31 Temmuz 2019 Çarşamba

SURİYE VE SURİYELİLER MESELESİ

Suriye ve Suriyeliler sorunu üzerine.
İçimizde bizi birbirimize düşürerek, kırdırmayı başaramayanlar; dışımızdakileri içimize sokarak başarmak istiyorlar. Bu kadar yoğun nüfus göçünü bu ülkenin ekonomik şartlarının kaldırması mümkün değil. Bu göçün arka planında; ülkemizin başına göçten kaynaklı bir sorunun bela edilmek istendiği aşikar. Aksi durumda; güvenliği başta olmak üzere asgari ihtiyaçları karşılanan insanlar hangi vicdanla bu güvenceleri temin edenlere isyan etmek akıllarına gelir.
Dolayısıyla Suriyelilerin "Nankörlüğü"nü; içinde AKP'nin olmadığı (AKP, kurulduğundan itibaren BOP projesinde vardı, Erdoğan da eşbaşkandı) güncellenmiş BOP projesinin "B Planı" gereği koordine edilen nümayişler olarak görmek gerekir.

İşte bu nedenle belli bir takvim çerçevesinde ülkemizdeki Suriyelilerin güvenlikleri sağlanmış bölgelere geriye göçlerinin sağlanmasının uzun vadede ülkemizin milli bütünlüğü gereği elzem olduğunu düşünüyorum.
Dikkatinizi çekmek isterim ki; ABD, BOP projesinin "A Planı"nı Recep Tayyip Erdoğan'ın dostluğu üzerinden uyguladılar, başımıza gelenleri biliyoruz. Bu günlerde "B Planı"nı da düşmanlığı üzerinden uygulamak istiyorlar.
Dolayısıyla, iç siyasette sonuna kadar Erdoğan'a, hatta Cumhur ittifakı muhalifliğimize devam ancak bunun da ABD'ye yumuşak karnımız olarak hissettirmememiz gerekir. 
Bizleri tahrik eden sadece bazı Suriyelilerin zaman zaman kural tanımaz tutum ve davranışları değil ki; hükümet erkanının, onların sürekli ekonomimize katkı sağladıları gibi absürt mazeretlerle, zekamızla dalga geçercesine meşruiyet kazandıran tutum ve davranışlarıdır.
Mete Yarar öyle bir korumacı anlatıyor ki; "Aman ha; yeter ki Suriyelilerin keyfi bozulmasın, bizler gider savaşırız" diyesimiz geliyor.
Kardeşim biz bu milletin hemojen özellikli demografik yapısını korumak için az mı bedel ödedik. Ahan da şuraya yazıyorum; böyle bir göç politikası devam ederse, mevcut göçenlerin dönüşü blr şekilde gerçekleşmezse; ve de böyle bir arzuya teşne iktidar devam ettiği sürece T.C Devleti'nin ismi fazla zaman almaz değiştirilir. Çünkü bu devletin sadece Türk milletine değil, başkalarına da ait olduğunu söyleyeceklerdir. Dayandırdıkları argümanları ise; başarırlarsa şayet bu coğrafyanın insanının bozulmuş demografik yapısı olacaktır.
Bunların kalemi kurşun, başbakan değiştiren iki hatun kişisinden birisi "Türk bayrağının altına, azınlıkları temsil eden bir şerit çekilsin" demedi mi. Diğeri ise "Niçin bu ülkenin ismi Anadolu değil de; Türklüğe atıf yapan T.C Devlet dir" demişti.
Bizler bunların ciğerini biliriz. Bu güne kadar milli yapı, milli devlet felsefesindeki erozyon; ince ince işledikleri ümmetçilik kisvesi altındaki siyasal İslamcı dayatmalarla olmuş, davam da etmektedir.
Hümanist söylemlerle, muhacirlik duygusallığı ile sırtımıza yüklenen yükü taşımak Türk milletinin kaderi değildir. Adamlar her bayramda seyranda tatile gidip geliyorlar. İslam inancının neresinde böyle bir lükse sahip muhacirliğe cevaz veriliyor; birisi bize anlatsın da öğrenelim.
Yeter artık; son üç senedir tatil adına mahallemden dışarı çıkamadım. Suriyelilere yazıksa bizlere hak mı peki. Kırk milyar dolarımız bunlara boca edildiği için bugünleri yaşıyoruz. Maddi anlamda Tüm Cumhuriyet değer ve kazanımlarını sattık, 70 küsur milyar dolar özelleştirme gelirinin 40 küsur milyar dolarını bizi Suriye bataklığına sürükleyenler yüzünden bu insanlara harcadık. Oysa bu özelleştirmeleri ekonomimize kaynak olsun, dinamizm katsın diye yapmamış mıydık. Sonuç...? Yazık değil mi bu ülkeye, bu devlete. 

Türk milliyetçileri olarak Atatürk'ü yeterince anlayabildik mi?
Atatürk'ü yeterince anlayamamış, tanıyamamış ama Türk milliyetçisi olduğunu iddia eden hiç bir kimse bana hikaye okumasın. Ne desen boşsun kardeşim. T.C Devleti'ni kuran ruh hali Türk olma şuuru; yani Mustafa Kemal Atatürk üzerine en yakışır şekilde giydirilmiş Türk milliyetçiliğidir. Atatürk'e sen bile hakkını teslim edememişsin kimden ne bekleyebiliriz ki.
İtin kopuğun, puştun pezevengin ve hainliklerini etnik milliyetçiliklerini İslami kimliklerinin arkasına gizleyerek Türk düşmanlığı yapan "Etnik piçlerin" ortak paydası ne; aynı zamanda Atatürk'e en derin nefreti duymak değil mi.

Peki öyleyse; bütün bunları üzerinde toplamış olanlarla hemhal olmanın ne alemi var. Bırak gitsinler, cehennemin dibine kadar yolları var.
Adam "Lozan antlaşması bizim için bir kayıptır" deyip sonra milliyetçilere methiyeler düzüyor.
Ben Türk milliyetçi olarak bu gafile "Has. s.tir" diyorum. Ya sen...?

Prof. Dr. Burhan Kuzu 
Bu aralar Burhan Kuzu'nun şahsında; bir bilim adamının ne denli çocuksu olabildiğini ve cehaletini gün be gün takip ediyorum.
O'nun yorumlarından çıkan; Osmanlı'yı yıkanlar da, topraklarını kaybettirenler de Cumhuriyeti kuranlardır(!)
Ve aynı anda cumhuriyetin yetiştirdiği bir değer; İlhan Kesici'nin 2019 yılı kalkınma planına dair meclis konuşmasını hatırladım. AKP sıralarındaki vekiller bile nutku tutuldu, nefeslerini kesip dinlediler.

Bir ara "Bu yaptığınız yazıktır, günahtır" anlamında söz söyledi, hemen ardından "Ağır bulduysanız hemen geri alabilirim" nezaket cümlesi. Ve peşinden "Zillet, illet" sıfatlarını üzerimize boca eden cumhur ittifakının iki narsit ismi gözlerimin önüne geldi.
...
Burhan Kuzu; ben de resimde çıkayım diye habire zıplayıp duran çocuk misali
İlhan Kesici; kıymeti bilinmeyen, devlete hizmet anlamında atıl duran birisi.
Burhan Kuzu'nun Cumhuriyet döneminde yetişmiş bir insan olarak itham edici paylaşımlarını okuyunca ister istemez aklımıza şu soru geliyor; her Türk bilim adamı aynı zamanda Türk aydını mı dır.
Vallahi yakın bir zamana kadar olabilir diye düşünüyordum ama bu aralar Prof. Dr. Burhan Hoca'nın paylaşımlarına göz attıkca; maalesef diyorum.
Hüzün ve öfke ile iç içe Şile yolunda aklımdan geçenler.
Mehmet Soral
soralmehmet@gmail.com

25 Temmuz 2019 Perşembe

YAVUZ AĞIRALİOĞLU'NA SİYASİ LİNÇ

Yavuz Ağıralioğlu'na yapılan siyasi linç
Kaç gündür İYİ PARTİ Genel Başkan yardımcısı Yavuz Ağıralioğlu'nun S400 üzerine yaptığı meclis konuşması üzerinden bir linç girişimi olduğunu görüyoruz.
Bu linç etme çabası; parti içi dengelerin yaklaşan İYİ PARTİ büyük kurultayı sürecindeki rekabet yarışına binaen olacağı gibi "Recep Tayyip Erdoğan karşıtlığı"na sorgusuz sualsiz peşin bağımlılığın neden olduğu doğal bir refleks hali olarak da görmek mümkün.
Yavuz Ağıralioğlu'nun yaptığı konuşmayı tekrar tekrar izledim. Malum konuşma; Türkiye'nin içinden geçmekte olduğu süreç ile iç ve dış siyasi konjonktüre uygun mükemmel bir konuşma.
O konuşmada özelikle eleştiriye neden olan husus; Recep Tayyip Erdoğan'nın liderliğine yapılan atıf ve S400 füze alımının arkasında durulması gerekliliğine yapılan vurgudur.
Değerli dostlar,
Büyük Ortadoğu Projesi(BOP) eş başkanı, AKP ve onun Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın; BOP projesi ve bu projedeki eş başkanlık görevi gereği ülkemizi içine sürüklemiş olduğu Suriye bataklığındaki büyük kusurunun başımıza açmış olduğu bela ve musibetlerle; bu bela ve musibetlerin üstesinden gelmek için ülkemiz olarak S400 gibi alternatif ek güvenlik tedbirleri almaya matuf girişimleri ayrı ayrı değerlendirmek gerekir.
ABD bilerek ve isteyerek ilk önce tabiri caizse "Cemaati" dizayn edip, kafaya aldı sonra da AKP'yi kurdurarak siyasi gücü de temin ettikten sonra Recep Tayyip Erdoğan'ın eş başkanlığında BOP projesini devreye sokmuştur. Bu projenin icrasına engel olarak görülen, isimleri öne çıkmış ulusalcı, Türk milliyetçisi ne kadar askeri sivil unsur varsa Ergenekon ve Balyoz kumpasları ile hapislere atılarak; bunların şahsında milliyetçi, ulusalcı; cumhuriyet değer ve kazanımlarını savunan, sadakatle bağlı herkese göz dağı verilmek istendi.
Ancak, uzatmadan keseyim; gün geldi "Baş imam kim olacak" sorusu gündeme gelince o günlerin Cemaati ve bugünün fetö'sü ile AKP arasında bütün bağlar koptu. ABD bu noktadan sonra Recep Tayyip Erdoğan'ı BOP eş başkanı olarak görmekten vaz geçip karşısına alarak, kendince yeni bir Ortadoğu projesi uygulamaya koydu.
ABD, 15 Temmuz ihanet sürecinde istediğini elde edemeyince argümanları Erdoğan'ın şahsında Türkiye düşmanlığı üzerine geliştirdi. Buna binaen neler yaptı; iki müttefik ülke olduğumuz halde, talep etmemize rağmen Petroit füzelerini vermediler. F35 ortak savaş uçağı projemizin istikrarlı şekilde işlerliğini sürdürülmesine yönelik beklentilerimizi ipe un sererek sekteye uğrattılar. Peşin olarak parasını dahi ödediklerimizi bile teslim etmediler. Kırk yıldır sıcak bir şekilde PKK'ya karşı sürdürdüğümüz mücadelemizde yanımızda olmaları gerekirken, tam aksine Güney sınırımızda, Suriye'nin kuzeyinde bu katil örgütün devlet haline dönüşmesi için PYD'yi inşa edip, sonra bunlara yirmi bin tır dolusu silah yardımı yaptı.
Recep Tayyip Erdoğan da fark etti ki; ABD kendisini eş başkanlıktan düşürüp, artık düşmanı olmuştu. Belki de tam bu noktada Devlet Bahçeli ile diyaloğa geçerek kendisinden yardım istedi. Ancak gerek Recep Tayyip Erdoğan gerekse Devlet Bahçeli bu konjonktürü sistem değişikliği de dahil olmak üzere iç siyaset için kullanarak; dış güvenlik sorunumuza bir de iç siyasi çalkantıları ekleyerek ülkemizin problemlerini içinden çıkılmaz hale getirdiler.
İşte bu noktada ABD'nin güven vermeyen kalleş tutumu karşısında ülkemizin güvenlik riskini ortadan kaldırmaya yönelik arayışlar sırasında S400 füzelerinin alımı akla gelmiş ve gereği de yapılmıştır.
Dolaysıyla S400 meselesini Recep Tayyip Erdoğan üzerinden okuyup değerlendirmek sığ bir düşünce olup, eleştirmek de akıl karı değildir.
Bilmemiz gereken şu; evet, Recep Tayyip Erdoğan'nın şahsında AKP kurulduğu günden itibaren ülkemizin başına o kadar belalar açtılar ki; özellikle monşerler diyerek aşağıladıkları dış misyon şeflerimizin yerine çapsız insanları ikame ederek tüm uluslararası ilişkilerimizi içinden çıkılmaz hale getirdiler. 17/25 Aralık sürecine kadar ABD'nin ne yapmak istediğini, muhalefetin bütün uyarılarına rağmen dikkate almadılar. Dostlarımız azaldı, düşmanlarımız arttı. Çıkan problemi iç siyasette kullanmak adına adeta bilerek ve isteyerek bazı ülkelerin düşmanlığını kazanmayı göze bile aldılar.
Sayın Yavuz Ağıralioğlu'nun yaptığı konuşma; Recep Tayyip Erdoğan ve AKP'nin müsebbibi oldukları ülke güvenliği riskini azaltmaya matuf düşünülmüş olan S400 seçeneğinin yerinde olduğudur. Recep Tayyip Erdoğan'nın ne düşündüğünden, ülkemizin Cumhurbaşkanı olup olmamasından ziyade; ülkemizin böyle bir güvenlik alternatifine ihtiyacı olduğuna dair bizatihi kendi veya İYİ PARTİ'nin tespitleri üzerine yapılmış bir konuşmadır. Yine aynı konuşmadan şunu çıkarmak mümkün o da; eğer tüm ülke olarak S400 projesi arkasında yeterince durmazsak, Recep Tayyip Erdoğan'a yaptırılacak hatalar ile ülkemize ve milletimize büyük bedeller ödettirileceği ihtimalidir. Varsın burnu sürtsün deme lüksüne sahip değiliz.
Dolayısıyla, Erdoğan'ın iradesine teslim olup, arkasından giden yok. Bizim veya Yavuz Ağıralioğlu'nun peşinden gittiği; bu ülkenin güvenlik nedeniyle ihtiyaç duyduğu S400 gerçeğidir.

Bursa Belediye Başkanının hadsizliği
Eğer, Bursa Büyük şehir Belediye Başkanı bugün kalkıp, Türk milletinin zaferlerini simgeleyen "30 Ağustos Zafer Bayramı" için tüm milleti ilgilendirmeyen bir gün olduğunu söylemeye cür'et etmişse; elbette "Gizlediği kimliği ve niyeti" üzerinden mesaj vermek istediği aşikar ama bizler de aptal değiliz ki; bu cür'etinden bir mana çıkarmayalım.
Türk milletinin merhametine sığınarak ülkemize göç eden dört milyon Suriyeli; eğer tedbir almazsak gün geldiğinde ilk fırsatta Türk Devletinden ne gibi taleplerinin olacağını kestirmek hiç de zor değil. İşte zihinlerimizde böyle bir çıkarımın oluşmasını sağlayan Bursa Belediye başkanının 30 Ağustos zafer Bayramı'na ilişkin yaptığı yorumdur.
Bu kadar yoğun şekilde toplu göçü kontrolsüz kabul etmek; riski hesaplanamamış bir yönetim zafiyetidir. Ülkemizin demografik yapısının bozulması ve milli kimliğimizin heterojen bir yapıya dönüşmesinin uzun vadede ne gibi taleplere zemin oluşturacağını hesaplamanın belki MHP'nin birinci derecede ilgi alanına girmesini beklerdik ama onlar bu hususları dile getirmekten ziyade özgür düşünceli demokrat ülkücüleri tehdit ederek, kafalarını gözlerini dağıtmakla meşguller.
Bu Suriyeliler meselesinde ne demek istediğimizi muktedirlere yani Cumhur ittifakına doğrudan anlatabilmemiz için Allah korusun herhangi bir Suriyelinin muktedirin bir çocuğuna veya yüksek menfaatlerine dokunmasını mı beklememiz gerekiyor. Öyle ya; Ağustos 2004 tarihli milli güvenlik kurulu kararı ile o zaman ki adı "Cemaat" olan yapının ortadan kaldırılması devleti yönetenlere tavsiye edilmişti; ta ki 17/25 Aralık'da kendilerine dokunuluncaya kadar; umurlarında bile olmadı.
Sonra ne oldu; cemaat 17/25 Aralık'da muktedirlerin kapısına dayanınca "Aaa.. bize de mi; aşk olsun" diyerek tepki gösterip, o günü de miladi kabul ettiler. Hukuki değil, vicdani değil, siyasi bir milad idi. Milletin nezdinde oylanarak meşrulaştırılmış bir milad değil. Onun için ileri ki yıllarda söz konusu mevzuda gerçek "Meşru milad"ın hangi tarihle başladığı tartışılacaktır diye düşünüyorum.
Demem o ki; zamanında, o zaman "Cemaat" şimdi ''Fetö'' denen yapıya dair uyarıda bulunanları bırakalım takdir etmelerini; onlara karşı savcılık yaptılar, Ergenekon ve Balyoz kumpasları ile cezalandırılmalarını uygun gördüler ama "Cemaat"in "Fetö"ye evrilmesinin önünü de açmış oldular.
Aynı uyarıları Suriyeliler için yaptığımızda; ırkçılıkla suçlanıyoruz. Türk milletinin gen yapısında ırkçılık diye bir şey yoktur. Rahmetli Prof. Dr. Turan Yazgan hocamız o kadar ırkçı olmadığımıza dikkat çekmek ve aşırı hoşgörümüze vurgu yapmak için bir konuşmasında; "Keşke genlerimizde biraz ırkçılık olsaydı ama yok işte" demişti.
Bir ülkede demografik yapının bozulması gibi bir riskin hangi sosyal patlamalara neden olacağını kestirmek çok zor ama her daim küresel güçlerin kullanımı için potansiyel yumuşak karnımız olacağı aşikar ki; hele bu göç Ortadoğu'dan olmuşsa. Bu göçün hesabını çok iyi yapan batılı ülkeler; göç eden insanların içinden sadece yüksek eğitimli yetişmiş ve batı kültürünü içselleştirmiş olanları kabul ettiler; bir anlamda kalanlarını da bize bırakarak kendilerini rahatsız etmemeleri için ülkemiz ile anlaşmalar yaparak sınırlarımızı sıkı sıkıya tutarak, bırakmamamızı istediler.
Göçmenlerin yaşamlarını idame etmeleri için bedel öderken aynı zamanda Avrupa ülkelerini; kendilerine olacak muhtemel göç riskinden korumak için de ayrı bir bedel ödüyoruz. Bu ülkeyi yöneten muktedirlerin yönetme stratejisi hep kaybetmek üzerine oldu, kazanmaya yönelik hiç olmadı. Neredeyse numune yok.
Mehmet Soral
soralmehmet@gmail.com

21 Temmuz 2019 Pazar

İYİ PARTİ'NİN KİMLİĞİ ÜZERİNE

İYİ PARTİ'nin kimliği nedir?
İYİ PARTİ'nin kurumsal kimliğinin tanımı ve Türk siyasetinde oturduğu yerin anlatımı konusunda sıkıntılar olduğunu bizatihi arkadaşlarımız arasındaki kafa karışıklığından fark ediyorum.
İYİ PARTİ sadece başta MHP olmak üzere; orada uygulanan haksızlıklar ve antidemokratik zihniyete karşı oluşan öfkenin deşarjı için kurulmamıştır. Dolayısıyla "Öfkemizi yatıştırdık, artık hepimiz arzuladığımız MHP'yi İYİ PARTİ'de inşa edebiliriz" gibi bir zihniyet algısı İYİ PARTİ'yi iktidara taşımaz ancak ömrünü kısaltır.
İYİ PARTİ'nin kuruluş gerekçesi; sistem değişikliğine razı olmayan özgür düşünceli demokrat ülkücülerin; MHP yönetimine gelerek düşüncelerini fiiliyata geçirmek, yani meclisten MHP desteği ile yeni sistem için referandum kararının çıkmasına mani olmaktı. Başarılamayınca da; başlatılmış olan bu mücadelenin bir kurumsal kimlik altında verilmesi gereği ve ihtiyacına binaen İYİ PARTİ kurulmuştur.
Dolayısıyla bugünkü MHP ile İYİ PARTİ arasında hem demokrasi anlayışı, hem sistem anlayışı anlamında ciddi görüş farklılıkları var. Böyle bir MHP'yi İYİ PARTİ içinde inşa etme düşüncesini hiç bir şekilde tasvip etmiyorum.
Parti içindeki bazı tutum ve davranışları İYİ PARTİ için yapılmış olan; ''Güzel ahlak temelli, vatan ve millet sevgisi ortak paydasında birleşip bütünleşen herkesin aidiyet duyabilecekleri bir partidir'' tanımlamasına uygun görmüyorum. Dikkat edecek olursak bu tanımda ne din, ne etnik kimlik, ne de siyasi düşünce önceliği vardır. Dolayısıyla İYİ PARTİ sadece ne ülkücülerin, ne sosyal demokratların, ne siyasal İslamcıların bir partisidir. Ancak farklı bir husus var ki o da; İYİ PARTİ'nin Türk milliyetçilerinin bir projesi olduğudur. Tanımı tekrar edecek olursak ''Güzel ahlak temelli, vatan ve millet sevgisi ortak paydasında bütünleşen herkesin partisidir''
Bugün MHP içinden bir kişi dahi çıkıp Bursa Belediye başkanının ''30 Ağustos Bayramı milletin tamamını ilgilendirmiyor'' sözüne itiraz etmedi. Geçen hafta birleşmiş milletler üyesi sanırım 22 devlet Doğu Türkistan için oradaki soydaşlarımıza yapılan zulme dikkat çekmek için ortak deklarasyon yayınladılar, Türkiye imza atmadığı gibi hiç bir İslam ülkesi de metne imza atmadılar. MHP burada da sesini çıkarmadı.
Demek istediğim şu; İYİ PARTİ, MHP'leşerek bir yere varamaz. MHP maalesef bugünkü görüntüsü ve yukarıda ifade ettiğim misyonuna yakışmayan siyaset anlayışı ile daha çok siyasal İslamcıların gönlüne, misyonuna uygun siyaset yapmakta olup; İYİ PARTİ'nin böyle bir siyaset anlayışı olmadığı gibi kuruluşunu da farklı temeller üzerine inşa etmiş olup" Güçlendirilmiş Demokratik Parlamenter Sistem"e inanıyor ve ona dönüşün mücadelesini kendine misyon edinmiştir. MHP ise ''Partili cumhurbaşkanlığı sistemi'' denen aslında " Tek adamlı partili Cumhurbaşkanlığı sistemi"ne inanmakta, onun kavgasını vermektedir. Görüldüğü üzere Türk milliyetçilerinin İYİ PARTİ projesini sadece Devlet Bahçeli veya MHP muhalifliğine binaen kurulmuş bir parti olarak görmek işi çok basite indirgemek olur ki; bunca emeğe saygısızlık olur.
Ülkücü parti olmaz, ülkücü insan olur. Şahsen ben ülkücü denince; bir edep ve adap dahilinde Türk örf ve adetinin İslam inancı ile hemhal olmuş halini; günlük yaşamına içselleştirerek yansıtan insanı anlıyorum. Siyasi görüş olmaktan ziyade ahlaki duruşu ifade ettiğini düşünüyorum. İşte bu anlamda kendisini ülkücü olarak tanımlayan herkes pekala başka partilerde de olabilirler ama kalabilmeleri için de o partinin ülkücünün toleransını zorlayacak veya aşacak siyasi eylem ve düşünce ortaya koymaması gerekir; koyduğu an da gerekirse o partiyi terk eder.

Kazandırılmak af edilmek için gerekçe olamaz 
Evet, "Cemaat" kırk yıldır vardı ama hiç bir cumhuriyet hükumeti bunların "Fetö" sürecine evrilmesine müsaade etmemiş, etmesine cüret edecek yataklığı da yapmamıştır.
Velevki bu adamlar iyi "Kandırmışlar" kimleri; herkesi. Ama sadece sizi kandırınca darbe yapmayı düşünmüşler. Neden acaba. "Gazoz"u çok seviyor olabilirsiniz ama zafiyetinizi belli etmeyecektiniz.
Yani demem o ki; "Cemaat"i terörize eden AKP'dir. Dolayısıyla bir çok mensubu ölmüş gitmiş siyasi partilerin lider ve mensuplarını müsebbibi olduğunuz günahın vebaline ortak edemezsiniz; zira Allah her şeye şahit ve aynı zamanda kadirdir.

Aynı anda bir çok devlet kurumundan maaş almak...?
Ulan Allah'sız kitapsız; o da yetmez, şerefsiz; bunca milyon işsiz güçsüz insan rızkının peşinde koşup iş ararken; sonra bulamayıp intihar edenler varken; sen kimin bilmem neresinden düşüp dünyaya teşrif ettin ki; aynı anda onlarca kurumda yönetim kurulu başkanı veya üyesi olup maaş alabiliyorsun ve bunu hak bilip çoluğuna çocuğuna yedire biliyorsun.
Benim ödediğim vergilerden eğer zerre miskal liyakat dışı, kayırma ile kuruş kursağından geçmişse; cesedine kefen bile nasip olmasın tamam mı.
Ağzımı bozmamaya çalışıyorum ama ancak bu kadar oluyor. Akşama kadar salavat getirip duruyorum. Diyelim ki adamın birisi ''Liyakat'' ile bir makama gelmiş; yahu şart mı dır; kızını kısrağını, bacısını baldızını, anasını avradını sağına soluna serpiştirip, nemalandırması. 

Tankın egzozuna çaput tıkamak
Neymiş, tankın egzozuna gömlek, atlet tıkamışlar da tankları çalışamaz hale getirmişler. Adam tankın attığı gazı kendi yellenmesi sanıyor galiba.
Hadi oradan. O tankın egzozuna bırakın çaput tıkamayı, arkasında duramazsın bile. İşte ipe sapa gelmez bu tür ucuz kahramanlık hikayeleri o geceki şanlı direnişin mana ve önemine gölge düşürüyor.

Başkalarının kahramanlıklarına "Sızmak ve nemalanmak" kendi isim ve görüntülerini medyada yayma gayretinden başka bir şey değildir; tankın egzozuna çaput tıkama hikayeleri
Türk milletinin gerçek kahramanlığı ortadayken; üzerinden tank geçen kahraman görüntüsü orada dururken ne gerek var gerçekleşmesi mümkün olmayan, geri zekalıların uydurduğu senaryolarla; devleti o gece sokaktan toplayan kahramanların inanmışlık ve adanmışlıklarına gölge düşürmeye.
Şu "Kabataş Yalanı"nı çok önemsiyorum. Yine o düştü aklıma.

Onurlu insanlar istifa ederlermiş
Avrupa'da adam Istakozu devlet kesesinden yedi diye istifa getirdi; biz de ise devletin imkanlarını peşkeş çekerek "Ne istediniz de vermedik" diyenlerden sadece bir tanesi değil, hiç birisi; değil istifa, tınmadılar bile. Üstelik bizimkiler Müslüman.
Onun için mesele din temelli değil, ahlak temelli dir. Müslüman din adamı; ilahiyatçı, üstelik profesör. Din adına "Hayır işlemek için rüşvet verilebilir" dedi. Adam resmen gayri meşru bir işi; dahil olduğu siyasi partiyi ihya etmek için din üzerinden meşrulaştırıyor.

İşte ahlak denen şey böyle bir fetvaya müsaade etmiyor. Aynı şeyi Ahlak'a danışınca vicdan "Hs.tir lan" diyor.
Şimdi ben böyle yazdım ya; kör siyasal İslamcı, dini bütün birisi olarak benim inancımı "Sen müslümanmısın ki" diye sorgulayacaktır. Niçin; göz bebekleri olan, ısmarlama fetva veren adamlarını takmadım diye. 

Yine bir Buhan Kuzu vakası
AKP'li olup, bakan olmak için Erdoğan'ın dikkatini çekmek uğruna her gün Twitter'ı twit'e boğan Prof. Burhan Kuzu yine buyurmuş ki;
"Tekrar hatırlatmakta fayda var. Bunlar, cemaat ve hizmet hareketi görünümündeyken beraber olduğumuz doğrudur. Bunu Cumhurbaşkanımız da söyledi. Milat 17/25 Aralık’tır. 17/25 Aralık sonrası FETÖ’nün sözcülüğünü yapan ve terör örgütü olduğu ortadayken kol kola olan CHP değil mi"
Ben de Twit'ine yorum yaprak, dedim ki;

"Hayır Hocam, gerçek milad o değil. O miladi, kendinizi fetö kapsamı dışında tutmak için belirlemiş olduğunuz bir milad dır. Gerçek milad; içinde "Fethullah Gülen cemaati"ne yönelik tedbirlerin alınması kararı da bulunan 2004 yılı Milli Güvenlik Kurulu Kararı dır"
17/25 Aralık'ın milad olmasının hukuki bir dayanağı yoktur ama 2004 yılı Milli Güvenlik Kurulunun hukuki bir dayanağı var. Anayasa ve yasalarımızda tarifi yapılmış olan mutad toplantılar olup, her defasında alınan kararlar devletin arşivinde yerini alır.
Oysa 17/25 Aralık; iktidarın, ben istedim oldu şeklinde, paşa gönlüne göre belirlemiş olduğu bir milad dır. Vicdanlarda kabul görüp tescil edilmiş bir milad değildir. Muktedirlerin dayatmasıdır.

15 Temmuz anısına panolardaki ''Zavallı asker'' görüntüsü
Mesela Devlet Bahçeli ve avenesi; vebaline ortak oldukları AKP'ye hiç sordular mı; niçin cadde ve sokaklardaki panolara; 15 Temmuz anısına dair çizimlerde kafasına Türk askerinin balyozu inen Fethullah Gülen resimleri konmadı da; acizi-yet içinde ağlayan itilmiş, kakılmış Türk askeri çizimleri konmuştur.
O resimlerdeki yaratılmak istenen algının tek amacı olabilir o da; "Bu kamuflaj içindeki asker Türk Ordu'sunun temsili askeri olup, işte böyle zavallı duruma düşürürüz" demektir. Çünkü fetöcü bir asker olduğuna nasıl hükmedeceğiz. Öyle ya; niçin aciziyet içinde, yerlerde sürünen, kan revan içinde bir Fethullah Gülen resmini panolarda göremiyoruz.
Biatcı, siyasal İslamcılığa evrilmiş Türk milliyetçileri bu soruları sormazlar ama Özgürlükçü demokrat Türk milliyetçileri bu soruları ve dahalarını sormaya devam edeceğiz.

Muktedirler buyurdu diye tarih öyle yazılmayacak
Tarih muktedirlerin dayattıkları üzerinden değil gözlerimizle gördüklerimiz ve kulaklarımızla işittiklerimiz, şahit olduklarımız üzerinden yazılır.
Dolayısıyla,
Ey muktedirler şunu bilin ki; muktedirliğinizin bekası için yarattığınız sonra da dayattığınız algıların peşinden giden ahmak olmaya itiraz ediyorum. Algılar üzerinden yaratılan belgelerle oluşturulan arşivleriniz gün geldiğinde ancak ocak tutuşturmaya yarayacaktır.

En zayıf kişilik hali biat etmektir. Ey biatcı ahmak; Allah sana akıl bahşettiği için insan olarak zuhur etmedin mi. Öyleyse niçin biat ettiğin bir faninin sadece ve sadece sürekli peşinde sürüklenesin diye yarattığı algılara ağzını uzatıp giden koyun olmayı yeğliyorsun.
Yani demem o ki; son yirmi yıllık tarihimizi muktedirlerin dayattıkları üzerinden değil gözlerim ve kulaklarımla şahit olduklarım üzerinden okuyacağım. Çünkü mazlumun ve masumun en büyük şahidi benim vicdanım.
Muktedirler öyle buyurdular diye yavşak mı olmak zorundayız. 

Siyasal İslamcılığa evrilmiş ülkücü
Cumhur ittifakının bir kanadı "Ümmetin parçalanması"ndan bahsetti ama milliyetçi kanadının gıkı çıkmadı. Doğal refleks ne olmalıydı; "Ne ümmeti kardeşim".
Bunlara "AKP'ye eklemlenmiş, siyasal İslamcılığa evrilmiş ülkücüler" dediğimizde bizlere kızıp, tehdit ediyorlar. Mesela, kadim Türk Ordu'sunun eğitim ve öğretim ocağı Kuleli Askeri Lisesi'in misyonuna son verildi gene gıkınız çıkmadı. Öyleyse kendi tanımınızı kendiniz yapın bizler de o tanımı kullanalım.

Kısaca;
Birisi cemaat, diğeri parti adı altında iki "Siyasal İslamcı" unsurun Türk Devleti'ini ortaklaşa işbirliği ile değiştirme ve dönüştürme niyetlerine binaen programlanan ihanet sürecinde; Türk devletini teslim aldıklarını sandıkları bir anda her ikisinin aklına "Baş imam kim olacak " sorusu gelince; bedelini Türk milletinin ödediği, sefasını ise hala muktedirlerin sürdürmekte olduğu bir geceyi yaşamıştık. Ya sonrası...?
En çok da zoruma giden; bu olup bitenlerin vebaline hiç gerek yokken Türk milliyetçilerinin de eklemlenmesi ile bir başka vebalin altına girilmesidir. Bu ihanet sürecin müsebbibi olanlardan birisinin yanında değil, her ikisinin uzağında durarak alternatifler üretebilirdik; aksine belki de kalınan yerden devam edilmesine lokomotif olduk. 

Kısa kısa
15 Temmuz kurgu değilse; 15 Temmuzu 16 Temmuza bağlayan gece 3000 tane hakim ve savcının fetöcü olduğunu nasıl anlayıp da görevden alıp, soruşturma açtınız. Eğer böyle bir bilgi hazırda var idiyse; Allah'ın gazabından nasıl kurtulup, şehitlerimize hesap vereceksiniz.
...
İstediğin kadar "İP" de dur. O ip boynuna dolanınca; nasıl da Adana, Mersin, Antalya, İstanbul'u bıraktın. Öyle ya; can tatlıdır
...
Selalarla, retüellerle içi boş, imana zerre nüfuz etmeyen bir din anlayışı aldı başını gidiyor.
Bir defa da olsun sudan kesilip sararan ve sonra dalından düşen yaprağın serüvenini anlatsanız ne olur sanki. Çünkü işinize gelmez, niçin; kulun imanı kuvvetlenir size biat etmez diye.
soralmehmet@gmail.com

13 Temmuz 2019 Cumartesi

15 TEMMUZUN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

Bundan üç yıl öncesiydi. Günlerden 22 Nisan cuma ve bilindiği gibi ertesi gün 23 Nisan çocuk bayramıydı.
Cuma namazımızı kılmak üzere camideyim. Ön sezgilerimin de peşinden giderek; hutbede, bir gün sonra kutlanacak olan 23 Nisan Egemenlik ve Çocuk Bayram'ından bahsedilip edilmeyeceğini takip ettim. İmamın umurunda bile olmadı. Yanlış hatırlamıyorsam tartıdan, teraziden bahsetmişti. Varlığını cumhuriyetin kuruluş ve değerlerine borçlu olan Diyanet İşleri Başkanlığı ertesi gün kutlanacak olan 23 Nisan Egemenlik ve Çocuk Bayramı'na dair hiç bir şey hatırlamamıştı.

Bugün de cuma namazındaydık. 15 Temmuza üç gün var ve hutbenin konusu 15 Temmuz hain kalkışmasının malum yıl dönümü ve ona dair etkinlik programını anlattı.
İşte devletimizi böyle ayrımcı, aynı zamanda ayrıştırıcı bir zihniyet; cumhuriyet değer ve kazanımlarına hasım, kendi dönemine ise uhrevi bir anlam yükleyen iktidar yönetiyor. Sonra bu zihniyetin mecliste, basın ve medyadaki temsilcileri zaman zaman aort damarlarını çatlatırcasına bir kesimin yani benim gibilerin 15 Temmuza atfen yeterli heyecanı taşımadığımızı ima eden vurgulamalar yaparak, tavrımızı eleştiriyorlar.
Cumhuriyet değer ve kazanımlarına atfen andığımız veya kutladığımız milli gün ve bayramlarımızın arifesinde; sizleri hep unutkanlık, bizlerin de içini hüzün veya mutluluk kapladığı sürece; sizlerle beraber yüreklerimizin toplu atması mümkün olmayacaktır.
Bakın sözümün muhatapları; değil mi ki Türk tarihinin bağrına çakılan 15 Temmuz ihanet kazığının böğründe "Ne istediniz de vermedik" notu var; "15 Temmuz" dendiğinde sizlerin de bizlerin de zihnimizden geçen şeyler hiç bir zaman aynı şeyler olmayacaktır. Ama kendi adıma şunu söyleyebilirim ki; siyasetin bütün puştluğuna rağmen Türk milletinin yetiştirdiği kahramanların doğal refleksi dir; o kahrolası gecede canlarını ortaya koyarak hem devleti, hem de iktidarı sokaktan toplayarak ait olduğu yere tekrar oturtan.
Bu ruh hali ile o gece şehit düşen tüm asker, polis ve halk kahramanlarımıza şükranlarımı sunarken; ruhları şad, mekanları cennet olsun diyor gazilerimize sağlık, sıhhat ve afiyetler diliyorum. 
Çişinin geldiğini haber verecek kadar zekaya düzeyine sahip her çocuğun bile aklına takılabilecek; aklın, mantığın izah edemediği 15 Temmuz üzerine söylenebilecek çok şeyin olduğunu düşünüyorum.
Ancak, devletin her türlü gücünü uhdesinde bulunduran muktedirlerin adeta despot bir babanın yaramazlık yapan çocuğuna; "Söyle bakayım niçin yaptın!.. söyle niçin yaptın!..." deyip, izah etmeye kalkışınca da; "Bak hele!... hala konuşuyor" tehditi altındaki çocuk misali; fetöcü ithamına maruz kalma tehditi nedeniyle bilinen veya fark etmiyor aşikar gerçekler üzerine görüş ve düşünceler dile getirilemiyor.
Zamanında(2010 olabilir) birisine "Fethullah Gülen o kadar şey anlatıyor, Allah aşkına anladığın bir şey varsa bana da anlatsana" dediğimde; "Yahu abi sen bu mübarek adamdan ne istiyorsun" demişti. Şimdi aynı şerefsiz bir gün AKP muhalifiyim diye beni fetöcülükle itham etmişti.
Yani demem o ki; AKP 15 Temmuz ihanet sürecini; feötü'nün yarattığı mağduriyeti bahane ederek siyasal İslamcıların gizli ajandalarını fütursuzca uygulama fırsatına dönüştürmüştür. Bu süreci muhalif gözü ile irdelemek isteyenleri de yine fetö sopası ile terbiye etmeye devam etmektedir.
Mesela "Kuleli askeri Lisesi"nin kapatılması; ancak ve ancak "Türk Ordusu'nun kökünü kurutacağım" diye ant içmiş birisinin emeli olabilirdi. Böyle bir saikle kapatılmamış olsa bile kimse kusura bakmasın bir Türk milliyetçisi olarak böyle gördüğümü ifade etmek isterim. Fetö'nün de amacı o değilmiydi. Niçin fetö'nün "Kadim Türk Ordu'sunun kundağının tarumar edilerek, ateşe verilmesi" emeline kaldıkları yerden devam edildi.
İnşallah yüreğinde zerre kadar ülkücü hissiyatı ve hassasiyeti olan milletvekilleri en azından rahmetli Başbuğ'un hatırasına hürmeten Kuleli Askeri Lisesi'in tekrar Türk Ordusu'na hizmete devamı için gereken çabayı gösterirler. 
Bu arada özellikle belirtmek isterim ki; "Cemaat"i fetö haline dönüştüren "Siyaset kurumu"dur. Öyleyse fetö'nün siyasi ayağının ortaya çıkarılmasına hangi hain veya hainlerin deşifre olacağı endişesi mani olmaktadır.
"Siyaset kurumu"nu milletimin vicdanına ihbar ediyorum. 15 Temmuz ihanet sürecinin içinde siyaset kurumu vardır ve onun içindir ki; fetö'nün siyasi ayağının araştırılmasına da aynı kurum engel olmaktadır. 


Sorulan şu; İYİ PARTİ'nin başarısı nedir.
İYİ PARTİ'nin başarısı; siyasi arenada yerini alarak, iki kişinin zihninde şekillenmiş 17 yıllık muktedirliğin ümüğünü sıkıp, Türk siyasetine yeni bir açılım kazandırmasıdır.
Daha ne yapmıştır. Türk solu ile Türk milliyetçileri arasındaki; cumhuriyet, onun değer ve kazanımları temelinde vatan ve millet sevgisi paydasında mutabakat alanını genişleterek, CHP ile "Millet ittifakı" denen ortak ruh halini inşa edip, İmamoğlu denen "Ortak payda" keşfedilerek, uç beyi olarak ileri sürülüp istenilen sonuç elde edilmiştir. Elde edilen 800.000 oy farkı da; "Bundan sonraki sürprizlerimizi bekleyin" anonsu dur.
Dahası; Adana, Ankara, Mersin, Antalya...

Küresel İnisiyatifler hep ''Siyasal İslamcılar'' üzerinden proje geliştiriyorlar
Hiç dikkatinizi çekti mi; küresel inisiyatifler, ülkemizde her yeni oluşumun öncülerini veya kadrosunu daima siyasal İslamcıların içinden çıkarıyorlar. Nedeni; çünkü bunlar milliyetçi olmanın dışında her şeye teşnedirler de ondan.
Siyasi çıkar ve koltuk için devletin namusu olan kozmik odanın anahtarını isteyin, tereddütsüz alırsınız. ANAP'ı da aynı gelenek kurmuştur. Siz bakmayın Özal'ın liboş tavırlarını; bal gibi de siyasal İslamcıydı. AKP'nin siyasal İslamcılığı hususunda tereddüdümüz yoktur zaten.

Burada İYİ PARTİ'nin konumu farklıdır. İYİ PARTİ Türk milliyetçilerinin bir projesi olup, varlığı küresel güçlerin işine gelmez aksine; varlığına engel olup, rahat bırakmazlar.
İYİ PARTİ'nin arkasında o güçler var, bu güçler var diyenlere cevabi gelişmeleri her geçen gün yaşayıp görüyoruz. İYİ PARTİ'ye yakıştırma yapanlar mahcup olacaklar. O da ne; "Tek adam yönetimi"ne CHP haricinde en güçlü alternatif İYİ PARTİ olmasına rağmen sanki yokmuş ve siyasi bir boşluk varmış gibi üstelik bir değil, iki siyasal İslamcıya iki ayrı parti kurduruyorlar.
Lütfen şunu görelim artık. Recep Tayyip Erdoğan'ın muktedirliği ortadan kalksa bile muadili olarak yine önümüze Siyasal İslamcıları sürmek isteyeceklerdir. Bunlara karşı tek panzehir Türk milliyetçiliği dir. İşte ondandır ki; Türk milliyetçiliği kurumsal kimliğini Devlet Bahçeli marifeti ile siyasal İslamcı AKP'ye eklemlediler.
Siyasal İslamcıların cumhuriyet kurulduğundan beridir en büyük emeli Ordu vesayetine son vermek adı altında Türk Ordusu'nu tasfiye etmek değilmiydi. AKP iktidarı ve ona sonradan eklemlenen MHP ile şimdiye kadar olup bitenler anlamında gelinen son nokta; Türk Ordusu'nun Türk milleti nezdindeki dünkü algısı ile bugünkü algısı arasında dağlar kadar fark oluşmuştur. Devletin sistemsel yapısına ve Türk Ordusuna operasyonlar daima siyasal İslamcıların marifeti ile yapılmıştır. Bu anlamda küresel inisiyatifler istediklerini elde etmişlerdir.
Peki bir anlamda "Cumhur İttifakı" Siyasal İslamcı ise; alternatif oluşumlara ne gerek var değil mi. Gerek var; çünkü küresel inisiyatifler için "Cumhur ittifakı"nı taşımak artık çok daha zorlaştı. İstanbul seçimlerindeki 800.000 oy farkı; cumhur ittifakının muktedirliğini artık algılarla götürebilmenin mümkün olmadığını ortaya koymuştur. Bunu küresel inisiyatifler de gördü şüphesiz.
Bu arada İYİ PARTİ'nin de mütemadiyen rahat bırakılmayacağını biliyor ve takip ediyoruz. Aksine, uğraşılmaması tuhaf olurdu. Bu durum siyasetin doğasında olan bir şey. 

Kısa kısa
Washington Post gazetesi Cemil Bayık'ın bir yazısını yayınladı diye Türkiye haklı olarak büyük tepki gösterdi.
Peki, Washington Post Gazetesi dönüp bize; "Kardeşim kırmızı bültenle aradığınız PKK'lı katili de siz kendi devlet televizyonunuzda çıkardınız" dese ne diyeceğiz.
...
Allah Türk siyasetine İYİ PARTİ'yi verdi sonra Mansur Yavaş, İmamoğlu derken; verdikçe verdi.

Sayın Arınç'a ithaf ediyorum
.
...
Ben şimdi kendimi neye hazırlıyorum sevgili dostlar; AKP'liler de dahil herkes Recep Tayyip Erdoğan'ı terk edip kaderi ile baş başa bıraktıklarında; bizim biatcı arkadaşlar ne diyecekler biliyor musunuz "Devlet Bahçeli büyük adam. Bakın Recep Tayyip Erdoğan'ı nasıl bitirdi. Biz boşuna bilge lider demedik"
Mehmet Soral

soralmehmet@gmail.com

10 Temmuz 2019 Çarşamba

SÖYLENENLERE İTİRAZIM VAR

''Ümmet'' nedir ''Millet'' nedir
Muhterem gene kavramları tepetakla attırdı.
Beyefendi, ümmet din birlikteliğini; millet ise soy(Kültür) birlikteliğini ifade eder. Onun için Babacan'ın başka parti kurmasının "Ümmete zarar verir, parçalar" şeklindeki açıklamanız niçin bizleri bağlar anlamış değiliz.
Değil Sen, Babacan da olsa; el ele verip varsa eğer ortalıkta bir ümmetiniz; ayrıştırabildiğiniz kadar ayrıştırın ama Türk milletinin yakasından elinizi çekin.
Hangi ümmetten bahsediyorsunuz siz Allah aşkına. Anlıyoruz ki; Hz. Peygamberin vefatı ile ümmet kavramının içi boşaltılmış, anlamını yitirmiş.
Hz. Peygamber'in vefatından sonra ilk dört halifeden üçü katledilmiş, ne adına; sözde İslam adına. Yine Hz. Peygamber'in vefatından henüz elli sene geçmeden torunu katlediliyor, ne adına; o da sözde İslam adına.
Bu ümmetin mi; zarar görmemesi için özen gösterip, dikkat edeceğiz. Ne ümmeti..? Ümmet falan umurumda değil, ben imanımı muhafaza edebilmenin mücadelesini veriyorum, sen neden bahsediyorsun muhterem.
Alın ümmetiniz sizin olsun, bana Türklüğüm yeter.

HDP seçmeni ve millet ittifakı
HDP seçmeninin (Kısmen de olsa) İstanbul seçimlerinde millet ittifakını tercih nedeni; millet ittifakını kazandırmaktan ziyade ne yapıp edip Cumhur ittifakını cezalandırmaya, kaybettirmeye yönelikti.
İşte onun içindir ki; HDP'li kadın sözcü İYİ PARTİ sıralarına hitaben "Size rağmen millet ittifakına oy verdik" diyerek bir anlamda "Sizinle hiç bir zaman beraber olmadık, olmayı da düşünmedik, düşünmeyiz de; ama, öte yandan Cumhur ittifakına da en büyük cezayı kesmek istedik. Sistem de bize o konjonktürü sağladı ve biz de gereğini yaptık" demek istemiştir.
Cumhur ittifakı, devleti de arkasına alarak devasa gücü ile siyaset kurumunu kendi nefsine göre dizayn edip, şekil vermekte ısrar edince; HDP'yi ateşleyip, nereye düşeceğinin hesabını yapmadan fırlatıp attı, onun da düştüğü yer ne tesadüf ki; Cumhur ittifakının ekin tarlasıydı.
Bilmem anlatabildi mi.

Tek adam sistemi hukuksuzluğu sona erdirmiş mi dir.
Devlet Bahçeli bugünkü grup konuşmasında "Cumhurbaşkanlığı hükumet sistemi ile hukuksuzluk sona ermiştir" dedi.
Sayın Bahçeli siz bu değerlendirmenizi ancak size biat eden iflah olmaz, azatlık kabul etmeyen kölelerinize yutturabilir siniz.
Ama bizler çok iyi biliyoruz ki; o günkü cari hukukumuza göre bulunduğu mevkinin hukuki sorumluluklarını ihlal ederek, fiili durumlar yaratıp keyfiliği adeta alışkanlık haline getiren Recep Tayyip Erdoğan'ı; hukuki çizgiye davet için gereğini yapmak muhalefet olarak sizin asli göreviniz iken; tam aksine bu gayri fiili durumdan kaynaklanan konjonktürü koltuğunuzun bekası için kullanma kurnazlığına gittiniz. Çünkü Adamı hukuka uymaya davet etmeniz gerekirken, hukuku adamın paşa gönlüne göre dizayn ettirmenin öncüsü oldunuz.
Evet Cumhur ittifakı tarafları olarak sürekli fiili durumlar yaratıp, sonra işinizi hallettikten sonra bu gayri meşru fiili durumlara hukuki zırh geçirseniz de; kısa vadede durumu kurtarabiliyorsunuz ama millet en sonunda sizi sandık başında yakalıyor haddinizi bildiriyor. İstanbul halkı 800.000 oy farkla evire çevire haddinizi bildirmiş olmasına rağmen siz hala "İstanbul halkı tercihini yanlış yaptı" diyorsunuz. Bu değerlendirmeniz; buyurgan ceberut bir belleğin dile gelmesinden öte bir şey değildir. İstanbul halkı da sizin Türk siyasetindeki varlığınızı tamamen yanlış buluyor zaten. Onun içindir ki milletle sandıkta tek başına yüzleşmemek için işi sistem değişikliğine kadar götürdünüz.
Dolayısıyla iddia ettiğiniz gibi "Cumhurbaşkanlığı hükumet sistemi" hukuksuzluğa çare olmamış; T. Erdoğan karşısındaki aciziyetinizin ve koltuğunuzun bekasının başımıza musallat ettiği bir ucube dir. 

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı meclis toplantısına dair izlenimim
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı toplantısını canlı izledim. AKP grubu "Eylül'den itibaren toplantı gün sayısının 5 gün olması"nı içeren önergeyi verdiler.
İmamoğlu ise "Eğer gündeme ilişkin görüşmeler bir gün veya bir kaç saat içinde tamamlanacaksa, 5 gün buraya gidip gelmenin ne anlamı var" diyerek önergeyi oylamaya koymadı. Ancak AKP grubunun söz konusu önerge üzerine itirazları nedeniyle yaklaşık yarım saatten fazla kısır tartışma sürdü gitti.
Bu arada AKP sözcüsü diyor ki; "İyi ya; fena mı, İstanbul halkı toplantıları 5 gün süresince izlerler"
AKP sözcüsünün bu kinayeli cümlesinden bizim anladığımız şu; AKP, İmamoğlu dönemi ile meclis oturumlarının İstanbul halkına canlı izletilmesinden çok rahatsız. Çünkü AKP grubunun amacı meclis üyeliklerinin çokluğuna yaslanarak meclis çalışmasına engel olmak ve İmamoğlu'nu zor durumda bırakmak. Bu tavırlarının canlı izlenmesini istemiyorlar. Peki ne yapmak istiyorlar; toplantıların 5 güne yayılarak, İstanbul halkını bıktırarak canlı yayını izlemekten uzaklaştırmayı amaçlıyorlar.

İslam'ın şartı beş. Peki cennetlik olmamız için yeterli mi?
İslam'ın şartı beş. Bunların gereğini yaparsak cennet bizim için hazır mı yani; sanmıyorum.
Mesela, hep merak etmişimdir; günde belli bir süreliğine "Anlayarak okumayı" ilave edecek olsak ve şartı 6'ya çıkarsak Allah'ın gücüne mi gider, yoksa takdir mi eder. Şimdi siyasal İslamcılar buna "Tabi ki gücüne gider" derler değil mi.
Zamanında İslam'ın şartı 5 dir diye tespit edenler hangi kıstasa göre bunu sıralamayı yapmışlar acaba. Peygamber efendimize ilk emir "Oku" ise; niçin İslam'ın beş şartı içinde yok veya ilave edilmedi.
İslam'ın esas ruhundan uzaklaşıp, siyasallaştırıldıktan sonra özellikle değil bir Müslüman; her insan için elzem olan okuma, dolayısıyla öğrenme ihtiyacı ve gerekliliğinden kaçınılmış. Çünkü halkın bilinç düzeyinin artması "Siyasal İslam"ın daima kabusu olmuştur. Bilinçli halk Siyasal İslamcı yöneticileri daima korkutmuştur. Ondandır ki; bu çelişkiyi ortadan kaldıran "LAİKLİK" için "DİNSİZLİK" demek işlerine gelmiştir.
Ben şahsen ilaveten "Günlük periyodik okuma ve tefekkürde" bulunmayı iman sahibi şuurlu Müslüman için şart olarak görüyor, kendi günlük yaşantımı da ona göre programlıyorum. 

7 Haziran 2015'den itibaren yaşadıklarımızın vebaline Devlet Bahçeli de ortaktır 
AKP'nin bu ülkeye verdiği ve vereceği zararın yarısı hatta fazlasında Devlet Bahçeli ve avenesinin katkısı büyüktür.
7 Haziran 2015 seçimleri itibariyle başlayıp 15 Temmuz ihanet süreci de dahil olmak üzere hala devam eden sıkıntıların temelinde; parti kurumsal kimliği ideali ve ülküsünden ziyade her daim siyasi konjonktürü ve parlamento aritmetiğini kullanarak sadece koltuğunu koruma ve kollama amacında olan Devlet Bahçeli'nin koltuk hırsı vardır. En büyük kabahati de uzun iktidar sürecinden sonra ilk defa 7 Haziran'da meclis çoğunluğunu kaybeden AKP'nin; Devlet Bahçeli'nin erken seçim kararı ile 1 Kasım erken seçim ile tekrar tek başına iktidar olmasını sağlamasıdır.
Velhasıl kelam; ülkemizde yaşanan kırılmaların tetikleyicisi Devlet Bahçeli ise; yaşadıklarımızın müsebbibi de bir anlamda kendisidir.
Gün geldiğinde Recep Tayyip Erdoğan "Evet, benim de çok hatalarım olmuştur ancak Devlet Bahçeli; siyasette oluşan konjonktüre sürekli müdahale ederek, siyasetin kendi inisiyatifinde yönlenmesini sağlamıştır. 7 Haziran'da hükumette veya başka bir koalisyonda yer almak istedi de biz mi mani olduk" dese hiç de haksız sayılmayacaktır.
Not: MHP kurumsal kimliğini ayrı tuttuğuma dikkat çekmek isterim. Zira MHP kurumsal iradesinin gasp edildiğine inanıyorum. 

Yeter artık! 
Dünyanın neresinde ipten kazıktan kopmuş sapkın iti köpeği varsa ülkemize boca edilmesini kabul etmek zorunda mıyız.
Bu göçmenler dünyanın her tarafında varlar ama mesela Almanya'da böyle vakıaları görmüyoruz, duymuyoruz. Çünkü onlar hep nitelikli ve yetişmiş olanları aldılar kalanları da bizim gibi ülkelerin başına musallat ettiler.
Yine bir tecavüz vakıası, yine yabancı uyruklu ve yine başı boş gezen serseriler.
Ne kadar göçmen varsa denetimli ve güvenlikli kamplarda ikamet ettiril melidirler. Periyodik olarak güvenlikleri sağlanıp, ülkelerine geriye göçleri sağlanmalıdır. Eğer bayramlarda gidip de tatil yapacak kadar güvenliğe sahipseler; niçin tekrar dönüyorlar. Onlar sadece zorda kalmış göçmenler, TC vatandaşı değiller ki; tekrar gelsinler.
Bunun dışında özellikle Suriye göçmenlerinin gelişine göz yummak veya gelmiş olanların kalıcılığını kabullenmekten bir anlam çıkar ki o da; ülkemizin demografik ve coğrafi yapısını değiştirmektir. ''Güney Kürdistan''ı kabul edenlerin bir de ülkemiz sınırları içinde doğal uzantısı deyip ''Kuzey Kürdistan''ı inşa projesine hizmet olabilir. Şimdilik olmasa bile gelecekte potansiyel bir alt yapının oluşmasına neden olur; hazır ikiz yasalar da meclisimizde kabul edilmişken.
İKİZ YASALAR
Bir ülkede etnik azınlıklara veya halklara kendi kaderlerini kendilerinin tayin etmesi hakkının tanınmasıdır.
MHP 57. hükumet dönemimde bu yasa çalışmasının komisyonlardan geçmesine mani olmuş olsaydı AKP hükumeti döneminde yasallaşmayacaktı.

Edepsizliğin ve hadsizliğin dibe vurma hali
MHP'li Semih Yalçın'dan Akşener'e; "Kendi mabadı açıkta dururken başkalarını ayıplaması ahlaki düşüklüktür" demiş.
Semih Yalçın Prof. falan değil, bir zavallıdır.
Demek ki ülkücü sadece MHP'de ikamet etmekle olmuyormuş. Cümlede geçen "Mabadı" kelimesi; Türk töresinden nasiplenmiş bir erkeğin bir bayan için kullanabileceği ifade olamaz.
Meral Hanım'ın Semih Yalçın'ı öfkelendiren sözleri siyasetin kaldıramayacağı ifadeler değildi. Ancak öfkesi aklını teslim alınca ve de siyaseten söylenecek bir söz de bulamayınca o aşağılık benzetmeyi yapabilmiştir.
Ülkücü; belli bir edep ve adap kaidesi içinde İslam inancı ile yoğrulmuş Türk örf ve geleneğini; içselleştirerek günlük yaşamını bu minvalde sürdüren adam gibi adamdır. Ya Semih Yalçın...
Ne diyelim; üstelik de bir bayan için o sözleri sarf etmek; elbette acizliktir. Türk töresinde erkek tarafından bir kadına kem söz söylemek hemcinsine söylendiği kadar kolay değildir. Yazıklar olsun. 

Fetöcü emarelerini kendileri üzerinde göründükçe kurbanı başkalarından seçiyorlar 
Meral Akşener'i zorlama ve kurgu ile fetö'cü ilan etmek gibi psikolojik zulmü reva görenler (Gerçi onun torunun çükünde bile değil) sözüm size; Bülent Arınç diyor ki; "Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu üyeliğimden alacağım maaşın bir kısmını fetö soruşturması yaşamış KHK mağduru ailelere bağış yapacağım" diyor.
Belki de vicdanı kendini bu itiraflara sürükledi, o başka konu ama Meral Hanım'a iftira atan belgesiz, insafsız ve merhametsizler sizde zerre kadar şeref varsa esas Meral Hanım'a değil Bülent Arınç'a niçin dava açılmadığını sorar üzerine gidersiniz.
Velhasıl kelam; fetö ile mücadele devlet için değil AKP, belki de Cumhur ittifakının istikbali için yürütülen bir süreç. Fetöcü'nün kardeşi bakan, darbe yapan generalin kardeşi büyükelçi. Daha neler neler. Siz bizimle kafa mı buluyorsunuz.
Adam resmen "Ben maaşımı fetöcü yakınlarına bağış yapacağım" diyor. Bu cümleyi AKP'li değil de bir başkası her kim kullansaydı kodese girmez miydi.
Bülent Arınç bir önceki mülakatında her şeyi berbat etmişti, düzeltmek için belli ki yandaş kalana kendisi için program siparişi vermiş ama daha beteri oldu.
Allah bunların cümlesini şaşırttı. Allah Türk milletine sahip çıktı, bunları da bizatihi kendi iradeleri ile azar azar yolcu ediyor anlaşılan.

Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu
Anlaşılan o ki Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu; AKP'nin gedikli yaşlılarından müteşekkil olup, onları bir araya toplayarak orada burada yaramazlık yapıp, yeni kurulan partilere sarkmasınlar diye uydurulmuş bir ihtiyar heyetidir.
Bakıyorsunuz hepsi ihtiyar ve hepisi AKP'li. Mesela bir tane emekli genel kurmay başkanı yok. Mesela niçin bir holding patronu yoktur. Geçmişte görev yapmış başka partilere mensup hariciyeci veya ekonomi bakanı yoktur.
İşin garibi verdikleri beyanatlardan anlıyoruz ki tam anlamıyla görev ve yetki tanımlarına da vakıf değiller.
ilk önce "Her birisi haylaz siyasi kaşar olan bu ihtiyarları bir arada nasıl tutabiliriz ki; bize zarar vermesinler"in cevabı aranırken Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu'nu kurmak akıllarına gelmiş gibi . Yani işe göre adamlar değil, adamlara göre iş ayarlanmış.
Bu ihtiyar heyetinden israftan öte hiç bir halt olmaz. Kozmik odayı; bir kurgunun içinde yer alarak fetö, dolayısıyla ABD'ye peşkeş çekmiş adam bu kurulun baş gediklisi ise vay halimize.
Balgat mukimi ve avanesi özgür düşünen demokrat Türk milliyetçilerine sürekli çemkirmekle meşguller. Kozmik odanın namusunu peşkeş çekenler hale iltifata tabi tutulup, itibar görüyorlarsa; ülkücülüğünüz ve milliyetçiliğinizde samimiyseniz Cumhur ittifakının uhdesinde olup biten bu yanlışlara nasıl mani olamıyorsunuz. 

Kısa kısa
Ali Babacan'a açılan davanın red edilmesinin nedeni; Fetö'nün AKP'deki siyasi ayağının deşifresi olması ve bumerang etkisi yapacağı korkusundandır.
...
Şeyma Subaşı'nın kitabı kırk bin satmış. Birinci baskı tükenmiş, ikinci baskısı yapılacakmış. Doğrusu kitaba ''El mi basmışlar'' yoksa okumuşlar mı merak ettim doğrusu.
Öyleyse kitap okuma alışkanlığını artırmanın formülünü bulmuş oluyoruz. Önce Şeyma Subaşı gibi isimleri bulup, zengin erkeklerin yanına staja göndereceğiz, sonra onları evlendirip bir süre sonra da boşandırıp akabinde kitap yazdıracağız.
soralmehmet@gmail.com

4 Temmuz 2019 Perşembe

OLUP BİTENLER ÜZERİNE

HDP'nin ne halt ettiği değil bizim ne sonuç aldığımız önemli
HDP şunu diyormuş, bunu diyormuş; umurumda bile değil. Ben oyumu Ekrem İmamoğlu'na verdim ve istediğim sonucu da aldım.
Bu ucube sistemin getirdiklerinden de, götürdüklerinden de sorumlu olanlar HDP seçmenin tercihleri üzerinden millet ittifakını sorguluyorlar.
Vallahi bu sevişme usulünü Cumhur ittifakı icat etti. "Orama burama dokunma" diyemezsiniz. Şartları siz belirlediğinize göre siyasi arenanın da oluşma şekline razı olacaksınız. 

Ergenekon ve Balyoz kumpaslarında yandaş basın medya ve akademisyenler de hesap vermelidir
Ergenekon ve Balyoz kumpasları'na; "Ordu vesayeti"ne son, siyasi iktidara destek ve biraz da cumhuriyet değer ve kazanımlarına düşmanlık adına intikam arzusunun büyük hazzını yaşayarak destek naraları atanlardan sadece Nazlı Ilıcak mı bedel ödeyecek. (Kendisi için zerre kadar üzülmüyorum)
O'nun partner'i bir hatun kişi vardı; kızıl saçlı, çıyan gözlü o hatun ve diğerleri ne olacak. O'nun ayrıcalığı nedir ki. Bugün pişmanlığını veya aldatılmışlığını dile getirmelerine rağmen nice insanlar hapiste yatarken; o kızıl saçlı, çıyan gözlü hatun nasıl oluyor da; yandaş olmanın dokunulmazlığı altında hala aynı goygoyculuğu devam edebiliyor. Aslında günahının farkında olmalı ki; son üç beş gündür TV'lere çıkmaya cür'et edemedi. Çünkü Ersan Şen ve Nedim Şener'in karşısına çıkması mümkün değildi.
Ergenekon ve Balyoz kumpaslarının; goygoycu medya, basın ve akademisyen ayağından da hesap sorulmalıdır.

''Tek adam'' sistemi ABD merkezli McKinsey Danışmanlık Firması tarafından dizayn edilmiş 
Hay Allah. Biz de sanıyorduk ki; ''Tek adamlı partili cumhurbaşkanlığı sistemi''nin mucidi Devlet Bahçeli. Oysa yanıldık, ABD imiş.
....
'Milli Gazete’den Muhammed Vefa’nın haberine göre; üst düzey AK Partili bir isim, Cumhurbaşkanlığı Hükumet Sistemi’nin AK Parti tarafından hazırlanmadığını, söz konusu sistemin daha önce de ülke gündemini uzun süre meşgul eden ABD merkezli McKinsey Danışmanlık Firması tarafından dizayn edildiğini ifade etti''
...
Vallahi yalan da değil. AKP aslında başkanlık sisteminden çok bahsetmiş olmasına rağmen özellikle 7 haziran 2015 seçimlerinden sonra gündeminden düşürmüştü. Devlet Bahçeli'ye nereden, nasıl bir ilham geldiyse; 1 Kasım 2015 seçimlerinden hemen sonra daha önce karşı olduğu başkanlık sistemini gündeme getirdi. Parti içinde büyük çalkantılar yaşanması pahasına mücadelesini vererek başardı, muradına da erdi.
Hep söylerim. Türkiye'de yaşanan tüm kırılmaların tetikleyicisi olarak öyle veya böyle Türk milliyetçilerini; kendi dünya görüşleri ile çelişse bile dahil etmeyi başarıyorlar. İlk önce Türk milliyetçilerini nasıl dahil edebileceklerinin hesabını yapıp, sonra ne yapmak istiyorlarsa eyleme geçiyorlar. ''Lidere sadakat şerefimizdir'' ilkesi zaten her şeyi kolay kılıyor.
Türk milliyetçilerine sistemin değiştirilmesinin tetikleyicisi rolünü verdiler, başardıktan sonra da MHP'yi AKP'ye eklemlediler. Diyeceksiniz ki hep tetikleyici MHP oluyor da niçin hiç bir zaman siyaseten muktedir olamıyor. Çünkü Devlet Bahçeli öyle bir MHP'yi yönetememekten korkmakla birlikte misyonu da o değil zaten. 

Devlet Bahçeli'nin önceliği hep AKP olmuştur
Devlet Bahçeli hiç bir zaman AKP'nin olduğu kadar MHP'nin akıbetini düşünmemiştir. Hatta; Erdoğan var olsun, AKP yaşasın diye yeni sistemin mucidi bile kendisi olmuştur, tabi ilaveten bir de koltuğu korunsun diye.
Sürekli kan kaybeden MHP oldu ama o hep AKP'nin kan kaybına üzüldü ve çareler aradı. Yalan mı. Mesela bir örnek; AKP 7 Haziran'da azınlığa düşünce AKP toparlansın diye Tuğrul Türkeş'i AKP'ye kim gönderdi; Devlet Bahçeli değil mi.
AKP'nin içinden çıkacak yeni oluşumlar ne kadar canını sıkmış olmalı ki; bugünkü grup konuşmasında Davutoğlu, Babacan ve Gül'e göndermelerde bulundu. Yani; "AKP'ye zarar vermeyin" demeye getiriyor.
Oysa asıl neden; Devlet Bahçeli'nin bulunduğu her yerde hem kendisine hem de eklemlendiklerine kaybettirmesidir. Dolayısıyla AKP'nin kaçınılmaz sonu kaybedeceğidir.

Kripto fetöcü "Edepsiz" ağlak adam. 
Türkiye bağırsaklarını temizliyor" diyerek Türk Ordusunun göz bebeği subay ve vatan sever sivil evlatlarına karşı kurulan kumpaslarla işlenen hukuk cinayetleri ve gördükleri zulüm karşısında yaşamış olduğun hazzın bedelini hala ödememişken; İstişare Kurulu üyeliği ile payelenmeni ve yeni bir maaş bağlanmasını hazmedemiyoruz.
Aldığın maaşı sorguluyoruz diye bize "Edepsizler" diyemezsin. Sen önce günahlarının bedelini öde, mümkünse aldığın maaşları iade et. Çünkü tek kuruşumuz sana helal değildir. Sen kadim Türk tarihinde Türk ordusuna kurulan "Kozmik oda" kumpasının baş aktörü "Edepsiz"in birisisin.

Davutoğlu kendi hikayesini yazmaktan korktu
Adam seni kulağından tuttuğu gibi evirdi, çevirdi kenara attı. Peki ne yaptın yüreksiz; kös kös doğru evine gittin. En büyük referansın ''Stratejik derinlik'' kitabın. O da ülkemizi Suriye meselesinin derinliklerine sürükledi ve hala bedelini ödemeye devam ediyoruz, bir türlü de sürüklediğin bataklıktan çıkamıyoruz.
Yok öyle yağma. Seninkisi şark kurnazlığı. İnsanlar demokrasi için kaç senedir bedel ödüyor. Bedel ödeyenlerin kısmen sağladığı siyasi ortamda beleşe konamazsın, konsan bile yüreksiz olduğun için bir yere de varamazsın.
"Millet ittifakı" illetlik ve zilletlikle itham edilirken yine sünepeydin. Sinmiş bir köşeye, kedi sessizliği ve aynı zamanda dikkati ile bıyıklarını oynatmakla meşguldün. Şimdi bu iki aşağılama sıfatı üzerinden; içinden zuhur ettiğin AKP'ye "Niçin bu sözleri muhataplarınıza sarf ettiniz" diyorsun. Biz o aşağılama sıfatları İllet ve zilletin bedellerini muhataplarına fazlasıyla ödettik de; bu başarıdan nemalanmak senin neyine. Ödettiğimiz bedelle elde ettiğimiz siyasi arena seni kusar bilesin. Çünkü hak etmiyorsun.

AKP yeni sistemle ilgili revizyon arayışında
Anlaşılan o ki; Erdoğan "Tek adam" sistemi ile muktedirliğini sürdürmek için ne yaparsa yapsın MHP'nin kendisine eklemlenmesinin yetmeyeceğini anlayınca sistem üzerinde revizyon arayışlarına girdi.
En büyük yanılgıları; ülkücüleri Devlet Bahçeli'nin azatlık kabul etmeyen iflah olmaz biatcı köleleri olduğu zannı üzerinden hesap yapmış olmalarıdır. Oysa ülkücüler, özgür düşünceye sahip, öz güven sahibi düşünen ve muhakeme eden insalardı. Kimsenin gücü onları yanlışa sürükleyemezdi, nitekim de öyle 
oldu.

Kısa kısa
Meral Akşener bugün artık söyleyeceğini söyledi.
"Benim hakkımdaki soruşturmayı gizli değil, açık sürdürün ki; her iftiranıza karşılık soruşturmanızın varacağı yerin sen ve çevren olacağını tüm millete gösterebileyim" demiştir. 
...
İmamoğlu denince aklıma proje muroje falan gelmiyor, umurumda da değil. Ya ne geliyor; gülen yüz, yumuşak dil ve son kertede; muktedir olup, akılları esir almış siyasal İslam'ın; cumhuriyet projesi olan cumhuriyet değer ve kazanımlarının yetiştirdiği bir genç tarafından kalıcı şekilde kök salmasını sekteye uğratılması, ümüğünün sıkılması.
...
Kardeşim "Es-dörtyüz" de ne demek oluyor. "S"ye "Es" demekle bir halt olamazsınız ama "Se-dörtyüz" derseniz hem Türkçeye saygı göstermiş olursunuz, hem de saygı görürsünüz. 
soralmehmet@gmail.com