28 Ocak 2014 Salı

ÜLKÜCÜ ŞEHİT CENGİZ YÜCEL AKYILDIZ


MHP İstanbul İl Başkanlığı Foto-Muhabiri Cengiz Yücel Akyıldız Esenyurt'ta MHP seçim bürosuna yönelik yapılan saldırıda şehit edildi.
....
Ah yiğidim ah...
Daha dün gibi hatırlıyorum; elinde fotoğraf makinası, sürekli kareler alıyordun; Aydınlar Ocağı'nın tertiplediği konferans solununda. O kadar çok deklanşöre basmıştın ki, kendi kendime ''bu kadar resim almak bir haber için çok mu gereklidir'' diye ve sonra ''işte buna meslek aşkı denir herhalde'' demiştim.
Kahpe kurşun seni seçti bu sefer; kinimizi intikama taşımak için.
Unutmayacağım, dahada kinleneceğim ama oyununa gelmeyeceğim kahpe tetikçi. Adaletsizliğin, hukuksuzluğun; bozuk düzenin bedelini bizlere, vatanseverlere ödetemeyeceksiniz.
Notlarımızı alacağız, sabırlı olacağız ve tevekkülle bekleyeceğiz.
...
Şehidimizin şu anda tüm Türk milliyetçilerinin kendisi için hissettiğimiz duygularımızı anlatan kendisinin yazmış olduğu şiiri ile sizleri başbaşa bırakıyorum.
...
Cenazeme bekliyorum sizleri. Biliyorum; hiç beklemiyordunuz bu daveti. Birden geliverdi değil mi..
“Daha dün konuşmuştuk ama..” diyorsun....
“Ama nasıl olur!”lar çekip çekiştiriyor iki yakanı...
“Hiç beklenmedik bir ölüm!” bu, değil mi?...(Halbuki her an yanımızda)
“Vakitsiz”
“Erken!”
“Sürpriz!”
İşinize ara vereceksin bugün...
Neşenizi kaçırdım biliyorum.
Kocaman bir pürüz gibi duruverdim karşınızda..
Hızını kestim hayatının.
Dahası, üzerine alındınız.
Ölüm bize de yaklaşırmış dediniz..
Ölmesi kanıksanmış, öleceği gelmiş bir yaştayız artık.
Ölmüş olmasına şaşırılmayan bir adamım.
Bir baksana, ne değişti ki dünyada, ben eksildim diye...!
BoğazKöprüsünde trafik akıyor hâlâ.
Ben öldüm diye şeritleri eksilmedi ya yolların.
Ben öldüm bu defa...
Hayret, şimdiye kadar hep başkalarıydı ölen...
Gitsem de gitmesen de farketmez bir cenaze olurdu camilerden birinin avlusunda.
Belki bir kalabalık çıkagelirdi önüme...
“Ölen biri çıkar bu şehirde her gün!” diye kanıksadığım
Adını bile sormaya zahmet etmediğin.
Eksilenin kim olduğuna aldırış etmediğin.
Gitti diye üzülmediğin birinin cenazesi işte.....
Aynı manzara, aynı tabut, aynı üzgün yüzler...
Aynı güneş gözlükleri.
Sıradan bir cenaze yani.
Ama bu cenazeye mutlaka gitmeliyim.
Seni bilmem ama beni bekliyorlar....
Ayıp olur, çok ayıp...
Davetlilerin yüzüne bakamam sonra.
Dediği gibi şairin, bir musallalık saltanatım bu benim.
Başroldeyim.
Toprağa konulacak adam rolü benim....
Ardından ağlanılacak adamı ben oynayacağım....
Hiç itirazsız karanlığa uzanmak bana düştü bu defa.
Üzerine toprak atılan adamı..
Bir toprak yığının altında yüzü erimeye terkedilen adamı..
Hüzünlerin müsebbibi olacak adamı.
Ayakkabısının kendisini bekleyeceği adamı.
Elbiseleri evden çıkarılacak adamı.
Yatağı boş kalacak adamı.
Akşam eve dönmeyecek adamı.
Şehit kabirleri bekleyecek adamı..
Eve dönmesi beklenmeyecek adamı.
Sofrada yeri boş duracak adamı.
Adı telefon rehberinden silinecek adamı.(Cengiz Akyıldız)
Şehrin dudaklarından yarım ağız çıkmış bir hece gibi önemsizleşecek adamı.
Sevinçlerin ortasına en fazla bir hıçkırık gibi sokulsa bile hatıranın evinden hemen kapı dışarı edilecek adamı
Resmine bakıp bakıp da ağlanacak adamı belki.
“Adı neydi.... Hani.... şunu yapardı ya!” diye yokluğu normal bilinecek(Unutmak İhanettir) diyen adamı...
Soluk bir resimde mahzun bir tebessümün ardında aşklarını saklayan, susturan adamı.
Ben oynuyorum bugün...
Sahnedeyim.
UNUTMAK İHANETTİR
YUSUFİYELİ CENGİZ AKYILDIZ

12 Ocak 2014 Pazar

SEVGİLİ PEYGAMBERİM


Ey sevgililer sevgilisi,
sevgili Peygamberim.
Evet, hepimiz inandık ve iman ettik ki; sen, insanlığa insanlığını hatırlatmak için geldin, anlattın ve gittin.
Ya sonradan gelen bizler...
İlk önce ''ihanet'' denen şey; senin değerlerine, kıymetlerine ve üstelik sana en yakın olanlarla başladı. Torunlarınızı katlettiler, namus abidesi, kıymetlinize iftira ettiler, yakıştırma yaptılar.
Ve sevgili Peygamberim; ümmetinden gelen bütün bu kalleşliklere, ihanetlere rağmen inanıyor ve iman ediyorum ki, ümmetin olarak hala helak olmamışsak , bu elbetteki senin üzerimize olan şefaatindendir.

Ama hep görüyor ve şahid oluyoruz ki; Seni beni, hepimizi yaratan ''HAK''ın adını ve getirdiği tüm değerleri suiistimal edenleri; kıymetini biliyormuş gibi yapıp, gereğini yapmayanları; her türlü entrika ve dalavereyi yaparak, senin isminin sancağı altına sığınmaya çalışanların perişan hallerinini dünya gözü ile görmemizi sağlayan; sessiz ve mağdur olmuşların, mazlumların çığlıklarını duyan ''HAK''ın özellikle son günlerde bizlere hissettirdiği ''bir gün adalet hepimize lazım olacaktır'' inancını paylaşmamıza vesile olan Allah'ımıza şükürler olsun.
Oysa, sevgili Peygamberim; sen ilk önce insan olmayı, sonra Müslüman olmayı anlattın ve öğrettin değil mi? Sen Habeş Kralına sığınırken aslında ''insanlığa'' sığınmıştım değil mi? Ah sevgili Peygamberim ah...Seni ve hepimizi ''YARATAN''ın adına ilk önce ''insanlık''ı kaldırıp, sonra İslami anlatmaya çalıştılar, yani her şeyi ters yüz ettiler. Bir Habeş Kralı kadar olamadılar. Mazlum ve mağdurların çığlıklarından, zindanların duvarları dile gelip, ''onlar masumdur'' dediler, kara vicdanlılar duymadılar ama ''HAK'' duydu. O yüce ''HAK'' ki, şimdi onları birbirleri ile baş başa bıraktı, ne haliniz varsa görün diye.
Sevgili Peygamberim;
''İyi ki doğdun'', dünyayı iyi ki şereflendirdin. Kıymetini bilenler için bu dünya da bir cennet, bilmeyenler için elbette ki cehennem.
Senin şefaatine sığınarak yalvarıyorum.
Ne olur?
'' Yüce Türk milleti''nin ve devletlerinin bekası için, birliği ve bütünlüğü için biz kullarının ''yetkiyi ehline veriniz'' İslam ilkesinden ayrılıp, demokrasinin; ''yetkiyi senin aklını çelebilene ver'' ilkesine uysak bile, şefaatinden bizleri mahrum etme.
Allah'ım sana olan sevgim,
Peygamberime olan aşkım yüzsuyu hürmetine
devletimi ve milletimi koru, daim kıl.
Amin.
Mehmet Soral
soralmehmet@hotmail.com.

8 Ocak 2014 Çarşamba

AYAĞIM SIZLIYOR

Üç gündür, burkulmuş ayağımın sızı ile, oturur halde ‘’hazırol’’ vaziyetindeyim. Bu hallerin güzel bir tarafı; diğer ev sakinlerinin hepisine adeta emirler, talimatlar yağdırma keyfiyeti. Herkes sana hizmet ediyor. Söylenen olsa, ‘’ne yani, ayağa kalkamıyoruz işte’’ gerekçesi çok rahat telaffuz edebileceğimiz bir mazeret oluyor.
İşin doğrusu; biraz evde kalmayı, şımarmayı özlemişim. Bu malum hal sayesinde özellikle sık değişen Türkiye gündemi ve bu gündemlerle ilgili TV programlarını doyasıya ızleme fırsatım oldu, hatta devam ediyor.

Mahallemizden, siyasi ve gönül birlikteliğimiz olan değerli iki arkadaşım aradılar. Her ikisi de torun sahibiler ama görüyorum ki kendilerini hala yirmili, otuzlu yaşlarda görüyorlar. Malum, seçim arifesinde gene MHP için her seçim arifesinde olduğu gibi ne yapabileceğimizin istişaresini yapmak için, yapılacak toplantıya katılmam konusunda davetde bulundular.

Gecenin ilerleyen saatleri. Değerli arkadaşlarımın düşündükleri ‘’seçime hazırlık’’ programına malum rahatsızlığım nedeniyle katılıp katılamayacağım konusunda kafa yorarken, aynı zamanda bir TV de ‘’Büyük şehirler ve siyasi partilerin adayları’’ konusunda, araştırma şirketlerinin temsilcilerinin katılımı ile gerçekleştirilen programı takip ediyorum.

Araştırma şirketlerinin temsilcileri; yaptıkları işin doğası gereği her siyasi partinin ve adayının analizini yapıp, yorumlarda bulunuyorlar.

Programın sonlarına doğru Medya ve halkla ilişkilerden sorumlu MHP Genel Başkan Yardımcısı Edip Semih Yalçın telefonla canlı yayına bağlanarak, özellikle araştırmacı Hakan Bayrakçı’yı kasdederek ‘’MHP’ye karşı kasti olarak hasımane bir tavır içinde olduğunu, özellikle Mansur Yavaş ile ilgili görüş ve düşüncelerini tasvip etmediğini, MHP Genel Başkanı ve merkezinin verdiği kararı kimsenin ilgilendirmeyeceğini’’ ifade etti.
Bisüre Sayın Bayrakçı ve Sayın Yalçın’ın karşılıklı tartışmaları devam etti. Ancak Bayrakçı kendisini ilgilendiren bence en güzel cevabı şöyle verdi. ‘’Bizim araştırmalarımızı lütfen inceleyiniz, göreceksiniz ki MHP hakkındaki tahminleri hep doğru bildik’’

Benim yaşım 51 (aslında 52’ye bu ay girdim ama işime gelmiyor telaffuz etmek.). Siyaseti takip etmeyi, ‘’fikir namusuma’’ sahip çıkmaya gayret göstererek, hasbelkader omurgalı bir adam olma yolunda çaba sarf ediyorum. Ve diyorum ki, bu disturu ilke edinmiş bir insan olarak 1995’lerden beridir takip ettiğim Hakan Bayrakçı’nın hiçbir zaman MHP’nin aleyhine sözünü, demecini, beyanatını duymadım.

Sayın Yalçın Allah aşkına ne lüzumu vardı; sizlere yapılan eleştirilerin cevabını vermek için Hakan Bayrakçı’yı hedef seçmeniz. Bu insan hakkında hiç mi geriye dönük araştırma yapmadan adeta çocuk azarlar gibi gayet kibar bir beyefendiyi rencide ediyorsunuz. Belki de ekrandan fark etmişinizdir, adeta bakışları ile size ‘’bütün programlarda gizli gizli MHP propagandası yapıyorum, üstelik de sizden para almıyorum’’ der gibiydi. Bu insanı kazanmak varken, niçin kaybetmeyi göze alıyorsunuz. Bu kadar cömert olmanız inanın ayağımın sızısını artırdı. Lütfen ve rica ediyorum bu kadar cömert olmayınız. Hakan Bayrakçı’nın haklı olup olmadığını test etmek için birde bize sorun bakalım, ne cevap alacaksınız.

TV’ler de yoksunuz, medyada yoksunuz, birileri Allah rızası için kendi inisiyatifleri ile çaktırmadan MHP’ye destek olmaya çalışıyorlar, onlarında önlerini kesiyorsunuz.

Sizler böyle yaptığınız sürece, ancak ayağımın sızısını artırır, şevkimi kırarsınız ama iş başa düştü deyip, torunlarını sevmek varken hala direklere çıkıp pankart asmaya niyetlenmiş arkadaşlarıma vefasızlık yapmama engel olamayacaksınız.

Mehmet Soral
soralmehmet@hotmail.com

6 Ocak 2014 Pazartesi

MUHALEFET VE CEMAAT

Vay be, ideal ve ülkülerimizi gerçekleştirmek, takipçisi olmak için parti kurmaya veya üye olmaya gerek yokmuş. Bütün bunları gerçekleştirmenin en etkin ve kısa yolunun ‘’cemaatleşmek’’ olduğunu anlamış durumdayım.

Bugün Türkiye’nin içinde bulunduğu şartları değerlendirdiğimizde; Partilen ‘’out’’ cemaatlerin ise ‘’in’’ olduğunu fark edebiliyor, hatda görüyoruz da.

Düşünebiliyormuşsunuz; Başbakan dan, Cumhurbaşkanına; cemaatten aman dilemek için elçiler gönderiliyor, ıslak imzalı mektuplar getirilip, götürülüyor. Peki Türkiye de bildiğimiz ‘’yasama, yürütme, yargı’’ erkleri yanında, birde bütün bunlara hakim olan ‘’cemaat’’ ergi varsa, bizler ne diye partilere üye oluyor, onların içinde ideallerimiz ve inançlarımız için mücadele veriyoruz.

Öte yandan, ey siyasi partiler, özellikle muhalefet partileri; bir cemaat kadar muhalefetliğiniz hissedilemiyorsa, Allah aşkına insanların umut ve beklentilerini sömürerek vanlıklarınızı sürdürmeyi daha ne kadar düşünüyorsunuz. Liseli yıllarımdan hatırlıyorum, sene muhtemelen 1983. Bir seçim arifesinde o zamanın siyasi parti liderleri (Turgut Özal ANAP, Turgut Sunalp MDP ve Necdet Calp HP) bir tv programında bir araya gelerek gastecilerin sorularını cevaplamışlardı. Demokrasi adına güzel bir manzaraydı, üstelik darbenin izleri hala devam ediyordu.
Günümüz siyasi partileri ve onların liderleri; biliyormuşsunuz darbenin gölgesinde bunu başaran o rahmetli siyasi parti liderlerinin gösterdikleri beceri ve demokrasi adına fedakarlığı sizler hala beceremediniz. Demokrasi adına bu durum beni bu devletin bir vatandaşı olarak utandırıyorken size zül gelmiyor mu?

Türkiye de yer yerinden oynuyor, muhalefet partilerinin ne düşündüğü konusunda millet hala bir şey bilmiyor. Sivil toplum örgütleri bile, duruma müdahale etmeyi misyon edinip, bunun için çabalar sarf ederlerken, liderlerinizin hala bir TV programında görüş ve düşüncelerini öğrenemiyoruz. Ama bir cemaat lideri okyanus ötesinden neredeyse devleti ayağına getirtebiliyor, niçin? Çünkü ideal ve ülküleri için yıllardan beridir süren istikrarlı bir mücadele azmi var, aşkı var.

Atatürk’ü yıllarca eleştirenler, sövüp sayanlar, tekke ve zaviyeleri kaldırdı diye demediklerini bırakmayanlar; şimdi gördünüz mü ve bütün bunların niçin yapıldığını fark edip, Atatürk’den özür dileme erdemliğini gösterdiniz mi? En azından kendi vicdanınızda. Atatürk; ‘’şeyhler, şıhlar dönemi bitmiştir artık’’ derken, umarım ne demek istediğini şimdi daha iyi anlamışsınızdır. Şeyhlerimiz, şıhlarımız, dergahlarımız, tekkelerimiz Atatürk’e sövenlerin istedikleri gibi kalsaydı, seksen küsur yıllık Cumhuriyet ve devletin yaşıyor olması mümkün olurmuydu Allah aşkına.

Demek ki şeyhler, şıhlar dönemi devam etmiş olsaydı, hiçbir suç dosyasının akıbetinin ne olacağını bilemeyecektik. Adliye binalarında soruşturma dosyalarının rafları bomboş olacaktı.

Demokrasi ile yönetilen tüm ülkelerde muhalefeti ‘’cemaatler’’ değil, siyasi partiler temsil eder. Bugün Türkiye de bunun tersi olduğuna göre demokrasinin varlığından söz etmek mümkün değil.
Cumhurbaşkanının, malum ‘’erklerin kavgası’’ sırasında çözüm yolu olarak ‘’cemaat’’e elçi göndermesi, muhalefet partileri ile görüşmeyi, durum değerlendirmesi yapmaya tenezzül etmemesi; demokrasimizin seviyesini ve ne kadar acz içerisinde olduğunu göstermektedir.

Demek ki muhalefet partileri de istifa eden bakanların suçsuzluklarına inanıyorlar ki, hala yüce divanda yargılanmaları için meclis de bir girişimde bulunma ihtiyacı duymuyorlar. Hele MHP ki, kendi bakanı Koray Aydın için ‘’git yüce divanda aklan da gel’’ demişti ama istifa eden bakanlar için hala yüce divan yolunu gösteren bir girişiminde bulunmamasına şaşıyorum.

İdeal ve ülkülerimi gerçekleştirmek için ‘’cemaat’’ mi kursak acaba diyorum.(!)

Mehmet Soral
06.01.2014
soralmehmet@hotmail.com
@soralmehmet