21 Eylül 2020 Pazartesi

İYİ PARTİ 2. OLAĞAN GENEL KURULU ÜZERİNE


İYİ PARTİ 2. Olağan kongresi yapıldı. Hayırlı uğurlu olsun.
Ülkemizde partiler açısından hapsinde olan ortak sorun; tabandan tavana seçim usulü ile etkin ve yetkin kişilerin yukarılara taşınamaması sorunudur. Her yetkin kişi, grup veya teşkilatlar fark etmiyor; liyakati dikkate almadan kendilerini daha yukarılara taşıyacak kişilerden oluşan bir arka bahçe tesis edip, orayı ekip biçip, sonra da hasatını almanın hesabını içinde oluyorlar.
Dolaysıyla, bu kongreden sonra her partide olan İYİ PARTİ'de de olacaktır; İtirazlar, istifalar, derin analizlerle yapılacak uzun süren eleştiriler gibi. Ama hakkını vermek lazım ki; kongre süreci çok iyi yönetildi. Partinin kurumsallaşmasında önemli bir aşama daha kat edildi. Partinin konumu ve söylemleri itibariyle ülkede gündem belirleme gibi sıçrama yapmasına ilaveten disiplinli ve sorunsuz bir kongre de eklenince bu gelişme tabana moral ve motivasyon kaynağı olarak yansıyacaktır.
Meral Hanım'ın salgın gibi zor şartlar altında ülkemizin her yerini sürekli gezerek ayakkabılarını eskitmesinin sağladığı yükselişin devamı için artık il ve ilçe teşkilatlarının bu anlamda genel başkanın temposuna uyarak kendileri adına başarı hikayeleri yazmaları gerekir diye düşünüyorum. Toplum, partinin diğer partilerden farklılığını gösteren, somut şekilde ifade edilebilen hususları hala öğrenebilmiş değil. Meral Akşener ismine, eylem ve duruşuna sempati dışında partiye katılımı sağlayacak somut argümanların belirlenip sık sık tekrarla anlatılması gerekiyor. "Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem"in banisi bir parti olarak bu konuda kitapçık hazırlanıp; parti tabanına teşkilatlarda, millete de basın ve medya üzerinden reklam gibi tanıtımlarla anlatılmalıdır. Partili kanaat önderlerinin görüşlerinden faydalanmak üzere teşkilatlara davet edilerek fikir fırtınası yapılması hem genel merkezin hem de Meral Hanım'ın yükünü azaltacaktır.
Nefsimiz adına isteyecek olsak çok haksızlıklarla karşılaştığımızı dile getirip mağduriyetlerimizden söz edip, dem vurabiliriz ama inanın ki bunun "Cumhuriyet reklam arasıdır" diyenlerin yerle yeksan olmasına hiç bir katkısı olmayacaktır.
Şahsen benim motivasyon kaynağım İYİ PARTI'de bir yerlerde olmaktan ziyade, yerle yeksan olmuş cumhuriyet değer ve kazanımlarının tarumar edildiği yerlerde tekrar inşasına şahit olmak, katkı sağlamak ve yıkım sürecinin müsebbibi önce AKP, sonra tek adam rejimini başımıza musallat eden cumhur ittifakının demokratik yollarla seçim sandığının dibinde hanelerine düşen üç beş zarfı ellerine verip, göndermektir.

Türk Tabipler Birliği (TTB)'nin kapatılması meselesi
Şu anki yöneticileri ile ortak bir mekânda aynı nefesi almaktan bile hicap duyacağım TTB'nin kapatılması isteminin arkasındaki neden isminde "Türk" geçmesidir.
Eğer bir kurumun kapatılması için yöneticilerinin işlediği haltlar önemli kıstas ise; 11 çocuğa tecavüz edilen vakıf veya vakıflar niçin kapatılmamıştır.
"Edendim TTB'li yöneticiler devlete ve kamu düzenine karşı suç işliyorlar" diyebilirler, doğrudur ve ayrıca buna şahidiz de ancak önce bireyin hakları önemsenmeli ve teminat altına alınmalıdır ki; sonra üzerinde yaşayan insan varlığı ile anlam kazanan devletin korunması ve kollanması anlam kazansın.
Önce tecavüzcü vakıfları kapatın, körpecik çocukları koruma ve kollama altına alın sonra devletin birliği ve bütünlüğüne karşı suç işleyen TTB'i kapatın, var mısınız.
Yap organizasyonunu, kazan yönetimi, geç TTB'nin başına, kendi deyiminizle; kurtarın bu kurumu illetin ve zilletin elinden. Niçin bu yol denenmiyor.
Gün gelecek "Türk Tarih Kurumu"nu da, "Türk Dil Kurumu"nu da kapatmak için gerekçeler bulup icraata dökeceklerdir ama ömürleri yeterse. Bu niyetler "Cumhuriyet reklam arasıdır" diyenlerin gizli ajandasıdır ve bunların tesadüflerle söylenmiş sözler olduğuna da inanmıyorum.
Eğer becerebiliyorsanız başında "Türk" olan bir kamu kurumunu kapatmayı değil, beğenmediğiniz yönetimini değiştirmek için Türk milliyetçilerini motive edin, öncü olun, yol gösterin ki; alternatif yönetim kurulu ile kazanıp yönetime gelsinler.
Ne yaptınız; kamu adına kurulmuş bu meslek kurumlarında ve diğer milliyetçi sivil toplum örgütlerinde etkin ve yetkin olabilecek Türk milliyetçilerini tarumar ettiniz. Bu yöntem sizin genel usulünüz oldu. Banisinin rahmetli Başbuğ'un olduğu ve yine adında "Türk" ifadesi olan "Geleneksel Antalya Türk ve akraba toplulukları kurultayı''na bile engel olup, akamete uğrattınız. Şimdi bu misyonu aynı şuurla Macaristan'da turancı Macarlar üstlenip organize ediyorlar. Türk milliyetçileri olarak bunu hanemizin neresine nasıl not alacağız söylemisiniz.
TTB (Türk Tabipler Birliği)'nin istenirse yönetimi değiştirilebilir. Suç işleyen üye veya yöneticileri varsa o kişilerin birlikten ihraçları veya dava yolu ile cezalandırılmalarını isteme yolu varken niçin ille de kurumun kapatılması istenir. HDP'nin bile doğrudan kapatılmasını istememiş Devlet Bahçeli niçin TTB nin kapatılmasını ister. Esas kafamızı yormamız gereken husus bu çelişkinin nedeni üzerine olmalıdır.

Kripto etnik özürlü Türk düşmanları
Ne tesadüf; kripto etnik özürlü sosyalistler ile kripto etnik özürlü siyasal İslamcılar aynı ortak noktada birleşiyorlar.
Türkiye Cumhuriyeti kurucu Başbuğu Mustafa Kemal Atatürk'e sadece Mustafa Kemal demekle yetinmek istiyorlar. Çünkü devamında gelen yani Atatürk soy ismi Türklüğe vurgu yaptığı için onların etnik kripto özürlü hallerini depreştiriyor.
Etnik aidiyetini saklamayıp T.C Devletine sadakatle bağlı her kim olursa saygı duyarım, kendimden ayrı düşünmem ama Türk'e kin ve öfkesini kripto kimlik ile saklama gayretinde olanları da aşağı yukarı ne kadar gayret gösterirlerse göstersinler çözeriz. "Mustafa Kemal derim ama Atatürk demem" cümlesi tam da kripto hissiyatı ile söylenmiş sözlerdir.
C. Kaftancıoğlu İmamoğlu'nun başarısındaki payı Mustafa Kemal'e Atatürk dememe duygu ve bilincini bir yerlere taşıma amaçlı mı yoksa CHP'nin başarısı için mi ben emin değilim. CHP'nin ulusalcı ve milli sol kanadı bu kadına dikkat etmek durumundadır. CHP'de olup da Atatürk'ten sıkıntı duyma hali tuzun kokması halidir ki; CHP bu halin altında ezilir.

İrade gaspı ile yapılan sistem değişikli bir darbe değil mi
Her cenah darbelere kendi penceresinden bakıyor. Her ne hikmetse darbeler sonrası yumuşacık kundağa yatırılanlar, bir anlamda sonuçlarından nemalananlar çok şikayetçi olup, bağırıp çağırıyorlar.
Türkiye'de bir ilk yaşanarak hükumetin darbesi ile bir partinin yani MHP'nin kongre sürecine müdahale edilerek, ülkücülerin özgürce verecekleri irade beyanları gasp edilmiştir.
Bu kurumsal iradenin gaspı ile yönetimi değişmiş yeni bir MHP'nin mülktedirler tarafından gündeme getirilen "Tek adamlı partili cumhurbaşkanlığı sistemi"ne hayır diyeceği genel kabulü tüm genel başkan adayları tarafından beyan edilmişti.
Dolaysıyla, sistem değişikliği için meclisten referanduma gidilmesi kararının çıkmasının mümkün olmayacağı tespitini yapan o günün de, bu günün de aynı muktedirleri (Erdoğan ve Bahçeli) işbirliği yaparak, MHP kurumsal iradesine müdahale ederek darbenin alasını yapmışlardır.
27 Nisan dandik e-muhtırasından bile bahsedenlerin, ülkücü iradenin gaspı ile yapılan darbeden niçin hiç bahsetmezler. Oysa ki bu darbe çok daha önemlidir, zira; önceki darbeler ile sadece iktidarlar değişti veya kulakları çekildi ancak MHP kongre sürecine yapılan darbe ile devletin yönetim sisteminin değişimine kadar varan bir netice elde edilmiştir.
Ve sonuç; anladık ve gördük ki tüm darbeler Türk milliyetçiliğinin VARLIĞINA değil, GÜÇLENMESİNE karşı yapılmıştır.
Bu ülkede bizatihi 16 Nisan anayasa değişikliği oylaması günü darbe yapıldı. Oylama anında kanunda yeri olmayan "Mühürsüz oyların geçerli sayılması" kararı alındı.
Daha sonra ne oldu; "Bizim yaptığımız utanılası bu gayri-meşru darbeyi yasal hale getiriyoruz" denilerek seçim yasasında güncelleme yapıldı.
Gün içinde "Mühürsüz oyların geçerli sayılması" darbesi yapılırken aynı oy pusulalarının bir yan tarafına "Utanç mührü" vurularak, bu oylama usulü ile değiştirilmiş anayasamızla yönetiliyoruz(!)
Bu utancın müsebbibi olanlar sözüm sizlere; böyle bir utanç mührünü her yerinizde taşırken; daha hangi yüzle darbelerden, hele ki 28 Şubat sürecinden bahsedeceksiniz söylemisiniz.
Asıl garip olan ve hatta utanç duyulması gereken ise; muhalefetin bu "Darbe"yi sineye çekerek o gün bu değişikliği kanıksamış olmasıdır.
Ben onların yerinde olsam her vesile ile "Meşru olmayan bir sistem değişikliği ile yönetiliyoruz" vurgusunu yapıp, gündemde tutarım. Muhalefetin bu oldu bittileri kanıksaması her daim cumhur ittifakına benzerlerini yapmaya, dayatmaya yüreklendirmiştir.
Belki de bana "Mehmet Soral yeter artık bu kaçıncı hatırlatman" diyebilirsiniz ama ne yapayım, muhalefet yapmayınca görev bize düşünüyor.

Külfete talip olmak Türk milliyetçilerinin misyonu mu

Vay be; Türk milliyetçilerinin hep külfete talip olup, diğer partilerin muktedir olmalarına omuz verme, üstelik de aşağılanarak onları sırtlarında taşıma görevi o kadar kanıksanmış olmalı ki; cesurlar hareketini ete kemiğe büründüren özgür düşünceli demokrat Türk milliyetçilerinin İYİ PARTİ ve Meral Akşener öncülüğünde iktidara talip olup, inisiyatif geliştirmesi birilerini çok ürküttü. Bir telaş bir telaş ki sormayın; sanki "Oğul veren arı" hanelerine daldı. Başka siyasal iktidarlara amade olma kanıksanmışlığını yerle yeksan ettik diye mi düşman kazandık.

Ne yani; "Keşke Yunan galip gelseydi" diyenlerin yetiştirmelerine bu devleti yönetmek hak görülecek de; bizler de onların muktedirlikleri için "Varlığımız varlığınıza armağan olsun" mu demeye devam edecektik. El insaf; daha nereye kadar.
Hayır, demeyeceğiz ve eninde sonunda bu devleti de yöneteceğiz.
Not: İYİ PARTİ'de sade üyeliğim dışında hiç bir bağlantım yoktur. Tamamen ve tamamen gündemi nasıl okuyorsam onları düşünüp yazıyorum. Heves ve ideallerim paralelinde hangi kişi veya partiyi görürsem illaki onlara karşı muhabbet duyuyorum. Bu da insan tabiatı için en doğal haldir.
soralmehmet@gmail.com