31 Mayıs 2021 Pazartesi

ASENA'YA TEHDİT SÖKMEZ

Asena'ya tehdit sökmez

Muhterem resmen Meral Hanım'ı tehdit etmiştir. "Daha önümüzdeki günlerde neler olacak neler" cümleleri ile adeta Meral Hanım'ın siyaseten yok edileceği şeklindeki tehdit anlamında ifadeler kullanmıştır. Devamında; "Bunlar iyi günler" diyor. Böyle bir tehdit ve sorumsuzluk örneği olabilir mi Allah aşkına. "Ülkeyi gezmeyeceksin, vatandaşın ayağına gitmeyeceksin. Gidersen Rize'de başına gelenlerin daha beteri gelecektir" anlamında ifadeler...Paydaşı ile aynı dili kullanıyor; "Senin Rize'de ne işin var" diyor. 

Bak hele bak; peki senin Rize'de ne işin var, Gürcistan'da olman gerekmiyor mu. Milletin her ferdini marabanız, devleti de kendi malınız gibi görünce aşırı özgüven patlaması size böyle hissettirse de Asena'nın tescillenmiş cesareti karşısında kaçınılmaz akıbetiniz kaybetmek olacaktır. Evet, gelecek günlerde olacak olan budur, sizin işaret buyurduğunuz değil. "Rize'de sana gerekli muamele yapılmıştır. Bunu hak ettin. Benzerleri ile gittiğin her yerde karşılaşacaksın" mealindeki sözler ile sorumsuzluk örneği gösterilip, provokatörlere provokasyonları için "Hazır olun" denmiştir. Şimdi anladık mı; Rize'deki provokasyonun arkasında organize bir yönlendirmenin nere kaynaklı olduğunu. 

Bay muhterem, sizler 28 Şubat sürecinde postallardan korkup, mücadeleyi başörtülü kadınlara bırakıp evlerinizde divanların altında saklanıp salya sümük ağlamayı tercih ettiğiniz ve liderinizin de iktidar anahtarını apoletlilerin işaret buyurduklarına teslim ettikleri bir süreçte cesur yürekli Asena sizin alayınıza da o apoletlilere de nasıl "Erkek" ve aynı zamanda "Delikanlı" olunabileceğini göstermiştir. Hadi bakalım; siz tehdit edin, sonra da cesur yürekli Asena ne yapacak takip edin; divan altına mı sinecek yoksa karşınızda yüreklice mücadelesine devam mı edecek. Cesur yürekli Asena'nın sonuna kadar arkasındayız. Bunun nedeni sadece siyasi bir tercih olmayıp bu noktadan sonra artık sana karşı konsolide olmuş yüreklerin simgeleşmiş kahramanı olduğudur.

Ayasofya Camii'nde Atatürk'e kin ve öfke kusma


Ayasofya Siyasal İslamcılar adına simgeleştirilmiş bir mabet haline getirildi ancak bununla da yetinmeyip, orada vaaz veren imamların da Atatürk ve cumhuriyet düşmanı olmalarına özen gösteriliyor sanki. En son orada 28 Mayıs'ta verdiği  vaazda Allah'a seslenip, dua ediyor; "Bu mabed-i şeriften ezan-ı Muhammedî, namaz, her şey yasak olarak müze haline çevrildi. Kitab-i ezelinde buyuruyorsun…Onlardan daha zalim, daha kafir kim olabilir. "işte onun içindir ki; 3 Kasım 2002 itibariyle başlayan zulmün bitmesi, cumhuriyet değer ve kazanımlarına tekrar dönmek ve hakim kılmak için her türlü ideolojik taassubu terk ederek, öyle veya böyle cumhur ittifakı karşıtı her birimiz millet ittifakı çatısı altında bir araya gelmemiz farz olmuştur. Bunu yapmak Türk milleti ve devletinin istikbali için elzem olduğu gibi İslam dininin siyasallaştırılmışlığın tasallutundan kurtarılarak özgürlüğüne kavuşmasına vesile olacaktır.

Nankörlüğe bakar mısınız; çıkıp konuştukları kürsüleri kurumsallaştıran bir insana kafir diyecek kadar alçalanların devlete ve millete ne hayrı olabilir ki. Bunların alayı milli bütünlüğün temeline dökülen kezzap gibiler. Tekrar ediyorum ki; bunların asıl meselesi din de değil, Türk milletine aidiyet konusunda kendilerini eksik gören kripto etnik özürlü eziklerdir. Hadsiz, hudutsuz nankör; kıçını koyup ahkam kestiğin o kürsüyü inşa eden insanın imanını sorgulamak size mi düştü. O'nda öyle bir iman vardı ki; onun bunun, senin gibilerin suiistimaline fırsat vermemek, yüce dinimizi "Korumaya" almak için bir Diyanet İşleri Başkanlığı'nı kuruyor ve beraberinde Kuran-ı Kerim'i de zamanın en itibarlı, itimat edilen din adamına tercüme ettiriyor ki; millet dinini bilmediği bir dilde ezberleyerek değil anlayarak öğrenip tatbik edebilsin diye. Karşınızda sizi dinleyen o birisi var ya; bizler elbette biliyoruz ki ona mesaj vermek için bu nankörlüğe cüret edebiliyorsunuz, kendiniz bir halt değilsiniz, gücünüzü de ondan alıyorsunuz ama şunu da bilin ki; o da sizler de unutmayın; bir sigara misali azar azar tükeniyorsunuz, demokrasinin parmakları arasında ezilip büzülüp tarihin kül tablasında sürdürüleceksiniz.

Finlandiya başbakanı ''İslam ülkesi'' ve dürüst siyaset

Finlandiya polisi, Başbakan Sanna Marin'in başbakanlık konutundaki aylık 300 EUR tutarındaki kahvaltı parasını yasaya aykırı şekilde devletin cebinden ödeyip ödemediğini soruşturuyor. Müslüman bir ülkeyiz ve mevcut yöneticilerimizin yirmi yıldır kazanırken sürekli beslendikleri kesintisiz güç kaynağı İslam inancına rağmen "Finlandiya ülkesinin müslümanlığı"na benzer ne bireysel ne de toplumsal hassasiyete sahibiz. Yukarıdaki haberde geçen konu bize göre "Ne var bunda, alt tarafı koskoca bir başbakan üç kuruşluk kahvaltı yapmış" mertebesinde hoş görülebilecek bir suiistimal olup, o bile kesin değil, şüphe dahilinde. Oysa ki; bu tür arsızlık, hırsızlık ve namussuzluklar bizim toplumunuzda (Hatta buna tüm İslam ülkelerini dahil edebiliriz) kanıksanarak genel kabul gördü. Ben diyorum ki; İslam dini akıl dini olduğuna ve de İmam Maturidi'ye göre hiç bir aracı olmadan insanın aklı ile Allah'ı bulaşabileceğini söylediğine göre...Ve de; Allah her yaptığımız ibadette, hayır ve hasenatta, iyilik ve güzellikte kendi rızasını kazanmamıza özen gösterilmesine dikkat çekiyorsa...Temiz toplum, "Örnek Müslüman"ların kimler oldukları ve nasıl yaşadıklarına dair bilgi edinmek ve sonra da hem kendi nefsimizde, hem de toplum olarak yaşamak için Hac ve Umre ziyareti için ayrılan imkan ve zaman dilimini Finlandiya ve İskandinav ülkelerinin herhangi birisinde geçirmenin daha faydalı olacağını düşünüyorum. Eğer bu gün Hac ve Umre'ye gidip gelen Müslümanların oluşturdukları toplum devleti yönetenler için "Çalıyorlar ama iş de yapıyorlar" gibi hem dinen hem de sağlıklı toplum açısından kabul edilemez hastalıklı bir ön kabulü kanıksamışsak; öyle veya böyle bunun tedavisi için örnek bir toplumun içinde yaşamak gerekir ki; bu da ancak ve ancak Finlandiya gibi ülkelerin "Toplum vicdanı" ile hemhal olup onlarla beraber yaşamakla mümkün olabilir diye düşünüyorum. Muhtemelen bugün her bir Finlandiyalının İslami anlamda tek eksikleri olan Kelime-i şahadeti getirecek olsalar alayımızın Müslümanlığına yüz basarlar, günlük İslam'ı yaşantımıza göre de her birisi ayrı ayrı birer veli olurlar.

S.Soylu'nın katıldığı TV programı
S.Soylu "Keskin, muhalif gazetecilerin huzurunda çıkmaktan çekinmedi" görüntüsü vermek için dün akşamki programa çıktı. Muhabbete girişi çok ilginçti. Solcu değildi, Türk milliyetçisi de değildi ama sanki bir ülkücü bir solcu gibi 1980 öncesi bir mücadele içinde olmuş da yaşadığı riskleri, uğradığı mağduriyetleri anlatır gibiydi. Oysa ki; Adalet Partisi'nin her bir mensubu fikri mücadele içinde değil iktidar mücadelesi içinde olmuşlardır. Dolayısıyla onların terörden mütevelli ölüm riskleri hiç olmamıştır. Sürekli top çevirdi. Gol atma şansı hiç olmadığını bildiği için gelen topları çevirebildiği kadar çevirdi takati bittiği anda da hep taca attı. Hepimizin kendisi hakkında hemfikir olduğumuz güçlü yanını, terörle mücadele başarısını kullanarak topu bu alanın dışına çıkarmamaya çalıştı. Kendisi açısından akıllıca bir yöntemdi. Ne garip; katıldığı programda malum ithamlar ve söylentiler üzerinden kendisini vicdanlarda yeterince aklayamadığı gibi S.Pekeri'in yeni videosuna merakı ve beklentiyi artırdı. Ben olsaydım özellikle Saymaz ve Yanardağ için söylüyorum en azından "Sayın bakan, siz buraya bizlere brifing vermeye gelmediniz. Bizler soru soracağız siz de cevap vereceksiniz ama görünen o ki; brifing şeklinde konuşmanız devam edecek gibi. Biz artık soru sormayı değil sizi dinlemeyi tercih ediyoruz" şeklinde protesto imasında bulunmalarını bekledim.

Düşünce dünyamda revizyona gidince bayağı rahatladım.

Nasıl mı...*Lidere, doktrine, teşkilata sadakat üçlemesi gibi bir afyonu bıraktım.*Devleti kutsamak gibi; bana ne verdiğinin hesabını yapmadan yaşamayı bıraktım.*Özelleştirilmiş, dayatılan "Devlet dini"ni bıraktım.(Elhamdülillah Müslümanım)Neden mi...Sizler hiç "Lider, doktrin, teşkilat" üçlemesi adına bu devleti yönetmeye talip olunduğuna şahit oldunuz mu. O halde dava denen şey ne işe veya kime yarıyor. Sizler hiç yalı, köşk, villa önünden kalkan şehit cenazesi gördünüz mü ya da duydunuz mu. O halde vatan denen şey kimlerinmiş. Sizler hiç diyanet işleri başkanının devleti yönetenlere hitaben İslami kaideler üzerinden bir eleştiri veya tavsiyede bulunduğuna şahit oldunuz mu. O halde din denen şey kimleri bağlıyor. Peki bu mukadderatı kabullendim mi; elbette hayır. Bu coğrafyada milli, dini ve insani tüm değerlerin aslına rücu etmesi için verilen mücadeleye katkı sağlamaya devam edeceğim.


Kılıçdaroğlu ''Cumhurbaşkanı seçildiğimde...'' cümlesini kullanınca cumhur ittifakı niçin sevindi

Kılıçdaroğlu gençlerle yaptığı bir sohbette "Ben cumhurbaşkanı seçildiğimde..." ifadesini kullanınca...
Aman Allah'ım; bu ifadeyi duyan yandaş trol ordusu, gaz sıkışmasından ıstırap çeken insanlar misali hep beraber yellenip öyle rahatladılar ki; sormayın gitsin. Kılıçdaroğlu bu ülkenin sosyolojik gerçeğine o kadar vakıf ki; malum sözlerinden kendilerince bir anlam çıkararak, yellenme rahatlığı yaşayan besleme yandaş trol ordusu boşuna uğraşmasınlar. Onlar bilmelidir ki; gerek Kemal Kılıçdaroğlu gerekse Meral Akşener'in öncelikleri Türkiye cumhuriyeti Devleti ve Türk milletini cumhur ittifakı tasallutundan kurtararak Türk milletinin önünü açıp siyasal İslamcı vesayetin kalıcılığına müsaade etmemektir. Dolaysıyla öncelik, Recep Tayyip Erdoğan'nın tekrar cumhurbaşkanı olmasına mani olacak en rasyonel yol ve yöntemle belirlenecek olan millet ittifakı adayı ile seçime gidilmesi dir. 


Kılıçdaroğlu yukarıdaki ifadesini bu sürece ilişkin strateji gereği kullanmıştır. Her parti lideri potansiyel cumhurbaşkanı adayıdır. Doğal olan, Devlet Bahçeli'nin "Bizim adayımız Recep Tayyip Erdoğan" demesi değil, Kılıçdaroğlu'nun aday olabileceğine dair sergilediği tutum ve davranıştır. Bir önceki seçimden tecrübe sahibi millet ittifakı veya daha doğrusu CHP, o günlerde yandaş besleme trol ordusunun dayattığı Muharrem İnce seçeneğinde olduğu gibi yaratılan algılarla yönlendirilmeyip, millet ittifakının bileşenleri ile en rasyonel kararı verecek, adayını belirleyecektir.
Mehmet Soral

21 Mayıs 2021 Cuma

ÖNCE APO ŞİMDİ DE NATENYAHU İPİNE SARILMAK

Meral Akşener'in Recep Tayyip Erdoğan'ı Netanyahu'nun popülist ve anti demokrat tarafına benzetmesinden onun en aşağılık katil tarafına benzetildiği şeklinde zorlama bir yorumla farklı bir anlam yüklenerek çatışma ve gerilim politikası ile siyasi rant devşirme gayretine gidilmesi...

Günler önce Meral Akşener için programlanmış Rize gezisinin belki de ilk defa A HBR görüntülemesi ile takip ediliyor olması "Meral Akşener İkizdere'ye geliyor durdurun onu, öldürün onu" twit'inin atılması gibi provokasyon ile paralel bir programın devreye sokulmuş olması...
Ve ilk defa Erdoğan'ın Meral Akşener'e doğrudan cevap verme ihtiyacını duyması...
Sonuç;
Recep Tayyip Erdoğan, Meral Akşener'in millet ittifakının cumhurbaşkanı adayı olduğunu artık kabullenmek zorunda kalmıştır. Oysa ki cumhur ittifakı Ekrem İmamoğlu veya Kılıçdaroğlu'nun karşı aday olmasını özellikle istiyorlardı aynen Muharrem İnce'nin daha önceki adaylık sürecinde olduğu gibi.
Rize provokasyonları ve Netanyahu meselesinin arka planındaki niyet; Meral Akşener'in korkulan ama çaresizce kabul edilmiş en güçlü potansiyel cumhurbaşkanı adaylığı gerçeği ile siyasi yarışın başlatılmasıdır. Cumhur ittifakı, yarışı gene yanlış argümanlar üzerinden başlattı aynen Apo'nun himmetine sığınarak kendisine ısmarlama mektup yazdırılıp, HDP seçmeninden oy talep edilmesinde olduğu gibi.

Muhalefetin gittikçe güçlendiği bir süreçte, çaresizlik ve acizlik karşısında ne yapılabileceği arayışı ve telaşı içindeki AKP iktidarı; muhalefetin kullandığı cümleleri başından sonundan keserek suiistimal edilebilecek enstrümanlar arıyor. Bir zamanlar Sisi enstrümanının kullanılmasında olduğu gibi bugün de Netenyahu enstrümanı kullanılarak aynı şey yapılmak istenmektedir.
Şimdi Sisi düşmanlığından Sisi dostluğuna evrilme sürecine geçmek için çaba içerisinde olanların yaşayıp göreceğiz Netenyahu ile nasıl bir muhabbet kuracaklar.

AK PARTİ Denizli milletvekili Cahit Özkan ve ''Üstün Cesaret Ödülü'' meselesi

TBMM'de Muhalefet sözcüleri tarafından Recep Tayyip Erdoğan'ın kendisine verilen "Yahudi Üstün Cesaret Ödülü "nü iade etmesi gerektiği söylenince AKP sözcüsü "Artist" Cahit Özkan, Türk milletinin "Alayının" A HBR'i izlediğinden hareketle, söz konusu ödülün anlamını değiştirmeye kalktı. Bunu hiç ilgi ve alakası olmayan "İkinci dünya savaşında ülkemize sığınan Yahudilere yapılmış yardımlardan dolayı Türk milletine verilen bir teşekkür ödülüdür" açıklaması ile kıvırmaya çalıştı.
Oysa konuya tam vakıf olan "Dışişleri Bakanlığı" baş sorumlusu bakan Mevlut Çavuşoğlu 2015 yılında bu konuyu tamamen farklı bir anlamda, daha doğrusu gerçek anlamında açıklamış, bizler de zaten öyle biliyorduk.
“Amerikan Jewish Congress (AJC) tarafından verilen ‘Profiles in Courage' ödülü Sayın Cumhurbaşkanımızın Başbakanlık görevini deruhte ettiği dönemde, New York'u ziyareti sırasında, Ocak 2004'te ülkemizin demokratik değerlere bağlılığı ve teröre karşı cesur mücadelesi nedeniyle kendilerine takdim edilmiştir. Nitekim ödül töreni Kasım 2003'te İstanbul'da yabancı bir banka şubesine ve iki sinagoga yapılan saldırılardan kısa bir süre sonra düzenlenmiştir" demiş.
Cahit Özkan biz A HBR'i izleyenler değiliz ki; aklınıza her geleni beynimize monte edebilesiniz. Okuyoruz, yazıyoruz, düşünüyoruz sonra da muhakeme yapıp hüküm veriyoruz.
Senin o güzel anlamlar atfettiğin değerler üzerine kurulmuş olan "500. Türk Musevileri Vakfı"nın amaç ve ilkelerini ABD'de Recep Tayyip Erdoğan'ın şahsına verilen ödülün anlamı üzerine kopyalayamazsınız. Bunun böyle olamayacağını kendi bakanınız Mevlut Çavuşoğlu söylemiş.

Yeni kurulan partiler ''Muhalefete muhalefet'' için mi kuruluyorlar

Ümit Özdağ parti kurmaya çalışıyor, kendisi ve etrafı parti tanıtımını İYİ PARTİ'ye muhalefet olma üzerinden yapıyor...
Muharrem İnce parti kurdu, onlar da kendi tanıtımlarını CHP'ye muhalif olma üzerinden yapıyorlar.
Bu partiler niçin kuruldu; yirmi yıl kötü yönetilmiş Türkiye'nin yönetimine mevcut partilerin alternatif olabileceklerine inanmadıkları için değil mi...
"Muhalefete muhalefet "in iktidara yarayacağı aşikar değil mi. Peki öyleyse, yapılmak istenen nedir; cumhur ittifakına bilinçli olsa da, olmasa da aparat olmak değil mi.
Birisi bana zamanın birinde, muhtemelen son derece absürt bir konuşmamdan dolayı "Olum çuvalı ağzından açacaksın altından değil" demişti.
Muharrem İnce ve Ümit Özdağ siyasetin çuvalını ağzından değil altından açmak gibi işe tersten başladılar; aşağıya inen merdivenden yukarıya çıkmaya çalışıyorlar ki; artık ne kadar başarılı olurlarsa.
Bu arada cumhur ittifakı trollerinden bu iki isime büyük destek var.

Devlet ciddiyetini ayaklar altına almak

Yirmi yıldır süregelen tüm gayri organize unsurlarla hemhal olma hali (Buna PKK, fetö da dahil) devlet ciddiyeti denen; her ferdine güç, kuvvet ve güven veren, düşmana ise korku salan unsur yerle yeksan edildi.
Bu ülkede her sabah kalktığımızda devlet iradesi adına hükümet edenler de dahil olmak üzere her kafadan o kadar çok ses çıkıyor ki; devletimin ne dediğini bir başka gayri resmi güç odağının veya sivil toplum yapılanmasının söyledikleriyle doğrulama ihtiyacı duyuyoruz.
Mesela "Hükümet edenler fetö ile yeni bir süreç başlattı" denecek olsa, içimizden kaç kişi "Olamaz öyle bir şey, mümkün değil" diyebiliriz. Şahsen siyasi otoritenin, muktedirliğini kaybetmemek uğruna "Böyle bir teklifi şiddetle ret eder" diyemiyorum. Hiç bir şekilde haksızlık yaptığımı düşünmeyin, zira oluşturdukları yirmi yıllık algının bende yarattığı zan budur.
Kendi itirafları değil mi; "Ordu vesayetine karşı fetö ile işbirliği yapıp, kumpas kurduk" diyen. Buradan kendileri için masumiyet çıkarmak zorlama bir ahmaklık olmaz mı. Hadi diyelim ki tehdit, şantaj, ürkütme, yıldırma ile başardınız; tarihin kamerası kayıt ediyor sonra da bu kayıtlar şahitlik yapacak, ona ne diyeceksiniz.

Habertük TV'de aşağılanan kim istifa edenler kim

Habertürk TV'de Ebru Baki'ye yapılan aşağılamayı kınayarak mesai arkadaşına sahip çıkmak adına muhataplarını özür dilemeye davet ettikleri için istifaya zorlanan ve istifa eden Bülent Aydemir ve Kürşat Oğuz işlerinden oldular ama Ebru Baki hala pişkince işine devam ediyor.
Yıllar önce iş yerimde selefine sahip çıkmak isteyen müdürümün satışına geldim, işimizle ilgili teftişe yansıyan bir konuda sorguya alınmıştım.
Olup bitenleri takip eden, hala aile dostum olan mesai arkadaşım ise kendisinden bir talepte bulunulmamış olmasına rağmen toplantı halindeki teftiş sorgulamama "Dalarak", "Bu olaya ben de vakıfım. Arkadaşım hiç bir şekilde sorumlu olmadığı gibi sorunun halledilmesi için her türlü çabasına da şahidim"
diyerek büyük bir jestle doğruluk ve dürüstlük adına tavrını ortaya koymuştu.
Ebru Baki hala "Sırıtarak" günlük programına devam edince, anında sevgili arkadaşımın o güzel davranışını hatırladım.

Filistin denince aklıma...

Siyasal İslam işte tam da budur; zulüm gören Doğu Türkistanlı Müslüman Türkler olunca ne sela ne sitem, Filistinli olunca hem sela hem sitem hem de gözyaşı...
Bu ayrım elbette ne İslami, ne de imani; tamamen ve tamamen siyasi dir.
Zülüm dünyanın nefesinde olursa olsun; yapan da yaptıranda suçludur ve zalimdir. Kahrolsun Hitler'i "Aklamaya" çalışan İsrail'e, kahrolsun onu rahminde peydahlayan ABD'ye ve kahrolsun BOP projesi ve...
Zulme uğrayan her bir Arap'ın yanındayım ama hiç bir Arap devletinin yanında değilim. Her zaman batının emperyalist leş kargalarını kendi muktedirliklerinin devamı için milletinin kanına ve canına çağırmak gibi coğrafyanın hem insanına hem de nimetlerine ihanet etmişlerdir.
Onlar üzerinden tanımlanmış bir İslam algısının yansımaları yüzünden Müslüman Türk milletinin İslam medeniyetine sağladığı değer ve kazanımlar gölgelenmiş, unutulmuş aksine bizler de hissemize düşeni alıp onlarla aynileşerek hiç de hak etmediğimiz ortak bir kadere doğru sürükleniyoruz, doğrusu bu durum beni çok endişelendiriyor.
Sınır ötesi harekatlarımız konusunda bir tek Arap devleti yanımızda oldu mu. Kaç tane Arap ülkesi Doğru Türkistan'ın nerede olduğu biliyor. Hangi Arap ülkesi Hocalı katliamını bilir veya kaç tanesi Azerbaycan'ın verdiği mücadeleden haberdar dır.
İsrail zulmü ve sergilenen vahşet karşısında insanlık adına uluslararası diplomasiyi devreye sokmak için asil Türk milleti olarak elimizden geleni yapalım ama artık siyasal İslamcı vesayeti hakim kılmak adına heba ettiğimiz itibarımızdan geriye ne kaldıysa.

Kripto paradan dolandırılmışlar bize ne.

Bırakın kumarda kaybedenlerin derdi ile dertlenmeyi; hakkı, hukuku, emeği gasp edilenler için ne yapılabilir onu düşünelim. Millet %30'lara varan enflasyonla dolandırılmışken birileri doymak bilmeyen hırsları ile sele kapılmışlar kime ne.
Emeğin değerini, helalin hikmetini ortadan kaldırıp kolay yoldan zengin olma hevesinin neden olduğu mağduriyet bizlerin değil muhataplarının derdi olsun.
Neymiş;
Vereceksin bir buzağı seneye alacaksın dokuz buzağı öyle mi, nah alırsın. Aslanım sen önce "Kendi mantığını dolandırıyorsun" sonra da başkaları seni dolandırıyor çok mu.
Yine, alacaksın üç kuruşluk kripto para sonra gelecek son model araba. Hukuken varlıkları tescil edilmiş değerler olup, hangi devlet/devletlerin hazinelerinin teminatı altındadır bu paralar.
Birileri hayallerinde karşılıklı birbirlerine yumurta alıp satıyorlar. Gün sonunda bir tek yumurta ile başlayan ticaret beş yüz yumurtaya kadar çıkıyor. Sonra üç tane yumurta kırıp yiyelim diyorlar ama ortada ne kafes, ne tavuk, ne de yumurta var.
Benim dışarıdan bir gözlemle kripto para denen şeyden anladığım budur. Bu işin mantıklı ve makul zemine oturan meşruiyeti söz konusu ise onu da öğrenmek isterim.
Mehmet Soral