22 Mart 2022 Salı

TÜRK DÜŞMANI ETNİK MUNAFIKLAR

Türk düşmanı etnik münafıklar

Kaderin kendilerini bu Türk coğrafyasına sürüklediği farklı etnik kimliklerin çocukları gün gelip de yine bu coğrafya üzerinde kurulmuş Türk devletinin yönetiminde inisiyatif sahibi olduklarında ele ettikleri siyasi güç ile devletimiz başta olmak üzere Türk'e ait her değeri küçümseme, değersizleştirme veya anlamını, tanımını değiştirme arsızlığı ve yüzsüzlüğüne karşı tahammülümüzün daha ne kadar devam edeceğini düşünüyorlar acaba.
İhanetin bu arsız, yüzsüz etnik özürlü münafıkları nankör güruh, özbeöz Türk oğlu Türk Mustafa Kemal Atatürk'ün önderliğindeki tüm kazanımları; Türkiye Cumhuriyeti Devleti de dahil olmak üzere küçümseme, değersizleştirme ve son yirmi yıldır da bu değerleri önce fetö ile sonra da "fetö ile mücadele bahanesi" üzerinden yerlerine kendi meşrep ve ideallerine göre yeni bir yapılanma, değişim ve dönüşüm gibi niyetlerin gizli, yapılanların da aşikar olduğu bir süreçten geçiyoruz. Bunun için de siyasi konjonktürü hep müsait tutarak "Tek adamlı Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi" denen ucube bir dayatmayı Türk milletinin başına bela ettiler. Çünkü öyle veya böyle milletin zihin dünyasını abluka altına alıp, baş örtüsü suiistimali ile sarıp sarmalayarak dini söylemlerle elde edilen orantısız siyasi gücün tek adam iradesine teslim edilerek hedeflenen sonucun elde edilebilmesinin değişim ve dönüşüm için en pratik yol olduğuna karar verdiler ve gereğini de yaptılar. Yaşadıklarımız ile bunu çok iyi fark edebiliyoruz.
Türk milletinin tarifi, devletinin sahipliğinin ve bayrağının şeklinin değiştirilmesi de dahil olmak üzere düşünülmüş kasıtlı bir projenin devrede olduğunu düşünüyorum; tek adam iradeli "Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi"; bu projenin en belirgin atlama taşı olarak düşünülmüştür.
Önce AKP'nin Saros ve ABD desteği ile iktidara getirilmesi, sonrasında bu siyasi gücün devlete yerleştirilmiş fetö kadroları ile muktedir olması, istenilenin elde edilince fetö'nün 15 Temmuz senaryosu ile devre dışı bırakılması, akabinde tek adam iradesine bağlı "Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi"nin hemen devreye sokulması kesinlikle tesadüfen gelişen süreçler değildir. Suriye meselesi ve oradan ülkemize yaptırılan zorunlu göç de bu sürecin bir sonucudur. Afgan göçmenlerin, ABD ile anlaşarak akın akın ülkemize gelmelerinin kabulü de bu minvalde olmuştur.
"Millet ittifakı"nın varlığını çok önemsiyorum. Bu birlikteliğin inisiyatif sahiplerinin niyetlerinin ne olduğunu bizatihi tek tek kendileri ile konuşup dinlemiş değilim ama onlara inanç ve güvenimin temelindeki neden; bu ittifakı Türk milleti ve onun tereddütsüz öz çocuğu Mustafa Kemal Atatürk'ün önderliğinde elde edilmiş tüm değer ve kazanımları koruma ve kollama iradesinin konsolide olduğu ruh halinin tezahürü olarak görüyorum.
Yine 18 Mart Çanakkale Zaferi anlatımları, yine cuma hutbesi, yine Atatürk'ü yok saymak... gibi her yıl tekrarlanan nankörlüğün aklımdan geçirdiklerini ifade etmek istedim.
Kesin olan şu ki; Mustafa Kemal Atatürk'ün özbeöz Türk evladı oluşu, Türklük adına tescillediği değer ve kazanımlar karşısında "Etnik özürlü" oluşlarını hatırlayan "Etnik münafıklar" bu ezikliklerini Atatürk düşmanlığı şeklinde gösterme yoluna giderlerken ona dair her şeyi de yerle yeksan etme çabası ile sahip oldukları her gücü de bu minvalde kullanıyorlar.
Bizim etnik kimliklere saygımız elbette sonsuz. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan herkesi kendimiz kadar Türk bilir, değer veririz. Bizim meselemiz etnik kimliğini saklayarak Türk düşmanlığı yapıp, nerede olurlarsa olsunlar gizli ajandalarına hizmet etmeyi şiar edinip, bunu "Etnik münafık"lıkla yapanlarla dır.

Seçim yasasındaki değişiklik aynen MHP'nin bedenine uygun elbise siparişi vermek gibi bir şey olmuş.

Her şeyden önce "AKP sayesinde %10 seçim barajına takılmaktan kurtuldu" söylentilere muhatap olmamak için geçebileceği yükseklik ayarlanarak seçim barajı %7'ye çekildi, böylece baraj altında kalma riski ortadan kaldırıldı.
Halen yürürlükte olan ve başkanlık seçimi ile son genel seçimde uygulanan sistem ittifakların işine yarıyordu ve Cumhur ittifakı sistemin kendisine yarayacağını düşünüyordu. Bu sistemde, her seçim çevresinde ittifakların aldığı oylara bakılıyor, hangi ittifaka kaç vekil düştüğü hesaplanıyordu. Daha sonra ise o ittifaktaki partilerin o seçim çevresinde aldığı oya bakılarak, hangi partinin kaç vekil kazandığı belirleniyordu. Şimdi yeni düzenlemede ittifak oyları toplamının barajı aşıp aşmadıklarının tespitinde dikkate alınacak, onun dışında ittifakları oluşturan her parti aldığı oy nispetinde kendi adına milletvekili çıkarabilecek. Böyle bir düzenlemeye gidilmesinin nedeni, MHP'nin tek başına güçlü olduğu illerde vekil çıkarabilme ihtimalini fırsata çevirme düşüncesinin yanında henüz rüştünü ispat etme fırsatını bulamamış yeni kurulan muhalefet partilerinin, dahil olmak istediklerini ittifakın güçlü partilerinin listelerinden seçime girmeye zorlamak ve bunu yaparken de listelerin oluşması sırasında ittifakı oluşturan partilerin kendi bünyelerinde iç çatışma çıkarmaktır. Cumhur ittifakı için böyle bir riskin söz konusu olmaması onları bilerek ve isteyerek böyle bir seçim yasası düzenleyerek daha avantajlı olacakları gibi bir düşünceye sevk etmiştir.
Cumhur ittifakı bunu sürekli yapıyor ama sonra kendi kurduğu oyununun altında eziliyor. İstanbul'da belediye seçimlerinde ne oldu; seçimi kazanmak için insan aklı ve zekası ile o kadar dalga geçip, zorladılar ki neticesi 800 bin oy farkı ile sandığa gömülmek oldu. Bu oyunlara karşı da illaki bir çare bulunacaktır. Örneğin ilk aklıma gelen; millet ittifakını oluşturan partilerin çok zayıf oldukları yerlerde seçime girmeyerek güçlü olan ittifak ortaklarını desteklemek olabilir.
Mehmet Soral

KÜRT SORUNU YOK SORUN YARATAN SİYASET KURUMU VAR

Kürt sorunu yok Kürtler üzerinden sorun yaratan siyaset kurumu var

Sayın Kılıçdaroğlu cumhur ittifakının amacı sana ve CHP'ye "Kürt sorunu var" dedirtmekti, dedin ve maalesef ne yapıp edip seni istedikleri tuzağa düşürdüler. Çünkü onlar önce "Kürt sorunu yoktur" demenin ayıp olduğu şeklinde bir algıyı yaratıp sonra bu algıyı siyasal İslam sosu ile süsleyip genel kanaat haline getirerek Türk milletinin ana birleşenlerinden olan Kürt olma duygusunu sömürerek, üzerinden siyasi rant devşirme yoluna gitmişler ve başarmışlar, bunu telaffuz etmeyenleri de ayıplama yoluna gitmişler.
Sayın Kılıçdaroğlu siz de, CHP ve etnik ayrımcılar bilmelisiniz ki; bu ülkede "Kürt sorunu" diye bir sorun yok, siyasi rant devşirmek için Türk milletinin birleşeni Kürter üzerinden siyaset kurumunun yarattığı suni bir sorun vardır.
Köyde yaşadım, şehirde yaşıyorum, yatılı okudum, çeşitli iş kollarında her yöre ve kesimlerden insanlarla beraber çalıştım, sivil toplum örgütleri kurdum, üye olup çalıştım hiç bir zaman Kürtler veya diğer farklılıklar üzerine ne ayrımcılık yaptım ne de ayrımcılık yapana rastladım. Lütfen, bilerek üzerinde tepinmek üzere uydurulmuş ayrımcı "Kürt sorunu" safsatasını tekrar tekrar telaffuz ederek "Millet ittifakı"nın bir bahtsızlığına dönüştürüp surda gedik açılmasına fırsat vermeyiniz. Şunu biliniz ki; aklımız, fikrimiz ve gövdemizle yanında olduğumuz millet ittifakına dair inanç ve heyecanımıza ket vurup örselemiş olursunuz.
Sayın Kılıçdaroğlu unutmayınız ki; bugün "Kürt sorunu" diye kabul ettiğiniz olguyu yarın karşınıza siyasi daha sonra da coğrafi bölünme talebi ve dayatması şeklinde getireceklerdir.

Yine Çanakkale savaşları yıl dönümü yine Atatürk' ün isminin geçmediği anma programları

Çanakkale savaşı 1919 sonrası kazanılan bir zafer olsaydı; Siyasal İslamcılar, Atatürk'ün misyonu ve vizyonunun katkısından dolayı bu zaferden bugün olduğu gibi heyecanla bahsedip kutlamayacaklardı. Çünkü onlara göre Çanakkale savaşları ve elde edilen zafer Osmanlı'ya aitti. Ondandır ki; her Çanakkale savaşları bahsi geçtiğinde Atatürk'ü yok görüyorlar.
Cumhuriyet dönemine "Reklam arası" demeleri, Cumhuriyet değer ve kazanımlarını "iki ayyaş" diyerek Mustafa Kemal Atatürk ve İsmet İnönü'nün şahsında değersizleştirme çabalarının temelinde Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne olan tahammülsüzlüklerini görüyoruz. Bütün bunlara rağmen o Cumhuriyetin değer ve kazanımları sayesinde iktidar olabildiklerini itiraf edemeyecek kadar da nankörler.

Demirtaş inisiyatifinden korkup Apo inisiyatifine sığınmak

Demirtaş'ın Kürtler üzerindeki sempatisi Apo'dan daha etkili olduğunu en son yapılan belediye seçimlerinde gören, Apo'ya ısmarlama mektup yazdırılmış olmasına rağmen etkisiz olduğunu fark eden cumhur ittifakı bileşenleri, Demirtaş'ı bilerek AİHM kararlarına (AİHM Tutuksuz yargılanması gerekir diyor) rağmen tutuklu kalmasını istiyorlar.
Cumhur ittifakı, hapisteyken bile Apo'ya rağmen bölge insanı üzerinde bu kadar etkin ve yönlendirici olan Demirtaş'ın serbest kalması durumunda HDP oylarının neredeyse tamamına yakınının muhalefet cephesinde konsolide olacağı endişesini taşıyor. Ondandır ki; 6 farklı parti liderinin demokrasiye inanç ve iman anlamındaki son derece başarılı ortak çalışmalarında masada olmayan HDP'yi o toplantıya monte etmeye çalışıyorlar.
Bu arada muhalefet de ahmak değil ya; Kılıçdaroğlu Kürtlerdeki Demirtaş sempatisini CHP'ye kazandırmak için son derece akıllıca bir siyaset ile "Diyarbakır anneleri"ni değil Demirtaş'ın babasını ziyaret etmiştir.
Kılıçdaroğlu bence doğru yapmış, "Diyarbakır anneleri"ni ziyaret etmemiştir. Özellikle cumhur ittifakı birleşenleri ve onların yandaşları sürekli "Diyarbakır anneleri" meselesini adeta bir mabet haline dönüştürerek, oraya her gidenin ille de onları ziyaret etmeleri gerektiği şeklinde muhalefet partilerine dayatmada bulunuyorlar.
"Diyarbakır anneleri" meselesi hükümetin, dolaysıyla devlet otoritesinin acizliğe düşmesi gibi bir görüntüye neden olmuştur. Yani bir anlamda, bu devletin vatandaşı olan ailelerin kaçırılan çocuklarının bulunması HDP'ye ihale edilerek mağdur ailelere "Bizim gücümüz çocuklarınızı bulmaya ve sizlere kavuşturmaya yetmiyor, bunun için HDP'nin himmetine sığınıp onlardan talepte bulunun" denmiştir.

Millet ittifakı birleşenleri İdeolojik dayatmalarla Erdoğan karşısında şansını riske sokamaz

Kim ne derse desin; AKP'nin siyasi gücü, fetö'nün de devlete yerleşmiş/yerleştirilmiş kadroları ile T.C Devleti'ni ele geçirerek kendi vesayetini oluşturmuş olan Siyasal İslamcı tek adam sisteminin geldiği aşamada olduğu yere gömmek için önümüzdeki seçimlerin son şansımız olacağını düşünüyorum.
Türk Devletinin içinden geçmekte olduğu süreçte; cumhuriyet değer ve kazanımlarının yerle yeksan oluşunun vahameti karşısında ideolojik ilke ve inançlarıma binaen ideolojik taassupla dayatma yapmadan; ideolojik, dini, mezhepsel, etnik ve diğer farklılıkları Türk milletinin zenginliği olarak görüp "VATAN VE MİLLET SEVERLİK PAYDASINDA" bütünleşmemizi sağlayacak her kim olursa olsun, Erdoğan karşısında muhalefet cephesinin tamamının adayı olabilir, ben de böyle birisine oyumu gönül rahatlığıyla verebilirim.
Elbet de benim de arzum Türk milliyetçisi birisinin bu devletin cumhurbaşkanı olmasıdır. O günleri görmek ve yaşamak benim en büyük arzum. Bu günlere erişmek için ömrüm yetmese bile çocuklarıma vasiyetim benim arzumu kendi arzuları bilip aynı duyguları içlerinde taşımalarıdır ama bu sevdamı Recep Tayyip Erdoğan'nın bir daha cumhurbaşkanı olmaması, siyasal İslamcı vesayetin sona ermesi için erteliyorum. Bunu başarmak toplumun diğer kesimlerinin katılımı ile mümkün olacağından, asgari müştereğimiz "VATAN VE MİLLET SEVERLİK ORTAK PAYDAMIZ"a sırtımızı yaslayarak buradan alacağımız güç ile ancak ipi göğüsleyebileceğimize inanıyorum.

Kırk yıl önceki çocukluğumu yaşamak

Bugünlerde, onyedi yaşımdayken annemin bakkal bakkal dolaşıp "sana yağı" kuyruklarına girerek yağ almamı istediği hatırladım.
Elli yıl önce, bu gün olduğu gibi savaşmadan Yunan'a verilen 18 Ege adamız gibi Kıbrıs'ı teslim etmemek için oradaki hakkımızı ve Türk varlığını korumamızın bedelini ödetmek isteyenlerin koydukları ambargodan mütevelli oluşan yağ ve gaz kuyruklarını anlamak belki mümkün ama bugünkü yağ kuyruğunu Cumhuriyet tarihimizin en beceriksiz, en basiretsiz ve en vasat yöneticilerin bir araya gelmiş olma bahtsızlığına bağlamanın dışında başka nasıl bir mazeret bulabiliriz ki.
İnternet'in bile geç gelmesini neredeyse Atatürk'e bağlamaya çalışan malum güruh, acaba hiç sorgulamazlar mı; yirmi yıl önce dünyada gıda temini anlamında kendi kendine yeten yedi ülkeden birisi olan Türkiye'mizde ne oldu da sıvı yağın ana vatanında kuyruklara girerek hep beraber yağ almaya çalışıyoruz.
Önce halkın ortalama algı düzeyini, siyasal İslamcı siyaset üzerinden en vasat düzeye getirerek istedikleri kıvama ulaşınca iğdiş edip belli bir süreçten sonra da iyice mankurtlaştırarak nihayetinde bu ruh haline bağlı tepkisiz bir toplum inşa edildi. Yeniden inşa edilen, hatta inşa değil belki de yıkılan bir toplum yapısı ile her defasında istenilen sonucun elde edildiği birbirini takip eden süreçleri yaşadık, yaşıyoruz.
Ama anlaşılan o ki; dibi bulma halini yaşıyoruz. "siyasal İslamcı siyaset"in uyuşturucu vasfı tesirini iyice kaybediyor, artık sürdürebilir olmaktan çıkmıştır; cumhuriyet değer ve kazanımlarına tekrar rücu edeceğimiz güzel günler çok yakın. Bunu, İdeolojik taassupları terk ederek "Vatan ve millet severlik paydasında" bütünleşmeyi ana ilke edinerek başaracağız inşallah.

Devlet Bahçeli n e diyor...?
Neymiş...
Yağa değil kana bakarlarmış, o kan da Türk kanıymış. Devlet Bahçeli hazretleri böyle buyurmuşlar.
O zaman biz de soruyoruz; basiretsiz ve kifayetsiz ittifakınızın hüneri Türk kanını bir teneke yağ ile kıyaslama ve oradan milli heyecan yaratma gayretinizden anlamamız gereken; verdiğiniz bir istiklal savaşı oldu da biz mi haberdar değiliz, vardı da sadece sizlerin ve bir avuç muktedirin istikbalini ilgilendiriyordu da ondan mı haberimiz olmadı.
Utandım doğrusu; bir teneke yağ bir o kadar Türk kanı kıyaslaması.

Güçlendirilmiş parlamenter sistem için demokrasi ittifakı

6 liderin kurduğu masa altında HDP'nin varlığını "arzulayarak" arayıp, bulamayınca da "Hayır olamaz, burada olmalıydı" deyip, hayal kırıklığına uğrayan cumhur ittifakı; aynı HDP'nin katılımı ile meclis gizli oturumu düzenliyor, 6 liderin kurduğu masa altında onları arama hassasiyetini gösteren cumhur ittifakının, bu gizli oturumu ne derece anlamlı bulup ciddiye aldıklarının sorgulamasının yapılması meşruiyetini ortaya koymaz mı.
Evet, soruyoruz; masa altında aradıklarınızı hangi akla hizmet olsun diye meclis gizli oturumlarına alıyorsunuz. Siz milletle kafa mı buluyorsunuz Allah aşkına.
O zaman insan ister istemez soruyor; niçin yumurtlayacakmış gibi ses yapıp yaygara koparıyorsunuz da gereğini yapmıyorsunuz.

Ukrayna direnişini takdir edip alkışlıyoruz

Anlaşılan o ki; insanlık vicdanı şimdiye kadar olmayan bir şekilde Rusya'nın oldu bitti ile Ukrayna'yı işgal ermesini kabullenmeyip Rusya'yı büyük yaptırımlarla cezalandırma yoluna gitti.
AB, kurulduğundan bu yana hep siyasi varlığını bildik, gördük ancak bu işgal karşısında ilk defa askeri olarak da varlığını hissettirmek istedi, Ukrayna'ya silah yardımı kararını aldı.
Nato, hem kurumsal olarak hem de tek tek üyeleri Ukrayna'nın Nato üyesi olmamasına rağmen Rusya'ya yaptırımlar konusunda kararlar alarak; kendisini güçlü gören her devletin veya inisiyatifin oldu bittilerini cezalandırabileceği gibi bir tavırı ortaya koydular.
Dünyanın içine girdiği böyle bir konjonktürde kanaatim o ki; Türkiye, özellikle PKK nın Suriye'deki izdüşümü YPG'nin bölgedeki yapılanması ve orada kurulmak istenen "PKKnistan" ve onun ana finansorü ve destekçisi ABD'nin ülkemizin güney sınırı boyunca suni bir yapılanmanın arkasında olmasının Türk milleti ve devleti için ne anlama geldiğini, ABD'nin burada ülkemize karşı nasıl bir kalleşliği icra ettiğini hem AB'ye, hem Nato'ya, hem de dünya kamuoyunun vicdanına haklı gerekçelerle daha kolay izah edebilme imkanı doğmuştur.
Ancak böyle bir konjonktürü değerlendirebilecek yetişmiş dış işleri uzmanlarımız "Monşörler" aşağılanması ile tasfiye edilip yerlerine badem bıyıklılar ikame edildikleri için doğrusu pek de umutlu değilim. Zira dış işleri temsilciliği kadrolarımız, uzman olmalarından ziyafe AKP'den oraya, buraya, şuraya aday olmuş ama seçilememiş AKP'liler ile istihdam ediliyorlar.

Ukraynanıları takdir etmemek mümkün mü. Sözde Müslüman Suriyeli erkekler ülkelerini savunmayı değil kaçarak koynuna sığınacak bir başka ülke aramayı yeğlerken; Ukrayna erkekleri adeta orantısız "Ayı gücünde Ruslar"a direnmek ve ülkelerini savunmak için kahramanca savaşıyorlar.

Suriyeliler için 80 milyar dolar harcadık. Keşke bu paradan en az bir kısmını Ukrayna için harcamış olsaydık da; ortaya konan kahramanlığa katkımız olsaydı.
Kaçanlara değil savaşanlara yardıma hazırım.
Onun içindir ki; samimi olarak itiraf ediyorum; kaçan Suriyelilerin değil Ukraynalıların yanında olmayı tercih ediyorum, çünkü onlar bunu fazlasıyla hak ediyorlar. Allah yar ve yardımcıları olsun.
Takdiri hak edene yapacağız ki bir anlamı olsun.
Mehmet Soral