13 Haziran 2019 Perşembe

SİYASİ MULAHAZARA MI UZAYIN KEŞFİ Mİ

Uzayı mı keşfediyoruz Allah aşkına. 
Ekrem İmamoğlu-Binali Yıldırım canlı yayın buluşmasını adeta uzayda bir keşifmiş gibi günlerdir konuşuluyor olması; bir anlamda demokrasimizin gelişmişlik düzeyi açıdan utanılası bir durumun dünya aleme ilanı gibi bir şey.
Vatandaşın bunda elbette bir kusuru yok ama siyasi liderler arasında şimdiye kadar böyle bir buluşmanın yapılamamış olması veya böyle bir medeni davranış şeklinin icra edilmesi için gerekli ortamın sağlanamamış olması; Türk siyasetinde tamamen ve tamamen AKP ve Erdoğan'ın inisiyatifinde geleneksel hale getirilen siyaset yapma biçimidir.

Bu geleneksel hale gelen siyaset yapma biçiminin temelindeki unsur, öz güven eksikliğinden kaynaklanan "Yüzleşme korkusu"dur.

Bu tür program siyasiler arasında en son yine Deniz Baykal ve Recep Tayyip Erdoğan arasında yapılmıştı. Ancak unutmayalım ve o günleri hatırlayalım; Recep Tayyip Erdoğan'ın siyaset yapma yasağını kaldıran Deniz Baykal, malum programda aynı zamanda Erdoğan'ın tanıtımını yapmak için görev ifa etmiştir. Yani "Yüzleşme-Tartışma"dan ziyade tanıtım amacı güden, riskin söz konusu olmadığı bir "Mülakat"dı. 

Ahde vefa Turan Birliği Derneği
Konya'dan Harun Meral Başkanımın şahsında Ahde vefa Turan Birliği Derneği'ne ve tüm mensuplarını can-ı gönülden tebrik eder, başarılar dilerim.
Bu değeli insan ve gönüldaşları ile hiç bir şekilde yan yana gelmişliğim, tanışmışlığım yoktur. Ancak sosyal medyadan takip ettiğim kadarıyla siyasi handikapları hiç bir şekilde umursamayarak; samimi ve içten duygularla sürekli hem hizmet ediyorlar, hem de üretiyorlar. "Ahde vefa Turan Birliği Derneği" örneğinde olduğu gibi Türk milliyetçisi sivil toplum örgütlerinin bir ağ gibi ülkeyi sardığını düşünelim; o zaman kimin gücü yeter ki bu ulvi hareketi ığdış etmeye.

Kendileri ne düşünüyorlar bilemem ama kanaatim o ki; ülkücü olmak ve ülkücü kalarak yaşamak için ille de bir parti, ille de bir lider gerekmiyor.

Buradan da şuraya varıyoruz ki; "Sivil milliyetçilik" ile ülkücü hareket bu millete ve devlete hizmetlerin en güzelini sunabilir.
Bayram Meral başkanım ve O'nun şahsında tüm "Ahde vefa Turan Birliği Derneği" mensuplarına saygı, sevgi ve hürmetlerimi sunarım.
Tanrı Türk'ü korusun ve yüceltsin.

Ülkü devleri bildiğimiz ağabeylerimiz niçin susuyorlar
Devlet Bahçeli'den çok çok daha inanmış ve adanmışlığına inanıp, değer verdiğim "Ülkü devi" abilerim var. Onlar beni çok üzdüler.
O kastettiğim inanmışlık ve adanmışlık gereği kendilerinden Binali Yıldırım'ın "Lazistan, Kürdistan" sözünü duydukları an doğal refleks halinde eleştiren tepkilerini duymak, görmek isterdim.
Bazılarının sayfalarına özellikle girdim baktım yorum yok. İnanmışlık ve adanmışlığın yerini "Biat et rahat et. Nasıl olsa yukarıdaki düşünüyor" İlkesi almış. "Hareket" "öyle veya böyle kendi haline terk edilmiş değil. Her gün üç beş Türk milliyetçisi bir araya gelip beyin fırtınası yapıyoruz. Bunu ülkemizin her köşesindeki ülküdaşlarımın yaptıklarını da biliyorum. Yani demem o ki; elbette sahiplenip, bir şeyler yapmaya çalışıyoruz. Ancak kastettiğim ülkü devlerinin haline üzülmemek de elde değil. Allah yar ve yardımcımız olsun.

Aslında gösterilen tepki milli hassasiyet değil siyasi çıkardır
Bakanlık, başbakanlık, Meclis başkanlığı yapmış bir insan Diyarbakır meydanında adeta bölünmüş bir Türkiye vaad edercesine; "Lazistan, Kürdistan"dan bahsediyor, ülkede Cumhur ittifakının küçük ortağı Devlet Bahçeli ve avanesi de dahil olmak üzere çıt yok. Ancak İzlanda'da Türk milli takımına yapılan muamele karşında hükümletin başından sonuna herkes demeç patlatma yarışına girdiler.
Size bir şey söyleyeyim mi; mesele milli onur meselesi falan değil. Yaptıkları ikiyüzlük. ABD askerimizin başına çuval geçirince; tepkisizliğe karşı tepki gösterenlere "Ne notası, müzik notası mı" diyenlerin İzlanda'da da olup bitenlere tepkilerini; seçim üzerine konjonktürü fırsata çevirme yaygarası olarak görüyorum.

Aklıma da gelmiyor değil; olup bitenler "Kabataş Yalanı" gibi bir "Gavur yalanı" olabilir mi acaba.
"Bu kadar da olur mu canım" deyip, şaşırmayın. Adamlar dördüz doğan çocukların blr tanesinin aynı babadan olmadığını öyle veya böyle bu topluma kabul ettirmediler mi(!) öyleyse...?

İzlanda'da olup bitenlere karşı canı acıyanlar belli ama bunlar kesinlikle iktidar sahibi olanlar değildir. Milli mesele üzerine hassasiyeti olanlar Binali Yıldırım'ın ağzından "Kürdistan ve Lazistan" ifadesini duyduklarında ilk tepki gösterenlerdir. Dolayısıyla, burada tepkisiz kalanların İzlanda'da olup bitenlere tepki göstermeleri sahici değildir.

Devlet Bahçeli için beka denen şey cumhur ittifakının geleceğidir
Efendim neymiş; Devlet Bahçeli Binali Yıldırım'ın Diyarbakır'da yapmış olduğu; bir anlamda vaad niteliğindeki konuşmasında "Lazistan, Kürdistan"dan bahsetmesini niçin eleştirmiyormuş.
Balık hafızalılar elbette Devlet Bahçeli'nin Binali Yıldırım'a niçin tepki göstermediğini anlamazlar.
Türkiye'nin egemenlik hakları ile üniter yapısını tehdit eden "Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme"yi 15 Ağustos 2000 tarihinde MHP lideri Devlet Bahçeli'nin iktidar ortağı olduğu ANASOL-M hükumeti imzaladı.

Muhtevası "Her etnik veya dinsel kimlikler kendi kaderlerini kedileri tayin edebilirler" olan ikiz yasaları meclis komisyonlarından geçirerek AKP'nin eline verip sonra da yapılan oylama ile yasallaştıran bizatihi Devlet Bahçeli'nin kendisidir. Oysa Devlet Bahçeli, Türk milliyetçilerinin doğal refleksini ortaya koyup söz konusu uluslararası sözleşmeye kaşı çıkmış olsaydı akabinde gidilen seçimde MHP baraj altında kalmayacaktı. Ama bunu yapmadı. Çünkü 2001 de BOP projesi dahilinde kurulan AKP'nin tek başına iktidar olması için siyasi arenanın boşaltılması gerekiyordu. Nasıl olsa MHP'nin misyonunda bir şeye talip olmak gibi düşüncesi yoktu. Baraj altında kalsa da kalmasa da fark eden bir şey olmayacaktı.

Dolayısıyla, Binali Yıldırım'ın dile getirdiği Lazistan, Kürdistan meselesi Devlet Bahçeli'nin müsebbibi olduğu ikiz yasaların ruhuna ters değil. Doğal olarak da tepki göstermesi beklenemez.
Dikkatinizi çekiyor mu acaba; aslında ülkemizde yaşanan, başımıza gelen musibetlerin müsebbibi Devlet Bahçeli olmasına rağmen altına imzayı başkasına attırıyorlar. Bunlardan en bilineni Erdoğan dır. 

Recep Tayyip Erdoğan'ın arkasındaki güç Devlet Bahçeli dir diyenler...?
Devlet Bahçeli kayıtsız, şartsız AKP ve Tayyip Erdoğan'ın arkasında; hatta bazılarına göre de Erdoğan'ı yönlendiren arkasındaki esas güç olduğu söyleniyor. Bu daha çok; izahat güçlüğü çeken biatcı ülküdaşlarımızın avuntusu.
Peki Devlet Bahçeli bu kadar güçlü bir konumda ise; niçin devlet kademesi ve bürokraside diyelim ki; bir Cumhurbaşkanı yardımcısı, bir iki bakan, üç beş bakan yardımcısı ülkücü değil veya Abdul Kadir Aksu yerine bir ülkücü herhangi bir devlet bankası yönetim kurulunda değil. Cumhurbaşkanlığına bağlı onlarca kurul var; lütfen birisi bana bu kurullarda görevlendirilmiş bir tek ülkücü ismi versin. Kayyum atanan yüzlerce fetö şirketi var, şimdiye kadar bir tek ülkücü ismin bu şirketlere atandığını duymadım. 17 yıl boyunca ilk defa basında ülküdaşlarımızın göreve atandıklarını duyduk, okuduk; Ankara Belediyesi ülkücü Mansur Yavaş dönemi.

Peki Devlet Bahçeli'yi, ülkücülerin her yerden tecrit edilmesi gerektiği gibi bir görev anlayışına iten nedir. Devlet Bahçeli'nin Recep Tayyip Erdoğan'a "Beyefendi, biz sizin kendi adamlarınızdan daha sadakatle arkanızda durarak destek veriyoruz ama aynı zamanda görevlendirme de bekliyoruz" diyerek talepte bulunmuş olsaydı; Erdoğan'ın itirazı olacağına kesinlikle inanmıyorum ama bir o kadar da Devlet Bahçeli'nin herhangi bir isteğinin olmuş olduğunu da sanmıyorum.

O zaman soruyorum; ötelenen, itilen, kakılan; eş ve çocuk sahibi olup, herkes gibi yiyen, içen; mutlu, huzurlu yaşamak isteyen ülküdaşları için kayıtsız şartsız ortağı olduğu AKP hükumetinden bir şey istemeyen Devlet Bahçeli ülkücü camiaya rağmen Türk milliyetçilerinin kurumsal kundağı olan MHP'de genel başkan olarak nasıl kalabiliyor. Hangi hakla ve bilmediğimiz hangi güç kendisini o makamda tutuyor.
İstemeden verme düşüncesi hayır hasenat işlerinde güzel de; kerizliğe de kimsenin talip olması beklenmez öyle değil mi.
Ülkücü kadrolar ile bu hükumet eğer takviye edilirse belki de toplumda güven artacak, yaşamakta olduğumuz siyasi ve ekonomik kriz kolayca aşılacaktır. Ancak "Hareketin engeli Devlet Bahçeli" sayesinde ülkücü kadrolar atıl vaziyette bekletiliyor, başka arayışlara baş vuranlar da zilletlikle itham ediliyorlar.
MHP tabanındaki derin sessizliğin; hesap sormak için 23 Haziran İstanbul seçimlerini bahane edeceğini düşünüyorum.

Canlı Yayın istediği 17 yıl sonra AKP'den geldiğine göre dikkat etmek lazım
Binali Yıldırım-İmamoğlu canlı yayını TRT'de olsa bile moderatör kesinlikle TRT mensubu olmamalıdır.
İmamoğlu'na zorla aleyhine bir yanlışı yaptırmaları dışında hiç bir seçenekleri kalmadı çünkü.
Peki yaptırabilirler mi; elbette. Bunlar değil mi ki; İslam'ın beş şartının dahi önüne geçirerek, daha öncelikli kutsiyet atfettikleri "Başörtüsü" üzerinden oy konsolidasyonu yapabilmek için tarihe "Kabataş Yalanı" diye geçen; Kabataş'ta kucağında körpe çocuğu olan "Özellikle başörtülü" bir kadının üzerine; üstleri çıplak, altları deri pantolonlu yetmiş erkeği işetmediler mi.

Dolayısıyla, onların kontrolündeki canlı bir yayında her türlü tezgahı kurabilirler. Sonra da "Kabataş Yalanı"nı kurgulayan " Hatun kişi"nin dediği gibi arsızca "Aynı durum söz konusu olursa yine benzerini yaparım" derler. Çünkü arsızlıkta sınır olmayınca tüm iğrençlik ve tuzaklara da hazırlıklı olmak lazım.

"Cumhur İttifakı"nın, kendilerine muhaliflikleri alenen bilinen iki gazeteciye moderatörlük önermeleri öz güvenden kaynaklı değil; aksine, daima algılarla konsolide olmuş Cumhur ittifakı seçmenini yine" "Muhalif gazeteci ya, bize hıyarlık yaptı" potansiyel algı ile bir başka mağduriyet için zemin hazırlığına yönelik düşünülmüş stratejidir.
İsmail Küçükkaya açık oturumu fevkalade yönetse bile değil mi ki; İmamoğlu'nun yandaş medyadaki bir açık oturumda "Recep Tayyip Erdoğan ile bir araya gelip hep beraber çalışalım" sözünü "PYD ve PKK ile çalışırım" şekline dönüştüren bir güruh var; onlar neler yapmazlar ki.
İmamoğlu illaki bunun hesabını yapmıştır, yapacaktır da. Müthiş bir öz güven duygusuna sahip. Bu İmamoğlu'nun en büyük avantajı. Dolayısıyla, şahsen kendisine güveniyor, üstesinden geleceğine inanıyorum. Allah yar ve yardımcısı olsun inşallah.

Demokrasi var ama tek adam ve onun partisi için istediği kadar
Bu "Tek adamlı partili Cumhurbaşkanlığı sistemi" denen ucube istemin ayıplı bir tarafı da; "Partili Cumhurbaşkanı"nın atadığı" "Atanmış bakanların" her birisinin siyasi kişiler olarak Cumhurbaşkanının siyasi çalışmalarına katılıyor olmalarıdır.
Aslında bakanlar bir anlamda bürokrat sıfatındadırlar. Keza valiler, kaymakamlar da öyle. Peki devletin her türlü imkanı Cumhurbaşkanı ve onun partisinin kullanımına tahsis ediliyorsa; böyle bir yarışta muhalefet nasıl başarılı olabilir. Böyle bir sistemde HDP'yi katalizör konumuna sokan ucube istemin bizatihi kendisi değil mi. Vebali de birinci derecede Bahçeli sonra da Erdoğan ait değil mi.

Peki hangi siyasi etik anlayışı HDP seçmeninin "Muhalefet"e oy vermesine mani olabilir. HDP seçmeninin oy kullanmaması mı gerekiyor? Eğer durup dururken benim keyfim öyle istiyor diyerek "Demokrasimize" tecavüz ederseniz peydahlanan çocuğun vasisi de siz olursunuz. HDP'nin tercihlerini sizin demokrasimize yapmış olduğunuz tecavüz belirlemektedir.

Buradaki esas "Ahlaksızlık" bu ucube sistemde; HDP gibi partilerin varlığının kabul edilmesi ama siyasi faaliyetlerinin seçim sonuçlarına etki etmemesi gerektiği gibi abzurt bir niyetin saklı olmasıdır. Peki böyle bir dayatma yerine muktedirler daha delikanlı olsalar da; bu tür partilerin varlığına cevaz vermeyen yasal bir düzenleme yapsalar ya.
Hala öbür tarafta duran (Özelikle dikkat edelim lütfen; MHP demiyorum) ülküdaşlarım bizi sık sık uyararak; "Siz Bahçeli'yi Erdoğan düşmanlığı üzerinden değerlendirdiğiniz için ne yapmak istediğini anlamıyorsunuz" diyorlar.
Yahu Halep oradaysa arşın da burada. Devlet Bahçeli'nin yirmi küsur senedir süregelen; müsebbibi olduğu, yüzleştiğimiz ve yaşadığımız gerçekleri ortadayken; hala kendisinden keramet beklemek akıl karı mı dır. Ne yani; Türk analar başka evlatlar doğuramadılar mı ki; İlle de Devlet Bahçeli'den keramet beklemeye devam edeceğiz. En büyük hüneri yeni sistemin mucidi olmasıdır. Ne faydası oldu? Milleti karpuz gibi ikiye ayırıp, hasım hale getirdiler. 

Kısa kısa...?
Peygamber Ocağı Müslüman Türk Ordusu'nda doğru dürüst namaz kıldırabilecek bir imamın olmadığı (Elbette var ve binlerce) görüntüsü Türk Ordusu'na halel getirmeyecek; asla. Ama "Cumhur İttifakı"nın öncülüğünde Türkiye'yi siyasal İslam ile değiştirme dönüştürme projesinin iflasına yüce Allah'ın (C.C) yaptığı bir katkı olarak görmek mümkün.
Allah ayetinde ne diyor; "Sizin şer bildiğiniz hayır, hayır bildiğiniz şer olabilir". Dolayısıyla, "Cumhur İttifakı"nın icraatları ile siyasal İslam'ın üstesinden ancak böyle gelinebilirdi
...
"Etnik piç"in birisi ne demişti; "Bizim sayemizde herkes Türk olmaktan kurtuldu". Şimdi aynı etnik piçler Ekrem İmamoğlu'nun Türk olup olmadığını sorguluyorlar. Bunlar böyle bir güruh işte.
...
Binali Yıldırım'ın moderatör olarak tüm TV kanallarından uzaklaştırılan Uğur Dündar'ı önermesi; aslında kendi iktidarları sayesinde Türk medyasının ne kadar güvenilmez, aciz, vasıfsız, niteliksiz; kısaca ne denli rezil duruma düşürüldüğünün bir itirafı değil de nedir.
...
Çebni çocuğu Ekrem İmamoğlu'nu Yunan yapanlar; sizlerde zerre kadar şeref ve haysiyet varsa; Binali Yıldırım'ın Diyarbakır meydanında Kürdistan ve Lazistan vaadi için söyleyeceğiniz sözünüz olmalı değil mi.
...
Bir insan önce arsız, bir de üstüne üstlük vicdansız olursa; ve bu insan aynı zamanda milleti de algılarla oradan oraya sürüklenebilen ahmaklar olarak görürse; elbette KKTC ve Denktaş anısına tasarlanmış olan heykelin kaidesindeki kompozisyonu Makaryos üzerinden tarif eder, okurlar. Oysa Makaryos'un o kaidedeki varlığı; Denktaş'ın kahramanlığını daha iyi anlatabilmeye matuf bir niyettir.
soralmehmet@gmail.com