28 Kasım 2019 Perşembe

DAYATMAYA HAYIR DEDİK YOLUMUZU AYIRDIK

Bizler milliyetçiliğimiz ile fikri namusumuza sahip çıkma hassasiyeti içinde tavrımızı ortaya koyup; hislerimize tercüman olan kişiyi takibe, kurumu da sahiplenmeye devam ediyoruz. 13 yaşımızda dünya aleme adamlığımız üzerine ne konum attıysak, aynı konumda siyasi düşünce ve tutarlılığımız ile ikamet etmeye devam ediyoruz.
Elbette;
Sahip olduğu öz güveni yetişme ve yetiştirilme tarzından alan; yani üzerine insani yatırım yapılmış, ülkücü edep ve adap kültüründen beslenmiş bir neslin evlatları olarak; gayri hukuki tek adam hevesinde olanların arzularını tatmin, niyetlerine hukukilik kazandırma senaryosuna evet diyerek figüran olmamız mümkün olamazdı.
Elbette;
Cumhuriyet tarihinin en büyük ihanet şebekesi fetö'nün devlete yerleşmesini sağlayıp, onlara verdikleri güç ile sağladıkları muktedirlik sayesinde 15 Temmuz ihanet sürecinin siyasi sorumlusu AKP'nin; bu süreçteki sorumluluğunun sorgulanmasına mani olmak gibi bir yanlışın yanında yer almamız düşünülemezdi.
Elbette;
15 Temmuz ihanetinin sonuçlarından nemalanarak kendi vesayetini oluşturmak isteyen AKP'nin; cumhuriyet değer ve kazanımlarını ortadan kaldıran, aşikarken şahit olduğumuz üzere önce sistem değişikliğini gerçekleştirip sonra rejim değişikliğine doğru gitme niyeti taşıyan bir sürecin tamamlayıcısı, koruyanı ve kollayanı olmamız mümkün olamazdı.
Dolayısıyla;
Benim gibi düşünen Türk milliyetçilerinin yukarıda ifade etmeye çalıştığım niyet ve düşüncelerimize rağmen; duruşumuz ve tavrımız sorgulanarak, Türk milliyetçiliği adına bizlere dayatılan ismin, dayatılan mekanında bir muktedirin rüşvet niyetine hazırlanıp kendisine sunduğu sofraya oturmak zorunda değiliz. Siz işinize bakın. Bizler helalinden ekmeğimizi soğanımıza aş edip soframızı çoktan kurduk bile. Arzu ediyorsanız siz de buyurun.
Muharrem İnce hatasını anladı ama artık telafi etmesi mümkün değil
Muharrem İnce şimdi durumu kurtarmak için kıvırmaya başladı. Partisini sırtlanların önüne atıp sonra da kış kış diyerek güya onları kovmaya çalışıyor. Öfkesini kontrol edemeyen her kim olursa olsun, illa ki zararlı çıkacaktır.
Muharrem İnce'yi %32'lere çıkaran o günkü konjonktürdü. Muhalefet adına Cumhurbaşkanı adayı olarak meşe odunu bile konsaydı Muharrem İnce'nin aldığı oya yakın oy alırdı.
O günkü konjonktürde millet ittifakının yapması gereken; henüz İYİ PARTİ kurulurken, yani seçimden çok önce Cumhurbaşkanı adayı olacağını deklare etmiş olan Meral Hanım'ı göstermekti. CHP ne yaptı; Abdullah Gül etrafında döndü dolaştı. Niçin daha önce adaylığını açıklamış olan Meral Hanım'ı düşünmeyip de Abdullah Gül için zemin arayışına girdiler; CHP bunu nasıl açıklar çok merak ediyorum.
CHP, tabanında oluşan Abdullah Gül tepkisine karşılık iç dinamiklerine baş vurdu. CHP'nin adaylık arayış içine girdiği bir sırada Erdoğan; karşısına dişine göre bir rakibin çıkması için hemen trollerini devreye sokarak, ihtiraslarına hepimizin şahit olduğumuz Muharrem İnce'yi parlatma yarışına girdiler. Böylece öz güven patlaması yaşayan Muharrem İnce de aday oldu. Nagihan'ın Muharrem İnce'nin CHP için isabetli seçilmiş bir aday olduğuna dair çırpınışlarını çok iyi hatırlıyoruz.
CHP'nin potansiyel gücü Muharrem İnce'nin ihtirasları uğruna verimsiz kullanıldı, sonuç alınamadı. Çok garip, AKP son kumpasta Muharrem İnce'nin aynı ihtiraslarını CHP'ye karşı kullanmak istedi ama bu sefer CHP işi çabuk toparlayarak hem AKP'nin senaryosunu boşa çıkardı hem de Muharrem İnce kamburundan böylece kurtulmuş oldu.
Babacan, Davutoğlu ve yaşanmış gerçekler
Devlet Bahçeli neredeydi, nereye savruldu. Numan Kurtulmuş neredeydi, nereye savruldu. Süleyman Soylu neredeydi, nereye savruldu öyle değil mi.
Dolayısıyla, Ali Babacan'ın bugün durduğu yerden yarın nereye savrulacağı belli olmaz. Babacan'ın ve Davutoğlu'nun kuracakları partilerin ve diğerlerinin yarın yine Erdoğan etrafında konsolide olmayacaklarına dair güvenip de hesap kitap yapılamaz.
Ülkemizde siyasetin ana ekseni kaypaklığın üzerine oturduğu için her an için kimin nereye savrulacağı belli olmaz.
Şunun lütfen notunu alalım. Ülkemizi maf eden "Siyasal İslamcılar" yedikleri haltın çok iyi farkındalar ve özellikle 15 Temmuz ihanet sürecinin kendi üzerlerinden sorgulamasının ve mahkemesinin yapılmasından çok korkuyorlar. Şu anda fetö siyasi ayağının açığa çıkarılmasına mani olabiliyorlar ama gelecekteki Türkiye'de buna mani olamayacakları ihtimalinin korkusunu yaşıyorlar. İşte bundandır ki Kendilerini gelecekte sorgu suale çekmeyecek bir Türkiye'ye hazırlamak istiyorlar.
Sorgu suale çekilme korkusu nedeniyle her türlü siyasi boşluğu kendi lehlerine kapatmak istiyorlar. "Babacan, Davutoğlu parti kurarlar, Erdoğan'a karşıt olurlar bu da muhalefetin işine yarar" gibi bir beklentiye girmemek gerekir diye düşünüyorum.
Çifte standartlı Devlet Bahçeli
Sayın Devlet Bahçeli CHP'ye yapılan kumpasla ilgili olarak; "Meşru mu dur, değil mi dir bilemem ama Kılıçdaroğlu'na alternatif arandığı belli" dedi.
Kumpasın meşruluğu mu sorgulanır Sayın Bahçeli. MHP kumpasın en aşağılık usulüne maruz kalmıştı, unutmayın. En doğru cümle "Ahlaksızlık, şerefsizliktir" demenizdi.
Önceliğiniz Cumhur ittifakının çıkarına geleni söylemek değil, demokrasimize sahip çıkmanız olmalıydı. İşte bunu hiç bir zaman yapamadığınız için yollarımız ayrıldı.
Sevilay Yılman duayen gazeteci Uğur Dündar'ı madara etti.
Ne dedi "Uğur abi sen Talat Atilla'nın haberine güvenip, dürüst gazetecilik adına haber yapmadığını söylüyorsun ama yine aynı Talat Atilla'nın, kaynağının bir CHP'li olduğu şeklindeki sözüne nasıl inanıp da CHP, Talat Atilla'ya en yakın CHP'liyi bulmalı diyebiliyorsun"
Buna güzel Türkçe'mizle bir başka şekilde "Şapa oturtma" da denir.
Allah'ın işine karışamayız
Allah "İstanbul'a su yağmasın ki; yönetenler zor durumda kalsın, sonuçları da siyaseten bana yarasın" diyenlerin yanında olmadığını aynı gün yağdırdığı yağmur ile gösterdi.
Siyasal İslamcı zihniyet o kadar pervasızlaştı ki; haşa sanki onlar Allah'a değil, Allah onlara muhtaç. Neredeyse Allah'a şunu diyecekler "Siyasetimizle senin reklamını yapıyoruz, bizden yana olmak durumundasın" der gibiler.
Mehmet Soral
soralmehmet@gmail.com

DAYATMAYA HAYIR DEDİK YOLUMUZU AYIRDIK

Bizler milliyetçiliğimiz ile fikri namusumuza sahip çıkma hassasiyeti içinde tavrımızı ortaya koyup; hislerimize tercüman olan kişiyi takibe, kurumu da sahiplenmeye devam ediyoruz. 13 yaşımızda dünya aleme adamlığımız üzerine ne konum attıysak, aynı konumda siyasi düşünce ve tutarlılığımız ile ikamet etmeye devam ediyoruz.
Elbette;
Sahip olduğu öz güveni yetişme ve yetiştirilme tarzından alan; yani üzerine insani yatırım yapılmış, ülkücü edep ve adap kültüründen beslenmiş bir neslin evlatları olarak; gayri hukuki tek adam hevesinde olanların arzularını tatmin, niyetlerine hukukilik kazandırma senaryosuna evet diyerek figüran olmamız mümkün olamazdı.
Elbette;

Cumhuriyet tarihinin en büyük ihanet şebekesi fetö'nün devlete yerleşmesini sağlayıp, onlara verdikleri güç ile sağladıkları muktedirlik sayesinde 15 Temmuz ihanet sürecinin siyasi sorumlusu AKP'nin; bu süreçteki sorumluluğunun sorgulanmasına mani olmak gibi bir yanlışın yanında yer almamız düşünülemezdi.

Elbette;

15 Temmuz ihanetinin sonuçlarından nemalanarak kendi vesayetini oluşturmak isteyen AKP'nin; cumhuriyet değer ve kazanımlarını ortadan kaldıran, aşikarken şahit olduğumuz üzere önce sistem değişikliğini gerçekleştirip sonra rejim değişikliğine doğru gitme niyeti taşıyan bir sürecin tamamlayıcısı, koruyanı ve kollayanı olmamız mümkün olamazdı.

Dolayısıyla;
Benim gibi düşünen Türk milliyetçilerinin yukarıda ifade etmeye çalıştığım niyet ve düşüncelerimize rağmen; duruşumuz ve tavrımız sorgulanarak, Türk milliyetçiliği adına bizlere dayatılan ismin, dayatılan mekanında bir muktedirin rüşvet niyetine hazırlanıp kendisine sunduğu sofraya oturmak zorunda değiliz. Siz işinize bakın. Bizler helalinden ekmeğimizi soğanımıza aş edip soframızı çoktan kurduk bile. Arzu ediyorsanız siz de buyurun.

Muharrem İnce hatasını anladı ama artık telafi etmesi mümkün değil
Muharrem İnce şimdi durumu kurtarmak için kıvırmaya başladı. Partisini sırtlanların önüne atıp sonra da kış kış diyerek güya onları kovmaya çalışıyor. Öfkesini kontrol edemeyen her kim olursa olsun, illa ki zararlı çıkacaktır.
Muharrem İnce'yi %32'lere çıkaran o günkü konjonktürdü. Muhalefet adına Cumhurbaşkanı adayı olarak meşe odunu bile konsaydı Muharrem İnce'nin aldığı oya yakın oy alırdı.
O günkü konjonktürde millet ittifakının yapması gereken; henüz İYİ PARTİ kurulurken, yani seçimden çok önce Cumhurbaşkanı adayı olacağını deklare etmiş olan Meral Hanım'ı göstermekti. CHP ne yaptı; Abdullah Gül etrafında döndü dolaştı. Niçin daha önce adaylığını açıklamış olan Meral Hanım'ı düşünmeyip de Abdullah Gül için zemin arayışına girdiler; CHP bunu nasıl açıklar çok merak ediyorum.

CHP, tabanında oluşan Abdullah Gül tepkisine karşılık iç dinamiklerine baş vurdu. CHP'nin adaylık arayış içine girdiği bir sırada Erdoğan; karşısına dişine göre bir rakibin çıkması için hemen trollerini devreye sokarak, ihtiraslarına hepimizin şahit olduğumuz Muharrem İnce'yi parlatma yarışına girdiler. Böylece öz güven patlaması yaşayan Muharrem İnce de aday oldu. Nagihan'ın Muharrem İnce'nin CHP için isabetli seçilmiş bir aday olduğuna dair çırpınışlarını çok iyi hatırlıyoruz.

CHP'nin potansiyel gücü Muharrem İnce'nin ihtirasları uğruna verimsiz kullanıldı, sonuç alınamadı. Çok garip, AKP son kumpasta Muharrem İnce'nin aynı ihtiraslarını CHP'ye karşı kullanmak istedi ama bu sefer CHP işi çabuk toparlayarak hem AKP'nin senaryosunu boşa çıkardı hem de Muharrem İnce kamburundan böylece kurtulmuş oldu.



Babacan, Davutoğlu  ve yaşanmış gerçekler

Devlet Bahçeli neredeydi, nereye savruldu. Numan Kurtulmuş neredeydi, nereye savruldu. Süleyman Soylu neredeydi, nereye savruldu öyle değil mi.
Dolayısıyla, Ali Babacan'ın bugün durduğu yerden yarın nereye savrulacağı belli olmaz. Babacan'ın ve Davutoğlu'nun kuracakları partilerin ve diğerlerinin yarın yine Erdoğan etrafında konsolide olmayacaklarına dair güvenip de hesap kitap yapılamaz.
Ülkemizde siyasetin ana ekseni kaypaklığın üzerine oturduğu için her an için kimin nereye savrulacağı belli olmaz.
Şunun lütfen notunu alalım. Ülkemizi maf eden "Siyasal İslamcılar" yedikleri haltın çok iyi farkındalar ve özellikle 15 Temmuz ihanet sürecinin kendi üzerlerinden sorgulamasının ve mahkemesinin yapılmasından çok korkuyorlar. Şu anda fetö siyasi ayağının açığa çıkarılmasına mani olabiliyorlar ama gelecekteki Türkiye'de buna mani olamayacakları ihtimalinin korkusunu yaşıyorlar. İşte bundandır ki Kendilerini gelecekte sorgu suale çekmeyecek bir Türkiye'ye hazırlamak istiyorlar.
Sorgu suale çekilme korkusu nedeniyle her türlü siyasi boşluğu kendi lehlerine kapatmak istiyorlar. "Babacan, Davutoğlu parti kurarlar, Erdoğan'a karşıt olurlar bu da muhalefetin işine yarar" gibi bir beklentiye girmemek gerekir diye düşünüyorum.

Çifte standartlı Devlet Bahçeli
Sayın Devlet Bahçeli CHP'ye yapılan kumpasla ilgili olarak; "Meşru mu dur, değil mi dir bilemem ama Kılıçdaroğlu'na alternatif arandığı belli" dedi.
Kumpasın meşruluğu mu sorgulanır Sayın Bahçeli. MHP kumpasın en aşağılık usulüne maruz kalmıştı, unutmayın. En doğru cümle "Ahlaksızlık, şerefsizliktir" demenizdi.
Önceliğiniz Cumhur ittifakının çıkarına geleni söylemek değil, demokrasimize sahip çıkmanız olmalıydı. İşte bunu hiç bir zaman yapamadığınız için yollarımız ayrıldı.

Sevilay Yılman duayen gazeteci Uğur Dündar'ı madara etti.
Ne dedi "Uğur abi sen Talat Atilla'nın haberine güvenip, dürüst gazetecilik adına haber yapmadığını söylüyorsun ama yine aynı Talat Atilla'nın, kaynağının bir CHP'li olduğu şeklindeki sözüne nasıl inanıp da CHP, Talat Atilla'ya en yakın CHP'liyi bulmalı diyebiliyorsun"
Buna güzel Türkçe'mizle bir başka şekilde "Şapa oturtma" da denir.

Allah'ın işine karışamayız
Allah "İstanbul'a su yağmasın ki; yönetenler zor durumda kalsın, sonuçları da siyaseten bana yarasın" diyenlerin yanında olmadığını aynı gün yağdırdığı yağmur ile gösterdi.
Siyasal İslamcı zihniyet o kadar pervasızlaştı ki; haşa sanki onlar Allah'a değil, Allah onlara muhtaç. Neredeyse Allah'a şunu diyecekler "Siyasetimizle senin reklamını yapıyoruz, bizden yana olmak durumundasın" der gibiler.
soralmehmet@gmail.com

25 Kasım 2019 Pazartesi

CHP'YE KUMPAS DEMOKRASİMİZE KUMPASTIR

CHP'ye Kumpas Demokrasimize Kumpastır
Rahmetli Mahir Kaynak ne demişti; "Operasyon neticesi kimin işine yarıyorsa, müsebbibini de orada arayacaksınız. " Bu görüş genel kabul gören bir yorum olarak benimsendi. Dolayısıyla, CHP zarar gördüğüne göre kumpasın aktörlerini bir başka yerde aramak lazım.
Rahmi Turan'ı "Kekleyerek" yapılan operasyonda iki önemli figür baş rol için seçilmiş. Erdoğan ve AKP karşıtı olup, eline ne verilse AKP ve Erdoğan'a saldıracak kin ve öfke dolu Rahmi Turan ile agresifliği ve duygusallığı aynı anda tetiklendiğinde üzerinde müthiş bir zafiyet oluşan Muharrem İnce.
Muharrem İnce elbette Saraya gitmemiştir. Ama CHP'de iç kargaşanın çıkması için seçilmiş en uygun isimdir. Bu senaryoyu yazanın CHP'deki bir grup değil, senaryonun içinde CHP'li olsa bile CHP dışından olduğunu düşünüyorum. Zerre kadar siyasi aklı, zekası olan bir Allah'ın kulu Erdoğan'ın desteği ile hiç bir kimsenin CHP'de genel başkan olamayacağını düşünür, akıl eder.
Muharrem İnce malum kumpasın müsebbibi olarak kendi partisi CHP'de bir grubun olduğunu ifade ederek, Mahir Kaynak'ın tespitine uymayan bir yorum yapıp, kendi partisini de haksızca hedef seçti. İşte bu huyundan dolayı CHP'de iç karışıklık için Muharrem İnce'nin seçilmiş olmasına şahsen hiç de şaşırmadım.
Diğer dikkatimi çeken bir husus da; her ne hikmetse Aktroller ve yandaş medyanın Muharrem İnce'ye karşı farklı bir pozitif ilgileri var. Mesela CHP'nin Cumhurbaşkanlığı adaylığı tespitinde Muharrem İnce için adeta kampanya yürüttüler. Hatta bir TV programında yandaş maaşlı gazeteciye CHP'li konuk "Sorabilir miyim; sizde ki bu Muharrem İnce aşkı nerden geliyor, herhalde oyununuzu da verirsiniz" demişti.
Cumhurbaşkanlığı seçiminde AKP'nin en korktuğu şey Meral Akşener'in milleti ittifakının adayı olma ihtimaliydi. Bu ihtimale karşı, kökten CHP'li ler ile yandaş medya her ne kadar farklı gerekçelerle olsalar da; Muharrem İnce'nin Erdoğan karşısında aday olması için büyük çaba gösterdiler. Öyle bir konjonktür oluşturuldu ki; CHP yönetimi Muharrem İnce dışında bir başka ismi gündeme getirmeye cesaret edemedi, zira o sıralar Muharrem İnce öz güven patlaması yaşıyordu. Nitekim Muharrem İnce'nin adaylığı belli olduktan sonra da; yandaş medya, TRT dahil ekranlarını kendisine sonuna kadar açmıştır. Meral Hanım hala devletimizin televizyon ekranında konuk edilmedi.
Yani demem o ki; CHP'ye kurulan kumpasın senaryosunu yazanlar CHP'nin içinde değil, Cumhurbaşkanlığı adaylığında hatta öncesinde Muharrem İnce'ye motivasyon için güç kaynağı olan kimlerse gene onlardır.
İfade etmeye çalıştığım "Yandaşın Muharrem İnce aşkı" kendisini çok sevdiklerinden değil, kendisinin duygu, düşünce ve hislerinden faydalanarak CHP'yi yönlendirebildikleri, istedikleri operasyonu yaptıkları için seviyorlar.
Nitekim Muharrem İnce de tam da onların istediklerini yaptı; kumpasın senaryosunu CHP'nin kendi içinden olduğunu düşünerek parti yönetimini zor durumda bırakmıştır. Gene hata yapmıştır.
Yine aklıma Oslo geldi. O zaman ne denmişti "PKK ile görüşmedik, devlet görüştü". Bu kumpasta da böyle bir "Düzenek"in olduğunu düşünüyorum. Partilerini fesih ettirip, başkanlarını satın alanlar için CHP tandanslı, üstelik de aktif olmayan bir gazeteciyi satın almaları çok mu zor; sanmıyorum.

Kılıçtaroğlu vatan sever bir Türk olduğu için tasfiye edilmek isteniyor
Kendinizi yormayın lütfen. Aktroller kimden yana nefes tüketiyorlarsa bunu kendi kurgularının bir devamı olarak görebilirsiniz.
Neymiş; bu kumpas işi CHP'nin iç meselesiymiş. Yok ya; bizler birilerinin attığı algı kementine boynunu uzatan ahmaklarız ya; onlar emir buyururlar, bizler de inanırız öyle mi.
"Siyasal İslam"ın güttüğü "Davara" katılmamak için her gün bedel ödeyen bizler; düşünen, muhakeme eden, hüküm veren ve de en önemlisi kendilerine kıymet atfedip, değerli görenler; muktedirlerin algı dayatmalarına karşı mücadelemizdeki azim ve kararlığımız her geçen gün daha da güçlenerek anlam kazanmaktadır.
Adam Muharrem İnce'nin ismini veriyor. Cumhur ittifakı trolleri bu bilgiye itibar ediyorlar. Aynı adamın; Muharrem İnce'nin hangi plakalı araçla, hangi akşam, hangi saatte "Saray"a gittiği söylüyor ama buna itibar etmiyorlar. Çünkü Aktroller diyorlar ki; "Bu CHP'nin iç sorunu". Bu usul bir kurgunun devamından öte bir şey değildir.
Bu malum kumpasın nedeni şudur. 450 km yürüyerek İnanmış ve adanmışlığını ortaya koyan Türk oğlu Türk olan Kemal Kılıçdaroğlu'nu bir şekilde tasfiye etmek istiyorlar. İşin garibi bunu CHP içinde radikal sol unsurlarla beraber Cumhur ittifakı da istiyor. CHP inisiyatifinin daha marjinal ve etkisiz olan sola devredilmesi arzulanıyor.
Başörtüsü ile sorunu kalmamış bir CHP'yi bu aşamaya taşıyan kim; elbette Kılıçtaroğlu unsurdur. AKP bunu, arka bahçesini işgal olarak gördüğü için orada barındırmak istemiyor.
Bu sadece bir örnek. Anlamı şu; Kılıçtaroğlu'nun CHP'yi biraz daha merkeze taşımış olmasıdır. Bunu yaparken yeni sistemin getirdiği ittifak müessesini de İYİ PARTİ Genel Başkanı Meral Akşener ile çok güzel değerlendirip uyumlu bir karşı cephe oluşturdu. Cumhur ittifakının yeni sistem üzerinden kendi geleceklerine dair kurguladıkları siyasi muktedirlik tehlikeye girmiş oldu. Böyle bir endişenin kendilerini sürüklediği sonuç; muhtemel bir cumhur ittifakı adayının hiç bir şekilde Cumhurbaşkanlığını kazanacak oy yüzdesini yakalamayacağıdır.
Dolayısıyla CHP'yi iç meseleleri ile boğuşturup, bu kavgada radikal solu galip getirerek CHP'yi belki de Muharrem İnce'nin bile olmayacağı bir başka radikal sol isme devretmek istiyorlar. Böyle bir CHP'nin varlığı Cumhur ittifakının kesintisiz devamı demektir. Bu konjonktürde İYİ PARTİ'nin varlığı elbette çok önemli olacaktır ama bu sefer de radikal solun inisiyatifindeki CHP ile İYİ PARTİ arasında bugünkü millet ittifakı ruhunu bulmak mümkün olmayacaktır. Cumhur ittifakı belli ki bunun da hesabını yapıyor.
Sonuç; Muharrem İnce ve Saray üzerine hazırlanmış olan kurgu için her ne kadar CHP içinden bir isim bulunup kullanılmış olsa bile; ana karargahın başka yerde olduğunu düşünüyorum. Muharrem İnce hala kendisinin yapısı ve duygusallığı kullanılarak CHP'de iç kargaşa yaratıp bölen, parçalayan kişi konuma itildiğinin farkında değil.
soralmehmet@gmail.com

22 Kasım 2019 Cuma

LÜTFÜ TÜRKKAN NE SÖYLEDİ NE ANLAŞILDI

Lütfü Türkkan Ne Söyledi Ne Anlaşıldı
İYİ PARTİ'yi ete kemiğe büründüren ruh hali neydi; Türk milliyetçilerinin arzu etmemesine rağmen, iradelerinin Devlet Bahçeli tarafından ipotek altına alınarak, Recep Tayyip Erdoğan'nın şahsında tek adam rejiminin inşası için suistimal edilmiş olması değil miydi.
Dolayısıyla şartlar ne olursa olsun; Recep Tayyip Erdoğan'nın iradesinde, Devlet Bahçeli'nin takviyesindeki bir hükumette değil altı bakanlık; tüm bakanlıklar İYİ PARTİ'ye verilse dahi; tabanının hislerini yakından takip eden, anlayan ve vakıf olan birisi olarak razı olmayacağımızı hiç tereddüt duymadan söyleyebilirim.
Tek şartla olabilir o da; Recep Tayyip Erdoğan'nın istifası durumunda yapılacak yeni seçime kadar kurulacak milli mutabakat hükumetinde yer almak.
Lütfü Türkkan Bey'in meclis koridorundaki malum beyanatının aynısını Bursa İl Başkanlığı'nda yapmış olduğu konuşma sonrası "AKP ile ittifak yapabilir miyiz" şeklindeki soruya verilen cevapta da görüyoruz.
Lütfü Bey'in bu soru ve verdiği cevaba ilişkin video'yu izlediğimizde (Tavsiye ederim) anlıyoruz ki; gerçekleşmesi mümkün olmayacak bir ihtimali dile getirmiş. Bir anlamda bir şeyin nasıl olmayacağını ironi de katarak tersten söylemiş.
Siyasi konjonktürü bilen tecrübeli bir siyasetçi olarak riskli bir cümleye, bir de tutup ironi katınca, doğal olarak yanlış yorumlamaya müsait bir alan açmış oldu.
Yani demem o ki; Lütfü Bey İYİ PARTİ tabanının AKP ve tek adam rejimine ne denli öfke dolu bir rezervinin olduğunun yeterince farkında olmamalı ki; yaptığı küçük bir ironinin bile sonuçlarının nereye varacağının hesabını yapamadı.
Sayın vekilimize taban düşüncesi olarak iletmek isterim ki; tabandan bir tek kişi bile hangi şart altında olursa olsun İYİ PARTİ'nin Recep Tayyip Erdoğan'nın tek adam iradesinin hükmünün süreceği hiç bir oluşumun, işbirliği veya ittifakın çatısı altında yer almasına razı değildir.
Lütfü Türkkan vekilimizin içine ironi de katarak yapmış olduğu yorum ile olumlu bir katkısının da olduğunu düşünmek mümkün.
Biz İYİ PARTİ tabanının Recep Tayyip Erdoğan'a(Burada AKP genel başkanı Erdoğan'dan bahsediyorum) ve Cumhur ittifakına karşıtlığımızın ve öfkemizin ne boyutta olduğunu en anlaşılır şekilde ortaya koyup, ifade etmemize fırsat yarattı.
Artık bundan sonra ne İYİ PARTİ'den Cumhur ittifakına, ne de Cumhur ittifakından İYİ PARTİ'ye bir işbirliği teklifinin yapılması ihtimali ortadan kalkmıştır. Tabanın göstermiş olduğu tepkiyi gözardı ederek bir iş birliği düşüncesinin maliyetinin neye maal  olabileceğine dair özellikle İYİ PARTİ kurmayları yeterince fikir sahibi olmuş durumdalar.

Yine başörtüsü Tekrar Tekrar Başörtüsü
Tamam şimdi aklım kesiyor artık erken seçim olabileceğine.
Dün mecliste; "O kadına, hanımefendiye haddini bildirin" denince tesadüf bu ya; o hanımefendi de başörtülü olmasın mı. Ne güzel. AKP için yağlı börek. Koyun önüne; aksırıncaya, pıskırıncaya, tıksırıncaya kadar yesinler.
Artık Aktroller ile onların siyasi eklemleri yedikleri "Yağlı böreğin" gevrek harareti ile hangi çaydan nasıl bir dem yapıp geğire geğire içmenin hesabı içindeler.
Bu arada yedek akçe "Türkçe ezan" yerini korurken aktroller çay soğumasın diye bir başka saf CHP'liyi bulup ateşi üfletme derdindeler.

Türklük Para ile Alınıp verilemez
Bazı arkadaşlarımızın üç hilal aşkına; MHP'ye sadakatlarının devamını çok iyi anlıyor, saygı da duyuyorum. Ancak şunu da bilmelerini aynı samimiyetle kendilerinden istirham ediyorum. Türk milliyetçileri olarak bu millet ve devlet için en son ne yapmamız gerekiyorsa; aynen Atatürk hangi hislerle neleri düşünüp, inisiyatifini ortaya koyduysa; o dönemlerden geçiyoruz.
Türk milliyetçiliğinin fikri anlayışı ve ideolojik mantalitesinin neresine oturtmak mümkün dür; Türkçeyi biliyor olmak veya 250 bin dolar karşılığında T.C vatandaşı olmak. O zaman ne anlamı kalacak "Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur" sözünün.
Demek ki; esas kudreti sadece konuşulan dilden, satılan onurdan değil taşınan kandan almak lazım mış. O kan da; elbette kırmızı bir sıvıdan müteşekkil değildir. Mazisi binlerce yıl öncesine dayanan, günümüze kadar demlenip, damıtıla damıtıla getirilen Türk-İslam kültürüdür.
Dolayısıyla, ABD'ye giderken "Suriye'de güvenlikli bölgeler tesis edildikçe tersine göç peyder pey olacaktır" diyen bir devlet adamının; artık oradan nasıl bir telkinle ülkemize döndüyse; böyle bir şeyin olmayacağı anlamına gelen ifadeleri kullanıyor olması ve bu ifadelerle eş güdümlü olarak Türk milliyetçiliği kurumsal kimliği adına "Türkçe bilenlerin TC vatandaşı olabileceği"ni ifade eden MHP söylemlerinin peş peşe gelmesi; ülkemizin sürüklendiği son noktada; üç Hilal aşkı ve ona bağlı duygusallığınızın dahi sığınabileceği bir mazeret kalmayacak, zira; müsebbibi olacağınız bedel çok büyük olacaktır.
Cumhurbaşkanının ABD'ye gidip geldikten sonra Suriyelilerin kalıcı olacaklarını ima eden sözlerindeki bu karar değişikliğinden ABD'nin bir anlamda kendisine telkinde bulunduğunu anlıyoruz.
Türkiye'de iç kavgayı, buradan da hareketle bölünmeye varacak süreci mezhep kavgası ile denediler başaramadılar, PKK'yı taşoran olarak kullanıp Kürt-Türk kavgasını denediler başaramadılar. Nihayet, 5 milyonluk Suriyeli göçmen ile milletimizin demografik yapısını bozarak başarmak istiyorlar. Bu planın BOP projesi dahilinde olduğunu tahmin etmek hiç de güç değil.
Üç beş Meksikalının sınırdan geçecek diye kendi sınırına duvar ören ABD'nin Türkiye'ye 5 milyon Suriyelinin kabulünü telkin etmesi ileriye dönük bir tuzak değil de nedir.
Cumhurbaşkanının başta ABD olmak üzere dünya kamuoyuna 5 milyon göçmeni kabullenmek gibi bir görüntü vermek yerine; artık bu kadar yoğun göçün maliyetini karşılayamamak gibi bir sürecin içine girdiğimizi dile getirerek, her vesile ile birleşmiş milletler gündemine taşıması gerekmektedir.

Herkesin Bildiğini Bilmemek
Ben "Bu insan üç tane kitaba başlayıp, sonuna kadar okumuş olabileceğini sanmıyorum" dediğimde saldırıya uğruyorum.
El insaf yahu. Tam üç nesil kendi dönemlerinde dünyanın kişi başına en büyük gelire sahip ülkelerin İskandinav ülkelerinin olduğunu öğrenip bildiler.
Hatta bazıları; diyelim dört çocuğu varsa; çocuğunun en azından bir tanesinin coğrafya dersi çalışırken ya okunmasından, ya sormasından, ya da sayfalarını açık bıraktığı kitaba gözünün takılmasından; İskandinav ülkelerinin dünyanın kişi başına en yüksek gelire sahip ülkeler olduğunu öğrenip bilmişlerdir.
Diyelim ki bir fetöcü danışman yine muhtereme musallat oldu ve kumpas kurdu. Yahu, insan üç neslinin bildiği bir doğrunun yanlış yazıldığını fark edip, düzeltme ihtiyacı duymaz mı. Duyamaz elbette; bilginin doğrusuna vakıf değilse.
soralmehmet@gmail.com

16 Kasım 2019 Cumartesi

''PERUŞ KAFALI'' NARSİST ADAM

Peruş kafalının mektubu iade mi edildi takdim mi edildi
Cumhurbaşkanı Erdoğan skandal mektuba ilişkin sorulan bir soruya "Söz konusu mektupları Sayın Başkan'a tekrar taktim ettim" cevabını verdi.
Takdim ettim diyor değil mi. Peki milleti ahmak yerine koyan Cumhur ittifakının azatlık kabul etmeyen iflah olmaz köleleri niçin "Mektup iade edildi" diyorlar.
"İade etmek" deyince; burada haklılığın verdiği öz güvenden kaynaklanan itirazın ifade edilişi söz konusudur. Var mı böyle bir öz güven görüntüsü.

Cumhurbaşkanı'nın kullandığı "Başkana takdim ettim" ifadesinden; bir görevi tamamlamanın iç huzuruna binaen aynı zamanda hata işlenmiş ihtimali olsa bile; onu da telafiyi içeren, kendinden üstte görülen birisine nezaket çerçevesinde durumu izah etmeyi veya kurtarmayı anlıyoruz.
İşin özeti; ne Trump'ın yazdığı mektuptan pişmanlığı, ne de Cumhurbaşkanının bundan alınganlığı söz konusudur.
Olup biten şudur. Türk milletinin onurunu ve şerefini derinden etkilemiş ve anında iade edilmesi gereken skandal mektubun iadesi için gerekli yürekliliği gösterememenin yarattığı telaş ile ördeğin kıçı ile suya dalma çabasından başka bir şey değil. Kısaca Türk milleti ikna olmamıştır.
Onların paşa gönülleri tarihi ısmarlama yazdırsa da; tarih gün gelir bizatihi kendi not aldığı gerçekleri tek tek uygun olduğu yerden filizlendirir.
E, tabi olacak o kadar. Onca yıl fetö ile yatak yorgan olunca, evlilik bitse bile akılları hep yaşadıkları zevkte(Kumpas) kalmış.
Belli ki bir kumpas düşünülmüş "Peruş Kafalı"ya. "Sen gazeteci olduğundan emin misin. Yan tarafımdaki beyefendinin bürokratı değil misiniz" anlamında ifadeler kullanıyor Peruş Kafalı. Hadi bizler bu ülkenin insanı olduğumuz için bilebiliriz ama belli ki ABD "Pelikan güzelini"ni çok iyi tanıyor.
İşin garibi hatun kişi öyle bir soru sordu ki; adeta Peruş Kafalı'ya alan açtı. "Sizin beyefendi ile de Mazlum Kobani ile de iyi sevişiriz. İyi ilişkiler sürdürüp, güzel şeyler yapıyoruz" diyerek sorulan soru ile güdülen amaç hasıl olmadığı gibi aleyhimize oldu. O da ne; içeride Reiz'e "Bu adamı seninle aynı statüde görüyoruz" diyemeyen veya dememiş olan Peruş Kafalı dışarıda söyleme imkanı bulmuş oldu.
Şimdi bu görüşmeler sayesinde en rahat nefes alan Mahsun Kobani olsa gerek. Bunu nasıl öğrendi; konumunun dünya kamuoyu önünde sorulan bir soru karşısında tescil edilmesi ile öğrenmiş oldu.
Tabi ki duayen bir gazeteci olsaydı bunun arkasını getirirdi ama ne yapsalar olmuyor işte. Paranın gücü ile yandaşlık adına çok şeyi satın alabildiler ama elbette akıl ve tecrübeyi satın almak mümkün değil.
"Monşerler" gidip, "Pelikanlar" gelince ancak bu kadar oluyormuş demek ki.

Bolivya üzerinden Türk milletine gözdağı vermek....?
Yani Düşünebiliyormusunz; koskoca Türk devletini ve onun milletini Bolivya statüsünde gören bir aklın, devletimizin mukadderatı hususunda iradesini ortaya koyan inisiyatif sahibi birisi olması millet olarak da ayrı bir bahtsızlığımız olsa gerek.
Eğer Türkiye bir Bolivya olsaydı, 15 Temmuz ihanetinin sonuçları da çok farklı olurdu. Nedir bu korku, evham anlaşılır gibi değil. Eğer ülkede muktedirler olarak sergilemekte olduğunuz inisiyatifiniz size Bolivya sosyolojisini hatırlatıyorsa; sorunu bizde değil, kendinizde arayın.
Ancak şundan emin olup, dolayısıyla da korkabilirsiniz; yaşanan bunca olumsuzluklardan sonra "Güçlendirilmiş Demokratik Parlamenter Sistem"e dönme tercihi ve buna bağlı çabalar her geçen gün artacaktır.

Ankesörlü telefonlardan aramaların takibi sadece ordumu mensuplarına uygulanmış
Ergenekon-Balyoz mağduru askeri savcı Ahmet Zeki Üçok diyor ki; "Ankesörlü telefonlardan aramalar üzerinden fetö mensubu tespitleri sadece orduda yapıldı, diğer kurumlarda yapılmadı" Hakikaten niçin diğer kurumlarda yapılmadı. Çok ciddi bir soru ve inanıyorum ki böyle bir durumdan milletin haberi yoktur.
Sayın Üçok bir başka şey daha söylüyor; "Fetö abilerini arayanlar üzerinden değil, abilerin aradıkları fetö mensubu isimler üzerinden tespitler yapılıyor". O zaman hemen akla gelen; fetö'nün soruşturmaları sulandırmak için bu görüşmeleri yapmış olması ihtimali.

Buradan çıkarabileceğimiz şu; Türk ordusunun itibarını sıfırlamak için böyle bir usulun uygulanmış olmasıdır. Belki de epey zamandır dikkatimi çeken; çevremizde bildiğimiz ne kadar asker varsa; bir şekilde ya ihraç edilmiş ya da hapis durumunda olmaları bundan olsa gerek. Öyle ya; bu fetö örgütü abileri hiç bir bakanlık ve ona bağlı kurumlarda "Ağabey" yapılanmasının olmaması ve bu ağabeylerin ankesörlü telefonlardan hiç bir üyeleri ile görüşme yapmamış olma ihtimali mümkün mü dür.
Bakanlıklarda karar alıcı, karar verici unsurları siyasi irade yani hükumet tayin edip, görevlendiriyor. Dolayısıyla, şimdi anlaşıldı mı; niçin Türk Ordusu dışındaki devletin diğer kurumlarında ankesörlü telefonlarla yapılan görüşmelerin incelenmeyip, kapsam dışı bırakıldığını; ve yine buradan hareketle niçin fetö'nün siyasi ayağının ortaya çıkarılmasının istenmediğini.

10 Kasım ve Mustafa Kemal Atatürk gerçeği
Şunu özellikle bilelim Atatürk'ün başarısını hiç kimse; kökten iflah olmaz düşmanları bile inkar edemiyorlar artık.
Bütün mesele O'nun Türk oluşudur. Özellikle tekrar ediyorum; meselenin aslı şudur. Birileri esas kimliklerini saklayarak "Etnik piç"lik yapıyorlar.
Onlar için her şey ne de güzeldi. Osmanlı tüm etnik kimlikleri de kendisinin sahibi görürken ne oldu; Türk milliyetçiliği pınarından kana kana su içmiş Mustafa Kemal denen bir adam çıkıp, inisiyatifini ortaya koyarak Türk için, Türk'e göre ve Türklerle bir devlet kuruyor. Atatürk'e de, cumhuriyete de düşmanlığın; Türklüğe hazımsızlığın temelinde bu vardır.

Peki bu sorunları nasıl aşacağız; devletimizin tüm kurum ve kuruluşlarının Türkleşmesi ile aşacağız inşallah.
Düşüncem kesinlikle bir ırkçılık değil, sadece bu coğrafyada nizamı sağlamaya matuf, insan mutluluğunu esas alan bir düşüncedir.
Bu coğrafyayı yurt yapan, üzerinde ezelden ebede yaşamış herkesi millet haline getirerek, adını Türk milleti koyan; işte tam bu noktada da onlara da hiç ayrım yapmamış "Türklerin" hakkını teslim etmek insani ve vicdani değil mi dir. İşte Atatürk buna inanmış, bunu anlatmış ve bunun gereğini yapmıştır.
Özellikle eski köy mezarlıklarına bakıyorum. Keza bizim köy mezarlığına da baktım. Bir tane olsun yazılı mezar taşı yoktur. Çünkü cumhuriyet öncesi okur yazarlık sadece büyük kentlerde ve saray çevresindeymiş.
Dedem köyün en yaşlılarından birisiydi. Kuran-ı anlamadan okuyabiliyordu ama eski Türkçe yani Osmanlıca okuma yazması yoktu. Okur yazar olması cumhuriyet döneminde oldu.
Dolayısıyla "Harf devrimi ile bir gecede cahil kaldık" diyenlere; "Ulan ne bok biliyorduk ki cahil kaldık" demek geliyor içimden. Bir toplumun ne denli okur yazar olduğunu mezar taşlarından anlarız. Gezin Anadolu'yu; şehir merkezlerlerindekilere değil, köy mezarlıklarına bakın; Osmanlıca yazılmış hiç yazılı mezar taşı yoktur. Çünkü okur yazar yoktu.
Ne garip değil mi; okullarımızda belki yeni nesillere Atatürk'ü yeterince anlatamadık, hatta kasıtlı olarak anlatılmadı ama yaşadığımız ihanetler o kadar çok şey anlatmış, öğretmiş olmalı ki; Türk'ün yüce Başbuğ'unu anma programları geçtiğimiz yıllardan çok farklı, çok kalabalık ve çok güzel organizasyonlarla; minnet ve şükran duygularıyla yapıldı.

Biliyoruz her ne kadar konjonktür birilerini Anıtkabir'e, Atatürk'ün huzuruna paşa paşa götürmüş olsa da; en büyük sadakatınız hainliğinize ve nankörlüğünüze olduğu için yine kendinizi belli edip, rezil ettiniz.
Ruhu şad mekanı cennet olsun.
Mehmet Soral

soralmehmet@gmail.com

9 Kasım 2019 Cumartesi

ÖFKENİN YÖNLENDİRDİĞİ FETÖ MÜCADELESİ

Fetö ile ilgili başlayan ve hala devam etmekte olan süreç öyle bir aşamaya geldi ki; yarattığı mağduriyetler anlamında, Bülent Arınç’ın da dikkat çektiği üzere ‘’KHK’lar bir facia dır’’ tanımlaması ile anlıyoruz ki; AKP cenahının da kabul ettiği fetö davalarında mağduriyetler söz konusu.
Devletin kendisini koruma ve kollama refleksinden kaynaklanan, fetö ile mücadele yönteminde eksiklikler olmalı ki; o eksiklikler mağduriyetlere neden olmakta. Dolayısıyla, söz konusu mağduriyetler toplum vicdanında sorgulandığında önce devleti yöneten hükümete ve nihayetinde devlete güven sarsılıyor. İlla ki bu güvensizlik her ne kadar bizatihi fetö suçlusu addedilen şahısla birlikte onların ailelerine ve aile çevrelerine de sirayet etmektedir. Böyle bir süreç, doğaldır ki geniş bir kitleyi devletine ve milletine küskün hale getiriyor.  
Muhalefetin, örneğin ‘’Cumhur İttifakı’’nın inisiyatifini ortaya koyarak fetö ile ilgili yaşanan süreçler üzerinden mağduriyetlerin nedenleri, yansımaları ve önlemleri üzerine çalışma yaparak elde ettiği sonuçları rapor halinde hükümete takdim edip, meclis üyelerine göndermelidir. Bu çalışma aceleye getirilmeden sivil toplum örgütlerinden, üniversitelerden ve söz konusu davalar üzerinden örnekler seçilerek yapılmalıdır.
AKP, 15 Temmuz dan bugüne her vesile ile yapılmış olan hain kalkışmasının özellikle doğrudan Recep Tayyip Erdoğan’a ve AKP hükümetine karşı yapıldığını söyleye gelmiştir. Dolayısıyla AKP’nin bu anlayışından çıkaracağımız sonuç; aslında fetö kalkışması devlete ve millete karşı değil, AKP’ye karşı olduğu şeklindedir. Oysa Türk milleti olarak hep beraber şahit olduk ki; Türk devleti içeriden fetö yapılanması ile ABD tarafından işgal edilmek istenmiştir. 
Dolayısıyla, 15 Temmuz hain kalkışmanın kendi iktidarına karşı yapılmak istendiğini düşünen AKP, fetö ile mücadeleyi duygusal nedenlere bağlayıp;  fetö’ye atfen ‘’ Sizde kadro, bizde siyasal güç; iktidarımızı ne de güzel götürüyorduk. Nasıl olur da bize ihanet edersiniz. Bunun bedelini size ödeteceğiz’’ öfkesinden beslenen intikam hırsı ile fetö’yle mücadele sürdürülüyor gibi bir algının oluşmasına neden oluyor. İşte fetö davalarından kaynaklanan mağduriyetlerin temelinde muhtemeldir ki; yargıyı da etkileyen özellikle Erdoğan ve AKP öfkesinin yansıdığı kanaati oluşuyor.
İşte yukarıda önerdiğim Cumhur İttifakının yapacağı müşterek çalışmanın öfkeden ve intikam alma hissiyatından uzak ve tarafsız bir gözle yapılacağından; belki de elde edilecek sonuçlar hükümete verildiğinde hem hükümete hem de yargıya müspet anlamda yardımcı olup, önünü açacaktır.  Yapılacak ve sonuçları kamuoyu ile paylaşılacak olan böyle bir çalışma, toplumun ikna olmasında oldukça etkili olacağını düşünüyorum.
Fetö yargılamalarından kaynaklanan mağduriyetlerin etkilediği ailelerin her ferdinin ‘’Devlete küsme’’ paydasında bütünleşerek, konsolide olmalarına mani olacak bir politika yürütmek lazım. Mağduriyetlerin varlığına duyarsızlıkta ısrar edilmesi durumunda; yine emperyalist güçler her fırsatI bulduklarında bu durumu terörize etmeyi düşüneceklerdir. 
Nihayetinde bu insanların hepsi TC Devleti’nin vatandaşları ise; suçlusu ile masumu ile yönetilmeleri gerekmiyor mu. Onları ötelediğimizde etkisiz hale getirip, sosyal hayattan tecrit edemeyeceğimize göre ana gaye onları kazanmak üzerine olması gerekmez mi. Eğer hükümetin bir mensubunun yakını fetö yetkilileri ile yüzlerce defa telefon görüşmesi yaptığı kayıtlarla tespit edildiği halde masum görülmüşse; öte yandan askeri öğrenciler ‘’Tatbikata gidiyoruz’’ denerek kandırılıp, köprüye getirilmişlerse, tutukluluk halleri hala devam ediyorsa veya bir askerin hiçbir eylemi olmayıp, sadece ankesörlü telefondan arandı diye KHK ile ihraç edilmişe veya tutuklanmışsa; toplum vicdanının bunu nasıl değerlendireceği aşikar değil mi.  

Mehmet Soral
soralmehmet@gmail.com

TESADÜFÜN DE BÖYLESİ

Tesadüfün de böylesi
Ilıcak ve Altan'ların serbest bırakılması ile Ağlak adamın KHK ile ilgili çıkışlarının aynı zamana denk gelmesinin tesadüf olduğunu sanmıyorum. Bunun gerisinde Erdoğan'nın 13 Kasım ABD ziyaretini yapacak olması olabilir mi.
Mesela Fetöcü NASA çalışanı bir Türk'ün ve ABD'li rahibin serbest bırakılmasında olduğu gibi ABD; Ilıcak ve Altan'ların da aynı şekilde serbest bırakılması istemiş olabilir mi.
Nihayetinde ABD tarafından hala terör örgütü başı olarak görülmeyen Gülen'in fetö örgütünün tüm kumpaslarının basın ayağının "Kahramanları" onlar.

Bülent Arınç vicdani muhasebe yaparak, kendince bir strateji dahilinde çektiği vicdan azabını hafifletmek istiyor olabileceği gibi "Cemaat/Fetö" açısından ABD sıkıştırma ile yeni bir açılım için zemin hazırlama görevini ifa ediyor da olabilir.
AKP ve Erdoğan için Arınç'ın KHK mağdurları için kullandığı "Facia" sözü ağır bir itham olmasına rağmen Arınç hale "Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu"daki görevinden istifa etmiyor, Erdoğan da istifasını istemiyor. Yani; Arınç Cumhurbaşkanı Erdoğan'nın bilgisi dahilinde beraber kurguladıkları bir süreci yönetiyor olabilir.

Belki de yaptığı iç muhasebede aklına ilk gelen "Her ne kadar siyasi gücümüz kullanılarak, yaşanan" Ergenekon" Balyoz kumpasları ve 15 Temmuz ihanet sürecindeki sorumluluğumuzun ve
dahilimizin sorgulanmasına mani olsak da; Allah da biliyor, kul da biliyor ki kandırıldık desek bile hükümet edenler olarak suçluyuz" hissiyatı içinde bir şeyler söylemeye çalışıyor olabilir.

ABD ne yapmak istiyor
Şu anda ABD ne yapıyor biliyor musunuz; aynen en başta ne yaptıysa gene aynısını yapıyor.
Yani; ABD, AKP ile "cemaat"i önce birleştirip(AKP'nin kurulması) sonra ayrıştırarak hatta vuruşturarak neden olduğu yönetim zafiyetini fırsata dönüştürüp, Türkiye şartlarının istediği kıvama getirilmesini sağlayarak, BOP Projesi dahilinde Suriye bataklığına dahil edilmiştik.
Şimdi yine aynı ABD Suriye bataklığında ödediğimiz bedel, harcadığımız milli gelirin yarattığı yeni Türkiye şartlarında "Cemaat/fetö"yü AKP'yi bir araya getirerek; 13" Kasım itibariyle başka bir sürece girileceği anlaşılıyor.
Şahsen Arınç inisiyatifini çok önemsiyorum. Arınç'ın her daim ilk söylediği çok önemli olmuş sonra da amaç hasıl olmuştur. İlk söylediğine binaen ikinci üçüncü vesaire söylediklerinin hiç önemli olmamıştır. Onun içindir ki "Arınç çark etti" tespitini yapıp üzerinden gündem oluşturmanın tek faydası olur; o da ilk söylediğinin kuvvetlenmesidir.

Bu gaftaan öte bir şey değildir
"Cumhurbaşkanı ABD'ye gidip gitmeme konusunda ne karar verirse versin arkasındayız" ifadesi bir fikir hareketi liderine hiç de yakışmayan acizlik göstergesidir.
Fikir hareketlerine liderlik yapan insanlar bu gibi durumlarda fikirlerini ilk açıklayanlar olup, siyasetçiler de bu fikir hareketi liderlerinin açıklamalarından faydalanarak, politika belirlerler.

AKP keyfiyeti ve parti devleti
Artık T.C Devleti'ni kendi tapulu malları gibi görüp, üzerlerinde her türlü tasarruf hakkına sahip oldukları gibi bir aşamaya geldiklerine inanan ve buna dair tam güvenceye sahip oldukları an Erdoğan ve AKP cenahı adeta "İstediğimizi severiz, istediğimizi salarız; mal da bizim, mülk de bizim" psikolojisi içerisinde hareket etmeye başladılar.
Dolayısıyla, milletin; fetö'nün kozmik odasının daimi kadrosunu oluşturan Ilıcak ve Altan'ların nasıl olur da serbest bırakıldıklarını sorgulayabileceği umurlarında bile değil.

Ergenekon, Balyoz kumpasları ve 15 Temmuz ihanet sürecinde Türk Devleti ve milletinin yaşamış olduklarını göz önüne getirdiğimizde; bu beraat ve tahliyeler faciadan öte bir şey olmayıp, neredeyse ödüllendirme diyeceğiz.
Buradan da şu sonuç çıkar ki; böyle giderse en azından şundan emin olabiliriz; müebbet alan hiç bir tutuklu kalmayacak, diğer tutuklular da aşamalı olarak serbest bırakılacaklar. Sadece "Cemaatin" İbadet kısmında olanlar hak etmedikleri cezayı çekmiş olmakla kalacaklar, o kadar.
Mehmet Soral
soralmehmet@gmail.com

5 Kasım 2019 Salı

AKP'NİN KOYDUĞU MİLAD'LARIN ALAYINI SİLDİM

AKP'nin Koyduğu Tüm Milad'ları Sildim
AKP ve Erdoğan; yaptıkları veya yapacakları üzerinden Türk milletine önce dayatıp sonra da bu dayatılanlar üzerinden sağlanan "Kabul edilmiş çaresizlik" ile toplumu yönlendirerek yönetmeye çalışıyorlar.
AKP hükumeti, PYD saflarına katılıp savaşmak üzere topraklarımızdan geçerek Afrin'e giden peşmergelere lahmacun ısmarlayıp, faturalarını da Türk milletine ödettikleri için CHP, PYD için "Terör örgütü değildir" demiş olamaz mı.
Öyle ya; devlet kendisine karşı savaşan bir terör örgütü PYD'ye takviye kuvvet olarak gidenlere her halde lahmacun ısmarlamazdı öyle değil mi. Kaldı ki; böyle bir dost kuvvet Türkiye'ye savaş açabilir miydi. Yine CHP böyle düşünmüş olamaz mı.

AKP'nin kendince miladı belirleme huyu var ve cümle aleme de bu huyunun kabulünü dikte ediyor. Aklının değil algıların peşinden sürüklenenleri bilemem ama benim umurumda değil.

17/25 Aralık Fetö için miladı kabul edildi. Niçin 2004 fetö ile ilgili alınan milli güvenlik kurulu kararı milad kabul edilmedi. Veya niçin; kadim Türk Ordu'sunun en rütbeli paşası; Genel Kurmay Başkanı hapse atıldığı tarih miladı kabul edilmedi. Çünkü fetö ile aşkları henüz nefrete dönüşmemişti. 15 Temmuz ihanet piçini yatak döşek peydahlamakla meşguldüler. Piç ortalıkta dolaşan bir gerçek ama sahip çıkanı olmadığı gibi gen testine de yani fetö'nün siyasi ayağının ortaya çıkarılmasını da istemiyorlar. İstemezler; çünkü %99 baba belli.


PYD elbette terör örgütü olup, biz Türk milliyetçileri ve milli düşünen sol kesim peşmergelerin topraklarımızdan geçerek PYD'ye yardıma gitmelerine karşı çıkıp, tepkimizi ortaya koyarken; onlara lahmacun ısmarlayanlar Arap baharı rüzgarında sörf yapma arzuları nedeniyle PYD'nin terör örgütü olduğunu veya başımıza ne belalar açılabileceğini düşünmüyorlardı. Dedim ya; eşbaşkanın Arap Baharı rüzgarında sörf yapma tutkusu söz konusuydu.

Dolayısıyla, PYD'nin aynen fetö'de olduğu gibi terör örgütü olduğuna dair miad-ı gene AKP kendisi belirledi. PYD, "Lahmacun ısmarlama seremonisi"ne kadar dost, sonra da düşman bilindi.
Türk milletinin ve devletinin varlığı belli bir zümrenin yani AKP ve O'na eklemlenmiş menfaat yapılanmasının malı mülkü gibi görülür olduğundan beridir artık gelenekselleşmiş devlet aklının ne dediği, ne düşündüğü hiç önemli değil. Mesela Cumhur ittifakının "Milli Suriye Ordusu" dedikleri dost yapıyı yakın bir gelecekte terör örgütü olarak nitelendirmelerine hazır olun derim.

Meral Akşener'in İsmine Fetö'yü montaj yapan yavşaklar
Meral Akşener'in bir cümlesinde geçen "Ayın 15'inde başbakan olacağım" sözüne ağzından kesinlikle çıkmayan "Temmuz"u ekleyip, fetöcü ilan eden yavşaklar....!
"Manisalı ağlak" kaç gündür fetö ile ilgisinin ne boyutta olduğuna; hapiste yatan fetöcülere ve ailelerine ilişkin düşüncelerini, duygusal ifadelerini kulaklarımızla duyarak hep beraber şahit oluyoruz.
Dile getirdiği mağduriyetlerin çoğuna da katılıyorum. Aramızdaki fark; O'nun mağduriyetler konusunda bizlerin zamanında "Haksızlık yapıyorsunuz" şeklindeki tespitlerimize hak verip bir anlamda utanç içinde vicdanındaki sızıyı itiraf etmesi dir.

Peki bu ağlak adamı; kullandığı hiç bir cümlesine "Montaj" yapma ihtiyacı bile duymadan niçin doğrudan fetöcü ilan etmiyorsunuz.
Etmezsiniz; çünkü alayınız yavşaksınız da ondan.

Basın, medya; besleme yandaş süprüntüler...

İki Ucun Yobazları
Cübbeli, sarıklı ve şalvarlı; radikal İslamcı görünümlü birisi metrobüste yolculuk yapmakta...
Aynı metrobüste bir başka karşı grup; ellerinde Atatürk posterini, inadına ve tahrik amaçlı bu kişiye tutarak cumhuriyetin onuncu yıl marşını söylüyorlar.
Provokasyon amaçlı, kurgulanmış bir senaryo olma ihtimalini saklı tutarak diyorum ki; onuncu yıl marşını orada okuyan geri zekalı marjinaller; Mansur Yavaş, Ekrem İmamoğlu ve diğerlerinin başarıları nerenize battı ki o sabotajı yapmak aklınıza geldi. Modern ve çağdaşsınız, karşınızdaki ise gerici ve yobaz öyle mi H.stirin ulan.

Siyasal İslamcılığı alttan alttan önce besleyip sonra da bugünlere kadar kesintisiz iktidar olmalarındaki payınızın bir örneğini de o metrobüste göstermiş olduğunuzdur.

İnsanların bizatihi kendilerini ilgilendiren bireysel hak ve özgürlüklerine bir başkasının müdahale edebileceğine dünyanın neresindeki hangi modern anlayış cevaz vermektedir.

Kusura bakmayın; metrobüsteki o sessiz sedasız yolculuk yapmakta olan insanın görüntüsüne gösterdiğiniz tepki ile metrobüsteki bir kadının kısa eteğinden tahrik olup mastürbasyon yapan müptezelle arasında hiç bir farkınız yoktur.

Ülkemizin ihtiyaç duyduğu iç barış, demokrasi ve insan hakları adına sizleri de; F. Tezcan gibi gibi güruhları da lanetliyorum.

Manisalı Ağlak Adam
Sayın "Manisalı ağlak" haysiyet ve kalleşlik bir adamın üzerinde aynı anda bulunamaz.
Sadece ikisinden birisini üzerinde taşımalısın. Ya haysiyeti, ya da kozmik odayı teslim etmiş olmanın kalleşliğini.
Vicdan azabı ile kıvrım kıvrım kıvranma görüntüsü için rol yapmayı bırak. Eğer zerre kadar samimiysen; İlk önce fetö'ye dair muhtemel itiraflarına mani olmak üzere susman için şahsına tahsis edilen "Besleme makamı" terk etmelisin. İşte bu yapacağın yiğitlik ancak o zaman Allah'ın nezdinde günahlarına bir nebze olsa kefaret olabilecektir.
Ağlak adam ıkınıyor ıkınıyor tam da çıkaracak; hop oğlu vekil yapılıyor, susuyor. Biraz daha zaman geçiyor gene ıkınmaya başlıyor; hop bu sefer de en tepede "Besleme kurul"da dinlenme seansına alınıyor.
Ne yaparsanız yapın. O mayasur o g.tde olduğu sürece hem yerinizde oturamayacaksınız, hem de ıkınmaya devam edeceksiniz.
Zulmün ahı dağlarda yankı yapıp dönüp vicdanınıza çarpıyor. Daha kaç gün geçti ki; terörist deyip ihraç ettiğiniz, sonra da askere aldığınız polis memuru Barış Pınarı Hareketi'nde şehit oldu. Şimdi O'nun yanında bundan böyle Allah'ı olacak, ya sizin yanınızda; "Hani ulan ben terörist tim" dediğinde cevabınız ne olacak. Artık şeref ve onur O'na, mahcubiyet ve utanç size olacak.

Kısa Kısa Notlar....
Avuntuya bakın; AKP, MHP'nin güdümünde siyaset yürütüp, devleti aslında o yönetiyor muş.
Demek ki; iç işleri, dış işleri; o'su bu'su, şu'su; İ.Kalın, Egemen zırtobu, Kavakcı tombulu, sekreter zamparası; hatta Manisalı ağlak bile ülkücü oldukları için o makam ve danışma kurullarında iştigal edip, eş başkana takviye akıl veriyorlar.
Yoksa kimin aklına gelir; hükümletin başarısının nereden geldiğini(!)
...
Evet, önümüzdeki dönemde bu günler için "AKP bizi kandırdı" mazeretine sığınacak olanları görüyor, notumu alıyorum.
...
İsmail Saymaz ülkücü birisi olarak seni takdir ediyor yiğit, delikanlı ve vicdan sahibi objektif birisi olduğuna inanıyor, bilgi ve birikimine güveniyorum.
Zamanında fetö'ye döl yolu açan karşındaki Tosun'cuğun suratına suratına indirdiğin delilli, tespitli attığın tokatlardan elin dert görmesin. Ağzına, yüreğine sağlık. Zaten o da inkar etmiyor, "Zamanında kazma kürek çalışmışlığım var " diyor.
soralmehmet@gmail.com