2 Mayıs 2020 Cumartesi

DARBE YAYGARASI

Gene darbe yaygarası ve üzerinden mağduriyet yaratma
"Saray rejiminin sonu geldi" sözünden; "Hava kapalı, herhalde yağmur yağacak" anlamını kadar absürt bir alınganlıktır; darbe çığırtkanlığı yapıldığı yaygarasını koparmak.
Hangi güçle darbe yapılacak Allah aşkına. Eğer halihazırda sizi kandıranlar olup; ellerinizle besleyip aynı zamanda devlete yerleştirmekte olduğunuz birileri yoksa; sizin kontrolünüz dışında, dışarıda kalmış hangi kamu otoritesi veya takipsiz bıraktığınız hangi sivil toplum örgütü var ki; darbeyi düşünsünler veya birilerine alet olabilsinler.
Bugünkü olağanüstü sağlık şartlarında bile belediyelerin en makul ve masumane yardım toplama çabalarından işkillenerek; "Bunlar güçlenir, sonra başımıza otorite kesilirler" tehdidini algılamanız bile iktidarınızın bekasını her şeyin üstünde tuttuğunuza dair bir göstere değil mi. Yani nerede açık bıraktınız ki; şeytan gelip zihinlere tebelleş olsun.
Hangi ahmak veya ahmaklar iktidarınıza karşı olağanüstülükler düşünebilir ki. Muhalefet daha dün İstanbul'da 800 bin oy farkını çakmadı mı. Yarın seçim olsa bunun devamında Türkiye genelinde 8 milyon oy farkını çakma ihtimali varken muhalefet bu algı tuzağınıza ne diye düşsün ki. Siz en yakın zamanda olabilecek bir seçimin güvenliğini sağlayın, gölge etmeyin yeter.
Vallahi ben muhalif birisi olarak hiç bir şekilde olağanüstü dayatmalarla AKP'nin iktidardan gitmesini istemediğim gibi bunu zorlayacak olanlara da "Hadi oradan" derim.
Yok öyle; sandıkta hesabını görüp, keyfini çıkarmak varken; asla...
Olmayacak şeylerin dedikodusunu yaparak mağduriyet zemini oluşturup buradan da siyasi rant elde etmek AKP'nin öteden beri süregelen genel huyu, bunu biliyoruz artık. Bu tezgaha gelmemek için muhalefetin uyanık olması lazım.

Yalan haber ve kumpas üzerine
Yalan haber ve kumpas alışkanlığına her ne kadar sadece fetö ayağından bakılsa da; önce fetö desteği ile siyasi güç sonra yine fetö yapılanması ile muktedir olan AKP'nin fetö ile beraber yaptıkları algı operasyonları ile yaygın hale gelmiştir. Bir siyasi parti düşünün; "Yalanın ve kumpasın savcısı" olmak gibi ayıplı bir geçmişi var.
Yalan haber her zaman basında yer almıştır. 1970-90'li yıllarda çok az aksama ile de olsa sürekli gazete okuru olmuşumdur. Hatırlamaya çalışıyorum; bir dedikodu duyduğumuzda doğru veya yanlışlığını "Olur mu canım, gazeteler yazdı" diyerek ikna eder veya ikna olurduk.
Yalan ile gerçek arasında siyasette ayırt edici hiç bir unsur kalmamıştır. Gerçek ne olursa olsun; artık herkesin gerçeği kendi siyasi bakışının verdiği hüküm oluyor maalesef. Bu güvensizliğin ve itibarsızlığın müsebbibi siyasetin beslediği gazeteciler ile her gazetecinin arkasında olduğu siyasi partilerdedir.
Mesela hangimizin aklından Fikret Bila'nın yazdıklarından şüphe etmek geçer. Aynı siyasi görüşe sahip olmamamıza rağmen "Gazeteci namusu" na sahip birisi olarak görüyor, takdir ediyorum.

İBB'nin bastırdığı kitaptaki resmi nasıl okumalıyız
Şimdi İBB'nin bastırdığı resmin olduğu orjinal kitapta, resimlerdeki karakterlerin hangi inanca mensup olduğuna dair bir not düşülmemiş.
Görüldüğü gibi resimde murad edilen; din ve vicdan özgürlüğüne vurgudur. Yani inançların birbirine karşı tahammülü; bunun da demokrasinin olduğu ülkelerde demokratik yaşam biçiminin benimsenmesi ile mümkün olabileceği resme dilmek iştenmiş.
Alçaklar öyle bir şey yaptılar ki; kendi akıllarından geçen kalleşçe düşünceyi İBB'ye karşı kumpasa çevirerek "İmamoğlu Aleviliği ayrı bir din olarak gösterdi" dediler.
Ama İslam inancına göre en aşağılık sıfatla isimlendirilmiş münafık bu güruh gibi Aleviliği ayrı bir din olarak gören Alevilerin kendi içinde de az da olsa bir grup var. Benim tahminim bunlar "Alevi Kürtler" görünümünde kripto Ermeniler olabilirler.
İşte Müslüman görünümlü münafıkların bu şeytani planlarına, kumpaslarına şahit olan yeni nesil de "Allah var, peygamber yok" diyen Deizm'e kayıyorlar.
Bu konuda olup bitenlere bir de şöyle okuyabiliriz
Eğer Mansur Yavaş'a saldırmak için bahane bulamayan AKP ve trolleri Ekrem İmamoğlu'na her gün saldırabiliyorsa; bunun nedeni biraz da Ekrem İmamoğlu'nun kendinden kaynaklı olsa gerek.
Ekrem İmamoğlu'nun danışmanlarını gözden geçirmesi gerekiyor. İsimleri bilmiyorum. Mesela din ve vicdan özgürlüğü, hizmet alanı olarak belediyeyi ne kadar doğrudan ilgilendirir ki. O işi mensup olduğu siyasi partiye bırakması lazım dır.
İBB'nin hazırlamış olduğu kitapta "Din ve vicdan özgürlüğü" başlığı altındaki kısıma o resmi koymayı kim akıl etmişse Ekrem İmamoğlu'nu mayınlı alana o itmiştir; aynen HDP'li belediye başkanlarının görevden alınmalarından sonra kendilerini ziyaret etmesinde olduğu gibi. O ziyaret millet ittifakının İstanbul Belediye bakanına değil, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'a hem düşer hem de yakışırdı.
Oysa ki; akıllı bir danışmanın Ekrem İmamoğlu'na en önemli uyarısı "Ekrem Bey aman dikkat. Ne yap et, sakına sakın din mevzusuna girme. Adamların en büyük kesintisiz güç kaynağı din olup, onları 18 yıldır ayakta tutan en büyük argüman dır." şeklinde olmalıydı.
Tekrar ediyorum; Ekrem İmamoğlu, o kitabın basılması ve malum resmin içine konma düşüncesinin evvelini ve sonrasını iyi incelemelidir. Öyle ya; resimdeki o pos bıyıklı, foterli amca niçin Kaldani, Zerdüşt, Süryani, Yezidi görülmeyip de Alevi olarak görülmüştür. Dışarıdan kumanda edilip, içeride gereği düşünülen bir durum mu söz konusu acaba.
Siyaset yapmayı partisine bırakmalı ve hizmete odaklanmalıdır. Aksi durumda her gününü şeytan taşlamakla geçirecektir.

İsmail Türüt niçin manevra yaptı
İsmail Türüt yandaş bir kanala bağlanarak "Bugün İktidarda CHP olsaydı Corona ile mücadelede milletin yarısı ölürdü" demiş.
Demek oluyor ki herkesin bir noktaya kadar dayanma gücü varmış. Hele ki bu ülkede muhalif olan sanatçıların ekmek parası kazanması imkanı hiç kalmamışken.
İsmail Türüt bu noktaya gelmişse şayet; memleketin hali çok vahim demektir. Hiç de garip gelmedi. AKP'nin devletin yönetilmesinde ne iyiye gitti ki; İsmail Türüt muhalif olmaktan vaz geçmiş olsun. AKP'nin en takdir edilen dönemlerinde muhalif olan bir insanın bugün yandaş olmasının izah edilebilir bir tarafı yoktur. Ben burada dönekliği değil çaresizliği görüyorum. İsmail Türüt teslim oldu.
Adamın sesini unutturdular bize; aynen rahmetli Ozan Arif ve diğerlerinde olduğu gibi.
İsmail Türüt sadece kendi gerçeği üzerinden değil, karşı tarafın da sevişme usulüne göre hareket etmiş, nihayetinde zeki bir insan.
Aferin ona. AKP'yi kimler kandırmadı ki; keşke diğer kandıranlar en az İsmail Türüt kadar olsalardı.

Arkamdan konuşacak olanlardan
bir isteğim var


Bir an için; Türk-İslam öğretisi üzerine donanımla yetişmiş tüm Türk milliyetçilerinin AKP ve onun lideri Recep Tayyip Erdoğan'nın her türlü siyasi atraksiyonlarına amade olmuş, sorgusuz sualsiz bir teslimiyet içinde olduğumuzu düşündüğümüzde; vahametin ürpertisini içimde hissediyorum.
Neden mi...
Az bir kısmımızın desteğini alan Erdoğan; cumhuriyetimizin çalışan parlamentosunu devre dışı bırakarak meclis iradesini kendi uhdesinde toplayarak tek adamlı rejime geçmeyi sağlamıştır. Gerekli önlem alınmazsa devamında ülkemizde federatif yapılanma gerçekleşecek. Buna bağlı, doğal olarak da; özerklik, anadilde eğitim vb...gelecektir.
Ben bu vebalin değirmenine elhamdülillah zerre miskal su taşımadığım gibi verilen karşı siyasi mücadelenin içinde oldum.
Ondandır ki; öldükten sonra hakkımda yapılacak konuşmalarda söylenecek çok şey olabilir; iyi babaydı, iyi evlattı, iyi eşti, iyi dostu falan, filan ...
Ama ben gene de "Mehmet Soral, azatlığı kabul etmeyen, iflah olmaz biatcı köle düşünce sistemine reddiyesini ortaya koymuş bir insandı" sözlerini duymak isterim.
soralmehmet@gmail.com

YAŞANANLARI BİRLEŞTİRDİM VE...

İnsan ancak düşününce olup bitenleri anlayabiliyor
Biz bugünkü "Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi"ne nasıl gelmiştik. 7 Haziran 2015 seçimlerinden hemen sonra Erdoğan ve AKP'nin bile gündeminden düşürdüğü başkanlık sistemini; daha önce şiddetle karşı çikan Devlet Bahçeli gündeme taşımasıyla geldik. Gerekçe olarak da ileri sürdüğü argüman; Recep Tayyip Erdoğan'nın anayasa ve kanunlarda karşılığı olmayan bir "Başkan" gibi fiili icraatlarda bulunarak görev alanı dışına çıkıyor olmasıydı.
Oysa Devlet Bahçeli bir muhalefet partisi lideri olarak cumhurbaşkanını anayasal çizgiye davet etmesi gerekirken, tam aksine anayasamızın yaratılan fiili duruma uygun hale getirilmesini kendisine misyon edindi ve nihayetinde başarılı da olmuştur. Bu edindiği misyonu Türk milliyetçilerinin kabul etmediğini fark edince de ne yapıp edip MHP'de olağanüstü kongre taleplerine AKP hükumetini de arkasına alarak mani olmuştur. Çünkü çok iyi biliyordu ki; eğer MHP'de genel başkan değişirse Türk milliyetçisi MHP milletvekilleri yeni sistem için referanduma gidilmesi oylamasına destek vermeyeceklerdi.
Türk milliyetçileri Devlet Bahçeli'nin bu garip gelgitlerle dolu yaşadığı ve yaşattığı siyasi süreçleri tekrar tekrar tahlil etmek durumundadırlar. Siyasi olayları tetikleyen kişi ve unsurlar ile varılan sonuçlar arasında kesinlikle bir bağın olduğu hiç bir zaman gözardı edilmemelidir.
Devlet Bahçeli daha önce Erdoğan başkanlık sistemine geçilmesini isterken "Senden başkan olmaz, sen tek adam olmak istiyorsun" diyen birisi olarak 7 Haziran seçimleri sonrası pekala bir koalisyon hükumeti kurulmasını sağlayabilirdi. Ne oldu da karşı olduğu başkanlık sistemine yol açmak için erken seçimi talep etmiştir. AKP ilk defa uzun yıllar sonra mecliste azınlığa düşmüştü. Niçin AKP'yi düştüğü yerden kaldırma ihtiyacı duymuştur.
Bugün de cumhur ittifakı tarafından yerel yönetimlerle ilgili yeni bir yasal düzenleme sürecinin içine doğru çekildiğimizi düşünüyorum.
Devlet Bahçeli her an için; bugünlerde olduğu gibi yerel yönetimlerin AKP hükumeti tarafından çalıştırılmamasına yönelik gayri hukuki fiili durumların hukuki olması için "Yerel yönetimler merkezi hükumetin takdiri ile atananlar tarafından yönetilir" şeklinde bir düzenleme talep edebilir.
Nitekim aynı Devlet Bahçeli 57. hükumet zamanında bunun alt yapısının yapılması için öncü olmuştu. Böyle bir yapılanmaya cevaz verecek olan "İkiz yasalar"ın komisyonlardan geçirilmesini sağlayarak meclis gündemine getirip, pası yeni kurulup iktidar olan AKP'ye vererek anayasal düzenlemesi sağlanıp, meclisten geçirilerek Türk milletine çok güzel bir golün atılmasını sağlamıştır.
İşte bundan dolayıdır ki; özellikle muhalefet partilerine ait yerel yönetimler üzerinden; belki de yukarıda anlatmaya çalıştığım kasti ihtilaflarla(Belediyelerin yardım toplamasını engelleme gibi) fiili durumlar yaratılıp meşru bir zemin oluşturmak isteniyor olabilir.
Yaşanmış tecrübelere binaen diyebilirim ki; merkezi hükumet tarafından atanmış belediye başkanları ile meşruiyetini "İkiz yasalar"ın kabulünden alan federatif yapılanmaya doğru giden bir sürecin içindeymişiz gibi bir his içindeyim. Nitekim 2018 yılında Ravza Kavakçı başkanlığında AKP'li bir ekip Almanya'da "Federatif yapı" üzerine bir araştırma yapıp ülkeye döndüklerinde; cumhur ittifakı ortağı MHP kurumsal varlığının temellendiği; ülke bütünlüğü adına "Böyle bir araştırmaya niçin ihtiyaç duyuldu" gibi olması gereken doğal bir refleksi göstermemiştir.
Ben gene de Devlet Bahçeli'nin siyasi tutum ve davranışlarının takip edilmesinin Erdoğan'dan daha önemli olduğunu düşünüyorum. Bunu elbette yaptıklarını, ettiklerini ve düşündüklerini takdir ediyor, güveniyor anlamında söylemiyorum.

Türk Tarih Kurumu Başkanlığına Ensar'dan yapılan atama
"Özgür Düşünceli Demokrat Türk milliyetçisi" birisi olarak kanaatimi açıklıyorum; Türk Tarih Kurumu başkanlığına atanan "Ensar Vakfı" mensubu kişi Balgat ve avenesinin Türk milletine armağanı olmuştur.
Yazıklar olsun. Cumhur ittifakının kayıtsız şartsız tüm vebaline ortak olan cumhur ittifakının ortağı Balgat ve avenesi Türk Tarih Kurumu Başkanının dahi Türk milliyetçisi birisinin olmasını talep edemediler. Peki siz neyinizle varsınız Allah aşkına. Hizmet için asla; işiniz AKP lehine parmak kandırmak öyle mi.
Birileri Türk milliyetçilerinin belli makamlara gelmelerinden korkabilirler ya siz neden çekiniyorsunuz. Türk Tarih Kurumu başkanlığına önerebileceğiniz bir tek Türk milliyetçisi isim aklınıza gelmedi mi. Sizi buna mecbur eden hangi mahkumiyet dir; söyler misiniz.
Not: Özellikle MHP deniyorum, zira; MHP'nin kurumsal iradesinin gasp edildiğini, dolayısıyla da "Balgat ve avanesi" ifadesini kullanmayı tercih ediyorum.

Bir hatıra üzerine
Sanırım 1997 yılıydı. Büyük bir heyecanla mahallemizin tabiri caizse göbeği denilen yerde, boğaza nazır güzel bir MHP(Küplüce Boğaz Bölge) teşkilatını kurmuştuk.
İnanmışlık ve adanmışlık had safhada. Siyasi parti teşkilatından ziyade bir eğitim yuvasıydı sanki. Özel bir bankada çalışıyordum. Her iş çıkışta eve değil heyecanla teşkilata gidiyordum. Saatlerce teşkilata takıldıktan sonra ancak eve gidiyorduk. Sadece ben değil tüm arkadaşlar aynı heyecanı hep beraber yaşıyorduk.
Planlı ve programlı eğitm ve seminerler düzenleyelim istedik. 12 yaşından 17 yaşına kadar gençlerin anne babaları bizatihi çocuklarının ellerinden tutup kursa getiriyorlarmış gibi bize teslim ederlerdi.
Eğitim ve seminer programı için isim ararken; birileri Çekmeköy'de Türk milliyetçisi Of'lu bir hocanın olduğunu, güzel sohbetler verdiğini söylediler. Hocamız yurt dışında bulunmuş olup, Türk federasyonunda verdiği sohbetlerden tanınıyor.
Hocamız henüz seminerlerine başlamadan önce başkanımız teşkilat içinde küfürlü konuşan her kim olursa; belli bir miktarda parayı marangoza yaptırdığımız "Ceza sandığı"na atacağımızın duyurusunu yaptı. Bu arada her birimiz ağzımızdan çıkabilecek sözlerin takipçisi olduk. Birisi yakalandığı an caza sandığı bulunduğu yerden iligili kişinin hemen önüne konurdu.
Hocamızı haftanın belli günü gidip evinden alıyor, seminer bitince de evine bırakıyorduk. Sanırım bileri bize hocamızın sohbetin heyecanına kapıldığında artık ağzından Allah ne verdiyse.... Kendisine teşkilat içinde küfürlü konuşmanın cezası olduğunu hatırlattık.
Hoca bu usulümüzü beğendi, takdir etti. Neyse muhabbete başlar başlamaz ilk küfür geldi. Hemen anında;
-Hocam etti bir
-Tamam uşaklar
-Hocam etti iki
-Tamam uşaklar
-Hocam etti üç
...
Hoca ilk sohbette yüklü bir ceza ödedi. Bir sonraki hafta yine seminer var ve hocamızı aldık getirdik. Hoca sohbette tam başlayacak;
-Uşaklar keturun pakayum sanduğu. Bakun peşun peşun atayum peş lira. Penum sözumu kesmayun temam mu.😊
Sevgili hocamız yaşıyorsa Allah selamet versin, vefat ettiyse de rahmetiyle muamele etsin inşallah.
Daha sonra ne mi oldu; inanmışlığımız ve adanmışlığımız birilerinin muktedirliği için madara edilince, her şeyimiz yerle yeksan oldu, bizler ise bu güzel anılarımızla baş başa kaldık.

TBMM'nin başkanının 23 Nisan mesajı üzerine 
Devleti değiştirme ve dönüştürme süreci doludizgin devam ediyor. Özellikle bu cür'et 15 Temmuz ihanet sürecinden sonra dozajını artırarak devam ediyorsa; 15 Temmuz'u tekrar gözden geçirip sorgulamamız gerekir diye düşünüyorum.
Tek adamın iradesine bağlı olarak görev yapan meclis başkanı ne demiş; "İsteyen liderlerin ve vekillerin meclise gelmesi kendi takdiridir". Bunu coronavirüs
Oysa ki şunu demesini beklerdik; "Ne şart altında olursa olsunlar; TBMM'nin açılışının 100. yıl dönümünde herhangi bir liderin özel oturuma katılmamak gibi behbatlığına ve ihanetine şahit olursak; kendilerini Türk milletinin vicdanına havale ederiz"
Sanki "Meclis özel oturumuna katılmayacak olursanız hiç de yadırgamayız, gayet doğal karşılarız, hatta memnun bile oluruz" der gibi bir mesaj olmuş.

İftar sofrası mı israf sofrası mı
Aman Allah'ım neydi o israflar. Gırtlağına basılan esnaflar her akşam bir başka sokakta belediye adına iftar sofraları kurar, iktidar partisi de gelip show'lar yapardı.
Bu iş öyle zıvanadan çıkmıştı ki; her sivil toplum örgütü ve partiler konforlu otellerde iftar yemeği vermeyi zorunluluk haline getirmişti.
Ne oldu şimdi. Bu insafsız ve iz'ansız israfı geleneksel hale getirenlerin önüne Coronavirüs denen bir "Kahraman" çıktı Allah'ın sopası olup bunların kafalarına tek tek indi.
Coronavirüs sana teşekkür ederim ama sen gene de bizden uzak dur.

Cankurtaranlarımız ne oldu peki
Ambulansı sen getirdin de; bizler senden önce öküz arabası ile mi hastanelere gidiyorduk.

Senin sayende bizler neler gördük, neler yaşadık. Her birimiz anamızın karnında dokuz ayımızı tamamladık ama inat ettik dünyaya teşrif etmedik; sen geleceksin diye.
Ya gelmeseydin; maazallah
anamızın karnında ur olup kalacaktık.
soralmehmet@gmail.com