22 Kasım 2020 Pazar

''YARGI VE EKONOMİDE REFORM'' NEDEN BUGÜN

Nereden çıktı bu ''Yargıda ve ekonomide reform'' ihtiyacı
Niçin şimdi medeni alemin dikkatini çekmek, AB kriterlerine vurgu yapmak ve beraberinde ekonomi ve yargı reformunu dillendirmeye ihtiyaç duydunuz. Çünkü aklıselimin nihai varacağı yer, kabul edeceği gerçek bu da ondan.
Aslında bu değerlere inandığınızdan değil, siyasi akıbetinizden korktuğunuz için böyle bir atraksiyon geliştirmeye ihtiyaç duydunuz. Yarattığınız suni algılar üzerinden attığınız nutuklarla toplumu oraya buraya sürüklemek hatta reyini de almak mümkün olabiliyor ama gördünüz ki aynı nutukların insanların açlığına çare, boş arazilerine tohum, traktörlerine mazot olmuyor.
İktidarınız boyunca, hatta sonradan size eklemlenen küçük ortağınız da dahil uzun bir süre devletin kurucu değerleri üzerine yaptığınız hatalar sürekli hatırlatıldı ancak cumhuriyet değer ve kazanımlarına karşı intikam alma hırsınız zihninizi öylesine esir almıştı ki; bu işi kolaylaştırmak için rahminizde cumhuriyet tarihinin en aşağılık sinsi yapılanmasına taşıyıcı anne oldunuz. Ve, peydahladığınız bu gücün size sağladığı menfaatlerle muktedirliğinizin gücü o kadar artmış ve bundan da öyle bir haz alıp kendinizden geçmiştiniz ki; "Mevla'm verdikçe veriyor" bile demiştiniz.
Haz duygusunun şiddeti o kadar yüksek olabilir ki; insanın aklını başından alır, itiraflarda bile bulundurabilir. Aslında o yaşanan haz, fetö'yü devlete yerleştirmiş olmanın yaşattığı bir hazdı. Bu anlamda defalarca itiraflarda bulundunuz ama hani şimdi hatırlama ihtiyacı duyduğunuz o AB kriterleri, insan hak ve özgürlükleri var ya; o haklarımızı yerle yeksan ettiğiniz için muhalifliğimizi yeterince gösteremedik. Ya kendi işimiz gücümüz veya memur olan evlatlarımız, torunlarımız üzerinden sürekli tehdidinizi hissettik. Bir zaman sonra kendi rahminizde yetiştirdiğiniz canavarla bile biz muhalifleri tehdit etme insafsızlığına yeltendiniz.
Bu ihanet örgütünün size kazandırdığı güç ile cumhuriyet değer ve kazanımları üzerine oturmuş vesayeti tamamen kaldırarak kendi vesayetinizi hakim kıldınız. Öyle bir vesayet oturtmuş ve bundan da öyle bir güç alıyordunuz ki; Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kurucu başbuğu Mustafa Kemal Atatürk'ü ve özellikle de annesini alçakça aşağılayıcı ifadeleri kullanmış, bu düşünceleri üzerine kitaplar yazmış ve nihayetinde "Keşke Yunan galip gelseydi" diyerek Allah ile yüzleşmeye giden birisini devlet protokolü ile hastanede ziyaret bile ettiniz. Sanırım bu ziyaretiniz ile vesayetinizin gücünü hissettirmek, göstermek istemiştiniz. Adeta "Bu cüret 'imiz, bundan sonra yapacaklarımızın teminatıdır" demek istiyordunuz.
İnsan hak ve özgürlüklerini, AB kriterlerini ve medeni alemin asgari müştereklerini referans almayan, hatta bu değerleri talep etme mücadelesini dahi batının ülkemize bir oyunu olarak gören vesayetinizin devam etme şansının kalmadığını anlamış olmanız, bu değerlerin kıymetine vakıf olmanızdan değil, iktidarınızın elden çıkacağı gerçeğinden dır.
Ve de en önemlisi; kendi iç sorunlarını, kurduğunuz kumpaslara entegre ederek bitirmeye çalıştığınız İYİ PARTİ'nin hesabını kitabını yapamadığınız inanmış ve adanmışlığı ile siyasi arenadaki varlığıdır.
İYİ PARTİ'de kim oymuş, kim buymuş; kimler ne kadar milliyetçiymiş, kimler nerede, hangi toplantıya katılmış umurunda bile değil; 18 yıllık siyasal İslamcı (lütfen cümlemi suiistimal etmeyin, imani değil siyasal diyorum) vesayeti yerinden oynatmanın hazzını yaşamak varken.

Delinin birisi kuyuya bir taş atmış...
Düşünebiliyor musunuz; muhterem, Dolmabahçe görüşmeleri, Habur'da çadır mahkemelerini kurma, PKK'ya selam durup hendek kazmalarını izleme, PYD'de yardıma giden Barzani peşmergelerine lahmacun ısmarlama, Diyarbakır meydanında Apo'ya selam gönderme, akil'leri ülkenin dört bir yanına salarak, Kürtlerin duygularını suiistimal edip, oylarını devşirmek için cumhuriyet değer ve kazanımlarına hakaret ettirmeler...
Vallahi yoruldum, daha sayamayacağım.
Ancak devlet adına yapılan bütün bu zafiyet ve teslimiyetlerin Türk devletine ödettiği bedellerin müsebbibi olan muhteremin, sözde 4 partiye isnat edilen anayasa görüşmelerinden ciddi bir risk çıkararak trolleri ile ısrarla gündemde tutma gayretlerinin nedeni; yaşamakta oldukları endişenin siyasi arenaya yansıması dır. O da, İYİ PARTİ'nin yükselen değerinin neden olacağı siyasi sonuçlarının 18 yıllık AKP iktidarını bir ANAP akıbeti ile sona erdirecek olması dır.
Bu işi öyle boyutlara taşıdılar ki; kurguladıkları süreç adeta şantajlarla devam ediyor. Sanki bu dört parti darbe yapmak üzereyken "Adem" kardeş durumu fark edip devlete haber vermiş. Öyle bir heyecanlı anlatışı var ki; sürecin kahramanı olma hevesinde. Aslında içinde sakladığı ama bir türlü dindiremediği öfkesinin intikamı almanın peşinde.
Adama sormazlar mı; hangi iyi partili bir ahmak anayasasının ilk üç maddesinin değiştirilmesini kabul edecek ve bu kabulünü seçmenine ve Türk milletine anlatabilecektir. Bunu yapabilecek bir tane iyi partili yetkili, aynı zamanda ahmak birisi çıkmaz ama bu algı operasyonlarını iyi parti seçmenine ve Türk milletine yutturacaklarını sanan ahmaklar silsilesi oldukça fazla.
Kim takar Kabaoğlu'nun elindeki raporu. Zamanında Türk milliyetçisi birisi elindeki benzer bir raporu başında paralayarak yırtıp atmıştı. Anlaşılan o ki; gene o yırtıkları derleyip, toparlayıp yapıştırmış ve gündeme getirmiş. Biz iyi partili Türk milliyetçileri o raporu gene yırtar kafasına çalmasını biliriz. Bu hassasiyetlerimiz var diye üzerinden partimize operasyon çekilmesine de fırsat vermeyiz bilesiniz.
Ama kanaatim o ki bu malum toplantı ve rapor olayında, Kabaoğlu'nun etki ve algı ajanlığı ile öyle bir organizasyonu söz konusu ki; taraftar başka amaçlarla bir araya gelmişler ama "Alınan görüntü" kendilerinin bilmediği ancak Kabaoğlu'nun bildiği bir niyete monta edilerek kamuoyuna sunulmuştur.
Zaten Kabaoğlu'nun 2006 yılından beridir ikide bir milletin sinir uçları ile oynamayı göze alarak anayasanın ilk üç maddesinin tartışılabileceği algısını oturtma çabasında. Elinde matbu bir metin var ve bu metni sivil toplum örgütlerinde yapılan toplantılara korsan metin olarak sinsice monte etme gayretinde olduğunu şahsen seziyorum.
Peki Kabaoğlu'nun arkasında AKP'nin olmadığından ne kadar eminiz. 2006 yılından beridir takip ettiğim kadarıyla yapmak istedikleri CHP den ziyade AKP emelleri ile daha çok örtüşüyor.
Velhasıl kelam; bahsi geçen toplantılar ve rapor üzerinden dört parti de tezgaha getirilmiş. Hiç yapılmış olup da katılımcıları tarafından izahı yapılamayan bir toplantı olabilir mi. Olmuş ve bunu bu derece karmaşık hale getirmeyi başarmış olan da bizatihi Kabaoğlu'nun kendisi dir.

A. Taşkaya Ümit Özdağ'ı da yanıltmış olabilir mi.
Öyle ya; mademki elinde video'lar var, o halde malum toplantıya ait videolardan bir kaç kare resmi, çok saygı duyup beraber hareket ettiği Ümit Özdağ'a verseydi, o da savunma beyannamesine ekleseydi ve bu şekilde iddialarını daha da iyi delillendirmiş olsaydı ya.
Kanaatim o ki; belki de bir seçim arifesinde peyderpey kullanılmak üzere; yapıldığı iddia edilen toplantılara ait görüntülere ilişkin uydurma resimler paylaşılacak, algı oluşturulacak ve muhtemelen iyi parti buna itirazını yapıp, algıyı düzeltene kadar da seçim olmuş bitmiş olacak tır.
Bu vesile ile iyi parti kurumsal kimliğine adeta şantaj içeren bu meselenin bir şekilde açığa çıkarılması gerekir. Umarım iyi parti genel merkezi bu anlamda gerekeni yapar.

Velhasıl kelam...
Sahip çıkanın varsa; tüm eğitim sürecinde fetö'nün okullarında okumuş, dershanelerine gitmişsen bakan bile olursun ama fetö'cü olamazsın.
Maazallah, eğer seni itibarsız hale getirmek, linç etmek isterlerse; hiç bir fetö okulunda okumamış, dershanelerine gitmemiş olsan bile bir köprü bulup, seni üzerinden geçirirler, o arada bir de fetö'cü bulup seni g.t g.te getirerek fetö'cü ilan ederler.

Zamanında fetö ile yapılan zinada p.zvenlik yapanlar trollüğe terfi ettirilerek sahiplerinin tasmalı itleri olmaları hasebiyle bizim gibi muhalifleri fetö sopası ile tehdit edip, susturmak istiyorlar.
Bu itlerden birisi bana "Fetö ağzı ile yazıyorsun" diyor.
Zaten ben böyle bir ithamla karşılaşacağımı hep düşündüğüm gibi dostlarım da bu anlamda sürekli uyardılar. Yani bu itin yaptığı benim için sürpriz olmadı.
İtlere korktuğumuzu değil, korkmadığımızı hissettirmemiz lazım. Dolaysıyla, bir itin önünden kaçmak değil, aksine üzerine üzerine gitmek gerekir. Benim tercihim itlerin üzerine gitmektir.

Ne kanalı yahu; yetmez, İstanbul Kanalı'na da varlığınıza da karşıyım
İstanbul'da insanlar tabuta girip, ölüme yatarak üzerine atılacak toprağı bekliyorken; hangi ihtiyaca binaen "Kanal İstanbul" zaruri bir ihtiyaçmış gibi "Devlet projesi" diye zorlama ile akıllara sokmaya çalışıyorsunuz.
İstanbul'da deprem tedbirleri dururken; eğer bu absürt proje devreye sokulacak olursa ve Allah korusun; bu arada bir deprem olursa ölenlerin katili siz olacaksınız bilesiniz.

Rauf Denktaş'ı anarken
Kıbrıs'ın gerçek kahramanı ve devlet olma mücadelesinin gerçek mücahidi rahmetli Rauf Denktaş'ın; yapılacak bir reform ile yavru vatanın kazanımlarını kaybetmemek adına anavatan Türkiye'de yapmak istediği toplantılarına izin verilmeyerek; "Senin burada ne işin var" denilip, istenmeyen adam ilan edilmişti.
İşte ömrünün son yıllarını bu vefasızlığın kahrı ile geçiren insanın kurduğu devletin topraklarında kendisine yukarıda ifade ettiğim kahrı yaşatanların kahraman edası ile ortalıkta dolaşıyor olması kaderin bir başka cilvesi olsa gerek.
Büyük devlet adamı; ruhun şad mekanın cennet olsun. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin 37. Kuruluş yıl dönümü kutlu olsun.
Mehmet Soral

Ben ''Kendim'' olan bir insanım

Gözlemliyorum, izliyorum, dinliyorum. Okuyor, düşünüyor, yazıyorum. Sonra edindiğim bilgi ve birikimime dayanan tecrübem ile muhakeme ve mukayese ediyor, sonra da hükmümü veriyorum.

O zaman niçin ihtiyaç duyayım ki; iradesi gasp edilip tasmalanarak, kalleşçe kurgulanmış kumpasların peşinden oraya buraya sürüklenen zavallı olmaya.
Peki yanılamam mı; elbette yanılabilirim. Kendi hatamın kurbanı olurum. Özür dilemek; iradesi tasmalanmış av köpeği gibi dolaştırılmaktan daha onurlu değil mi sizce.
Mehmet Soral
soralmehmet@gmail.com

13 Kasım 2020 Cuma

ÜMİT ÖZDAĞ VAKASI

Velev ki Ümit Özdağ'ın anlattıklarının tümü doğru, değil mi ki siz; vahim hatalar olarak görüp de İYİ PARTİ'nin aleyhine kullanılabilecek, sizin de başkanlık divanındaki göreviniz dönemine kadar uzanan, saya saya bitiremediğiniz bu yanlışları düzeltmek için GİK'e girmek varken aday bile olmadığınız büyük kurultay sonrasına bıraktınız; burada sizin iyi niyetinizden şüphe ederim.
Tüm Türk milliyetçisi vicdanların anlattıklarınıza hak verememesi mümkün değil. Ancak Bu kadar yanlışı görüp de GİK'de aday olmamanızı da anlamak mümkün değil. Eleştirilerinize gerekçe gösterdiğiniz hassasiyetlerinizin anlamlı olması için doğal refleksininizi olaylar vuku bulduğunda göstermeniz gerekirdi. Bugün yaptığınız basın toplantısının alt zeminini oluşturup "Bombanızı" patlatmak için meşru zeminin oluşması için mi GİK'e aday olmadınız, olağan kongre sonrasını beklediniz. Öyle ya; hem GİK'de olup hem de bu ithamlarda bulunamazdınız, ondan mı. HDP ile ortak anayasa hazırlama sürecine girdiğini gördüğünüz partinin bu ahvaline müdahale için GİK'ine girmekten niçin imtina ettiniz. Niçin bunu deşifre etmek için iki sene beklediniz.
Bir insan evinde eşi ile kavga edebilir, bozuşabilir ama haklı olduğunu göstermek için de odalarında konuştuklarını mahallenin ortasında avazı çıktığı kadar bağıra bağıra anlatmak zorunda değildir. Mümkünse ilk önce çocuklarını, yetmedi aile efradını toplar tek tek anlatmaya çalışır.
Yaşım 58 ve bugüne kadar sizin bugün yaptığınızı hiç bir partinin hiç bir mensubu yapmamıştır. Zan'a dayanan ithamlarınızın dışında belgeli ithamlarınız doğru ise hepsinin altına imzamı atarım ancak o malum geceye kadar 2006 yılından beridir yüzde yüz arkanızda olan birisi olarak artık size güvenmiyorum. İyi ve nitelikli yetişmiş bir Türk milliyetçisi olduğunuza inandığım için hakkınızda hazırlanan fezlekeye atıf yaparak size sahip çıkmak adına "Ümit Özdağ iyi yetişmiş has bir Türk milliyetçisi dir" başlığı ile yazı yazmış adamım.
Bilim adamı olarak gördüğüm Ümit Özdağ'a saygım sonsuz, güvenmeye devam edeceğim ama siyasetçi Ümit Özdağ'a asla. Nedeni, yanlış düşündüğü için değil, yanlış yaptığı için dir.
Temennim ihraç edilmemesi, hakkındaki kararın tabanın vicdanına bırakılması dir. Ancak bu kadar suçladığı bir partide kalması kendisi açısından etik olmayıp istifa ederse daha yakışanı yapmış olur. Ancak basın toplantısının sonunda çok garip "Bundan sonra ülkemin her tarafını tek tek gezerek vatandaşlarımıza gerçekleri anlatacağım" mealindeki sözleri. Benim bundan anladığım; artık cumhuriyet ittifakının üçüncü birleşeni konumunda onların (hadi diyelim istemese bile) işine yarayacak bir sürecin içinde olacağıdır.
Türk milliyetçileri ne zaman proje geliştirse; öyle veya böyle bir şekilde üstelik de kendi içinden birileri sayesinde kendi projesini akamete uğratıyor. Düşünebiliyor musunuz; Türk milliyetçilerine "Devletin başına Devlet gelecek" sloganına inanmayı değil inanmamayı bizatihi Devlet Bahçeli marifeti ile başardılar. Bu kabullenişe itiraz ederek İYİ PARTİ projesini geliştirip, iddialı hale getiren Türk milliyetçileri bu sefer de Ümit Özdağ'ın kendi ifadesi ile patlattığı "Bomba" ve devamında anlattıkları ile elde edilen başarı akamete uğrayacak maalesef. Benim umudum ise İYİ PAR Tİ'nin varlığının tek adam sisteminden kurtuluşumuzun, demokrasimizin ve geleceğimizin güvencesi olacağıdır.

İYİ PARTİ'yi ancak üç algı üzerinden yıpratmak mümkündü. Ümit Özdağ sebep olduğu konjonktür ile üç algının da İYİ PARTI'nin üzerine giydirilmesinin önünü açmış oldu. Hatta bu yaptıklarının olumsuz etkisini bugün bir grupta, bir araştırma şirketinin ismini de vererek iyi partinin oylarının düştüğü tespitini (Artık keyifle mi, üzüntü ile mi paylaştığına siz karar verin) paylaştı.
Partiyi çekiştirme, yıpratma, örseleme, yürüyüşüne çelme takma; her neyse bu amaca matuf üç enstrüman...
1. Fetö sopası ile tehdit
2. HDP/PKK ilişkisi ile tehdit
3. İlkeler üzerinde öteleme ve ayrışma ile tehdit
Türk milliyetçiliği ideolojik taassubu üzerinden tahriklerle farklı kesimlerden gelen siyasi görüş sahiplerinin dışlanarak partide ayrışmanın sağlanarak, ilkesellik üzerine tartışmaları başlatmıştır.
Oysa Meral Hanım bu partinin kuruluş manifestosunu Türk milletine açıklarken
"Güçlendirilmiş Demokratik Parlamenter Sistem'e dönme temel ekseninde, vatanseverlik ve milletseverlik paydasında bütünleşen herkesin aidiyet duyacağı; farklı siyasi görüşlere mensup insanlar geldikleri yerlere ait gömleklerini değiştirme gereği duymadan iyi parti gömleğini giyerek aramıza katılabileceklerdir" demiştir.
Meral Hanım bu manifestoyu açıklarken, yanındaki üç beş önemli isimlerden birisi de Ümit Özdağ'dı. Peki şimdi ne oldu da; Türk milliyetçiliği ideolojik taassubunu dayatarak diğer kesimlerden partiye katılmış, empati kültürüne büyük katkı sağlayarak siyasi hasımlığı dostluğa çeviren çok değerli isimleri dışlama, gelmek isteyenleri ise yaklaştırmama anlayışı içine girerek partide bir kargaşa bir zihin bulanıklığına neden olmaktadır.
Bir parti kuruluşunu "Güçlendirilmiş Demokratik Parlamenter Sistem" e dönme eksenine oturmuşsa; bu iddiasının ete kemiğe büründürülmesi için diğer partilerin ne düşündüklerine dair fikir teatisinde bulunmasından doğal daha ne olabilir ki. HDP gayri-meşru olsa bu mecliste olamaz değil mi; maaş alamazlar, ülkemizi temsilen yurt dışında yüce meclisimizi ve yüce Türk milletini temsil edemezler, VİP'leri ve kırmızı plakalı arabaları kullanamazlar, Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni yönetemezler ama bugün bütün bunları yapabiliyorlar.
Öyleyse;
Bütün bu hakların verildiği HDP vekillerinden; misyon edindiğimiz "Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem "e geçmeye dair görüş ve desteklerinin diğer partiler de dahil olmak üzere ne olduğuna dair yapılmış veya yapılacak toplantılarda görüş alış verişlerinde bulunmanın ne mahsuru olabilir.
Ümit Özdağ'ın tavrı ve sürdürdüğü strateji; bu parti en ağır şekilde nasıl yıpratılabilecekse; buna murad etmişlerin işlerine yaramıştır.
Haydi Ümit Özdağ; HDP meclisten atılmalı diye mücadele başlat arkanda durmayan namert olsun.

Hukukun olmadığı yerde zalim ve mazlumu nasıl ayıracağız

Bütün ithamlar, kontrollü operasyonlarla yaratılan algılar üzerinden yapılıyor. Ergenekon, Balyoz ve diğer kumpas süreçlerinde bunlara fazlasıyla hep beraber şahit olduk.

Türk milletine genel kurmay başkanının terör örgütü lideri olduğuna bile inandırdılar ve zamanın siyasi otoritesi; yönetenler Türkler değil de müstemleke devletiymişiz gibi kendisini tüm sorumluluklardan azat ederek, masumlaştırma yoluna gitmiştir.
Bugün de basın, medya ve siyasi muktedirlerin dilinde dolanan organize edilmiş ithamlarla birileri suçlanıp, birileri de aynı saiklerle kahraman ilan ediliyorsa; ve de o günlerin siyasi iradesi bugün takviye edilmiş gücü ile aynı konumunu sürdürüyorsa; kimse kusura bakmasın aynı su ile iki defa abdest almam.
Hiç bir musibetin arkasında son yirmi yılın siyasi otoritesinin vebalinin olup olmadığı araştırılamadığı, daha doğrusu araştırılmasına ve soruşturulmasına cüret edilemediği bir ülkede, masumun ve zalimin kimler olduğuna sizce kimler karar verebilir; bence yine siyasi otorite.
Dolaysıyla, kumpaslara gelerek birilerine ne fetöcü derim, ne de birilerini fetö'cülükten aklarım. Aklımı en büyük güvencem olarak görüyorum. Elhamdülillah Türkiye ortalama algı düzeyinin de oldukça üstünde olduğumu düşünüyorum.
Toplamda 25 milyon insanı yönetmiş belediye başkanları "Metal yorgunluğu" adı altında istifa ettirildiler. Ceza hukukunun neresinde "Metal yorgunluğu" adı altında tanımlanmış bir ceza maddesi var da; bu adamlar o ceza maddesine istinaden yargılandılar ve görevlerinden uzaklaştırıldılar Allah aşkına. Peki niçin bu "Metal yorgunluğu" kurgusunun arkasındaki siyasi iradeye "Ne demek oluyor bu" diyerek sorgulaması yapılmaz da; ille de millet ittifakı içinde aleyhine zorlamalarla yürütülen zan'lar ile suçlar isnat edilerek kervan dağıtılmak istenir.
İşte kendi aklım dışında ne kimseye kefil olurum ne de birilerinin operasyonuna figüran olurum. "Zan" delil olmaz, "Belge" delil olur.
Eğer zan delil oluyorsa alın size delile yakın kuvvetli şüphe. "Metal yorgunluğu" tabiri. "Bunların alayı fetö'cü amma ve lakin; biz onlara fetö'cü diyemeyiz, zira onlar aynaya bakar bizi görürler biz aynaya bakarız onları görürüz" demek değil mi dir.

Evimizin içinde depremi, dışında corona korkusunu yaşamak.

Ve, en son İzmir'de yaşanan depremin siyasi sorumluluğundan sıyrılmak için tam 81 yıl önce, 1939 yılında kerpiç evden başka tek bir betonarmenin olmadığı Erzincan'da yaşanmış depremin yarattığı tahribat ve can kaybına atıf yaparak siyasi hasımlık üzerinden "Biz masumuz" mazeretini inşa ederek ona sığınan bir siyasi mantalitenin iradesinde yönetiliyor olmanın çaresizliği karşısında çıldırma halim...

İçinde bulunduğum toplum, yaşanmış şiddetli bir depremin enkazı altında uzun zaman kalmış olmanın neden olduğu psikolojiyle kanıksamış olduğu yeni bir dünyada yaşıyor. "Seni kurtarmaya geldim" desen bile uzattığın eline elini vermediği gibi hakaret bile edebiliyor.
Bunların dünyasında zaman mevhumu; yediğini def-i hacet edene kadar geçen süredir. Ondandır ki 1939 yılı onlar için bu sabah yapılan kahvaltı "An" dır.
Ve bu kadar insan psikolojisini, sosyolojisini zorlayan şartlarda akıl sağlığımızı korumak...
Çok yoruldum.

15 Temmuz'a ilişkin tüm gerçekler ''Yazılıyor'' ama siyasi ayağı asla...

15 Temmuz gecesi kızını evlendiren düğün sahibi komutan bir kitap yazmış. Bu kitabına ilişkin yaptığı söyleşide diyor ki; "O gece ve o geceye kadar geçen süreçte; Ergenekon ve Balyoz kumpasları ile ordudaki tayın ve terfilere dayalı fetö yapılanmasına dair süreçleri tüm yönleriyle anlattım.
Evet, çok şey anlattı ama siyasi tarafına ilişkin hiç bir şey söylemedi. Oysa bütün o olup bitenlerin yaşandığı ülkemizde bir siyasi irade vardı ve ülkeyi yönetiyorlardı. Ha, hakkını yemeyelim, satır aralarında o da usulen herkesin yaptığını yaptı; cumhurbaşkanı Erdoğan'a övgüler.
İşte ben bu tür yazılan kitapları hiç ciddiye almak istemiyorum. Komutan her şeyi anlattım diyor ama işin siyasi tarafına değinmiyor. Çünkü besbelli korkuyor. Kimden; kitapta değinmediği siyasi iradeden. Peki ne demeye o kitabı yazdın be muhterem. Yazık değil mi o sayfalar için kesilen ağaçlara.

Türk milleti ümmet değil, millettir.
Ümmet; dini bir tanım olup inançta, yani İslam'da birliği anlıyorum ki; o anlamda ortalıkta ümmet falan da yoktur. Sömürülen bir kavram olup, arkasından sürüklenen ve aynı zamanda sömürülen saf Müslümanlar var.
Türk milleti kavramı ise özelde bütünlüğü ifade eder. Türkülük bizim bir anlamda özelimiz oluyor. "Ey Müslüman" denince o sese herkes bakar ama "Ey Soral" denince sadece ben bakarım. Hele ki günümüzde "Ey Müslüman" seslenişini duyduğumda bakmak değil kaçmak aklıma gelir. Bunun nedeni elbette ki İslam'daki(Olmayan) eksiklik değil, siyasallaştırılmış İslam dır.
Mehmet Soral
soralmehmet@gmail.com

3 Kasım 2020 Salı

GÖZ ATILACAK DEĞİL OKUNACAK YAZI

Ümit Özdağ, akraba yakınlığına bağlayıp zan yürüterek Buğra Kavuncu'yu; yedi yaşından beridir kendisinin daha çok görüşüp konuştuğu dayısı Enver Altaylı üzerinden fetö'cü olduğunu ima etmesi ne halt ise; bu haltı cezalandırmak için 81 il başkanının aralarında tam mutabakat sağlanarak dilekçe verip Ümit Özdağ'ı ihraç istemi ile disiplinine
vermeleri arasında herhangi bir mantalite farkı yoktur.
Her iki davranış biçimi de İYİ PARTİ'nin kuruluş amacına da misyonuna da yakışmamıştır. 81 il başkanının malum konuda tam mutabakatı övünülecek değil aksine partide hakim olan, geldiğimiz partilerde tekmeleyerek red ettiğimiz otoriter bir yapıdan mütevellit oluşmuş ruh halinin dışa vurumu dur. O zaman içinizde bir taneniz olsun özgüven sahibi il başkanı çıkamaz mıydı; Gaziantep il başkanının sorumluluğunu üstlendiği "İsmi çizilecekler listesinin" müsebbibi olarak disipline verilmesini.
Benim esas dikkat çekmek istediğim husus; belli ki bu 81 il başkanı üzerinde sağlanmış olan kurşun asker modeli otoriter yapı ile İYİ PARTI'nin taban olarak hiç bir şekilde razı olmayacağımız; şayet cumhur ittifakı ile görüşmeleri yapılması durumunda o noktadan sonra artık bizim için "Sözde Güçlendirilmiş Demokratik Parlamenter Sitem" olacak olan aslında Erdoğan vesayetini koruma ve kollama sürecine kurumsal olarak alet edilmesi ihtimalidir.
İşte bu ihtimaldendir ki biz taban olarak diyoruz ki; ilk önce seçimleri kazanıp iktidar değişikliğini yapalım. Sonra yeni iktidar ile belli süreliğine daha önceden oluşmuş ve oturmuş olan Erdoğan vesayetine karşı yeni düzenlemeler ile sağlanan demokratik ortamda "Güçlendirilmiş parlamenter sistem"e dönme çalışmalarına başlanması hedeflenmelidir.
Seçimden önce sistem değişikli görüşmeleri yapılması durumunda sistemin adı o veya bu şekilde değiştirilmiş olsa bile o sistemin içine "Erdoğan vesayeti''ni koruma ve kollamaya matuf şifreler yerleştirilerek bugün nasıl ki yanında Devlet Bahçeli'yi görüyorsak yarında Meral Hanım veya başkalarını görebiliriz. Bu uyarılarım bir itham olmayıp ön almaya matuf hissiyatım dır.
Bu arada Meral Hanım'dan "Önce Cumhurbaşkanı olacağım, mevcut yetkilerle devlet yönetimini Cumhuriyetin kuruluş ayarlarına döndürüp sonra demokratik parlamenter sisteme geçeceğiz" mealinde kesin ifadeleri kullanmasını beklemek de doğru değil. Maazallah böyle netlikte kesin ifadeleri kullanması durumunda; kumpas geleneğini alışkanlık haline getirmiş olanların kalleşçe kurgularla gerek Meral Hanım gerekse İYİ PARTİ üzerine ne derece gidilebileceğini artık hep beraber kestirebiliriz. Unutmayalım ki; Meral Hanım hakkında üzerinde gizlilik kararı alınarak açılmış, ne garip ki duruşması bir türlü yapılmayan bir dava var. Biliniz ki bu dava boşuna açılmadı. Meral Hanım bu davayı da dikkate alarak çok akıllıca bir süreci yürütüyor.
Şimdi soruyorum size; partimizin ve ülkemizin siyasi geleceği ile ilgili bu kadar riskler söz konusu iken; Bahadır Erdem veya onun bunun attığı twit'lerin ne önemi kalıyor. Meselesinin özü "Bu partiden bir şey olmaz, benden bu kadar" psikolojisinin yayılıp hakim olmasına değil aksine "Gidilebildiği yere kadar partimize sahip çıkacağız" demek olmalıdır.

Bahadır Erdem'i Türk milleti olarak daha çok TV'lerdeki konuşmalarından; özellikle ülkemizde hukuk, adalet, insan hakları ve demokrasimiz adına yaşanan problemler üzerine engin hukuk bilgisi ile besleme akademisyenlerin aksine yaptığı vicdani derin analizlerinden tanıyoruz. Bu anlamda iki hukukçu biliyorum; birisi Bahadır Erdem, diğeri ise Ersan Şen. Muhtemelen kendisini İYİ PARTİ'ye davet edenler de dikkat çeken bu yönüne binaen davet etmiş olmalılar. Hani bir de şu denir ya; "İYİ PARTİ"nin her kademesine MHP'leler hakim" algısını yıkmak için vitrini zenginleştirmek amacıyla da davet edilmiş olabilir.
Bahadır Erdem ülkücü falan değil. Sosyal demokrat, ailece aktivist, insan hakları savunucusu seküler birisi olduğu gibi aynı zamanda "Andımız"ın Danıştay'ın olumlu kararına rağmen cumhur ittifakının okutulmaması şeklindeki siyasi kararına itirazını hukuki gerekçelere dayandırarak anlatırken, aynı zamanda bu konuşmalarını milli hislerle yaptığını defalarca şahit olduğumuz bir insan. Dolayısıyla, oldukça vatansever ve milli düşünen birisi olduğuna kanıyım.
Bahadır Erdem'in, kuruluş gerekçesini "Vatan ve millet severlik paydasında buluşan herkesin aidiyet duyup üye olabileceği; "Güçlendirilmiş parlamenter sistem"e geçmeyi misyon edinmiş" İYİ PARTİ"de yer almayı düşünmüş olması veya gelen teklife olumlu cevap vermiş olması onun yanlışı değil, olsa olsa İYİ PARTİ'nin mensuplarının kendi partilerinin tarifini ya anlayamamış ya da değiştirmiş olmalarıdır. Bu insana İYİ PARTİ'de MHP'lilik duyarlığı ile tepki gösterme bir çelişki olduğu gibi aynı zamanda partide ciddi bir sorunun varlığını gösteriyor. Bu partinin adı ya "ÖZ MHP" olarak değiştirilsin ya da Devlet Bahçeli'nin çağrısına uyularak yuvaya dönülsün(!) ama iki arada bir derede görünümlü bir parti olarak kendi iç bünyesinde yaşadığı çelişkilerle varlığını sürdüremez, iddialarını ortaya koyamaz.
Apo'ya yazdırılan ısmarlama mektubun HDP seçmenine takdimini "Kürt inisiyatifinin tek temsilcisi olarak gördüğümüz Apo'nun mektubundaki yönlendirmesi doğrultusunda, HDP seçmeninin oylarını cumhur ittifakı lehine kullanmasını bekliyoruz" mealindeki Devlet Bahçeli'ye ait ifadeler onun bilgeliğine atfedilirken; Recep Tayyip Erdoğan'nın yine daha önceden Kürt inisiyatifi temsilcisi olarak gördüğü Leyla Zana'yı kabulü ile başlayan bir sürecin devam etmesi gerektiğine vurgu yapan bir twit atmış olan Bahadır Erdem'i hangi mantık ve etik değerler adına linç ediyoruz. Birilerinin Bahadır Erdem'e "Bilge" payesi vermediğinden mi veya kendisine "Reis" denmediğinden mi.
Birileri fokları kafaya takar, sahip çıkarlar; birileri caretta caretta'lara kafayı takar onlara sahip çıkarlar; bileri kedilere köpeklere sahip çıkarlar. Bahadır Erdem de; insan hakları savunucusu, aktivist hukukçu kızı ile birilerine göre haşa Allah'ın hesabını yanlış yaparak eksik yarattığı, (Bu cümlem bu insanları iğrenç yaratıklar olarak görenlere sitemimdir.) cinsiyet sorunu yaşayanların sorunlarına sahip çıkmayı insan hakları savunuculuğu adına misyon edinmişler. Söylem ve faaliyetleri de bu minvalde. Kaçak hastane açıp cinsiyet değiştirme işlemleri yapmıyorlar. Hukukçu kızı, belli ki babasının da desteği ile ABD, başka ülkeler ve özelikle de orta doğu bataklığında cinsel suiistimaller ve gasp edilen haklar üzerine mesleki araştırmalar yapıp, raporlar hazırlamışlar. İnsanlık adına bu kadar çaba içinde olmayı misyon edinmiş insanları linçe tabi tutmak sizce vicdanı mi.
Bahadır Erdem, insan hak ve özgürlükleri ile kamil anlamda yaşamayı arzuladığımız demokrasi ve Allah'ın yarattığı her canlı varlığın haklarını tam anlamıyla koruyan ve gözeten bir anayasa çalışmasında doğrudan yer verilmesi gereken bir hukuk adamı. Ancak ben onun yerinde olayım hiç bir şekilde gecikmeden istifamı veririrm. Çünkü kendisine gösterilen linç girişiminden anlaşılan o ki; ne İYİ PARTİ camiası ne de bu ortalama algı düzeyi ile millet onu anlayabilecektir. Yine bu insan bütün bunları söylemiş olup aynı zamanda beş vakit camide görünüp, bir de Devlet Bahçeli'ye methüsenalar dizseydi muhtemelen bu kadar tepki görmeyecekti.
Peki bu insanın istifası alınınca İYİ PARTI'nin üzerinde oynanan onur suikastları sona erecek mi; elbette hayır. Biz bu ülkede son yirmi yılda o kadar iğrençlikler, o kadar kalleşlikler yaşadık ki; hedef seçilen adamın koynuna fark ettirmeden "Oğlanı" atarlar sonra da ertesi gün medya da yayınlarlar.
Neler yapılmadı ki; patates soğan doğrayan aşçı yamağına fetö'cü dendi ceza kesildi, fetö musluğunu açıp kapayan azılılar ise "Metal yorgunluğu" adı altında istirahate alındılar.
Evet, Bahadır Erdem istifa etmelidir(!)

İYİ PARTİ niçin kuruldu ne bekliyoruz

İYİ PARTİ tabanı, değerli dava arkadaşlarım; nasıl ki zamanında bulunduğumuz yerlerde inanmışlığımız ve adanmışlığımızın üzerine poşet geçirilerek istemediğimiz bir yerlere sürüklenmek istendiğimizde buna karşı itirazımızı dile getirmişsek, bundan sonra da benzer durumlar karşısında yine benzer şekilde itirazlarımızı dile getirip, tepkilerimizi göstereceğiz.

Sonra devamında; "İki adamın dayattığı fiili durumlar"a karşı cesurca duruşumuzu göstererek, Cumhuriyetimizi değiştirme ve dönüştürme niyetini akamete uğratmak ve meşru siyasi savaşı vermek için kurumsal kimliğimiz İYİ PARTİ'mizi inşa ettik.
Şu an itibariyle anlaşılan o ki; siyasi şartlar İYİ PARTİ'mizi kilit konuma getirdi. Şimdi böyle bir konjonktürde parti yönetiminin alacağı siyasi kararlar hem partimiz açısından hem de ülke açısından çok etkiliyici ve yönlendirici olacaktır.

İşte bu konumuna binaen dir ki; daha düne kadar TV kanallarında rica minnet davet edilirken bugün aynı TV kanalları izlenebilirliklerini artırmak için tartışma programlarına İYİ PARTİ başlığını atarak başlamaktadırlar.
Cumhur ittifakı bile artık geleceğe dönük hesaplarını İYİ PARTİ ile öyle veya böyle gireceği diyaloğa bağlamış durumda. Yani benim korktuğum o ki; cumhur ittifakı İYİ PARTİ yönetimini zorlama ve dayatmalarla bir şekilde ikna ederek kendilerine dokunulmazlık zırhını giydirecek bir diyaloğu oluşturma niyetindeler. İşte bundandır ki; "Metal yorgunluğu" adı altında görevlerinden el çektirilen büyük şehir belediye başkanları hakkında; bugün devletin en yüksek istişare kurulunda görev yapan birisinin şahitliğine rağmen savcılar bir tanesi için dahi soruşturma açmamışken; İYİ PARTİ ve mensupları üzerinden adeta fabrika kurulup, dosyalar üretiliyor.
Dolayısıyla taban olarak bu salvolar karşısında dağılmak değil toparlanma görüntüsü vermek durumundayız. Özellikle cumhur ittifakının; partimiz yönetimine kırk dereden su getirerek, açılan veya açılacak davalar ile kendilerine yanaşmayı zorunlu hale getirme kurgusuna veya onların alışageldikleri kumpaslara karşı taban olarak vermeniz gererken görüntü şu dur;
"İYİ PARTİ tabanı hiç bir şart altında cumhur ittifakı ile ortak proje inşasına razı değildir ".
Yani cumhur ittifakı bileşenleri şunu bilecekler ki; İYİ PARTİ yönetimini ite kaka, tehdit veya zorlama ile istedikleri belli bir noktaya kadar razı edecek olsalar dahi tabandan bir tek mensubunun iradesi onların peşlerinden gitmeyecektir. Bu mesajımız sadece cumhur ittifakına değil aynı zamanda partimiz yönetiminedir de. Farkındaysanız tabanımıza önerdiğim duruş aynı zamanda parti yönetimini cumhur ittifakı karşısında güçlü kılacaktır.

Peki İYİ PARTİ tabanı ne yapmalı; operasyonlara figüran olmamalı

İYİ PARTİ'nin o şekilde, bu şekilde veya şu şekilde; bünyesine dahil ettiği insanların arızalı çıkması mümkündür.
Adamın yanlış seçilmiş olduğunu kabul ederim ama bunun üzerinden partime sırtımı dönmem, aksine sahip çıkarım.
Eğer bir insanın attığı tüm twit'ler geriye doğru taranıp, arızalı olanların ortaya çıkarılıp sonra da kurgulanmış bir kumpasa monte ediliyorsa ve de bu kumpasçıların tezgahını aşikâr olarak görüyorsam; kalleşlerin yazdığı senaryoya figüran olmam aksine partime sahip çıkarım.
Siyaseti, bu kalleşçe tezgahları kurgulamış kumpasçıların inisiyatifine ve nihayetinde onların galibiyetine terk edersek siyasi olarak muktedir olanları hiç bir zaman değiştirmemiz mümkün olmayacaktır.
Şunu hiç unutmayalım ki; bu ülkeyi 15 Temmuz ihanet sürecine taşıyan Ergenekon ve Balyoz kumpasları olup, bunun senaryosunu yazan puştlarla, siyaset yapan bazılarının Türk milletine kalleşlik yaparak onlarla yapmış oldukları işbirliği dır.
Görüyor ve anlıyoruz ki; o zaman o kumpasçı hainler sayesinde kendi itiraflarından da anlaşılacağı gibi siyasi olarak muktedir olanlar bugün güç kaybedince yine o alçakların yöntemini kullanarak milletin umudu haline gelen ve buna paralel de oy gücü artan İYİ PARTİ'ye operasyon üstüne operasyon yapmaya çalışıyorlar.
Biz İYİ PARTİ tabanı olarak cumhuriyet tarihinin en aşağılık terör örgütüne rahmini kiralayıp T.C Devletine en büyük ihaneti yapan 15 Temmuz piçini peydahlayanların İYİ PARTİ üzerine yazdıkları haince kurgulanmış operasyonlarına inanıp sırtımızı asla dönmeyeceğiz. Bu işbirliğinin başımıza musallat ettiği bedele dair hesap vermekten kendilerini azat edenler iyi partinin yükselen değerini itibarsızlaştırma operasyonlarına gelmeyeceğiz.
Her partinin içinden şerefsizi de, namussuzu da çıkabilir. Kurumsal kimlik bunun gereğini yapabilir ama bu tür üç beş yanlış adam yüzünden partimizi gözden çıkarmamızı kimse beklemesin. Benim için önemli olan partinin eksen kayması yaşamasıdır. Örnek mi; velev ki duyduk; Meral Hanım cumhur ittifakı ile oturup "Güçlendirilmiş demokratik parlamenter sistem"e geçme görüşmelerini yaparak şekil verme çalışmaları yapıyor. Tam da bu noktada partim ile ilişkimi bitiririm.
İYİ PARTİ tabanı olarak bizim beklentimiz bu sistemle seçime girip, kazanıp daha sonra "Güçlendirilmiş Demokratik Parlamenter Sistem"e geçmektir. Çünkü cumhur ittifakı vesayetini ortadan kaldırmadan yeni sisteme geçilmesi durumunda cumhur ittifakı vesayeti sistemi tıkar, çalışamaz hale getirir.
Edep yahu...
Kumpaslara muktedir olanlar yine kumpaslarla kalıcı olmak için twit tarama ordusunu kurup oraya, buraya, şuraya; o televizyona, bu televizyona, şu televizyona yerleştirilmiş beslemelerle İYİ PARTİ'ye karşı taarruza geçmiş durumdalar.
Seninkilere gelince metal yorgunluğu, başkalarınınkine gelince puştlar öyle mi. Hadi oradan.
Mehmet Soral
soralmehmet@gmail.com