30 Ocak 2017 Pazartesi

15 TEMMUZ VE GAYRİ KANUNİ BAŞKANLIK SİSTEMİ

15 Temmuz'un müsebbibi gayrikanuni fiili başkanlık sistemidir.

Lütfen iyi düşünelim; bizi 15 Temmuz aşamasına getiren gayri kanuni ancak fiili uygulamalı partili Cumhurbaşkanlığı uygulamasıdır. 
...
Parlamenter sistemin bütün dinamikleri ve inisiyatifi tek kişinin uhdesinde birleşince ilk önce bu tek kişinin "Zihnine sızmayı" başardılar sonra da devlete sızdılar. Burada "Tek kişi" iyi niyetli de olabilir ancak ortak aklı devreden çıkardığınız ve her şeyi ben bilirim, ben yaparım dediğiniz an illaki insanoğlunun yapısı gereği zayıf bir anınızda birileri tarafından suistimal edilebilirsiniz. Bu manada özellikle ABD ve Cemaat; iktidar olma ve gücü elinde bulundurma, vesayetin el değiştirmesi gerekliliğinden kaynaklanan hırsın önüne bir de gayri kanuni fiili başkanlık geçince devlete sızmanın önü ardına kadar açık buldular. Yani demem o ki "Partili Cumhurbaşkanlığı sistemi" yani millete yutturulan başkanlık sistemi; Allah korusun 15 Temmuzların farklı versiyonlarla tekrarına cüret edilebilmesi için açık alan oluşturacak bir sistem olacağı biraz aşikar değil mi?
...
Getirilmek istenen yeni Cumhurbaşkanlığı sisteminde; Cumhurbaşkanının eylem ve icraatlarının denetimi ve takibini yapacak olanların Cumhurbaşkanından azade, bağımsız olması gerekir. Kendisini ve atadığı bakanları yargılayacak mahkemenin üyelerini de kendisi atarsa o mahkemeden nasıl bir karar çıkabilir düşünsenize.
...
Bir şirketin hem satışını hem de kasasını aynı adama emanet ederseniz şirketinizi suistimale açık hale getirmiş olmazmısınız? Ben emekli bankacıyım. Her zaman için her elemanın yaptığı işlemleri periyodik aralıklarla kontrol eden iç kontrol, bu da yetersiz görülüp, bağımsız denetçilerin kontrolünde dış kontrol vardır. Hiç bir zaman işi yapan göze aynı işin kontrolü yaptırılmaz; çünkü kendi hatasını fark etmeyebilir, etse bile ortaya çıkarmak istemeyecektir. Bunu partili Cumhurbaşkanlığına şamil kılacak olursak; özel hayatımdan verdiğim örnekte olduğu gibi cumhurbaşkanına kendi yaptığı icraatın denetim ve kontrolünü yine kendisine vermiş oluruz ki; OHAL ile kurtulmaya çalıştığımız musibetlerle karşılaşma ihtimalimiz her zaman olacaktır. Şunu da unutmayalım ki tek otoriteye yalakalık baki olduğundan, danışman sıfatlı insanlar sürekli haşmetli muhteremi üzmeme, keyfini kaçırmama gayretinde olacak, kral çıplak demekten kaçınacaklardır.


Trump da tek adamlılığı denedi ama yemedi; çünkü orada içselleşmiş demokrasi ve hukuk devleti var
Demokrasinin içselleştiği, başkanın değil hukukun ne dediğinin geçerli olduğu ülkelerde; Trump da olsa bir halt edemez. Bu ülkelerde darbe yapmak da kimsenin aklına gelmez, vesayet de oluşmaz. 
...
ABD'nin psikopatı bu ülkenin ismine, cismine uymayan bir karar almıştı. Altı Müslüman ülkenin insanlarının bu ülkeye girişini yasakladı ancak yine aynı ülkenin bir mahkemesi uygulamayı durdurdu. Yani demem o ki ABD yerleşik düzeni, demokrasi anlayışı Trump'a tek adamlılık denemesinin ilk hamlesinde geçit vermedi.
...
Şimdi empati yapalım ve benzer kararı bizim Cumhurbaşkanımızın aldığını düşünelim; sizce ülkemizin herhangi bir mahkemesi böyle bir durdurma kararını alabilir miydi. İşte bu nedenle gayri hukuki ve keyfi uygulamaların ülkemizde geleneksel hale gelmemesi için referandumun getirip, götürdüklerini tekrar gözden geçirelim derim.
...
Demokratik, parlamenter sistemim sağladığı ortamda bütün yumurtaları ayrı ayrı sepete koymak, ülke ve milletimizin varlığını ve geleceğini ortak akla emanet etmek varken; niçin bütün riskleri bünyesinde toplayan tek adam rejimi; "Partlili keyfi uygulamalı cumhurbaşkanlığı Sistemi"ni kabul edemli ki. 

Mehmet Soral
soralmehmet@hotmail.com

26 Ocak 2017 Perşembe

TECAVÜZLE SAĞLANAN FİİLİ İZDİVAÇ

Tecavüzle sağlanan fiili izdivaç
Adamın kızı kaçırılmıştır. Köy ahalisinin neredeyse tamamı "Olmuş bir hata, baş göz edelim gitsin" diyerek, kız babasını ikna etmeye çalışırlar. Ancak "fiili şartların" damat adayı elli, kız ise yirmi yaşındadır. Kızın babaannesi oğlunun kulağına eğilir; "oğlum kız "kirlendi" artık, bugün bu adama razı olmazsak, yarın yetmiş yaşındakine razı olmak zorunda kalacağız, verelim gitsin" der. 
...
Türkiye de anayasa üzerine yapılan değişiklikler sürekli kızı kaçırılmış ailenin psikolojisindeki benzer ortamlarda gidilmiştir. Can, namus ve töre tehditi ile insanlar, aileler sürekli makul olmayanı kabule zorlanmıştır. Millet 1982 anayasasını %92 oyla meydanlarda Kenan Evren'i alkışlayarak kabul etmişti ancak sıkıyönetim şartlarında kabul edilen bu anayasa günümüze kadar yamalı bohça haline getirildi. Şimdi de "Bir faninin tehditi" altında, "Olağanüstü Hal" şartlarında anayasa, hata rejim değişikliğine gidiliyor. Gerek 1982 referandumu arifesinde, gerekirse şimdi de demokratik bir ortamın olmadığı, insanların görüşlerini ifade edebilmeleri için özellikle muhalif görüşlere kendilerini ifade etme imkanı tanınmadığına hep beraber şahit oluyoruz. Bu referandumda özellikle MHP'nin kilit rol oynaması nedeniyle MHP parti içi muhalif kanadın nefes almasına bile fırsat verilmiyor. Ulusal yayın yapan hiç bir TV kanalına hiç bir muhalif MHP'li isim çıkamıyor, çıkarılmıyor. Çünkü biliniyor ki verildiği an "Evet cephesi"nin bütün argümanları yürütülecektir. Millet anayasa değişikliğinin getirip, götürdüklerinin hesabını yapmadan, kafasını ve gündemini sürekli meşgul eden ve hiç bir zaman da" Faninin" bu inattan vaz geçmeyeceğini düşünerek; kurtulmak, kendi gündemine dönmek için artık ne olacaksa olsun hisleri ile sandığa gidecektir. Sonra da yine tekrar başa dönüp, zorla evlendirilen kız misali gerçek aşkını bulmak için arayışlarına devam edecektir. Çünkü doğal olan eşinin de, aşkının da içine sinmesidir. Unutmamamız gerekir ki; tecavüzle sağlanan fiili izdivaçlardan gerçek aşkı beklemek beyhudedir. 

Fiili durumun gelenekleşmesi ve içtihat oluşturması
Devlet Bahçeli çok büyük bir vebalin müsebbibi artık. Türk demokrasi tarihinde yeni bir geleneğin; yani "Gayri hukuki fiili durum yaratma ve akabinde bu fiili durumu hukuki kurallarla yasal hale getirme" geleneğinin belki de yerleşmesini sağladı. Bu manada artık bundan sona içtihat kapısı açık. Mesela Baklava çalan çocukların durumunu fiili durum kabul edip, sonra da her acıkan karnını doyuracak kadar çalabilir" şeklinde yasal hale getirilebilir. Öyle ya cumhurbaşkanının keyfine göre gayri hukuki fiili durumu yasal hale getirilebiliniyorsa, karnını doyurmak için baklava çalan çocukların fiili durumları niçin yasa güvencesine alınmasın ki.

Topçunun, tüfekcinin himmetine sığınma
Meşhurlar; topçusu, tüfekçisi niyetlerini açıklıyorlar; ''Evet''in cazibesine kapılıp, hesapsız laflar ediyorlar. 
Dünyanın geleceği ''Hayır''ın içinde, dünya oraya doğru gidiyor.
Bir zamanlar yine iktidara yalakalık yapmak için ''Yetmez ama evetçiler'' türemişlerdi. Bir atasözümüzde söylendiği gibi şimdi onlar ''İt gibi pişmanlar'' ama bir faydası yok artık. 
... 
Zamanında bugünkü AKP gibi ANAP denen bir parti vardı. Onun kuruluşunda da diğer partilerin kaçarları, göçerleri yer almışlardı (Anavatan Partisi). Yeni yetmeler bu parti ve dönemini hatırlamazlar. Bu partinin iktidarı da çok güçlüydü. Bu partide de güç zehirlenmesi olmuş, ama gel zaman git zaman partiyi terk edip, kaçanların o koskaoca devasa parti binasının anaktarını bırakabilecekleri ahde vefa adına içinde bir insan dahi kalmamıştı. Bu partinin lideri de fiili durum yaratıp, ''Anayasayı birkerecik delmekle bir şey olmaz'' demişti ama gün gelip, Rahmet-i Rahman'a kavuştuğunda; Allah O'nun için ''Bu kulumu ikinci kez diriltmemle bir şey olmaz'' demek gibi bir kıyak geçmedi.
...
Anavatan partisi belki son elli yılın en görkemli parti binasını yapmışlardı ancak borcu nedeniyle bugün icra yoluyla satışa çıkarılmış; çünkü lideri gitti, parti de bitmişti.
Bilmem anlatabildim mi?

Mehmet Soral
soralmehmet@hotmail.com

20 Ocak 2017 Cuma

HEP AYNI İRADE TEK ADAM/LAR

-Cemaate ne istediyese veren aynı irade; tek adam
-Ergenekon ve Balyoz davalarında bu ülkenin en kıymetli, vatansever ordu mensupları ve aydınlarına kumpas kurulurken, ordunun mahremiyetine müdehale edilirken; bunu yapanların gönüllü savcısı olan aynı iradere; tek adam
-Oslo görüşmelerinin arkasında aynı irade; tek adam
-Habur'un arkasında aynı irade; tek adam
-Açılım sürecinin arkasında aynı irade; tek adam
-Esat'a posta koyan aynı irade; tek adam
-Barış süreci, veya hendek kazıma sürecinde aynı irade; tek adam
-%49.5 oy alan başbakanı bir gecede görevden alan aynı irade; tek adam.
-Diğer siyasi partileri dizayn etmek için o partilerin iç meselelerine devletin yürütme gücünü kullanarak müdehale edip, yargıyı etkileyen aynı iarde; tek adam.
Ve bütün bu yaşanan süreç boyunca binlerce sivil, asker olmak üzere şehitler verirken ülke yönetiminde irade sahibi aynı insan; tek adam
.....
.....
-Çift yönlü güvenli yollar yapıldı, trafik kazaları azaldı, arkasında aynı irade; tek adam.
-Yaşlı ve bakıma muhtaç insanların kendi evlerinde bakımlarını
sahiplenmenin arkasında aynı irade; tek adam
-Sigortasız olunsa bile Sosyal Güvenlik Kurumu'na katkı payı ödenerek, mağduriyeti gideren aynı irade; tek adam
-Cenaze işlemleri çok mükemmel, şehirler arası cenaze naklinde otobüs ve araç tahsisi ve arkasınad aynı irade; tek adam
-Metro, köprü, havaalanı ve tünel gibi önemli büyük imar planlamalarının arkasında aynı irade; tek adam.
-Kentsel dönüşümlerle depreme dayanıklı güvenli binaların yapılmasının arkasında aynı irade; tek adam
....
Evet işte fotoğraf bu olup; olup, bitmiş olanları dikkate alarak sürecin gerçek kahramanı üzerinden geleceğimizin ne oalabileceği veya nasıl dizayn edilebileceğine dair hükmümüzü verebiliriz.
...
Bir baş soğan ve kuru ekmeğe razı olmaya hazırım. Hayatta en güzel şey karnımızı tok ve kendimizi güvende hissetmemizdir. Ürkek atın üzerinde binili, her an tepetaklak düşeceğim korkusu yaşamaktansa; varmak istediğim yere zamanı uzatıp, yürüyerek ulaşmayı tercih ederim. Macera düşkünü, narsist birsinin yazdığı senaryoların doğrudan ve bana danışılmadan biçilen rollerin kahramanı olmak istemiyorum, reddediyorum.Her Allah'ın günü her şeyi vesile kılarak algı ve mesaj tokatlamasına maruz kalmak istemiyorum. Boğazımın dokuz boğumdan oluştuğunun hesabını sürekli aklımda tutmaktan bıktım, usandım. Tek adamın yanlışını tescil için 600 insandan 400 tanesinin müşterek kararı gerekirken, ''Bu 600 insandan bir halt olmaz, boşaltın burayı'' kararını vermek için tek bir adamın kararı yeterli ise; bu hal düşünen varlık olan insan ve onun onurura yakışmaz.
...
Ben geleceğimi tek adama değil, parlementer sistemin ortak aklına emanet etmek istiyorum ve elbette HAYIR diyeceğim. Lider onu demiş, bunu demiş; hangi lidermiş o; nerdeymiş muhterem. Referans olarak ortaya koyabileceği bir dirhem başarısı varmıymış; hele bir sorunnuz bakalım.
Ekmeğim, soğanım ve ağrımaz başım.
Zıkkım olsun baklavan, bana soğanımı getir.
Mehmet Soral
soralmehmet@hotmail.com

18 Ocak 2017 Çarşamba

TAASSUP KÖRLÜĞÜ VE BAŞIMIZA GELENLER

Belki de parti ve teşkilat bütünlüğü adına yıllarca (şahsen 2006 dan beridir farkına vardığım halde) Devlet Bahçeli'ye bir keramet atfederek "Bir bildiği vardır" diyip, yanında olduk. İnanmadığımız ve güvenmediğimiz halde "El ne der" düşüncesi ile inanıp, güvenir gibi yaptık. 
...
Mahalli seçimlerin arifesinde çok samimi olduğum gönüldaşlarıma "Bu seçim nasıl olsa mahalli seçim, ülke bekası anlamında genel seçimler kadar ehemmiyetli değil, gelin bu sefer oy vermeyelim, Bahçeli'ye gerekli ikazı yapmış oluruz, belki de kendi rızası ile partiyi kongreye götürür daha sonra da yeni bir genel başkanla genel seçimlere gideriz" dediğimde "Kardeşim ben MHP'den başkasına oy veremem, ne olursa olsun" dediler. 
...

Parti taassubu aynı partiyi o günlerden bugüne mahfetti, tüketti. Eğer benim o günler için düşündüğüm stratejiyi uygulamış olsaydık AKP tek başına iktidar olamayacak, Erdoğan tek belirleyici olamayacağı için malum örgüt tarafından kandırılması da mümkün olamayacaktı; çünkü muhtemelen bir koalisyon hükümeti olacaktı.
Bahçeli'ye bağlılık üzerine adeta yemin edip, sadakat nikahı kıymışcasına kesin teslimiyet, partimiz MHP'yi perişan etmiş, ülkeyi beka konusunda en riskli döneme getirmiştir. Bugün olup bitenlerin alt yapısını hazırlamak için bilerek ve isteyerek Türk milliyetçilerinin doğal refleksinin tecelli etmesine mani olunmuştur. Dolayısıyla Balgat ve müdavimleri bugün aynı "Kör sadakat"ın devam ettiğini sanarak HDP sopası ile Türk milliyetçilerini terbiye edip, bir sürü gibi istedikleri avluda toplamak istiyorlar. 

Neymiş efendim " HDP ile aynı paralelde olmak"la biz muhalifleri tehdit ediyorlar. HDP veya ayrımcı etnik yapılanmaların şimdiye kadar cürümleri belliydi ve en fazla ne yapabilecekleri kestirilebiliniyordu ancak Cumhuriyet tarihi boyunca, üstelik de bir sağ iktidarın etnik ayrımcı terör örgütü ile masaya oturup, yaptıklarına hep beraber şahit olduğumuz hataları yapacağını, Türk milliyetçiliğinin siyasi kurumsal temsilcisi bir partinin, MHP'nin de bu hatalar güruhu ile bezenmiş bir iktidar partisine; her zorda kaldığında solunum yaptıracağını düşünemezdik. "Taassup körlüğü" müz bütün bunları görmemize mani oldu. Şimdi bu taassup körlüğümüzün devam ettiğini sananlar HDP paraleline düşme tehdidi ile Türk milliyetçilerinin #Hayır şeklinde almış olduğu kararını etkilemek istiyorlar. 
Sakın ha sakın bu tuzağa düşmeyelim. Aslında HDP belki de sadece Erdoğan'ın emellerine hizmet etmiş olmamak için istemeyerek de olsa Türk milliyetçileri ile #Hayır da aynı paralel de olmayı göze almıştır. 
...
Bu arada HDP milletvekili Altan Tan şahsi olarak "Kürtlerin Başkanlık sistemi ile problemi olmaz" diyor. Bakınız, okuyan ve düşünen adam kendince verdiği kavganın gereğinin ne olması gerektiğini, yani başkanlık sisteminin kendilerine uyacağını söylüyor. Aslında HDP veya etnik bölücü hareketin başarmak istediklerinin bir çoğunu AKP başardı, kalanını da başarmak istiyor. Dolayısıyla Türk milliyetçileri olarak cürümü belli olan HDP'ye göre değil, AKP ve Erdoğan'ın yaptıklarından hareketle bundan sonra yapabileceklerine göre konumumuzu belirleyip, niyetimizi ortaya koymamız lazımdır.
...
Dikkat ederseniz zaman zaman AKP de "Kimliklerini saklayan etnik özürlü bir takım meczuplar" Anayasanın ilk dört maddesinin değişebileceğinden tutun da "Türkiye Kürdistanı"ndan, ''Türkiyelilik'' kimliğinden, diğer etnik kimliklerin kendi dillerinde eğitim haklarından ve Türk bayrağı üzerinde ufak bir oynamayla çekilecek renkli bir şerit ile sözde diğer etnik kimlikleri de kapsayacak yeni bir bayrak tipinden bahsetmek gibi gizli niyetleri olan, federatif yapılanmayı ima eden; sözde farkında olmadan aslında bir projejenin stratejisi dahilinde itiraflarda bulunuyorlar. 
...
Partili Cumhurbaşkanlığı veya Başkanlık sistemine #Hayır dememin anamın ak sütü gibi helal olduğunu, aksi takdirde haram olacağını düşünüyorum. 

Mehmet Soral
soralmehmet@hotmail.com

11 Ocak 2017 Çarşamba

TENTENİN GÜCÜ DEMOKRASİMİZİN YÜKÜNÜ TAŞIYAMADI

Cami avlusunda kurulan tenteler yağmur ve güneşe karşı altında toplanan insanları korumaya yönelik olup, üzerinde toplanan tonlarca ağırlıktaki kara karşı mukavemeti yoktur. O an için cenazeye gelen insanlar cami çevresini gözden geçirip, tedbirler düşünemezler ancak daimi cemaat veya caminin imamı, ya da her camide olduğu gibi dernek yönetimi nasıl olurdu o tentenin tonlarca ağırlıktaki kar yığınını kaldıramayacağını düşünmezler. Sorumluluk duygusu sahibi imamları tenzih ederim ancak malum kazaların tedbirsizlik ve imamların "Giy cübbeyi kıldır namazı; namaz bitti çıkar cübbeyi koş ek işe" koşuşturması olunca doğal olarak caminin orasına, burasına bakıp kontrol etme fırsatları olmuyor sanırım. O tenteler otomatik açılır, kapanır bir mekanizma ile çalıştığına göre niçin kumandaya basılıp, toplanmamış. Bunun için geç kalınmış ise niçin altına destek koymamışlar. Köy Derneğimiz terasındaki aynı düzeneği toplayarak tedbirini almıştım. Geçen sene de kar ani bastırınca bu sefer tentenin altına kalaslardan destek koyarak, tedbirimizi almıştık. 
...
İşte Türkiye ortalaması bu. Sonra da her vesile ile zırt, pırt "Millete gidelim, millet karar versin" derler. Yahu Müslüman şuurlu olur, tedbirli olur; günde beş defa bir araya gelen yüzlerce Müslümandan bir tanesi dahi "Bu tente bu kar yükünü taşıyamaz" diye nasıl aklından geçirmemiş olabilir. İşte Müslüman insanımızın bu genel durumu Türk milleti ve devletinin bugünü ve geleceği için verilen kararlarda kesin belirleyici unsurdur. Gündemimize ilişkin "Partili Cumhurbaşkanlığı" sistemi için yapılan anayasa değişikliği çalışmaları karşında halkın tutumu; aynen cami avlusundaki tentenin üzerinde toplanan kar yükünün cemaat tarafından ağırlığının neden olabileceği tahribatı fark edememe durumunda olduğu gibi. Allah korusun tentenin; demokratik olgunluğumuzu ve bilinç düzeyimizi taşımaya gücü yetmeyebilir. 
...
Onun için ben diyorum ki; madem ki ''Türk Tipi Başkanlık''tan dem vuruyorsunuz, biraz daha orijinallik katalım buna. Mesela bilinç düzeyini ölçen bir kat sayı belirlensin ve o katsayının çarpan etkisi kişinin kullandığı oya yansısın veya oy kullanacak insanlara sandığın başına gitmeden önce Türkiye'nin başkenti ve o anki Cumhurbaşkanı, Başbakanı ve iki tane de muhalefet liderinin ismi sorulsun. Bu sorulardan en az üç tanesini bilene ''Geç, oyunu kullanabilsin'' densin. Vallahi bu uygulama evet dünyanın hiç bir ülkesinde yoktur. Ne de güzel Türk tipi olur değil mi? 

...
AKP' birisine diyorum ki ''Partili Cumhurbaşkanı 15 üyeli Anayasa Mahkemesinin 13 üyesinin seçiminde inisiyatif sahibi olacak. Bu mahkeme Cumhurbaşkanının atadığı bakanı tarafsız yargılayabilir mi'' dediğimde ''Olur mu öyle canım...'' diyen birisi ile benim aramda ikimizin bilinç düzeyini ölçen ve ''Kıymetimizi'' adil ortaya koyan bir ölçme, biçme mekanizması olmalı diyorum. Bence bu düşüncem ''Türk Tipi Başkanlık''a iyi yakışır. Erdoğan'ın her dediği oluyor da bir de benim dediğimi önemseyin canım. Yönetimde ve riskleri karşılamada istikrar garantisi veriyorum.
Mehmet Soral
soralmehmet@hotmail.com

7 Ocak 2017 Cumartesi

''ERDOĞAN CENEVRE'YE GİTMEMELİ''

5.1.2017 Perşembe günü İstanbul The Marmara Oteli konferans Salonunda Türkiye Barolar Birliği'nin katkılarıyla, Birlikte Türk Milletiyiz Hareketi ve Milli Düşünce Merkezi'nin düzenlediği  ''Kıbrıs'ta Son Söz.... Kim Söyleyecek'' başlıklı panele katıldım.
Daha önce de katıldığım Darüzziyafe Resturan da ''Yapılmak istenen yeni anayasa değişiklikleri'' konulu panel de olduğu gibi oldukça kalabalık bir dinleyici vardı. Milli konularda insanlar siyasi düşünce farklılıklarını öteleyerek, belki de artık önemsemeyerek bir araya gelip hep beraber ''Milli duruş'' sergileyebiliyorlar. Almış olduğum notlarımı sizlerle paylaşmak istiyorum. Ancak sizden ricam; toplumu bilgilendirmek, bu değerli insanların düşüncelerinden sizleri de haberdar etmek; doğal sonucu olarak milletime aracılık ederek de faydalı olmak adına emek vererek toparlamaya çalıştığım notlarımı; çok uzun da olsa lütfen okuyunuz. Gerekirse kısım, kısım okuyun ama lütfen sonuçta tümünü okumuş olunuz. Hepinize saygılarımı sunuyorum değerli dostlar.
Mehmet Soral

Panalistler Sadi Sonuncuoğlu, İlber Ortaylı, Şükrü Elektağ, İlker Başbuğ, Metin Feyzioğlu ve Hisamettin Cindoruk

Sadi Somuncuoğlu
Milli bir davamız olan Kıbrıs konusunda üç kuruluş bir araya geldik. 12 Ocakta yapılacak Kıbrıs Görüşmeleri ile ilgili bir bilgimiz yoktur. İlk defa Güvenlik Konseyi daimi üyelerinin de katılacağı Kıbrıs görüşmeleri yapılacak. Cumhurbaşkanı Erdoğan da katılacak ve kendisine çok baskılar olacak
 Aslında 1960 da sorun çözülmüştü. 1963 de Makaryos anayasayı çiğneyerek, Türk katliamına giriştiler. 15 Temmuz 1974 de Yunanlı Subaylar da Makaryos'a karşı bir darbe yaptılar. 20 Temmuz da Tüm Türk köyleri kuşatılmıştı. 1974 Barış Harekatı'ndan bu yana görüşmeler devam ediyor. Rumların amacı Kıbrıs'ın tamamını almak olduğundan kesin bir neticeye varılamadı. Nihayetinde Türk Ordusu'nun Kıbrıs'tan tamamen çekilmesi isteniyor. Kıbrıs'tan vaz geçmemiz mümkün değil. Bizim için Konya ne ise Kıbrıs ta odur.

Metin Feyzioğlu
Türkiye çok yönlü ve sistemli olarak varlığını tehdit eden saldırılarla karşı karşıya. Yanlış ve saplantılı dış politikamız nedeniyle derin fay hatları oluşmakta, toplum kamplara bölünmekte. Denetleme ve değerlendirme olmayan yeni anayasa ile başkanlık sistemi getiririlmek isteniyor. Kıbrıs bizim için Yavru Vatan değil Anavatandır. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ne hizmet etmek bir lütuf değil, aslı görevimizdir.Dünya Haritasının ortasında Ortadoğu ve Akdeniz var.  Yeniden projelendirilme istenen Ortadoğu'nun ortasında Jeopolitik öneme sahip Kıbrıs Adası var. Kuzey Suriye de ırkçı devletimsi bir yapı düşünülürken aynı zamanda Kıbrıs'ın durumu İsrail ve onunla ilgili devletleri de çok ilgilendiriyor. Kıbrıslı Türkler Türkiye'ye karşı kışkırtılmak isteniyor. ''Kıbrıs Türkü yok Kıbrıslı var'' gibi bir ''Millet'' yaratma çabaları var. Oysa Kıbrıs Rumları böyle düşünmüyor, Kıbrıs'ın Rumlara ait olduğunu söylüyorlar. Kıbrıs'ın iki meclisli olmasından vaz geçilmemelidir. Kıbrıs Barolar Birliği'nin daveti üzerine oraya gittim, Kıbrıs davasının kavgasının Ankara da nasıl karşılık bulamadığının feryadını dinledim. Bugün de 1 Türk'e karşılık 4 Rum düşünülüyormuş. Türk nüfus daha çok artarsa dışarıdan Rum getirtilecekmiş. Bizim bu toplantımız dışında Kıbrıs ile ilgili hiç bir toplantı ve bilgilendirme yapılmamaktadır. Bu görüşmelerde İngiltere'ye belki garantörlükten vaz geçeceğini söyler ama sorun bakalım üslerden vaz geçecek mi? Kıbrıs ta sanayi gelişmeli, ekonomi canlanmalı, Mersin gümrüğü açılmalıdır. Kıbrıs Türk'üne birleşelim kurtulalım psikolojisine itiliyor.

İlber Ortaylı



Bu toplantının ortak bir platform tarafından tertiplenmiş olması çok önemlidir. Kıbrıs Adası insanoğlunun gemileri yüzdürmeye başladığından ve Süveyş Kanalı'nın açılmasından beridir çok önemlidir. Bu bölgedeki İngiliz siyasetini çok iyi bilmek ve görmek lazım. Süveyş kanalını İngilizler yapmamış olmamalarına rağmen hisselerinin çoğunu satın alarak ele geçirmişlerdir. Venedikliler Kıbrıs ta büyük hakimiyetler kurmuşlar ama onlar için pek cazip olmamıştır. Türk ve Helenik bir yapı olsa da Kıbrıs etnik olarak Tüktür. Kıbrıslı'nın layık anlayışı fazla Volter'i okumalarından değil, Toroslardan gelen Türkler olmalarıdır.
Britanya eğitim sistemi daha çok Rumlar'a verildi çünkü kendilerine yakın görüldüler. Bugün KKTC'de devletin yetkilileri  Denktaş hariç Türkiye'de ki eğitim sistemi ile yetişen insanlar olup, icraat ve eylemleri de yetişme tarzlarına uygun oluyor. Bölgeye ''Alamanlar'' bile ilgi duyarken Ruslar niçin duymasın ki. İngilizler çok kurnazdırlar. AB den ayrılan İngiltere hiç bir zaman pişman olmaz. Zaten hep hayret etmişimdir; Belçika'nın budala siyasetçileri ile İngilizler nasıl geçinirler diye. Türk hakimiyetinde Ortadoğu ve Kıbrıs'ta huzur vardı. Türkiye zamanında yanlış bir politika uygulayarak vasıfsız insanlardan oluşan iskan politikası uygulanmıştır. Son zamanlarda 15 bin Bulgaristan Türkü yerleştirildi, vasıflı olmalarından dolayı bir sorun çıkmadı.  Kıbrıs'ı yük görmemek lazım. Lüzumlu mu, lüzumsuz mu demeden nerelere, ne paralar ödedik, ödüyoruz. ABD'nin 1974'deki hali ve pozisyonu ile bugünkü aynı değil. Cumhuriyetçiler ve Demokratlar arasındaki kutuplaşma çok büyük.  Her zaman istediğini yapamayabilir.

Hüsamettin Cindoruk
Hayatımın 60 senesi Kıbrıs meselesi ile iç içe geçti. 1955 senesinde 6-7 Eylül hadiseleri oldu. Bunlar Türkiye'nin tertip ettiği hadiseler değildi. Ancak yağmalar yapıldı. Türkiye Tazminatlar ödedi. ''Kıbrıs Tüktür Cemiyeti'ne dava açıldı ve daha sonra hepsi beraat ettiler. Bakanlar konusunda tekrar davalar açıldı ve bu davalar Türkiye'yi Kıbrıs konusunda ciddi sıkıntılara soktu. Bu davaların açılmaması gerekirdi.
1959 Zürih ve Londra antlaşmaları ile büyük bir başarı elde edilmiştir. Lozan'ın 17. Maddesi  Kıbrıs İngiltere ve Türkiye'yi ilgilendirirken Yunanlılar da entrikalarla dahil oldular. Oysa Kıbrıs sadece İngiltere ve Türkiye'yi ilgilendiriyordu. Bazı durumlar bakımından istenmeyen noktalara gelindi. AB'nin Kıbrıs'ın bir bölümünde ne işi var. Haksızlık üzerinden hak aranmaz, amatör siyasetçilerle de dış politika yürümez.

İlker Başbuğ
Türkler bu adayı 400 yıldan fazla yönettiler. Anadolu'nun parçası, uzantısıdır. 900 km uzaklıktaki Yunanistan ilgilenecek de biz mi ilgilenmeyeceğiz. İçinden geçmekte olduğumuz süreçte hiç Kıbrıs tan söz edilmiyor ama son sözü gene Türk milleti söyleyecek. Zorda kaldığımız anlar oluyor, bu durumda tek baş vuracağımız rehber Mustafa Kemal dir. Tarih, ders almayanlar için çok acımasızdır. Diplomasi de yapılan hatalardan dönmek çok zor veya büyük bedeller ödeniyor. İnönü Montrö anlaşmasını tekrar gündeme getirme düşüncesini Atatürk'e açmak için Tevfik Rüştü Aras'ı gönderir. Atatürk der ki biz böyle bir adım attıktan sonra bir daha geri dönemeyiz. Bu yüzden çok daha acı sonuçlar doğabilir. Millet senin kafanı koparır ama bunun bir faydası olmaz. Bugün Atatürk gelse bugünkü yöneticilere ne der?

Abdülhamit  3.5.1877 de Yeşilköy Anlaşmasını imzalar. Üç gün sonra ''Osmanlı'ya yeterince güven verebilmem için Anadolu ve Türkiye kıyılarına yakın olan bir yere ihtiyacım var; Kıbrıs adası sizde kalacak, sadece askeri amaçlarla kullanacağım'' der ve 1879 da İngiltere'nin kullanımına verilir. Bu ara da İngiliz elçi İngiltere'ye telgraf çekip ''Rumlar Türkleri kovmak için büyük çabalar harcayacaklar, Kıbrıs'ın hakimi olmak isteyecekler'' der  1.11.1914 yılında birinci dünya savaşı başlar ve İngiltere Kıbrıs'ın hakimi olur.
Rumlar-Yunanlılar 1929 da Kıbrıs'ın Yunanistan'a ilhakını isterler  ama karşılanmaz. 1950 de Ortadosk kilisesi gayri resmi oylama yapar, Makaryos'u Başpiskopos seçilir. 1955 de Rumlar eylemlere başlarlar, bizim  ''Türk Mukavemet Teşkilatı''nı kurmak için üç yıl geçer. Özerklik, muhtarlık veya taksime geçilemez. Katliamlar başlıyor. Rumlar Nato değil, Birleşmiş Milletler askerini istiyor.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin 186 sayılı kararı, 4 Mart 1964 tarihinde 1116 numaralı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin toplantısında Birleşik Krallık, Kıbrıs Cumhuriyeti, Türkiye ve Yunanistan hükümetlerine danışılarak Kıbrıs adası üzerinde bir Birleşmiş Milletler Barış Gücü'nün kurulması karar verildi. 186 sayılı Birleşmiş Milletler Kararı ile ''Kıbrıs Cumhuriyeti'' kararına imza attık. Bu karar bizi hep zor durumda bırakmıştır. Görüşmelerimizde hep bu karar karşımıza çıkartılıyor.
 Şimdi Kıbrıs Rum kesimi AB üyesi, bundan güç alıyorlar. 6.3.1995 tarihinde imzalanan AB Türkiye gümrük birliği anlaşması çok kötü bir anlaşma. Türkiye Kıbrıs Rum Kesimi'nin AB üyeliğine maalesef onay vermiştir. Türkiye buna engel olabilirdi. Garanti antlaşması birinci maddesi Kıbrıs Cumhuriyeti kendi başına diğer devletlerle birlik antlaşmaları yapamaz. Dolayısıyla bu durum Kıbrıs Rum Kesimi'nin AB'ye üyeliğine maniydi.
Zürih, Londra ve Lefkoşa antlaşmaları en başarılı antlaşmalardı. Bunların mimarı Fatin Rüştü Zorlu ve Rauf Denktaş dır. Maalesef Bakan asıldı. Bülent Ecevit, keza Semih Sansar Kıbrıs ve tabi ki Tür Ordusu; Kıbrıs denince akla gelen kahramanlardır. Kıbrıs sadece Türkiye'ye yakınlığı ile değerlendirilip, Kıbrıslı Türklerin meselesi olarak görülemez. Dolayısıyla son söz Türk milletinindir. Önümüzdeki hafta (12.1.2017) Kıbrıs görüşmeleri yapılacak ancak neler görüşüleceği milletten saklanıyor, belli ki bu istenilerek yapılıyor. Sayın Akıncı orada burada konuşuyor peki Türkiye'ye danıştı mı?  220 bin Türk'ün %20'si kadar Rum'un Kuzey'e gelmesi öngörülüyor. AB normlarına göre bu gelenler iş kurup, yönetime bile gelebilirler. Bu durum da Türklerin azınlığa düşmesi demektir. Daha önceki görüşmeler Birleşmiş Milletler gözetiminde yürütülüyordu ancak bu görüşmeler AB çerçevesine taşınmak isteniyor.

Peki Kıbrıs için ne yapmalı, nasıl bir politika takip edilmelidir.

1-İki egemen halk ve devlete dayalı çözüm. Yani Kıbrıs'taki Türk devletinin başkanı kurucu devletin kuruluşunda imzası olmalıdır. Çünkü federal devletler kendi rızaları ile bir araya gelen devletlerdir. Kurucu Türk devleti olarak imzanın olmaması durumunda ''Kıbrıs Cumhuriyeti'' olarak kalacaktır.

2-Garanti antlaşmaları olmalıdır. Çünkü anlaşmazlık olduğunda Türkiye müdahale edebilmeli.

3-İttifak antlaşması olmalıdır, Türk Ordusu'nun orada kalmasını sağlar.

4-AB müktesebatı olmalıdır ancak ben şahsen Türkiye'nin AB üyesi olacağını sanmıyorum. Rumlar AB üyesi, Yunanistan da AB üyesi olduğuna göre Kıbrıslı Türkler de AB müktesebatından yararlanmalıdır, aksi durumda Türkler azınlık durumuna düşerler.

5-İki kesimliliğe nüfus olarak görmek değil de, toprak olarak da bakmak lazım. Kendi yönettiğimiz bölümdeki nüfus çoğunluğunu dikkate almak gerekir.

Garanti ve ittifak anlaşmalarında toprak konusuna girmemek lazım. Toprak ve harita düzenlemeleri önemli parametrelerdir.
Zürih ve Londra anlaşmalarına rağmen  Mayıs 2004 de Rumlar AB'ye dahil edildi. Maalesef 29.10.2004 tarihinde 10. Papa'nın heykeli önünde AB  Anayasasının kabulüne imza attık, orada eski Kıbrıs Cumhuriyeti bayrağı vardı.
Bugün Rumların ne istediğini bilmiyoruz ancak yabancı kaynaklardan öğrenebiliyoruz. %7 toprak ve Karpas, yani İskenderun Körfezi'nin devamı isteniyor. Oysa doğal gazlarımız, fosil kaynaklı enerji kaynaklarının bulunduğu hat  Karpas-İskendrun hattıdır.
Girit bağımsız olunca nüfus çoğunluğu Türk'tü ancak Yunanistan'a bağlanınca Türk nüfus azaldı. Aynı oyun Kıbrıs'ta da oynanabilir. Bu arada toprak meselesi bireysel mesele olarak halledilmek isteniyor. Buna da müsaade etmemek lazım.

Şükrü Elekdağ
Rumlar AB'yi de arkalarına alarak Annan planını da aşarak daha ileri seviyede haklar elde etmek istiyorlar. Türkleri kendilerine bağlı bir azınlık statüsünde görmek istiyorlar.  12.1.2017 den itibaren Türkiye, Yunanistan, KKTC , Güney Kıbrıs ve İngiltere beşli görüşmeler başlayacak. 11.01.2017 de birbirlerine haritalar sunacaklar. Erdoğan da katılacak ancak bu toplantıya katılmasını son derece tehlikeli buluyorum. Kazanılmış hakları müzakereye açmak son derece tehlikelidir. Anastasis bir söyleşide imzalanacak anlaşmada Türk Ordusu'nun adadan geri çekileceği hususunun yer alacağını söylemiş.  AKP Hükümeti'nin yaşananlardan ders almadığı anlaşılıyor. Türk Ordusu'nun adadan çekilmesi, Kıbrıs'ın Girit'leşmesi demektir. Bu durumda anında Enosis hortlayacak, Kıbrıs Yunanistan'a bağlanacak ve Akdeniz ikmal yolları ellerine geçecek. Garanti anlaşması Enosis'i önler. Türkiye Kıbrı'ta asker bulundurarak aynı zamanda kendi güvenliğini de sağlamış oluyor. Kıbrıs görüşmeleri uluslararası konferans haline getirilerek, bir oldu bitti yaratmak istiyorlar. KKTC Cumhurbaşkanı Akıncı Rum kesiminin başkanına boyun eğmiş durumda. Gazeteci  Vedat  Yenerer soruyor ; ''Kırk, ellibin Rum KKTC'ye yerleşecekmiş ne diyorsunuz''; '' Evet ama o kadar Rum gelme'' demiş. Cenevre görüşmelerinin kalıcı çözüm üretebileceği kanaatinde değilim. Erdoğan'dan ricam bu toplantıya gitmeyin. Size dayatılacak olan garanti ve ittifak  anlaşmalarının sulandırılmasıdır. AB Kıbrıslı Türklere ağır gümrük birliği uyguluyor. Cenevre görüşmelerinden önce bu sorun halledilmeliydi.

Kıbrıs'ta tek çözüm konfederal çözümdür. Federasyon uygun değil. Her iki taraf ne birbirlerinden çok uzak, ne de yakın olamaz.

Türkiye elinin kuvvetli olduğu bir zamanda masaya oturmalıdır. Bugün böyle bir durum sözkonusu değil.
Yazımı sonuna kadar okuma nezaketinde bulunan herkese teşekkür ederim. Umarım faydalı olmuşumdur.
Mehmet Soral
soralmehmet@hotmail.com


3 Ocak 2017 Salı

AYNI SOFRAYA OTURMAK ZORUNDAYIZ

İçki içmem. İçki masasında olsam dahi kendimce, nedenlerimden dolayı gene içmem ama dostlarımla beraber olduğumda en az onlar kadar içmiş gibi sarhoş olurum. Çünkü o sohbet ortamında olmamızın müşterek yanı dinimiz, inancımız değil; ya nedir; başka başka nedenler. Aynı iş yerinde çalışmak, aynı yerde tatil yapıyor olmak veya aynı okulda okumuş olmak. Beraber olduğumuzda kimliklerimizi dışarıda bırakıyor, kariyerlerimizi unutuyoruz. Hepimiz "Ulan Mehmet, Ulan Tanju, Ulan Altuğ'uz. Kısaca hepimiz ulanız" 
...
Düşünsenize ertesi günkü coğrafya dersine ineklemek için yatakhane tuvaletinde ders çalışmalardan bahsetmek, "Çıksana ulan sıkıştım" muhabbetleri, rahat kopya çekelim diye fizik hocamızın masasına tüm günlük gazeteleri yığmak, coğrafya hocasının arabasını park ettiği yerden başka yere taşımak, kadıncağıza arabasını aratmak veya egzozunu patates ile tıkamak, ders yapmayalım diye 1 Nisan'da tahtayı sabunlamak ve çileden çıkardığımız sevgili fizik hocamızın tahtayı yıkatması veya hiç bir şey anlamadığımız; dersini tek başına anlatıp,seksen kişiden on kişinin anlamasını yeterli bulan matematik hocamıza dair anılar, üçbinbeşyüz erkek içine alınan otuz kız öğrenciye dair muhabbetler...veya Selçuk'un kaptanlık maceraları, her limanda bir sevgili muhabbeti, Şakir'imizin İngiltere de taksicilik serüveni, Nedim komutanın askerlik anıları ve elbette siyasetsiz olmaz; gerçek bir sosyal demokrat olan Enis kardeşim ve Türk milliyetçisi benim üzerimizden yapılan sofranın tuzu biberi biraz siyaset. 
...
Böyle bir sofranın her zaman içmeyeni ben olsam da; inanın ki içeni olmasa muhabbetin tadına varmamız mümkün değildir. Yine böyle bir muhabbetin içeni de, hatta sarhoş olanı da gerekiyor. O an için hepimiz liseliyiz ve hepimiz olabildiğince delikanlıyız. Bütün stresimizi atıyor, adeta rehabilite oluyoruz. İster kabul edelim, ister etmeyelim Türkiye de içenin de, içmeyenin de aynı sofrada buluştukları ve birbirlerinin o sofrada olmalarına tahammül ettikleri an özlem duyduğumuz Türkiye hayata geçecektir. 
...
Maalesef son onbeş yıldır özellikle iktidar tarafından da destek gören siyasal İslam üzerinden sürdürülen dini tahakküm ve sürekli mesaj verme gayretleri doğal bir ayrışma ve ötelemeye neden oldu. Bundan vazife çıkaran aklı-evveller yılbaşı kutlamaları üzerinden ayrımcılık kusmuşlardır.

...
Aslında malum meşhur modacının söylediği sözleri hatırlayacak olursak; içine düştüğü rezil ve affedilemez durumun sebebi elbette ilk başta kendi aklı, fikri ve hür iradesidir ancak sürekli olarak cümlelerini "İçeceğim" diyerek sürdürmesi bir sıkıştırılmışlığın, öteleştirilmişliğin, ötekileştirilmişliğin yaşattığı psikolojik hal olup, toplumumuzun en azından bir kesiminin farklı nedenle yaşadıkları travmayı gösteriyor. Türkiye'nin içinden geçmekte olduğu süreçte malum modacının telaffuz ettiği sözler bir çılgınlık halinin dışa vurumudur. Bu durum belli ki onun canını yakacak ancak devleti yönetenler ve toplum bilimcileri tarafından iyi gözlemlenip, analiz edilmesi gerekir. Bunun benzerini ama karşı taraftan olanını da hemşirelik yüksek okulu birincisi seçilen ama başörtülü olması nedeniyle diploma töreninde başının zorla açılmasına yeltenilen hemşireye konuşma izninin verilmemesi olayında yıllar önce yaşamıştık.
...
Demem o ki sevgili dostlar kardeşliğe, birliğe ve beraberliğe acıkmışsak şayet; aynı sofraya oturup, aynı kaba kaşık sallamak zorundayız.
Mehmet Soral

soralmehmet@hotmail.com