaslarla sürece dahil edilmesi. Olup bitenlerin arkasında İYİ PARTİ'yi bu şekilde dizayn etme hevesi var. Ama bunu başaramayacaklardır tüm tahammülümüzü zorlasalar bile.
Sizi gidiler sizi; kumpaslarla AKP'nin himmeti ile bulundukları yerleri koruyanlar İYİ PARTI'yi de aynı akıbete taşımak istiyorlar. İYİ PARTİ; her durum ve şartta Türk milliyetçiliği hangi duruşu tasvip ediyorsa onun gereğini yapmaya devam edecektir.

Tehdit den yandaşların dokunulmazlıkları mı var?
Bizler tek adam ve O'nun rejiminden bahsettiğimizde trolleri devreye girip yaygara koparıyorlar.
Kardeşim biz uydurmuyoruz. Bakın yandaş bir kadın çıkıyor diyor ki; "15 Temmuz gecesi yeterince tatmin olamadık" yani bir anlamda "Seçtiğimiz tarafın intikamını yeterince alamadık".
Devam ediyor; "Aynısı olursa listemiz hazır" yani demek istiyor ki; "Bizim yanımızda olamayan muhalif komşularımız ilk hedefimiz olacaktır bilsinler"
Yine devam ediyor; "Maddi manevi her türlü şekilde hazır durumdayız, Cumhurbaşkanımızın sonuna kadar arkasındayız"
Peki bu cür'eti nereden alıyor; AKP yandaşı ve tek adamın güvencesi altında olmaktan.
Şimdi bekliyoruz bakalım bu müptezel kadına ne muamele yapılacak. Eğer bir hukuk devleti isek; o devletin bu kadına "Gel bakayım buraya; devletin askeri polisi varken; suçluyu tespit edip yargılamasını yapmak senin haddine mi düştü" demesi lazım.
Muhalefetin sarf ettiği sözlerden cımbızla ayıklama yapıp, darbe tehlikesini çıkartan cumhur ittifakı bakalım bu kadının kendi itirafına göre hazır kıta alternatif güç yapılanmalarından ne çıkaracak.
Şimdi gün gelir de AKP iktidardan düşecek olursa bu kadının da itiraf ettiği gibi hazır tuttukları gayrimeşru yapılanmaları ile ne yapacaklardır.
AKP'nin özellikle son günlerde ölüm listelerini hazırlayan yandaşlarının cüretkarlığı ve bu cüretkarlığa karşı kamuoyunu tatmine yönelik bir yaptırım beklenirken; aksine RTÜK başkanının yaptığı gibi onları korumaya matuf ifadeleri kullanması ve hala o zehirli iki kene kadın hakkında bir soruşturma açılmamış olması devletin resmen AKP'leşmiş halini gösteriyor.
Buradan biz cumhur ittifakı muhaliflerine ve dolayısıyla partilere şu mesaj verilmek isteniyor;
"Türk milleti olarak hep beraber şahit olunduğu üzere; kendilerine muhalif gördükleri komşularına karşı kin ve intikam arzusu ile onları imha için hazırlamış oldukları isim listesini kamuoyuna aşikaren itiraf eden insanlara bile eğer yandaşımız oldukları için bir yaptırım uygulamayı düşünmeyip, hatta koruma güdüsü ile hareket ediyorsak; anlamanız gereken şu ki; seçimleri kaybetsek bile devleti asla teslim etmeyeceğiz zira bizim kendimize ait bu derece imanmış ve adanmış milis kuvvetlerimiz var. Sizin 'Devlet' diye bildiğiniz şey artık ete kemiğe bürünmüş bir AKP devletidir. Bundan böyle devlet AKP, siz de karşı olduğunuz sürece düşmansınız"
Denilerek, muhalefette bir bitkinlik, yılgınlık ve umutsuzluk yaratılmak isteniyor. Her ne kadar bu psikolojik yönlendirme ve algı operasyonlarının AKP'nin genel bir taktiği olduğunu fark etmiş olsak da yılmak yok, yola devam.
İstanbul mahalli seçimlerde 13 bin oy farkı ile millet ittifakı kazandı ama AKP devletini tatmin etmedi ve tekrarlandı. Bu sefer 800 bin oy farkı çakılınca sandık çok derin geldi, çıkamadılar.
İnşallah yapılacak ilk seçimde 8 milyon fark ile AKP'leşen devlet tekrar aslına rücu edecek ve her devlet kurumunun kapısına özellikle "TC" rumuzu tekrar çakılacaktır ve ille de Kuleli Askeri Lisesi'nin tekrar açılarak kadim Türk Ordusu'na asker yetiştirilmesine devam edilecektir.

Bir ilahiyatçının hezeyanları
İlahiyatçı Mustafa Karataş demiş ki; "Türkçülük haramdır".
Hadi oradan. Varsa kripto etnik bir özrün, sen ondan haber ver. Benim türkçülüğümden ne istiyorsun.
Rahmetli Ozan Arif'imiz ne demiş "Dinini bilmeyen hiç, milliyetini bilmeyen p.tir".
Tanrı'ya isyan mı ediyorsun ki; çeşit çeşit milletlere ait olarak yarattığı insanların milletlerine samimi duygularla sadakatını sorgularsın. "Türk için, Türk'e göre ve Türk'ten" olma duygusu, dilek ve temennisi kimin neresine batar ki.
Türkçülüğümüze attığınız bu iftiralar için yeter artık diyoruz. Senin haram diye tanımladığın şeyin manasını bulması için bizim tarafımızdan "Tanrı bizi diğer milletlerden üstün ve ayrıcalıklı yarattı" gibi bir iddiamızın olması lazımdır. Ağzımızdan böyle bir ifade çıkmadığı sürece haramı asıl işleyen sensin.
Benim Türkçülüğümün temelinde milletime ait hasletler ve töreye sadakat ile insanlık ve medeni aleme kattığım katma değer ve kazanımlar vardır. Bunu yapabilen her millete de saygı duyarım.
Dolayısıyla, bizim itikadımızca Türkçü olmanın sevabı bile var tamam mı.
Varsa bir diyeceğin, sen git beyt-ül mal'a ihanet eden muhatapların dinen ödeyecekleri bedellerin neler olduğunu anlat.
soralmehmet@gmail.com

7 Mayıs 2020 Perşembe

CUMHUR İTTİFAKI SİSTEMDE İKİ PARTİ İSTİYOR CHP VE AKP

Evet,
Devlet Bahçeli'nin muradı artık iyice anlaşılmıştır.
Mimarı olduğu tek adamlı iki partili sistemi iyice oturtarak siyasetteki görevini nihayetlendirmek istiyor. Devlet Bahçeli'yi sadece MHP'nin genel başkanı olarak görmek yanıltıcı olabilir. Unutmayalım ki Türkiye' de seçim olmasına ve tarihinin belirlemesine Devlet Bahçeli'nin karar verdiği şeklinde resmi olmayan genel kabul görmüş bir kanaat var.
MHP kurumsal kimliğinin devamından yana hiç bir çabası da yok, inancı da yoktur. Çünkü Türk milliyetçiliğine inanmış ve adanmışlığımız adına AKP'den ısrarla hiç bir talebi olmamıştır. AKP'nin terör ile mücadelesi MHP için takdir edilip, destek görülebilir ama Türk milletine görevinin gereğini yapmak lütuf değildir. AKP hükumeti terörle mücadeleyi iyi yapıyor diye MHP'nin; kuruluşuna meşruiyet kazandıran ilke ve inançlarından taviz vermesini, vaz geçmesini gerektirmez. Öte yandan AKP fetö'yü de devlete yerleştirmişti, buna ne diyeceğiz peki.
Devlet Bahçeli ve Erdoğan eş güdümlü olarak bilerek ve isteyerek kullanmış oldukları öfke ve kin dolu kutuplaşmaya yönelik ortak dilleri ile seçmenin AKP ve CHP etrafında konsolide olmasını isteyerek bunu bir program dahilinde sürdürüyorlar.
Bahçeli, biz Türk milliyetçilerine; ayrıştırmaya yönelik kullandığı dil, sürdürdüğü siyaset ile bir anlamda şunu söylemek istiyor. "Ülkeyi yeni sisteme taşımayı başardım. Bu sistem, yapısı gereği ikiden fazla partiyi kaldırmıyor. Artık seçmen bu sistemin işlemesi ve yapısı gereği iki parti etrafında konsolide olmak durumundadır. MHP başta olmak üzere buçuk veya yarım partilere ihtiyaç kalmamış olup, sisteme ayak bağı olmaktadırlar. Dolaysıyla, MHP bu anlamda misyonunu tamamlamıştır. Artık kendisini Türk milliyetçisi olarak tanımlayanlar bu iki parti arasında tercihlerini yapmak durumundadırlar; AKP ve CHP". Yani bir anlamda Devlet Bahçeli'nin yeni sistem için MHP'yi feda etmeyi göze aldığını görüyoruz.
Devlet Bahçeli, Türk milliyetçileri üzerine planlanmış proje dahilinde seçilmiş bir dili özenerek ve dikkatlice kullanıyor ki; kendisine muhalif Türk milliyetçilerini, İYİ PARTİ'yi bile degil sanki CHP'yi tercihe zorluyor. Yani bizlerin AKP karşıtlığımızı sürekli tahrik edilerek tercihimiz CHP üzerine konsolide etmek isteniyor ki; sistemin diğer kutbu CHP üzerinde inşası tamamlasın diye.
Peki öyleyse cumhur ittifakı niçin ısrarla CHP düşmanlığı yapıyor. Çünkü CHP'yi mağdur ederek muhalefetin onun üzerinde konsolide olmasını istiyorlar. Bunu başaramazlarsa getirdikleri yeni sistemin onlara göre bir anlamı kalmayacaktır. Onlar için öncelik hangi partinin iktidar olacağından ziyade yeni sistemin kalıcılığını sonra da Erdoğan'nın cumhurbaşkanlığında AKP iktidarının devamını sağlamaktır.
İYİ PARTI'yi bu sistemin baş belası olarak görüyorlar. MHP'nin siyasi olarak her türlü inisiyatifi Devlet Bahçeli'nın kontrolünde. Burada sorun yok ama gelin görün ki; aynı pınardan akan tüm suları sadece kendi bağlarına akıtamıyorlar, Türk milliyetçilerinin projesi olan bir İYİ PARTİ gerçeği var. İYİ PARTİ onlar açsından bütün planları alt üst etmiş baş belası.
Bu arada Meral Hanım için açılan ama bir türlü mahkemesi yapılmayan fetö soruşturmasının niçin açılmış olabileceğine dair sizleri düşünmeye davet ediyorum. Benim düşüncem; Türk milletinin İYİ PARTI'ye teveccühüne mani olamamaları durumunda devreye sokulacak bir soruşturma olduğunu düşünüyorum.

3 Mayıs Türkçülük Anısına
Sosyolog Prof. Dr. Orhan Türkdoğan diyor ki;
"1520'lerden itibaren Osmanlı'da Türklük bilinci göz önüne alınmamış, terk edilmiştir"

Onun içindir ki; etnik özürlü birileri Türklük bilinci ile kurulmuş TC Devleti'ne ve onun Türk milliyetçisi önderi Atatürk'e her vesile ile kin ve öfkelerini kusarak "İlle de Osmanlı" deyip tutturuyorlar. Devletin dönüşümünü de Osmanlıcılık hayali üzerinden götürüyorlar.
Çünkü bu etnik özürlülerin her birisi tek tek Osmanlı sosyolojisinde kendilerini buluyorlar da ondan. Nasıl bulmasınlar ki; Türklerin kurduğu bir devletin tebaasından birileri Türk'e "Etrak-i bî-idrak" (Akılsız Türk) diyor ancak Türklük şuuru ile refleks gösterip "Ne diyon lan sen" diyen bir devlet refleksi gösterilmiyor.
Ümmet bilinci o kadar ağır basmış ki; millet bilincini asilime etmiş, teslim almış ve Türk'e kalan sadece aşağılanma olmuş.
TC Devletini 15 Temmuz ihanet sürecine taşıyan da ümmet bilincinin her daim destek görmesi, yaygınlaştırılması; millet bilincinin de her daim örselenmesi ile olmuştur. Aşağı yukarı ülkemizdeki tüm tarikatlar "Siyasallaşmış ümmet" kundağında ete kemiğe bürünmüşlerdir; fetö de.
Dikkat edilecek olursa "Siyasal ümmetçilik" adına her türlü atraksiyonlar kendi mecrasında bir şekilde yolunu bulurken, dışarıdan destek alıp siyasal güç haline gelirken buna mukabil Türk milliyetçiliğinin her türlü gelişme ve güçlenmesi karşısında tepesine öyle veya böyle bir şekilde balyoz indirilip, operasyon yapılmıştır.
Artık Türk gençliğine her yıl Türklük şuurunun kalplere nakşedildiği "Erciyas Kurultayı" yapılmıyorsa, yine banisinin Başbuğ Alparslan Türkeş'in olduğu her yıl düzenlenen geleneksel "Antalya Türk ve Akraba Toplulukları Kurultayı" yapılmıyorsa; bunun nedenine Türklük bilincinin oluşması ve gelişmesine yapılan bir operasyon demeyeceğiz de ne diyeceğiz peki.
İşte onun içindir ki özgür düşünceli demokrat Türk milliyetçileri biraz da sivilleşerek inisiyatif alanlarını genişletme yoluna gitmişlerdir. Türk milliyetçiliğinin bir siyasi partisinin olmasından ziyade toplum ve devlet içindeki sosyolojisinin güçlü olması gerekliliğinin daha önemli olduğunu idrak edilmiş olup bu minvalde istişarelerin yapıldığını duyuyor, görüyoruz.
Aynı dine inanmış insanların birlikteliği ile "Siyasallaşmış ümmetçilik"in aynı şey olmadığını da belirtmiş olayım ki; şimdi birileri çıkıp "Sen İslam'a karşı mısın" demesinler.

Bize ulaştırılamayan maskeler ABD ve PKK/PYD'ye ulaştırıldı
82 milyon insanımızı; PKK/PYD'ye 30 bin tır dolusu silah ve mühimmat verdi diye haklı olarak ABD'ye küfrettireceksin; sonra kendi insanına temin edemediğin maskeleri paketleyip paketleyip ABD'ye göndereceksin onlar da PKK/PYD'ye gönderecekler öyle mi.
Bunların siyasi ahlak ve mantalitesi hep böyle olmuştur. Rahmetli Kamer genç mecliste "Fethullah Gülen paralel yapılanması"nı kendilerine hatırlattığında; "Muhterem Hoca efendiye iftira atamazsın" diyerek üzerine yürüyüp, linç etmek istemişlerdi. Şimdi de gene aynı insanlar küfür ediyorlar. Ettikleri küfür devletin bekasına kastedildiğinden değil, kendi siyasal muratlarının sekteye uğratılması ve güç paylaşımını paylaşamamış olmalarındandı.
Övgü ve sövgüde, takdir ve eleştiride, vefa ve düşmanlıkta bu kadar çelişkileri ilkel Afrika kabilelerinde bile görmek mümkün değil. Onların bile sabit ilke ve kuralları olup sadakatlerinde çelişkiler görülmez.
Siz ABD'nin bütün pisliklerini unutup, onlara yalakalığa hatta övmeye devam edebilirsiniz ama ben onlara gene sövmeye devam edeceğim.
ABD'ye gönderilen paketlerin üzerinde yazılmış olan ancak sadece yazanın ve alıcısının okuyabildiği bir cümle var "Beni sen getirdin, sen sahip çıkacaksın"

''Kabataş yalancısı'' olduğunuz için size hiç inanmıyoruz
Yönetim zafiyetlerini perdelemek ve seçim kazanmak için meşhur "Kabataş yalanı"nın senaryosunda; üstleri çıplak, altları deri pantolonlu yetmiş erkeği kucağında bebeği olan başörtülü masum bir kadının üzerine işetebilme cür'etine yeltenenlerin, düzmece belgelerle Ergenekon ve Balyoz kumpaslarının savcısı olanların kamuoyuna sundukları bilgilerin doğruluğuna dair şüphelerimiz her daim olacaktır.
Bu meşhur "Kabataş Yalanı"nı bugün de yaptığınız gibi "Ne pahasına olursa kazanmak" duygusu ile kin ve öfkeniz üzerine sos yaparak seçim meydanlarında tekrarlaya tekrarlaya insanları tahrik ettiğiniz gibi bugün de kin ve öfke dili ile oy konsolidasyonu peşindesiniz.
Efendim koronaviruüs ile ilgili sayısal veriler veriyormuşsunuz, bizler de inanmıyormuşuz. Sonra devamında "Verilere inanmamak hainliktir" diyorsunuz. Ben de derim ki; yetmiş erkeği, kucağında bebeği olan masun başörtülü bir kadının üzerine işetmek ne kadar ahlakiydi peki. Siz niçin bu aşağılık davranış biçimini Türk-İslam töresine yakıştırma gibi bir hainliği göze alabildiniz.
Dilde, edep ve adapta ahlaki sorunları olanlar başkalarının hainliğinden belki söz edebilirler. Ancak bunu, kendilerine biat etmiş, azadlığı kabul etmeyen iflah olmaz kölelerine inandirabilirler, başkalarına asla.

Türk milliyetçileri olarak artık ''Kendimiz'' olmamız lazım
Cumhuriyet tarihinde nitelikli ve aksiyoner bir neslin yetişmesine vesile olan Türk milliyetçiliği hareketini; geçmişi ihanetlerle dolu bugün de devam eden sünepe sağ siyasete sığıntı yapanlara karşı verilen mücadelenin içinde olmak gibi bir ayrıcalığın keyfini yaşıyorum.
Sağ zihniyet, Türk milliyetçiliğinin her zaman dinamizminden yararlanmış ama Türk milliyetçiliğine hiç bir şey vermemiş, hatta kendisine sığıntı yapmıştır.
Türk milliyetçileri özellikle cumhuriyet tarihindeki bu kısır döngünün defterini dürmek zorundadır. Bunun için onlarla aynı safta namaz kılmamamız gerekiyorsa onu da yapalım ama her şeyden önce "Kendimiz" olmalıyız.

Yahu ekiyoruz, biçiyoruz sonra sağdan birisi geliyor tüm emeğimizi ona teslim ediyoruz, sonra da bir köşeye sinip merhameti yine kendi emeğimizi teslim ettiklerimizden dileniyoruz. Aklımızı başımıza devşirmek için Daha ne kadar itilip katılmamız lazım.
soralmehmet@gmail.com

2 Mayıs 2020 Cumartesi

DARBE YAYGARASI

Gene darbe yaygarası ve üzerinden mağduriyet yaratma
"Saray rejiminin sonu geldi" sözünden; "Hava kapalı, herhalde yağmur yağacak" anlamını kadar absürt bir alınganlıktır; darbe çığırtkanlığı yapıldığı yaygarasını koparmak.
Hangi güçle darbe yapılacak Allah aşkına. Eğer halihazırda sizi kandıranlar olup; ellerinizle besleyip aynı zamanda devlete yerleştirmekte olduğunuz birileri yoksa; sizin kontrolünüz dışında, dışarıda kalmış hangi kamu otoritesi veya takipsiz bıraktığınız hangi sivil toplum örgütü var ki; darbeyi düşünsünler veya birilerine alet olabilsinler.
Bugünkü olağanüstü sağlık şartlarında bile belediyelerin en makul ve masumane yardım toplama çabalarından işkillenerek; "Bunlar güçlenir, sonra başımıza otorite kesilirler" tehdidini algılamanız bile iktidarınızın bekasını her şeyin üstünde tuttuğunuza dair bir göstere değil mi. Yani nerede açık bıraktınız ki; şeytan gelip zihinlere tebelleş olsun.
Hangi ahmak veya ahmaklar iktidarınıza karşı olağanüstülükler düşünebilir ki. Muhalefet daha dün İstanbul'da 800 bin oy farkını çakmadı mı. Yarın seçim olsa bunun devamında Türkiye genelinde 8 milyon oy farkını çakma ihtimali varken muhalefet bu algı tuzağınıza ne diye düşsün ki. Siz en yakın zamanda olabilecek bir seçimin güvenliğini sağlayın, gölge etmeyin yeter.
Vallahi ben muhalif birisi olarak hiç bir şekilde olağanüstü dayatmalarla AKP'nin iktidardan gitmesini istemediğim gibi bunu zorlayacak olanlara da "Hadi oradan" derim.
Yok öyle; sandıkta hesabını görüp, keyfini çıkarmak varken; asla...
Olmayacak şeylerin dedikodusunu yaparak mağduriyet zemini oluşturup buradan da siyasi rant elde etmek AKP'nin öteden beri süregelen genel huyu, bunu biliyoruz artık. Bu tezgaha gelmemek için muhalefetin uyanık olması lazım.

Yalan haber ve kumpas üzerine
Yalan haber ve kumpas alışkanlığına her ne kadar sadece fetö ayağından bakılsa da; önce fetö desteği ile siyasi güç sonra yine fetö yapılanması ile muktedir olan AKP'nin fetö ile beraber yaptıkları algı operasyonları ile yaygın hale gelmiştir. Bir siyasi parti düşünün; "Yalanın ve kumpasın savcısı" olmak gibi ayıplı bir geçmişi var.
Yalan haber her zaman basında yer almıştır. 1970-90'li yıllarda çok az aksama ile de olsa sürekli gazete okuru olmuşumdur. Hatırlamaya çalışıyorum; bir dedikodu duyduğumuzda doğru veya yanlışlığını "Olur mu canım, gazeteler yazdı" diyerek ikna eder veya ikna olurduk.
Yalan ile gerçek arasında siyasette ayırt edici hiç bir unsur kalmamıştır. Gerçek ne olursa olsun; artık herkesin gerçeği kendi siyasi bakışının verdiği hüküm oluyor maalesef. Bu güvensizliğin ve itibarsızlığın müsebbibi siyasetin beslediği gazeteciler ile her gazetecinin arkasında olduğu siyasi partilerdedir.
Mesela hangimizin aklından Fikret Bila'nın yazdıklarından şüphe etmek geçer. Aynı siyasi görüşe sahip olmamamıza rağmen "Gazeteci namusu" na sahip birisi olarak görüyor, takdir ediyorum.

İBB'nin bastırdığı kitaptaki resmi nasıl okumalıyız
Şimdi İBB'nin bastırdığı resmin olduğu orjinal kitapta, resimlerdeki karakterlerin hangi inanca mensup olduğuna dair bir not düşülmemiş.
Görüldüğü gibi resimde murad edilen; din ve vicdan özgürlüğüne vurgudur. Yani inançların birbirine karşı tahammülü; bunun da demokrasinin olduğu ülkelerde demokratik yaşam biçiminin benimsenmesi ile mümkün olabileceği resme dilmek iştenmiş.
Alçaklar öyle bir şey yaptılar ki; kendi akıllarından geçen kalleşçe düşünceyi İBB'ye karşı kumpasa çevirerek "İmamoğlu Aleviliği ayrı bir din olarak gösterdi" dediler.
Ama İslam inancına göre en aşağılık sıfatla isimlendirilmiş münafık bu güruh gibi Aleviliği ayrı bir din olarak gören Alevilerin kendi içinde de az da olsa bir grup var. Benim tahminim bunlar "Alevi Kürtler" görünümünde kripto Ermeniler olabilirler.
İşte Müslüman görünümlü münafıkların bu şeytani planlarına, kumpaslarına şahit olan yeni nesil de "Allah var, peygamber yok" diyen Deizm'e kayıyorlar.
Bu konuda olup bitenlere bir de şöyle okuyabiliriz
Eğer Mansur Yavaş'a saldırmak için bahane bulamayan AKP ve trolleri Ekrem İmamoğlu'na her gün saldırabiliyorsa; bunun nedeni biraz da Ekrem İmamoğlu'nun kendinden kaynaklı olsa gerek.
Ekrem İmamoğlu'nun danışmanlarını gözden geçirmesi gerekiyor. İsimleri bilmiyorum. Mesela din ve vicdan özgürlüğü, hizmet alanı olarak belediyeyi ne kadar doğrudan ilgilendirir ki. O işi mensup olduğu siyasi partiye bırakması lazım dır.
İBB'nin hazırlamış olduğu kitapta "Din ve vicdan özgürlüğü" başlığı altındaki kısıma o resmi koymayı kim akıl etmişse Ekrem İmamoğlu'nu mayınlı alana o itmiştir; aynen HDP'li belediye başkanlarının görevden alınmalarından sonra kendilerini ziyaret etmesinde olduğu gibi. O ziyaret millet ittifakının İstanbul Belediye bakanına değil, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'a hem düşer hem de yakışırdı.
Oysa ki; akıllı bir danışmanın Ekrem İmamoğlu'na en önemli uyarısı "Ekrem Bey aman dikkat. Ne yap et, sakına sakın din mevzusuna girme. Adamların en büyük kesintisiz güç kaynağı din olup, onları 18 yıldır ayakta tutan en büyük argüman dır." şeklinde olmalıydı.
Tekrar ediyorum; Ekrem İmamoğlu, o kitabın basılması ve malum resmin içine konma düşüncesinin evvelini ve sonrasını iyi incelemelidir. Öyle ya; resimdeki o pos bıyıklı, foterli amca niçin Kaldani, Zerdüşt, Süryani, Yezidi görülmeyip de Alevi olarak görülmüştür. Dışarıdan kumanda edilip, içeride gereği düşünülen bir durum mu söz konusu acaba.
Siyaset yapmayı partisine bırakmalı ve hizmete odaklanmalıdır. Aksi durumda her gününü şeytan taşlamakla geçirecektir.

İsmail Türüt niçin manevra yaptı
İsmail Türüt yandaş bir kanala bağlanarak "Bugün İktidarda CHP olsaydı Corona ile mücadelede milletin yarısı ölürdü" demiş.
Demek oluyor ki herkesin bir noktaya kadar dayanma gücü varmış. Hele ki bu ülkede muhalif olan sanatçıların ekmek parası kazanması imkanı hiç kalmamışken.
İsmail Türüt bu noktaya gelmişse şayet; memleketin hali çok vahim demektir. Hiç de garip gelmedi. AKP'nin devletin yönetilmesinde ne iyiye gitti ki; İsmail Türüt muhalif olmaktan vaz geçmiş olsun. AKP'nin en takdir edilen dönemlerinde muhalif olan bir insanın bugün yandaş olmasının izah edilebilir bir tarafı yoktur. Ben burada dönekliği değil çaresizliği görüyorum. İsmail Türüt teslim oldu.
Adamın sesini unutturdular bize; aynen rahmetli Ozan Arif ve diğerlerinde olduğu gibi.
İsmail Türüt sadece kendi gerçeği üzerinden değil, karşı tarafın da sevişme usulüne göre hareket etmiş, nihayetinde zeki bir insan.
Aferin ona. AKP'yi kimler kandırmadı ki; keşke diğer kandıranlar en az İsmail Türüt kadar olsalardı.

Arkamdan konuşacak olanlardan
bir isteğim var


Bir an için; Türk-İslam öğretisi üzerine donanımla yetişmiş tüm Türk milliyetçilerinin AKP ve onun lideri Recep Tayyip Erdoğan'nın her türlü siyasi atraksiyonlarına amade olmuş, sorgusuz sualsiz bir teslimiyet içinde olduğumuzu düşündüğümüzde; vahametin ürpertisini içimde hissediyorum.
Neden mi...
Az bir kısmımızın desteğini alan Erdoğan; cumhuriyetimizin çalışan parlamentosunu devre dışı bırakarak meclis iradesini kendi uhdesinde toplayarak tek adamlı rejime geçmeyi sağlamıştır. Gerekli önlem alınmazsa devamında ülkemizde federatif yapılanma gerçekleşecek. Buna bağlı, doğal olarak da; özerklik, anadilde eğitim vb...gelecektir.
Ben bu vebalin değirmenine elhamdülillah zerre miskal su taşımadığım gibi verilen karşı siyasi mücadelenin içinde oldum.
Ondandır ki; öldükten sonra hakkımda yapılacak konuşmalarda söylenecek çok şey olabilir; iyi babaydı, iyi evlattı, iyi eşti, iyi dostu falan, filan ...
Ama ben gene de "Mehmet Soral, azatlığı kabul etmeyen, iflah olmaz biatcı köle düşünce sistemine reddiyesini ortaya koymuş bir insandı" sözlerini duymak isterim.
soralmehmet@gmail.com

YAŞANANLARI BİRLEŞTİRDİM VE...

İnsan ancak düşününce olup bitenleri anlayabiliyor
Biz bugünkü "Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi"ne nasıl gelmiştik. 7 Haziran 2015 seçimlerinden hemen sonra Erdoğan ve AKP'nin bile gündeminden düşürdüğü başkanlık sistemini; daha önce şiddetle karşı çikan Devlet Bahçeli gündeme taşımasıyla geldik. Gerekçe olarak da ileri sürdüğü argüman; Recep Tayyip Erdoğan'nın anayasa ve kanunlarda karşılığı olmayan bir "Başkan" gibi fiili icraatlarda bulunarak görev alanı dışına çıkıyor olmasıydı.
Oysa Devlet Bahçeli bir muhalefet partisi lideri olarak cumhurbaşkanını anayasal çizgiye davet etmesi gerekirken, tam aksine anayasamızın yaratılan fiili duruma uygun hale getirilmesini kendisine misyon edindi ve nihayetinde başarılı da olmuştur. Bu edindiği misyonu Türk milliyetçilerinin kabul etmediğini fark edince de ne yapıp edip MHP'de olağanüstü kongre taleplerine AKP hükumetini de arkasına alarak mani olmuştur. Çünkü çok iyi biliyordu ki; eğer MHP'de genel başkan değişirse Türk milliyetçisi MHP milletvekilleri yeni sistem için referanduma gidilmesi oylamasına destek vermeyeceklerdi.
Türk milliyetçileri Devlet Bahçeli'nin bu garip gelgitlerle dolu yaşadığı ve yaşattığı siyasi süreçleri tekrar tekrar tahlil etmek durumundadırlar. Siyasi olayları tetikleyen kişi ve unsurlar ile varılan sonuçlar arasında kesinlikle bir bağın olduğu hiç bir zaman gözardı edilmemelidir.
Devlet Bahçeli daha önce Erdoğan başkanlık sistemine geçilmesini isterken "Senden başkan olmaz, sen tek adam olmak istiyorsun" diyen birisi olarak 7 Haziran seçimleri sonrası pekala bir koalisyon hükumeti kurulmasını sağlayabilirdi. Ne oldu da karşı olduğu başkanlık sistemine yol açmak için erken seçimi talep etmiştir. AKP ilk defa uzun yıllar sonra mecliste azınlığa düşmüştü. Niçin AKP'yi düştüğü yerden kaldırma ihtiyacı duymuştur.
Bugün de cumhur ittifakı tarafından yerel yönetimlerle ilgili yeni bir yasal düzenleme sürecinin içine doğru çekildiğimizi düşünüyorum.
Devlet Bahçeli her an için; bugünlerde olduğu gibi yerel yönetimlerin AKP hükumeti tarafından çalıştırılmamasına yönelik gayri hukuki fiili durumların hukuki olması için "Yerel yönetimler merkezi hükumetin takdiri ile atananlar tarafından yönetilir" şeklinde bir düzenleme talep edebilir.
Nitekim aynı Devlet Bahçeli 57. hükumet zamanında bunun alt yapısının yapılması için öncü olmuştu. Böyle bir yapılanmaya cevaz verecek olan "İkiz yasalar"ın komisyonlardan geçirilmesini sağlayarak meclis gündemine getirip, pası yeni kurulup iktidar olan AKP'ye vererek anayasal düzenlemesi sağlanıp, meclisten geçirilerek Türk milletine çok güzel bir golün atılmasını sağlamıştır.
İşte bundan dolayıdır ki; özellikle muhalefet partilerine ait yerel yönetimler üzerinden; belki de yukarıda anlatmaya çalıştığım kasti ihtilaflarla(Belediyelerin yardım toplamasını engelleme gibi) fiili durumlar yaratılıp meşru bir zemin oluşturmak isteniyor olabilir.
Yaşanmış tecrübelere binaen diyebilirim ki; merkezi hükumet tarafından atanmış belediye başkanları ile meşruiyetini "İkiz yasalar"ın kabulünden alan federatif yapılanmaya doğru giden bir sürecin içindeymişiz gibi bir his içindeyim. Nitekim 2018 yılında Ravza Kavakçı başkanlığında AKP'li bir ekip Almanya'da "Federatif yapı" üzerine bir araştırma yapıp ülkeye döndüklerinde; cumhur ittifakı ortağı MHP kurumsal varlığının temellendiği; ülke bütünlüğü adına "Böyle bir araştırmaya niçin ihtiyaç duyuldu" gibi olması gereken doğal bir refleksi göstermemiştir.
Ben gene de Devlet Bahçeli'nin siyasi tutum ve davranışlarının takip edilmesinin Erdoğan'dan daha önemli olduğunu düşünüyorum. Bunu elbette yaptıklarını, ettiklerini ve düşündüklerini takdir ediyor, güveniyor anlamında söylemiyorum.

Türk Tarih Kurumu Başkanlığına Ensar'dan yapılan atama
"Özgür Düşünceli Demokrat Türk milliyetçisi" birisi olarak kanaatimi açıklıyorum; Türk Tarih Kurumu başkanlığına atanan "Ensar Vakfı" mensubu kişi Balgat ve avenesinin Türk milletine armağanı olmuştur.
Yazıklar olsun. Cumhur ittifakının kayıtsız şartsız tüm vebaline ortak olan cumhur ittifakının ortağı Balgat ve avenesi Türk Tarih Kurumu Başkanının dahi Türk milliyetçisi birisinin olmasını talep edemediler. Peki siz neyinizle varsınız Allah aşkına. Hizmet için asla; işiniz AKP lehine parmak kandırmak öyle mi.
Birileri Türk milliyetçilerinin belli makamlara gelmelerinden korkabilirler ya siz neden çekiniyorsunuz. Türk Tarih Kurumu başkanlığına önerebileceğiniz bir tek Türk milliyetçisi isim aklınıza gelmedi mi. Sizi buna mecbur eden hangi mahkumiyet dir; söyler misiniz.
Not: Özellikle MHP deniyorum, zira; MHP'nin kurumsal iradesinin gasp edildiğini, dolayısıyla da "Balgat ve avanesi" ifadesini kullanmayı tercih ediyorum.

Bir hatıra üzerine
Sanırım 1997 yılıydı. Büyük bir heyecanla mahallemizin tabiri caizse göbeği denilen yerde, boğaza nazır güzel bir MHP(Küplüce Boğaz Bölge) teşkilatını kurmuştuk.
İnanmışlık ve adanmışlık had safhada. Siyasi parti teşkilatından ziyade bir eğitim yuvasıydı sanki. Özel bir bankada çalışıyordum. Her iş çıkışta eve değil heyecanla teşkilata gidiyordum. Saatlerce teşkilata takıldıktan sonra ancak eve gidiyorduk. Sadece ben değil tüm arkadaşlar aynı heyecanı hep beraber yaşıyorduk.
Planlı ve programlı eğitm ve seminerler düzenleyelim istedik. 12 yaşından 17 yaşına kadar gençlerin anne babaları bizatihi çocuklarının ellerinden tutup kursa getiriyorlarmış gibi bize teslim ederlerdi.
Eğitim ve seminer programı için isim ararken; birileri Çekmeköy'de Türk milliyetçisi Of'lu bir hocanın olduğunu, güzel sohbetler verdiğini söylediler. Hocamız yurt dışında bulunmuş olup, Türk federasyonunda verdiği sohbetlerden tanınıyor.
Hocamız henüz seminerlerine başlamadan önce başkanımız teşkilat içinde küfürlü konuşan her kim olursa; belli bir miktarda parayı marangoza yaptırdığımız "Ceza sandığı"na atacağımızın duyurusunu yaptı. Bu arada her birimiz ağzımızdan çıkabilecek sözlerin takipçisi olduk. Birisi yakalandığı an caza sandığı bulunduğu yerden iligili kişinin hemen önüne konurdu.
Hocamızı haftanın belli günü gidip evinden alıyor, seminer bitince de evine bırakıyorduk. Sanırım bileri bize hocamızın sohbetin heyecanına kapıldığında artık ağzından Allah ne verdiyse.... Kendisine teşkilat içinde küfürlü konuşmanın cezası olduğunu hatırlattık.
Hoca bu usulümüzü beğendi, takdir etti. Neyse muhabbete başlar başlamaz ilk küfür geldi. Hemen anında;
-Hocam etti bir
-Tamam uşaklar
-Hocam etti iki
-Tamam uşaklar
-Hocam etti üç
...
Hoca ilk sohbette yüklü bir ceza ödedi. Bir sonraki hafta yine seminer var ve hocamızı aldık getirdik. Hoca sohbette tam başlayacak;
-Uşaklar keturun pakayum sanduğu. Bakun peşun peşun atayum peş lira. Penum sözumu kesmayun temam mu.😊
Sevgili hocamız yaşıyorsa Allah selamet versin, vefat ettiyse de rahmetiyle muamele etsin inşallah.
Daha sonra ne mi oldu; inanmışlığımız ve adanmışlığımız birilerinin muktedirliği için madara edilince, her şeyimiz yerle yeksan oldu, bizler ise bu güzel anılarımızla baş başa kaldık.

TBMM'nin başkanının 23 Nisan mesajı üzerine 
Devleti değiştirme ve dönüştürme süreci doludizgin devam ediyor. Özellikle bu cür'et 15 Temmuz ihanet sürecinden sonra dozajını artırarak devam ediyorsa; 15 Temmuz'u tekrar gözden geçirip sorgulamamız gerekir diye düşünüyorum.
Tek adamın iradesine bağlı olarak görev yapan meclis başkanı ne demiş; "İsteyen liderlerin ve vekillerin meclise gelmesi kendi takdiridir". Bunu coronavirüs
Oysa ki şunu demesini beklerdik; "Ne şart altında olursa olsunlar; TBMM'nin açılışının 100. yıl dönümünde herhangi bir liderin özel oturuma katılmamak gibi behbatlığına ve ihanetine şahit olursak; kendilerini Türk milletinin vicdanına havale ederiz"
Sanki "Meclis özel oturumuna katılmayacak olursanız hiç de yadırgamayız, gayet doğal karşılarız, hatta memnun bile oluruz" der gibi bir mesaj olmuş.

İftar sofrası mı israf sofrası mı
Aman Allah'ım neydi o israflar. Gırtlağına basılan esnaflar her akşam bir başka sokakta belediye adına iftar sofraları kurar, iktidar partisi de gelip show'lar yapardı.
Bu iş öyle zıvanadan çıkmıştı ki; her sivil toplum örgütü ve partiler konforlu otellerde iftar yemeği vermeyi zorunluluk haline getirmişti.
Ne oldu şimdi. Bu insafsız ve iz'ansız israfı geleneksel hale getirenlerin önüne Coronavirüs denen bir "Kahraman" çıktı Allah'ın sopası olup bunların kafalarına tek tek indi.
Coronavirüs sana teşekkür ederim ama sen gene de bizden uzak dur.

Cankurtaranlarımız ne oldu peki
Ambulansı sen getirdin de; bizler senden önce öküz arabası ile mi hastanelere gidiyorduk.

Senin sayende bizler neler gördük, neler yaşadık. Her birimiz anamızın karnında dokuz ayımızı tamamladık ama inat ettik dünyaya teşrif etmedik; sen geleceksin diye.
Ya gelmeseydin; maazallah
anamızın karnında ur olup kalacaktık.
soralmehmet@gmail.com