15 Mayıs 2014 Perşembe

AKLARA KARA DÜŞTÜ


''Çizmelerimi çıkarayım, sedye kirlenmesin'' diyorsun;
Kıyamadın değil mi ''beyazı'', katletmeyi?

Ah yiğidim ah...
Anlıyorum, elbette seni;
Bembeyaz görmüşsün hep devletini;
Sedye üstündeki ''ak'' örtü gibi.

Ah yiğidim ah,
Sen bilmezmisin ki, o ''ak'' üzerine;
kutular dolusu ''kara''yı boca ettiler;
Umurunda olmadı pezevengin
''çalıyorlar ama iş te yapıyorlar'' dedi.
Kervanı yola koyup;
onuru, şererfi, haysiyeti;
Kutular içine koyup gittiler.

Mehmet Soral

13 Mayıs 2014 Salı

SATILMIŞGİLLERİN ''ERDEGEN''

Bugün ''Erdegen''i rüyamda gördüm.
Spor salonu gibi bir yerdeyiz. Çıkış kapısına doğru yöneliyorum, Erdegen'le göz göze geliyorum. Oturduğu sandalye üzerinde; beni görünce sırt üstü daha da yayılarak; bacağını gergin vaziyette yüzüme doğru uzatıyor. Ayağı tam da burnuma değecek şekilde, karateci edasıyla pozisyon alıyor. ‘’bak oğlum git’’ diyeceğim ama sesim çıkmıyor. Sanki eli ile suratıma tokat vursa faul olacakmış; hakem kırmızı kart gösterecekmiş psikolojisi ile hareket ediyor; ille de ayakkabısının ucunu burnuma sürtmek istiyor ''senin burnunu sürterim'' dercesine. Ben kendimi geriye doğru çektikçe, onun bacağı da o nispette uzuyordu. Bir ara ayağını iki elimle tutup; kuvvetlice çekip; aşağıya doğru fırlatayım istedim ama tam o anda ''sana değil, senin makamına saygı duyuyorum, bırak yakamı’’ der demez uyandım.
Sonra uyumak mı dediniz; ne gezer.
Ya kaldığımız yerden devam edecek olursak, mazallah.
Bütün kabahat hanımda. Gecenin yarısında bana kavurma yedirirse olacağı buydu.
Şimdi de Erdegen kim diyeceksiniz.
Bizim köyden birisi canım..
Satılmışgillerin, Hüsamettin.
Biz ona hep Erdegen deriz.
Bir zamanlar halis, muhlis bir adamdı; sonradan yük hayvanlarına aşırı yük yükleyip, gaddarlaşınca kendisine Erdegen diye seslenir olduk.
Mehmet Soral

10 Mayıs 2014 Cumartesi

DESTUR, HÜKMEDEN GELDİ


.
Danıştay’ın bugün yapılan kuruluş yıldönümünde ''Hükmeden'' ve Barolar Birliği Başkanı arasında geçen polemik; hükmedenin bilerek, isteyerek ve kasten sebep olduğu bir durumdur. Artık şundan eminiz ki; Hükmedenin bütün seçim stratejileri; kavga ve çatışma üzerinedir. Özellikle Partisi’nin bugün Batı Anadolu da yapacağı toplantı ve görüşülüp tartışılacağı Cumhur'un Başı konusu gündemdeyken, hükmedenin yaptığı; kadayıfın üzerine şerbet dökülmesi olayıdır. Hükmeden bu polemiği bilerek başlattı ve bunun devamı da şüphesiz gelecektir. İşin özünde, Barolar Birliği Başkanının konuşması ve içeriği Hükmedenin umurunda bile değildi ama istediği malzemeyi çıkarmak için en uygun zaman ve zemindi.
Barolar birliği başkanı ‘’ben edepsizlik yapmadım’’ derken aslında kimin edepsizlik yaptığını söylemiş oluyordu. İşin garibi aynı üslup ile konuşmasına devam etse; Hükmedenin umduğu dağlara kar yağacak ancak insanlar diyeceklerini ‘’edep’’ sınırları içerisinde deyip, eleştirilerini de bu minvalde yapmaya çalışınca ‘’Türkiye ortalama algısı’’ bu ‘’edebi’’ takdir edecek seviyede olmadığından, kazanan hep edep sınırlarını zorlayanlar oluyor. Oysa aynı barolar birliği başkanı, Hükmedenin üslubu ile ‘’otur oturduğun yerde; sen de benim gibi davetlilerden birisisin; ben oğlun ''Milal'' değilim ki fırça atasın; burada alo Fatih hattı geçmez; medeni cesaretin varsa ve söyleyebileceğin bir sözün varsa çık bu kürsüde konuş, diktatör Samoza gibi muamele yapıp, evinde besleme çocuğa; hanında kölene bağırıyormuş gibi bağıramazsın, bağırdığın sürece de gerekli cevabı alırsın; ön koltukta oturmanın bir sorumluluğu var; adabı, edebi var ancak buna layık olanlar orada oturabilirler. Belki Kasımpaşa da yaşamadık ama gerekirse oranın dili ile konuşmasını da biliriz’’ diyebilirdi ama bu üsluba tenezzül edebileceğine inanmıyorum hiçbir zamanda etmeyeceklerdir. Böyle bir üslup maalesef ki ve maalesef Türkiye’nin gerçeklerine uyuyor ama uygar ve medeni dünyanın gerçeklerine uymuyor. Bende hiçbir zaman Barolar birliği başkanı için polemiğin devamı olarak tasarladığım cümleleri tasvip etmiyorum; buna ne edebime uygun düşer ne de adabıma ama Türkiye de siyasi başarı elde etmenin yolu belki çok komik olacak; biraz edep ve adap sorununun seviyesinin düşüklüğü ile doğru orantılı sanki. Mesela artık şu cümleyi kanıksamadık mı; ‘’çalıyorlar ama iş de yapıyorlar’’.
Kısaca sözün özü; Hükmeden malum polemiği bilerek yapmıştır, çünkü O’nun bu tarzı kendisine seçimleri kazandırmıştır. Dikkat edecek olursak her seçim döneminde malzeme çıkarabileceği bir kavga çıkarmıştır. Bunda da korkarım başarılı olacaktır. Bu durum nereye kadar devam edecektir; ‘’Türkiye Ortalama Algısı’’nın özgül ağırlığının yükseldiği ve Türk milletini; Allah ile 'aldatmanın' sona ereceği günlere kadar.
Not:Yer, kişi ve unvanların garipliği benden değil, Türkiyede ki olağanüstü şartlardan kaynaklanmaktadır.
Mehmet Soral

1 Mayıs 2014 Perşembe

SENDİKALAR; EMEK VE TAKSİM...


İki yüzlü sahtekar sarı sendikalar ve onların yönetim kurulu mensupları; çapsız ve beceriksizliğinizi örtbas etmek; bir dönem daha iktidarda kalmak ve koltuklarınızı korumak adına sadece egonuzu tatmin, biraz da mensuplarınızın gazını almak adına; Taksim inadında ısrar ederek, güya bir şeyler mi yapmış oluyorsunuz? Bir çok masum, gariban emekçi ve hak mücadelesi veren insanların duygularını suiistimal edip, onları Taksim'e çıkararak, kafalarını gözlerini yardırarak bir şey mi yapmış oluyorsunuz? Bütün yaptıklarınız iktidar zulmüne meşruiyet kazandırmanın ve ''birşeyler yaptık'' diyebilmek için egonuzu tatmin dışında bir işe yaramamaktadır.
50 senedir aynı sendikanın başkanlığını yapan insan var. 50 senedir bu insanın yerine yeni bir başkan seçememiş sendikanın varlığının bir manası varmıdır Allah aşkına.
Bütün yaptığınız şey; senede bir defa Taksim'e çıkabilmenin mücadelesi vermek yani günü geçiştirmek. Oysa gerçek varlığınız; emeğin ve hakkın savunucusu olmak değil midir?

Bugün gerek kamuda gerekse özel sektörde taşoran firmaların elemanlarının çalıştırılması yaygın hale geldi ama sendikalaşma neredeyse hiç yok. Tazminat hakları oluşmasın diye insanlar her sene çalıştıkları iş yerinde girdi-çıktı gösteriliyorlar ama siz sendikaların bu olup bitenlerin ne takipçisiniz, ne de haberdarsınız.

Özellikle bankacılık sektöründe sendikalaşma alabildiğine engellenmekte, var olanlar da işveren baskıları ile işlevlerini yerine getirememektedir. Bankalara ait vakıf ve sandıkların yeni çıkarılan BES yasası ile BES şirketlerine devri konusunda sendikalarımızın ne düşündüklerinden hala haberdar değiliz. Oysa aynı vakıfların üyeleri bir zamanlar da sektörün sendikalarına üyeydiler ve kendilerine sahip çıkılmadığı için birgünde sendikalarından istifa ettirildiler, nedenini bile sormaya tenezül etmediniz. Tek tahminimiz; sendikasız bankanın daha kolay pazarlanabileceğiydi.

Evet, bugün de Taksim inadınız sayesinde hükümetin işini ne kadar kolaylaştırdığınız. Artık kendisinin gündemi değiştirmesine gerek kalmamıştır.

Şu anda yapmanız gereken en acil şey; mensubunuz olsun , olmasın tüm vatandaşlarımıza iş ve emeğin hakkı ve hukuku konusunda danışmanlık hizmeti vermenizdir. Gerekiyorsa şehrin park ve bahçelerinde stantlar kurarak bunu yaygın hale getirmenizdir. İşten atılmış bir insan danışmanlık hizmeti almak için başvurduğu ''bilen kişi''ler büyük meblağlar talep ediyorlar. Taksim parkını bu amaçla kullanırsanız sanırım kafa göz yarılmadan çok büyük bir iş başarmış olursunuz. Kapılarınızı halka sonuna kadar açmalısınız. Arasıra kapınızdan içeri girip; çayınızı kahvenizi içerek derdimizi anlatma fırsatını bulabilmeliyiz.
Size telefon edilip; ‘’bizi sendikadan istifa ettiriyorlar ne yapalım’’ dendiğinde;
‘’yapılabilecek bir şey yok, işinizden olmamak için imzayı atmalısınız’’ diye onursuzca bir cevap vermemelisiniz.
Mehmet Soral
soralmehmet@hotmail.com