31 Ağustos 2020 Pazartesi

CUMHURİYET DEĞERLERİNE KARŞI ''ANIRMA'' ALIŞKANLIĞI


Cumhuriyet'in Değer ve Kazanımlarına Karşı ''Anırma'' cür'eti
"Devletin zirvesi ANIRKABİR'de" şeklindeki yazım hatası bilerek ve istenerek yapılmış bir "hata" dır.
Bu cür'et, siyasal İslamcı vesayet'in ne denli hakim ve kalıcı hale geldiğinin yarattığı psikolojik öz güven patlamasından ileri geliyor.
Onlar bugün değil, geçmişten beridir bunu yapa gelmişlerdir. Ama MHP'nin bu yapılanlara moral desteği, "Kesintisiz güç kaynağı" fonksiyonunu icra etmesi; geçmişten gelen huyu değil sonradan tezahür etmiş bir halidir. Türk milliyetçilerinin her daim karşı savaşı verdiği hain ve vefasız bir güruh ile hemhal olması izah edilebilir bir durum değildir. Türk milliyetçilerinin bu olup bitenlere duruşu, bakışı hem siyaset üstü, hem de partiler üstü olmalıdır.
Partiye, oraya, buraya şuraya... her neyse; duyulan hiç aidiyet "cumhuriyet reklam arası"dır veya "Devlet zirvesi ANIRKABİR"de sözlerini yeyip yutmayı gerektirecek kadar devlete ve milletimize Sadakatimizin önüne geçemez. İstiklal savaşını verdiren ruh hali gücünü partilerden almamış, Müslüman Türk olma şuurundan almıştır. Hiç bir kişi, parti veya kuruma sadakat devlete ve millete karşı yapılan hainliğin önünde olamaz.
MHP'nin; bu ilk olmayan aşağılık güruhun yenilir yutulur olmayan cumhuriyet değer ve kazanımlarını aşağılama hatta ortadan kaldırma cür'etlerine karşı siyasal İslamcıların dümen suyunda devam eden aymazlığı daha ne kadar sürecek.
Bu soruyu sormak benim en doğal hakkım; zira MHP bizlerin günlük yaşantımızın bir parçasıydı ve teşkilatlarımızda çocuklarımızın altını bezlediğimize dair anılarımız var; yani evimiz, ocağımız, her şeyimizdi.

Madem ki Kılıçdaroğlu Cumhurbaşkanı adayı olmuyor; millet ittifakının adayı Meral Akşener dir
Türklüğe ve onun kazanımlarına karşı sürekli bir anlam kaydırması ve çabasının olduğunu görüyoruz. Aynen bugün olduğu gibi; 1071 Malazgirt kutlamaları Türklük adına değil İslam adına yapılıyor gibi. Eğer Türklük adına kutlanmış olsaydı Türk milletini Anadolu'dan söküp atmaya ant içmiş batı emperyalizmine karşı verilmiş olunan istiklal savaşının kazanılması ve doğurduğu sonuçları itibariyle büyük bir anlam taşıyan 30 Ağustos Zafer Bayramı kutlamaları sembolik seviyelere indirgenemezdi.
Türkiye Cumhuriyetinin kurucu Başbuğ'u, rahmetli cennet mekan Atatürk'ün varlığını hissettirdiği, mührünü bastığı her değer ve kazanımları görmezden gelmek, refüze etmek, değersiz kılmak gibi bir çabanın olduğunu her geçen gün görüyor, hissediyor ve yaşıyoruz.
Bütün bu yaşananlara şahit olunca anlıyorum ki; fetö her ne kadar cismani olarak takip edilip hapiste olsa da ruhen hep aramızda ve o kadar sinsice kaldığı yerden devam ediyor ki; "En muktedir" ama zavallı bile bunun farkında değil veya en başta fetö ile başlayan süreçte beraber ne murat edilmişse aynen kaldığı yerden devam ediliyor.
1970'li, 80'li yıllar ve Eminönü meydanı aklıma geldi. Eminönü meydanında birileri yalandan kavga eder diğer arkadaşları da meraktan etrafta toplanan biz "Ahmakların" cüzdanlarını yürütürlerdi.
Özellikle cumhur ittifakı ortağı MHP üzerinden millilik atfedilen bir mücadelenin sürdürüldüğü şeklindeki bir hassasiyet Türk milliyetçilerine empoze edilip böylece onların doğal refleksleri ığdış ediliyor. Yoksa hangi Türk milliyetçisi 30 Ağustos Zafer Bayramının görmezden gelinmesine tahammül edebilir ki. Türk milliyetçisi olarak kendimden yana elhamdülillah, bu hatanın içinde olmadım, biata itiraz edip özgür düşünüp kendime yeni bir saf tayin ettim.
Muktedirlerin bu cür'eti, bizlerin de bu aymazlığı devam ettiği sürece ahanda buraya yazıyorum; Türklüğe vurgu yapan milletin de devletin de adını bile değiştirmeye cür'et edeceklerdir.

"Güçlendirilmiş Demokratik Parlamenter Sistem" modelinin patenti "Cesurlar Hareketi"ne aittir.
Bu demokrat insanların başlattığı "Cesurlar Hareketi" vatan ve millet sevgisi paydasında bütünleşen değişik kesimlerden insanları da yanlarına alarak, meşruiyetini Güçlendirilmiş Demokratik Parlamenter Sistem"e geçme taahhüdüne dayandıran İYİ PARTİ projesini devreye sokarak, ete kemiğe büründürüp bugünlere gelinmiştir.
Nihayetinde bu "Güçlendirilmiş Demokratik Parlamenter Sistem"e geçme düşüncesi diğer muhalefet partileri tarafından da tasvip görerek daha da güçlenmiştir.
Dolayısıyla, bugün benzer düşüncenin Selahattin Demirtaş'ın zihninde de oluşmuş olması; olsa olsa İYİ PARTI'nin verdiği demokrasi mücadelesinde Selahattin Demirtaş'ın şahsında HDP'nin makul çizgiye çekilmiş olması Türkiye açısından İYİ PARTİ'nin hayırlı bir katkısıdır diyebiliriz.
Şimdi Cumhur irtifakı, Selahattin Demirtaş'ın Güçlendirilmiş Demokratik Parlamenter sistem üzerine yaptığı ittifak önerisini diline dolayarak illet ve zillet olmasa bile ona yakın cümleler kullanacaklardır(Gerek Erdoğan gerekse Bahçeli İYİ PARTİ'yi akladıkları için illet, zillet diyemezler artık) hiç umurunuzda bile olmaz.
Belli ki; bundan sonra cumhur ittifakı işine öyle geleceği için "Güçlendirilmiş Demokratik Parlamenter Sistem"i Selahattin Demirtaş üzerinden tartıştırmak isteyeceğinden, İYİ PARTİ patentinin kendisine ait olduğuna binaen doğrudan kendisini sorumlu bilip, sistem üzerine gerekli çalıştayını yaparak nihayetlendirip Türk milletine takdim etmelidir. Bunu kesinlikle ve kesinlikle en kısa zamanda gerçekleştirmesi gerekmektedir.
İddia ediyorum ki; Apo'ya ısmarlama mektup yazdırıldığı gibi Demirtaş'a da ısmarlama "Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem için ittifak" talebini söyletmiş olabilirler. İster söyletmiş olsunlar, isterse kendisi düşünmüş olsun ama kesin olacak olan şu ki; cumhur ittifakı Demirbaş'ın teklifini PKK ile özdeşleştirerek sulandırıp akamete uğrayacaktır. Buna fırsat vermemek lazım.

Özgür Düşünceli Demokrat Türk Milliyetçisiyim. Nasıl mı...?
Özgür düşünceli demokrat Türk milliyetçisi"yim diye kendi görüş ve duruşuma bir tarif getirmiştim. Haddime mi düştüğünden tutun da kendimi ne sandığıma kadar varan eleştiri aldım amma ve lakin farklı düşündüğüm de aşikar. Bu arada kendi anlayış ve duruşuma getirdiğim bu tarifimin bir çok insan tarafından tasvip gördüğünü de söyleyebilirim.
Geçtiğimiz günlerde kamuoyu ve sosyal medyaya yansıyan bir olay yaşandı. İki tane polis, maske takmayan; üzerinde dikkat çekici dövmeleri, makyajı ve boynunda dini inancı simgeleyen takısı(Haç işaretli kolye) olan modern görünümlü bir bayanı uyarıyor ve devamında arbede çıkıyor. Bu noktaya kadar polis toplum sağlığı gereği görevini yapmıştır. Ancak devamında; polis bayanın kolunu kıvırarak arkasına götürüyor, adeta ayaklarını yerden keserek, kolları ile kavrayıp yere yatırıyor. Söz konusu bayan, polisin ancak cinayete teşebbüs halindeki bir insana karşı sergileyebileceği davranışı ile karşılaşınca doğal olarak tepki gösterip, tekmelemek de dahil mukavemet gösteriyor.
Ceza yasamızın mevzuatında "Maske takma"nın ne gibi bir yaptırımının olduğuna dair henüz bir tanım bile yapılmamışken; ilgili bayanın belki de bu bilinçten hareketle kendisine haksızlık yapıldığını düşünerek mukavemet göstermesi; erkek polislerin aşırı ve haksız güç kullanmalarına karşı doğal tepkisi olduğu gibi aynı zamanda savunmasıdır. Çünkü, özellikle de bir bayana karşı sergilenen o davranış; görevli bir polisin davranışı olmaktan ziyade adeta bir hasmın davranışı gibiydi.
Kendilerini yıllardır tanıdığım, saygı duyduğum akĺı başında çok sayıda Türk milliyetçisi, ülkücü bildiğim insanlar devletçi refleks ile polisleri sahiplenmeyi, bayana da hakaret etmeyi uygun gördüler. Çünkü onlara göre polisin şahsında devleti görüyorlar ve onun gereği olarak da koruma refleksi gösteriyorlardı. Hiç bir zaman devletin varlığı, onun tek tek sahibi bizlerin varlığından önemli ve kutsal değildir. Onun için önce insanın varlığı, sonra o insanlar için devletin varlığı önemlidir. Bu ülkenin o kadar tescilli ve herkesin şahit olduğu haini varken, bir milis gücü iştahı ile kategorize edilerek hedef kitle seçilmiş belli vatandaşlardan birisinin "Maske takmadı" diye yerlerde sürüklenmesi hak değil, züldür. Efendim polise onu demiş, bunu demiş demek o milis gücü davranışına haklılık kazandırmaz. Polis gerek görürse tutanak tutar, dava açar; o kadar.
Mesela bu arkadaşlar aynı muameleye; velev ki CHP iktidar olsaydı ve başörtülü bir bayan maruz kalsaydı gene aynı hakaretleri içeren cümleleri mi kullanırlardı.
Öyle sanıyorum ki; polisler bu bayanın görüntüsü ve boynunda taşıdığı kişisel takının simgeselliğini tasvip etmeme gibi bir tespit üzerinden hareket ederek inisiyatif kullandıklarından o görüntüler ortaya çıktı. Kolu kıvrılmış, erkek bedeni ile kıskaca alınmış başörtülü bir bayana aynı muamele yapılmış olsaydı gene aynı şeyleri mi düşüneceklerdi; sanmıyorum.
Fark ettim ki; benim bu yaşanmış olaya neden ve sonuçları itibarıyla bakışımdaki fark tam da "Demokrat Türk milliyetçisi" tarifimin bizatihi kendisiydi. Benim milliyetçiliğimdeki farkındalığım bu yaşanmış olaya bakışımda ifadesini bulmaktadır, bunu söyleyebilirim.
Ben de muhafazakar birisiyim ama muhafazakarlığım kendi yaşam ve inanç dünyama ait olup, başkalarına dayatma şeklinde değildir. Bu olayda gözlemlediğimiz polis davranışı, Türk polisi olmaktan ziyade bir milis kuvvetinin davranışı gibiydi. Ben bunu kabul etmiyorum.

Ben ''Gaza'' gelmem artık gördüğüme inanmak istiyorum
Vallahi ben ardık gördüğüme ve hissettiğime inanmayı tercih ediyorum.
Doğal gaz fiyatlarının lehime değiştiğine dair bir şey hissediyorum mu, hayır; öyleyse gaz maz bulunmamıştır.
Yine bu kaçıncı defa bulduk, keşfettik, zengin olacağız muhabbetidir gidiyor.
Ben Saray'da yazılmış hikayelere değil artık gözlerimle göreceğim şantiyelere inanacağım. Kur şantiyeyi, gönder fiyatları düşmüş faturaları, size inanmazsam namerdim.
"Sen devletine ve yönetenlerine inanmıyor musun" diyebilirsiniz. Siz o şansınızı çoktaaaannnnn..kaybettiniz ama inşallah tüm vatandaşları nezdinde güven kazanmış devletimiz yeniden inşa edilecektir; her vesile ile itelediğiniz, ötelediğiniz, kötülediğiniz kurucu iradenin başbuğu cennet mekan Atatürk'e inanmışlık ve adanmışlığımız ile inşallah.
Kadim Türk tarihinde hiç benzeri görülmemiş, yaşanmamış şekilde; O'nun ordusuna ve eş güdümlü olarak O'na en samimi duygularla sahip çıkan şahıslara ve sivil örgütlerine en büyük kumpasları kuran kalleş bir yapının siyasi ayağı olmadınız mı. Size güvenebilmemiz için aklanmanız gerekir ki; devletin ve milletin bekası için tüm çabalarımıza rağmen vicdanlarımızda böyle bir hissiyat oluşmuyor. Hissettiklerini sandıklarınız sadece kement attıklarınız dır ki; sizi de esas yanıltan bunlardır bilesiniz.

Bir söylence var, aşağı yukarı hepimiz biliriz. Kaba tabirle "Tecrübe, yenilen kazıkların bileşkesi dir" diye. Buradan hareketle de; hep aynı yerden gelmiş yalan ve kumpasların toplamı da insana "Sana bir daha inanan ve güvenenin..." dedirtir.
Dolayısıyla,
Bugün "Gaz müjdesi"ni verenlerin geçmişte kadim Türk ordusunun camileri bombalayacağı yalanına milleti inandırarak, bu yalanı vesile kılıp ordudaki üstün nitelikli Atatürkçü, Türk milliyetçisi askerlerin ve sivil hayattaki aynı fikri yapıdaki sivillerin tasfiye edilmesi gibi bununla da yetinmeyip ceza evlerinde sürünmelerine, hatta ölmelerine neden oldular; sadece ve sadece muktedir olmak, devleti ve değiştirmek, dönüştürmek için di.
Efendim "Onlar ocu, bucu fetöcüydü" diyeceksiniz. Peki o zaman Türk ordusunun bu yalan senaryoda geçenleri milletine yapacağını yakıştırdınız da biz niçin yakıştırmamıştık. Çünkü kapınıza bağladığınız köpeğin huyunu husunu siz biliyordunuz da ondan. Hatta bizler ürkünce de; "Korkmayın canım, o çok uysal dır" diyordunuz. Ayrıca bu kumpasların size sağlayacağı siyasi sonuçlar için bir başka "Kandırılma" kumpası"nı aynı anda devreye soktunuz ki; ileride lazım olur diye. Nitekim çok da kullandınız. Alayınızı masumlaştıran, sadece sofranızdaki bardaklarınıza su koyan, sürahiyi tutan gariban garson masumiyetini kanıtlayamadı bu "Kandırılma kumpası"nız ile.
Yine siyaseten oy devşirmek için yalan senaryolar yazmaya devam ettiniz. Bu yalan senaryo ile İstanbul'da Kabataş semtinde üstleri çıplak, altları deri pantolonlu yetmiş
erkeği kucağında bebeği olan başörtülü bir kadının üzerine işetip, yerlerde tekmelettiniz.
Yine aynı gün camide içki içildi yalanını yazıp, imamın da bunu doğrulamasını istediniz "Ben din adamıyım nasıl kabul ederim" deyince de imamı sürgün ettiniz.
Dolayısıyla, bunlar bilindiği ve hatıralarda tazeliğini koruduğu sürece sizlerin bu "Genel halinize"ne binaen algı operasyonlarınıza karşı temkinli hararet edip, müjdesi verilen gaz'ın evimizde ocağımızda, fabrika bacalarımızda bir de ödediğimiz faturalarımızda görmemiz gerekiyor. Bana koyduğunuz vergiyi dayatabilirsiniz ama size inanmamı asla dayatamazsınız.
Bizler, siparişlerimiz kapımıza geldiğinde ödeme yapmak istiyoruz, sizler güvenip önceden ödeme yapabilirsiniz o sizin tercihiniz. Hele siparişimiz gelsin, kesinlikle tereddütsüz ödememizi yapacağız. Hiç şüpheniz olmasın.

soralmehmet@gmail.com


21 Ağustos 2020 Cuma

''BIDEN'' NEDEN HATIRLANDI BİRDEN


ABD başkan adayı BIDEN'in sekiz ay sonra hatırlanan sözleri

Şimdi muhalefetin BIDEN denen bu şerefsize en ağır dille cevabını vermelidir ki; cumhur ittifakı buradan malzeme çıkarmasın.

Erdoğan ve cumhur ittifakı da BIDEN denen şerefsizin sözlerini işlerine gelmediği durumlarda muhalefete gönderme yapmak için iğrenç bir enstrüman olarak kullanmaması gerekir ama kesinlikle kullanacaktır.

Mehmet Metiner hemen resim bile verdi. Öyle konuşuyor ki; sanki BIDEN asist yapmak üzere, kendisi de gol atma hevesi ile beklemedeymiş gibi. Hani neredeyse; "Millet ittifakı karşısında kaybedeceğimizi öyle anlamıştık ki; aynen fetö ile kemalistleri muktedir olmak için birbirine kırdırdığımız gibi bu sefer de kendimizi ABD üzerinden mağdur göstermek istedik. Hele ki İYİ PARTİ aldı başını öyle gidiyordu ki; buna önlem almanın dışında yapacak bir şey yoktu. ABD ile bu senaryo yazıp, BIDEN'i de figüran olarak kullandık" demek istiyor gibiydi. Muhalefetin daha ne diyeceği, ne düşündüğü belli bile değilken o bindirdikçe bindiriyor.

Evet, normal şartlarda benim bu düşünceme "Saçmalamak" denebilir ama AKP muktedir olmak uğruna neler yapmadı ki; kadim Türk ordusuna yapılan Ergenekon ve Balyoz kumpaslarının siyasi ayağı, hatta sorumlusu olunca ben de yorumumu bu tecrübe üzerinden yapıyorum. O zaman fetö falan da yoktu. Peki ne adına o kalleşçe düzenlenmiş kumpasların savcısı olmuşlardı. Bunlar "Saçmalık" değil, yaşanmış gerçekler değil miydi.

Dolayısıyla, kadim Türk Ordusuna kumpas kuranların ABD menşeli her türlü tezgahın içinde figüran olabilme ihtimali yüzde yüzdür. Ayrıca BIDEN malum sözleri sekiz ay önce söylemiş ama ne hikmetse tercüme edilmesi süreci bugüne kadar sürmüş. Muayyen süresi geçtiği için hamile olduğunu anlayan kadın misali; ne oldu da BIDEN'in bu aşağılık sözleri bugün cumhur ittifakı nezdinde anlam kazandı.

Cumhur irtifakı olarak telaşınıza anlam vermek mümkün, gayet de insani bir telaş içindesiniz ama algı kumpaslarınıza o kadar alıştık ki; yaptığınız hiç şey bize essah gibi gelmiyor artık.

 

Sekiz ay önce konuşmadıysanız bugün susun bari. Daha da rezil olmak için devlet çabası mı gerekiyor. Koskoca dış işleri bakanı sekiz ay beklemiş bugün tepki gösteriyor, olacak iş mi. En azından duymadık, görmedik, bilmiyoruz veya söyleyene "Seni adam saymadığımızdan, söylediğini de umursamamıştık" deyin, kibirli bir eda ile durumu kurtarmaya çalışın.

Şimdi bekleyelim görelim bakalım; BIDEN denen o şerefsiz malum sözleri sarf ettiği günlerde ABD'de devletimiz adına görev yapan başta büyük elçimiz olmak üzere diğer görevliler, kimler vardı ve kaç tanesi görevden alınacak veya istifa edecekler. Eğer görevden almak veya istifa etmek gibi bir gelişme olmazsa bizim anlayacağımız şu dur; cumhur ittifakının bu skandaldan haberi vardı, işine geldiği zaman muhalefete karşı kullanmak için göstermesi gereken tepkiyi sakladı.

Veya idda ediyorum ki; fetö, başta cumhurbaşkanı olmak üzere hükumeti kandırmaya devam ederek, devlet adına bu tür yanlışların yapılmasına için kumpaslarına devam ediyorlar. Dış İşleri Bakanımız, Türkiye'nin eyalet valisiymiş gibi cümleler kuran BIDEN'e 8 ay sonra bugün cevap verme ihtiyacı duymuşsa; bu gecikmeli tepkinin arka planında devletimizi küçük düşürmeye matuf fetö aklının olduğunu ve hükumet içinde bu olayda olduğu gibi yanlış yönlendirmelerle etkinliklerini sürdürdüklerini düşünüyorum. Gecikmeli tepkinin akılla izah edilebilir bir başka tarafı var mı sizce.

Diğer bir husus; diyelim ki Erdoğan veya cumhur ittifakı BIDEN denen adamın sözleri karşısında kulaklarının üstüne yattılar, peki muhalefet nasıl oldu da bu olup bitenlerden hiç haberi olmadı. Eğer o malum sözler sarf edildiğinde muhalefet gereğini yapmış olsaydı, Erdoğan veya cumhur ittifakı da bugün mağduriyet algısı üzerinden skandal sözleri kullanma şansını elde edemeyecekti.

 

Yine mi Abdullah Gül

CHP yine Abdullah Gül etrafında dönüp duruyor. Kümeste bir tavuk bir horoz misali.

CHP bu kadar mı çaresiz yahu. O zaman dükkanı kapatın gidin.

"CHP olarak AKP patentli hiç bir isime cumhurbaşkanı adayımız olması şansını vermemiz "Başımıza silah dayansa bile söz konusu olamaz" demenin size çok mu şey kaybettireceğini düşünüyorsunuz.

Abdullah Gül, sinsice sürdürdüğü siyasi hayatında hiç bir zaman net olamadı ama her konjonktürü de lehine kullanarak hiç de hak etmediği mevkilere gelmiştir.

Devletin yönetim sistemi değişti. Bu değişim sürecinde fikrinin ne olduğunu bile açıklamaktan imtina etmiş bir insanın CHP olarak hangi hakla itibarlı görüp tekrar tekrar milletin başına taç yapmak istersiniz.

Yoksa,

Kılıçdaroğlu cumhurbaşkanı olmak istemediğine göre bir CHP'linin cumhurbaşkanı olması durumumda kendisinin CHP Genel başkanı olarak kalması gibi absürt bir durumu kaldırmayacağı için mi, hep kazanamayacak adaylar üzerinde dönüp duruyor.

Kılıçdaroğlu Muharrem İnce'yi kazanacağı için değil, kazanamayacağı için aday göstermiştir. "Gel bakalım Muharrem" sözünde saklı olan mana da budur. 2018 yılında Erdoğan karşısında millet ittifakı adına en güçlü aday Meral Akşener di. Erdoğan'nın tavrı ve yandaş medyanın gayreti de bu minvalde olmuştur. Meral Hanım henüz parti kurulmadan önce adaylığını açıklamıştı. Dolayısıyla CHP'nin yeni bir isim arayışına girmesi o gün de anlamsızdı, bu gün de anlamsız.

 

İYİ PARTİ'nin kuruluş gerekçesini bir daha hatırlatmak istersek

Devlet tarafından kendi bekası için varlığı sürekli istenmiş ama bir kadar da büyümesi ve güçlü olması hiç istenmemiş Türk milliyetçileri, ülkücülerin "Yeter artık biz de bu ülkeyi yönetmek istiyoruz" diyerek alışagelmiş ve adeta kabullenilmiş mukadderata itiraz adına gerekeni yapmak üzere inanmışlık ve adanmışlıklarını ortaya koyarak devreye soktukları bir projesidir.

Kısaca İYİ PARTİ sadece ülkücülerin partisi değil, ülkücülerin; iktidar olmak için tabanı daha da geniş tutarak, vatanseverlik ve millet severlik paydasında bütünleşen herkesi bir araya toplamayı amaç edinmiş bir partidir. T.C Devleti ve Türk milleti dendiğinde aidiyet duygusu ile içtenlikle muhabbet besleyebilen herkesin bu çatı altında yeri vardır, aidiyet hissedebilirler. Bundan gerisi kişiye özeldir.

Kim olduğumuzu soranlara hatırlatma ihtiyacına binaen tekrar dır.

 

Sağlık çalışanı emekçilerin emeğine saygısızlık daha ne kadar devam edecek

TV'yi izliyorum. Corona nedeniyle verdikleri mücadele sırasında şehit verdiğimiz sağlık çalışanlarının tek tek görselleri verildi. İçim yandı. Yakınları için empati yaptığımda kahroldum.

15 Temmuz şehitlerimiz için önlem almak mümkün değildi, zira haince tasarlanmış, kalleşçe bir kalkışmaydı. Ama ya; sağlık çalışanı şehitlerimiz...

Çok ciddi ve sıkıntılı pandemi sürecinde ne gerek vardı; en az 150 bin insanın yaklaşık bir hafta boyunca Ayasofya camii olarak ibadete açılacak diye çevre iller de dahil otobüslerle Ayasofya ve çevresine taşınmasına. Bu etkinlik pandemi sonrasına bırakılsaydı Ayasofya elimizden mi alınacaktı.

Buraya gelip sonra da geldikleri yerlere dağılan insanların sizce ne kadarı vaka sayısının artmasına sebep olmuşlardır. Bu insanlar ve gereksiz zamanda Ayasofya'nın açılışını organize eden sorumlular; sağlık çalışanı şehitlerimizle nasıl helalleşmeyi düşünüyorsunuz. Artık çok geç kaldınız değil mi.

Aziz sağlık çalışanı şehitlerimiz, bu ihmalkarlıkta hiç dahilim olmamakla birlikte bu milletin bir ferdi olarak sizlerden en samimi duygularımla özür diliyor, her birinize ayrı ayrı Allah'tan rahmet diliyor, mekanınız cennet olsun diyorum.

 

Cumhurbaşkanı "Mühür kimdeyse sultan o dur" derken; ben tek adamım diyor

Bunu neye istinaden söylüyor; Ali Babacan'ın kendi bakanlık dönemindeki ekonomik göstergelerin başarısına atıf yaparak, günümüz ekonomik göstergelerini eleştirmesi nedeniyle söylüyor. Yani Ali Babacan'a demek istiyorki "Sen benim talimatlarımla iş yapan adamdın. Her şey bana ait, sana ne oluyor" diyor.

Ben hep diyorum ya; Allah bunlara milletten saklamaya çalıştıkları tüm kabahatlerini tek tek itiraf ettirip, söyletecek. Aynen, AKP reklam ve propaganda başkan yardımcısının "Biz siyasi olarak her ne kadar iktidar olduysak da muktedir olamamıştık. Fetö ile işbirliği yapıp, onun kadroları ile muktedir olduk, sonra da askeri vesayeti sona erdirmek için onlarla kemalistleri birbirine kırdırdık" itirafında olduğu gibi. Şimdi de muhterem diyor ki; "Ben tek adamım. Mühür bende olduğuna göre her icraatın sonuçları da benim adıma yazılır" diyor. Zaten biz de öyle diyoruz "Sen tek adamsın ve biz bu ucube sistemi 97 yıllık cumhuriyet değer ve kazanımlarımıza yakıştıramıyor, itiraz ediyor ve bir an önce ekibinle birlikte çekip gitmenizi istiyoruz. Bir daha senin bu itirafındaki sıfatını topluma ve sana hatırlattığımızda bizlere kızma, tehdit etme lütfen.

 

Muharrem İnce "Kürt, Kürtler, Kürt sorunu" sözlerini niçin kullanıyor

AKP yandaş medyası ve trollerinin yüz ve vücut hatlarındaki kıpırdanmalardan anlıyoruz ki; Muharrem İnce vakası kendilerine adeta onunla yapılan bir izdivacın heyecanı veriyor sanki.

HDP seçmeninin kendilerine hiç bir şekilde teveccühlerinin olmayacağından o kadar eminler ki; o teveccühün millet ittifakına yönlenmemesi için "Kürt, Kürtler, Kürt sorunu" sözlerini sık sık kullanarak işe başlayan Muharem Ince'nin olabildiğince arkasında durarak, cumhurbaşkanlığı seçiminde belirleyici olacak olan HDP oylarının Muharrem İnce vasıtası ile bölüneceği beklentisi ile cumhur ittifakı lehine sonuç almanın hesabını yapıyorlar.

Muharrem İnce bu gereksiz ayrımcılığına, hatta "Kürt, Kürtler, Kürt sorunu" lafları ile HDP seçmenine selam gönderme adına bölücülüğe devam ederse ve devamında gene cumhur başkanı adayı olursa; önce kurumsallığı içinde yer alarak ismine değer kazandıran CHP'ye en büyük ihaneti yapmış olur, sonra da yıllarca cumhuriyet değer ve kazanımlarına istinaden AKP'ye karşı saydığı sövdüğü her sözünü yalamış yutmuş olur.

Sen "CHP'de Atatürk'ü sevmeyenler var" derken, nasıl oluyor da Atatürk'ün ulus devleti inşa ederken gösterdiği çabalarla cumhuriyetin kazanımı haline getirdiği millet tarifinin ruhuna suikast edercesine; "CHP her şeyden önce Kürt vatandaşlarımıza teşekkür etmelidir" diyebiliyorsun. CHP bu ahmakça ayrıma niçin gerek görsün ki. Senin bu milleti onlar, bunlar, şunlar diye bölmeye ne hakkın var.

Devlet Bahçeli ise kullanılan bu ayrımcı dili kınaması gerekirken aksine İnce'nin arkasında durup, onu yüreklendirici ifadeler kullanıyor.

CHP, Muharrem İnce çalısından kurtulmalıydı ve şükretsinler ki kendi eliyle ayağıyla çekti gitti. Sakına sakın adam yerine koyup, disipline bile vermesinler. Zerre miskal ilgi göste

Mehmet Soral

soralmehmet@gmail.com

 

12 Ağustos 2020 Çarşamba

SİZİN SOSYOLOJİNİZ BENİMKİNE İHANETTİR

Sizin sosyolojiniz ile örtüşmek kendi milliyetçiliğime ihanettir
Hep beraber yaşadık ve anladık ki; Recep Tayyip Erdoğan Fethullah Gülen örgütünün önerisi, ABD'nin organizasyonu ve de Devlet Bahçeli'nin en müsait hale getirdiği siyasi arena ile devletin başına getirilmiş bir insandır.
Yıllardan beridir hiç bir partiye nasip olmayacak şekilde, partisinin tek başına iktidar olmasını bile şahsi özlemleri ve içinde biriktirdiği hırsını tatmin için yeterli görmedi. İstediği tatmini ancak ve ancak ülke yönetiminde tek adam olarak irade sahibi olması durumumda sağlayabileceğini düşündü.
Şimdi gerek Devlet Bahçeli'nın "Evine dön çağrısı" ve gerekse Recep Tayyip Erdoğan'nın "İYİ PARTİ yerli ve millidir" sözleri ile her iki lider kendi inisiyatifleri dahilinde kontrolü kendilerinde olan yeni bir süreci mi devreye sokmak istiyorlar. Nasıl ki MHP'nin kurumsal kimliği üzerinden Türk milliyetçileri AKP ve Erdoğan'nın siyasi ikbali için aparat olarak kullanıldığı gibi bugün de yine Türk milliyetçilerinin projesi olan İYİ PARTİ üzerinden yine benzer şekilde Türk milliyetçilerini cumhur ittifakı için aparat olarak kullanma senaryosu mu devreye sokulmak isteniyor.
İYİ PARTİ sahip olduğu özgül ağırlığı ile bu yeni süreçte etkinliğini ve yetkinliğini daha belirgin şekilde ortaya koyabileceğinden; cumhur ittifakına artık hakim otorite olması gibi bir inisiyatifin tanınmaması gerektiğinin hem söyleyeni hem de takipçisi olması gerekmektedir.
Artık hepimiz anlamış olmalıyız ki; bundan sonra Erdoğan için Türkiye'nin bekasından ziyade kendi siyasi geleceğini nasıl konumlandıracağı ve mümkün olursa bu yeni konumda sorgusuz sualsiz aile saadeti içinde nasıl mutlu bir hayat sürdüreceğidir.
Recep Tayyip Erdoğan artık şunun farkında ki; kendisini tek adamlığa taşıyan, çok hatalar yaptıran, adeta kontrolünü sağlayamadığı gücünü bu kerteye taşıyan argümanları ya etrafından tek tek tasfiye etti ya da onlar kendisini terk ettiler. Bu terk edenlerin veya ettirdiklerinin yerlerini MHP'nin kurumsal iradesini elinde tutan Devlet Bahçeli ile ikame etmiş olsa da; o da Türk milliyetçileri üzerinde vaad ettiği otoriteyi sağlayamayınca müsebbibi oldukları Partili Cumhurbaşkanlığı sisteminden umduklarını bulamayıp, artık yürümediğini anlamış durumdalar.
Şimdi İYİ PARTI'nin iyiden iyiye hissedilen özgül ağırlığından faydalanmak isteyen cumhur ittifakı, siyasi ikballeri için kendilerince senaryolar yazarak İYİ PARTİ ile tabiri caizse muhabbet kurmaya çalışıyorlar.
Türk milleti ve istikbali için şahsi ihtirasları uğruna(BOP projesi eş başkanlığı vs.) devletimize ve milletimize bedel ödetenlerin eninde sonunda millete hesap vermesi gerektiği inancı vicdanlarda yer etmiştir. Böyle bir beklentisi olan İYİ PARTİ tabanını; "MHP ve AKP sosyolojisi ile İYİ PARTİ sosyolojisi aynı veya örtüşüyor" denilerek, cumhur ittifakı ile yapılacak siyasi işbirliğine razı olmaya sürüklemek beyhude bir çaba olup, hiç bir İYİ PARTİ'linin buna razı olması mümkün değildir. Devlet Bahçeli iradesinden arındırılmış bir MHP sosyolojisi ile İYİ PARTI'nin sosyolojisi hiç şüphesiz aynı ama AKP ile mümkün değil. Madem ki AKP ile sosyolojimiz aynı da niçin bu denli öfke doluyuz. İki örnek vereceğim; milletin adının Türk olduğunu söylemeyi adeta ar ve namus meselesi görenlerin veya Atatük'e her vesile ile hakaret edenlerin aynı safta namaz kılmamızın dışında hangi sosyolojide birleşiyoruz ki.
Dolaysıyla, İYİ PARTİ kurmayları planlanmış bir siyasi sürece aparat olmayı değil, bizatihi kendi inisiyatifi ile siyasette belirleyici ve yönlendirici olmayı düşünmelidirler. Unutulmamalıdır ki; Meral Hanım'ın ülkenin yaşadığı sorunlar gereği en ihtiyaç duyulan zamanda önerdiği "Bayram sofrası" veya "Memleket masası" önerilerini görmezden, bilmezden ve duymazdan gelenlerin, bu da yetmeyip tekliflerini aşağılayıcı bir dil kullananların durduk yerde gönlümüze hoş gelen ifadelerle bir yaklaşım sergilemelerini inandırıcı ve samimi bulmuyoruz.
Velhasıl kelam; İYİ PARTİ özgül ağırlığının farkında olarak hareket etmelidir. Şu çok iyi bilinmelidir ki, İYİ PARTI'yi kuran irade; terk edip geldikleri yerlerde dayatılanlara itiraz etmiş, önlerine çıkarılan her türlü engeli aşmayı başarmış cesur insanların iradesidir. Bunu ilk önce İYİ PARTİ'de muktedir olanlar, sonra da cumhur ittifakının tarafları bilmelidir.


HDP'nin oyları sayenizde arttı, Fetö ile muktedir oldunuz ya sonra; bedeli hep millet ödedi.
HDP'nin varlığının devamını özellikle AKP istiyor. Bunun yadsınamaz bir gerçek olduğunu cümle alem anlamış durumda. MHP'nin bütün stratejisi AKP'nin genel kabulleri üzerine olduğu için o da AKP'nin her türlü söylem ve icraatlarına eşgüdümlü olarak uyum sağlayıp, hareket ettiği için itirazının da beklenmesi mümkün değil. AKP veya cumhur ittifakı, HDP'nin varlığını kendi oylarını konsolide etmek için diğer siyasi partiler üzerinde tehdit unsuru olarak kullanıyor.
Türk Ordusunda Cumhuriyet değer ve kazanımları ile yetişmiş bir tek subay bırakmamak üzere kadrosuzluk veya yaş haddi bahanesi ile onları tedricen tasfiye ederek gen yapısını değiştirirken hiç tereddüt etmeyenlerin, sürekli terörle iç içe olduğunu dile getirdikleri HDP'nin kapatılmamasını anlamak mümkün değil. Şimdiye kadar siyasi yaşanmışlıklardan ve edindiğiniz tecrübelerden biliyoruz ki; AKP istemediği şeyin varlığının devamına ancak ve ancak siyasi menfaati gereği tahammül göstermektedir.
Ne garip ki, şimdiye kadar PKK'nın adeta meclisteki siyasi uzantısı olarak yer almasına "Göz yumulan" HDP ve onun arkasındaki PKK hiç bir zaman Türk milleti ve devleti için beka sorunu olamaz. Her türlü varlığına karşı gereken yapılır aynen AKP iktidara gelmeden önce yapılıp, terörün sıfır düzeye çekildiği zamanlarda olduğu gibi.
Amma ve lakin Allah'ın bizatihi AKP'nin kendi yöneticilerine itiraf ettirdiği üzere; muktedir olmak için fetö bilerek ve istenerek devlete yerleştirilmişse, iki sene önce 4 TL olan USD bugün 7.28 TL olmuşsa, ülkemizi BOP projesinin aparatı yapıp, eş başkanlık kisvesinde saklı halifelik özlemi ile hiç gerek yokken Suriye bataklığına sokularak dış düşman sayımız artırılıp gelen göçmenlerle nüfusumuzu 5 milyon artırıp, ekonomimize 50 milyar dolar yük bildirilmişse asıl bu kötülüklerin müsebbibi olan AKP iktidarı bu şekilde devam ettiği sürece Türk milleti ve devleti için beka sorunudur.
Kıskaca HDP'nin değil AKP'nin varlığı bu devlete daha çok bedel ödetmiştir ve ödetmeye de devam ediyor. Devletimiz istediği an HDP'yi kapatır. Bugün eğer ki cumhur ittifakı samimi olarak HDP'nin kapanmasını istesin anında Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturmayı açar ve hayli fazlasıyla birikmiş delil oluşturacak gerekçelerle kapatılabilir.
Cumhur irtifakı, HDP seçmeninden bugünkü konjonktürde hiç bir şekilde sonuçlarını kendi hanelerine yazabilecekleri bir sempatiyi göremeyecekleri ön kabulü ile HDP'yi millet ittifakının evinin önüne emri-vaki ile bırakarak adeta terk edilen çocuğu sahiplenmeye zorlarken, millet ittifakı da buna karşılık duyarsız ve merhametsiz görüntüsü vermemeye özen gösteriyor, aynı zamanda sahiplenmek de istemiyor.
Hadi bakalım; mademki yönetmekte olduğunuz koskoca T.C Devletinin gücü PKK'nın meclisteki uzantısı HDP'yi kapatmaya yetmiyorsa; ittifaklar arasında HDP ile hiç bir şekilde işbirliğine gidilmeyeceği üzerine deklarasyon yayınlansın, böylece tecrit edilen HDP'nin akıbetini de kendi seçmeni belirlesin.
HDP'yi koruma ve kollama aşkınız, fetö ile muktedir olma aşkınız... Söyleyin Allah aşkına varlığınız ile bu millete daha ne kadar bedel ödetecek siniz.


Meral Hanım'ın özel çabası; Türk siyasetine edep ve adap dilini kazandırma
Meral Hanım'ın eninde sonunda Türk siyasetine kazandırdığı edep ve adap dilinin aslında bir tezahürüdür; gerek Devlet Bahçeli'nın "Evine dön" çağrısı, gerekse Recep Tayyip Erdoğan'nın "İYİ PARTİ yerli ve milli dir" demesi.
Elbette başka unsurlar da çok önemli ama bir şey talep edebilmek için kurulacak cümleler için seçilen kelimeler çok önemli dir. Devlet Bahçeli de, Recep Tayyip Erdoğan da buna dikkat etmişlerdir.
Ancak her iki siyasi liderin yaşadıkları siyasi ve fikri savrulmalarını hatırladığımızda, bu denli özenli ve aklayıcı bir dili kullanmış olsalar bile; Meral Hanım'ın her iki liderin yaşamış oldukları benzer bir savrulmayı göze alarak tabana rağmen "He" diyeceğini sanmıyorum.


Döviz ve altındaki harareti ''Memleket masası'' ile dindirilebilir
Kısa vadeli çözüm olarak piyasalardaki harareti dindirmek için güven verici psikolojik desteğe ihtiyaç vardır.
Bu anlamda "Memleket masası" önerisi ile yapılabilecek liderler toplantısında sadece ekonomiye yönelik psikolojik destek mahiyetli ortak çalışma gurubunun oluşturulduğuna dair bir bildirgenin ilanı toplumun nefes almasına vesile olabilir.
Ancak cumhur ittifakının kibirli iki narsist birleşeni buna müsaade etmez. Türkiye'nin gerçek sorunu iki narsist liderin siyasetin hareket alanını gasp ederek çözüme odaklı her türlü inisiyatifi tehdit ediyor olmalarıdır. Gaspçı ve tehdit edici bu narsist iki irade var olduğu sürece işimiz çok zor.
Sade vatandaş gözüyle acil beklentimiz böyle. "Hiç bir kimse veya partinin artık bir şey yapamayacağı" gibi bitmiş ve tükenmişlik psikolojisi en berbat hal olup toplum bu hale düşmeden "Memleket masası" önerisi bu psikolojik sınıra gelmeye mani olacak en kısa vadeli çözümdür.
Meral Hanım "Memleket masası" önerisi için ısrarına devam etmeli ve Erdoğan'dan liderler toplantısı için randevu istemelidir.
soralmehmet@gmail.com



7 Ağustos 2020 Cuma

MERAL ABLA'NIN GÖZ YAŞLARI SİZİ AFFETMEYECEK

Meral Abla'nın gözyaşları; sizi affetmezİ
Yİ PARTİ'nin yetkili yetkisiz, sorumlu sorumsuz veya benim gibi taban mensuplarına tavsiyem; siz siz olun sakına sakın Devlet Bahçeli'nin "Evine dön" çağrısına veya Recep Tayyip Erdoğan'nın "İYİ PARTİ yerli ve millidir" derken eniştem beni niye öptü misali sözlerine aldanmayalım. Her ne kadar iki genel başkanın da bu ifadeler ile üzerimize attıkları iftiralar anlamında bizi artık aklamış olsalar da; niyetleri CHP'ye vefasızlık yapıp ittifakımıza ihanet ederek surda gedik açıp kendilerine eklenmemizi istiyorlar. Onlar karşılıklı olarak birbirlerine her türlü hakaret ve aşağılamayı yapıp, sonra da gün gelip ülkede muktedir olma ve "Sahip oldukları makamları koruma ortak paydası"nda bütün bunları unutmuş olsalar da; biz İYİ PARTİ olarak siyasette ilkesel duruşu misyon edinerek, pekala Türk demokrasisine böyle bir etik anlayışı kazandırabiliriz.Dolayısıyla, kendimizi ortaya koyup, adımızı telaffuz edene kadar yaşadığımız zulmü, uğradığımız hakaretleri unutmayalım. Meral Hanım'ın namusuna aşikare dil uzatıp, iftira atanlara kendi yandaş medyalarında yer verip; onları azarlamak bir yana kesintisiz program yapmalarına göz yumanların gün gelip de Meral Hanım veya İYİ PARTİ'den himmet ummak gibi bir çabanın içine girmiş olmaları; değil onları affetmek, olsa olsa bizlere acı hatıralarımızı hatırlatmış olurlar ki; ancak buna öfkemiz kabarır. 
İlkesellik ana kaidemiz olmalıdır. Velev ki; takdir görmedik oy da almadık ama en azından tarumar olmuş demokrasimizdeki etik değerlerin derlenip toparlanmasının öncüsü olmanın keyfini hem kendimize hem de milletimize yaşatmış oluruz.Ben buna varım ya siz...

MHP bir siyasi pati mi yoksa hükumete bağlı kamu kuruluşu mu?
MHP malesef çok geç fark etmiş olsak da; iradesi devlet tarafından Devlet Bahçeli marifeti ile "Gasp" edilmiş bir parti olup, T.C Devleti'nin yönetiminde hangi parti olursa olsun, ayni MİT gibi o da hükümetin emrinde görev ifa eden bir kurum şeklini almıştır.Belki de devlet, zamanında siyasi parti görünümünde böyle bir kurumum varlığına da ihtiyaç duymuş olabilir. Ama bizler; Türk milliyetçileri olarak devlete böyle bir yapı içinde farkında olmadan hizmet etmiş olsak da; emeklerimiz helal olsun ama artık iktidar olmak istiyoruz.Dolaysıyla biz devlet karumasında bir evde değil, kendi evimizde mutlu, huzurlu ve bahtiyar olmak istiyoruz. MHP kendi öz iradesine kavuşamadığı sürece eve dönmemiz de mümkün değil.Bir parti olur da hiç bir zaman iktidar olmak aklından geçmiyorsa ama buna mukabil her siyasi denklemin içinde oluyorsa aklımıza da başka şey gelmiyor.
İYİ PARTİ Cumhur İttifakının istediği konjonktüre uymak zorunda değil
Siyasal İslamcıların bahçesinden meyve koparmak, onların verdikleri görüntüden rol kapmak mümkün değil. Zira bu işin kompetanı onlar ve hiç de fırsat vermezler. Onlara yakışanı söküp dikerek kendimize uydurmak gibi söylem, duruş ve iddia fakiri değiliz.Dolayısıyla, Ayasofya'da namaz kılmış olmanın siyasi bir getirisi olacağını sanmıyorum. Eğer Recep Tayyip Erdoğan'a mesaj vermek gerekiyorsa en güzel mesaj "Senin show'na alet" olmayacağım" diyebilmekti ama denmedi.Recep Tayyip Erdoğan'ı göndermek istiyorsak niçin O'nun yaptığı ve devam ettirdiği yanlışları yapalım ki. Meral Hanım'ın mümin bir hanımefendi olduğundan zerre şüphem yoktur. Seyahatlerini bile namaz vakitlerine göre programlayan bir insan dır. Ancak Ayasofya'ya gitmesinin zamanlamasını yanlış buldum. Kendisini çok iyi anlıyorum Ayasofya üzerinden yaratılan algı lincine uğramamak için böyle bir program yapmayı uygun görmüş olabilir ama biz İYİ PARTİ olarak "Kendimiz" olmak zorundayız. Artık cumhur ittifakının yarattığı konjonktürlere uyum sağlama çabasından ziyade biz söylem ve programlarımızla konjonktür oluşturmak durumundayız. Şunu da söylemeliyim ki; benim bu ifadelerimden birileri İYİ PARTİ aleyhine bir şeyler çıkarmaya kalkmamalı. Meral Hanım MHP'de genel başkan adayı olmadan çok çok önce "Türk siyasetine bir kadın eli değmelidir" diyerek Meral Hanım'ı doğrudan kastettiğim bir yazı yazmıştım ve hala kendisine hem güveniyor, hem de destekliyorum.Meral Hanım'ın gerek üslubu gerekse duruşu ile siyasete edep ve adap dilini kazandırma çabası bile Türk siyasetinin içinde olması için yeterli bir sebeptir. Önünüzdeki seçimlerde millet ittifakının tartışmasız adayı Meral Hanım olmalıdır. Abdullah Gül gibi; AKP çöplüğünde geri dönüşüm için işe yarar bir şey aramak millet ittifakı tabanının inanmış ve adanmışlığına büyük bir saygısızlık olup, hiç bir anlamı da yoktur. Böyle bir öneri İYİ PARTİ tabanında zerre miskal tasvip görmez. Muharrem İnce'nin adaylığında olduğunu gibi; AKP'ye millet ittifakının adayını belirleme gibi bir alan açma fırsatını vermemek lazım. Kılıçdaroğlu ayağına takılan Muharrem İnce "çalı"sından kurtulup genel başkanlığını korumak için onu aday yapmıştı ama kazanan Erdoğan oldu. 

Muharrem İnce ve ''Sarayın adayı'' söylencesi
Recep Tayyip Erdoğan geçtiğimiz cumhurbaşkanlığı seçiminde Meral Akşener ile yarışmaktan korktuğu için karşısında millet ittifakının adayı olarak Muharrem İnce'yi görmek istedi ve CHP de bu tezgaha gelerek aday göstermiştir.Erdoğan bundan o kadar mutlu oldu ki; yandaş kanalları sadece kendisinin ve Muharrem İnce'nin toplantılarından canlı yayın yaptı. Meral Hanım da dahil olmak üzere diğer cumhurbaşkanı adaylarının hiçbirisinin toplantısı canlı verilmedi.Oysa millet ittifakının adayı belliydi. Daha partisini bile kurmadan adaylığını önceden deklare etmiş Meral Akşener di. Dolaysıyla, CHP bu süreci yanlış yöneterek, boşuna aday arayışına giderek Erdoğan'ın hiç zorlanmadan birinci turda seçilmesini sağlamıştır.Bugünlerde gene Muharrem İnce üzerinden senaryolar yazılmaya başlandı. HDP üzerinden millet ittifakına vurmalar netice vermeyince, ittifak sarsılmayınca bu sefer içten tacizlerle millet ittifakının bir başka yöntemle gücü kırılmak isteniyor. Dolayısıyla, ya Muharrem İnce bunun için seçilmiş bir enstrüman olabilir veya olmasa bile eğer parti kurmak gibi bir maceraya girişecek olursa bu da Erdoğan'ın galibiyeti ile sonuçlanacak bir neticeye hizmet olacaktır.Muharrem İnce tehlikeli söylemlerle yola çıktı. Özellikle öznesi "Kürt, Kürtler" olan cümleler kurarak dokunanın yandığı HDP seçmenine aklısıra selam çakıyor. Yani Muharrem İnce kuracağı parti ile cumhur ittifakına karşı kesin tavır almış olan HDP oylarını bölerek cumhur ittifakına alan açıyor. CHP seçmeni belki HDP barajı aşsın diye ihtiyaç duyduğunda HDP'ye doğrudan oyunu verebiliyor, MHP'ye de vermişti nitekim ama cumhur ittifakının işine gelen böyle bir konjonktürde bir tane CHP'li seçmen Muharrem İnce'ye oy vermez.Muharrem İnce'nin ihtirasları aklının çok önünde gidiyor. CHP'de olmak istediği her mevki için her türlü şans kendisine tanınmasına rağmen istediğini elde edemeyince "Kendi tanrımı kendim yaparım sonra da taparım" kompleksi ile hareket ederek Cumhur ittifakının kesintisiz devamı için zeminine taş döşüyor, yol yapıyor. Bugün Kemal Kılıçdaroğlu'nu şahsen daha iyi anlamış oldum. CHP seçmenini ikna etmek için kendisinin dahi talip olmadığı cumhurbaşkanlığı adaylığını Muharrem İnce'ye tahsis etti ama gene yaranamadı; gene zıplıyor, gene zıplıyor.Diğer bir husus ise, ne garip ki; yandaş trollere göre sanki Erdoğan kazanılan bir seçim sonrası balkon konuşması yapıyor; en az o kadar mutlu ve mesutlar.

Abdurrahman Dilipak ve içten vurulmak
Allah öyle yüce, öyle muktedir ki; sizin muktedirliğiniz O'nunkinin yanında ne kadar aciz, ne kadar zavallı ve ne kadar da hiç kalıyor değil mi. Nasıl mı; Başıboş, saldığınız çirkef adamlarınız yıllardır muktedirliğinize sırtlarını dayayarak Atatürk'ün annesine yaptıkları her türlü galiz küfürler, aşağılık sıfatlandırma ve hakaretlerini duymazdan geldiniz. Siz bunlara kör ve sağır kaldıkça onlar bundan cür'et alarak daha da azdılar.Şimdi gün geldi; ne garip ki bu sefer kendi mahallenizden bir müptezel yine kendi kadınlarınıza benzer aşağılık sıfatlandırmada bulundu ve cümle aleminiz feryad-ı figan eyleyip "Bire alçak sen ne dersin" dediniz. Çok haklısınız, ben de sizin gibi o müptezele "Bire alçak" diyorum ama sizinle benim aramızda fark var; siz hiç de dakikalı değilsiniz. Çünkü Atatürk'ün annesine yapılan aynı alçaklığa her daim duyarsız kalıp, izlemekle bile yetinmeyip, cesaret verdiniz.Hepiniz milletten saklayarak başkalarına maal etmeye çalıştığınız ama bedellerini millete ödettiğiniz musibetlerin müsebbibi olan gerçekleri Allah tek tek dile getirip size itiraf ettiriyor. Yani tam da "Allah söyletiyor" atasözümüzün tecelli etmesi gibi bir durum söz konusu.Vallahi ne diyeyim ki; itiraflarınız hoşuma gitmiyor da değil, zevkle izliyorum. Mesela bunları bizler söylemiş olsak hemen "Bu bir fetö taktiği" derdiniz değil mi. Yine de dersiniz ama yama o kadar büyük ki kapatamayacağınızı siz de kestirebiliyorsunuz.Mesela,"Bizim kadromuz yeterli değildi. Dolayısıyla muktedir olamadığımız için ilk önce fetö ile işbirliği yapıp muktedir olduk, sonra da onları kemalistlerle çatıştırarak birbirlerine kırdırdık kendi muktedirliğimizi sağladık" dediniz. Bunu söyleyen de bizatihi genel merkezinizdeki bir yetkilinizdi. Allah'ım sen nelere kadirsin.Sonra;"Bugün de beraber hareket ettiğimiz cemaatler var. Bunlar da yine fetö gibi ihanet ederlerse onlar için de gereğini yaparız." diyen de sizsiniz. Bunu diyen de cengaver has bir parti mensubunuz. Sanki "Millet bedel ödeyip köprülerde ölmeye hazır olduğunu sürece biz her türlü riske girerek dini cemaat ve yapılar ile işbirliği yapmaya devam ederiz, yeter ki iktidarda kalalım" der gibisiniz.Şimdi sıra geldi o askırıncaya, pıskırıncaya, tıskırıncaya ve de inşallah çatlayınca kadar yedirip içirdiğiniz meşhur 5'leriniz var ya; onların itiraflarına. Onların en az birkaçı ne diyecekler biliyormusunuz; "Bana sağladığınız ne varsa hepsini geri alın ama ne olur bana ilk halimi iade edin". Bana öyle geliyor ki; Allah vicdanlarınızı dile getirecek ve bülbül gibi itiraflarınızı yukarıdaki örneklerde olduğu gibi tek tek şakıyacaksınız. Millet sizi bu tür itiraflarınızla sandık başında mahkeme edip, sonra da hükmünü verip sandığa gömecektir.

Ali Erbaş düzeltme yapmadı aklındakini tekrarladı
Keşke sen diyanet işleri başkanı olduğundan bu güne bir defa olsun cuma hutbesi metinlerinde rahmetli Atatük'e ahde vefa gereği rahmet okutmuş olsaydın da; ben de seni yanlış anlayan bir ahmak olsaydım.Sayın Erbaş bugün yapmış olduğunuz sözde düzeltme ile bizi ahmak yerine koyamazsınız. Siz de bilmelisiniz ki; Akıl, Allah'ın bize bağışlamış olduğunu en büyük nimettir. Zekamız da onu kullanabilme kabiliyetimiz olduğuna göre; aklımızdan zorumuz olduğunu düşünüp, zekamızla dalga geçmenize müsaade edemeyiz. Hadi diyelim Atatük'ü lanetlemedin; yahu be Allah'ın kulu 1453'den 2020'ye kadar geldin, methüsenalarla kendisine biat ettiğin muhterem de dahil olmak üzere inceden inceye gönderme yapmadığın kimse kalmadı; şimdi zorda kalınca öldüğünü hatırladığın Atatürk'ün yaşıyorken hiç mi yaptıklarına dair bir şey hatırlamazsın.Dedim ya; bizler aklını kullanamayan, birilerine biat edip onun azatlık kabul etmeyen kölesi değiliz, kötü bir huyumuz var; özgür düşünceliyiz ve hiç de ahmak değiliz.
Hadi bekliyorum; Ali Erbaş'in bizatihi kendi dilinden veya hazırlattığı herhangi bir cuma hutbesinde Atatürk'ün ismini de vererek ruhuna fatiha dilemiş mi, minnet duyguları ile anmış mı. Bulun koyun metni önüme "Ben Ali Erbaş'ı yanlış anlamış bir ahmağım" diye bağıracağım ama şayet koyamazsanız ben de alayınıza "Ali Erbaş'ı tanıyamamış sizi gidi ahmaklar" demeye devam edeceğim.Biz adamın fikrinin ne olduğunu bildiğimiz için zikrini de ona göre yorumluyoruz.
Bu arada Avrupa'da corona ile ilgili kısıtlamalar geri geliyorken, zamansız ibadete açılan Ayasofya hala dolup dolup taşıyor. Ayasofya İslam'ın ayrıcalıklı kutsal bir mabedine dönüştürülünce insanlar da doğal olarak Ayasofya'yı ziyareti Arafat'a çıkmak gibi görüp akın akın ziyarete gidiyorlar. Kimin umurunda corona, sosyal mesafe vs.Takip ediyorum; cumhur ittifakının algılarla iradelerini adeta ipotek altına aldığı muhalefet, "Ayasofya'ya karşı çıkıyorlar" tehdidinden korktukları için kaç gündür pandemi tehdidini dile getirerek artık Ayasofya'ya olan bu insan selinin durdurulmasına yönelik bir söylem geliştiremiyorlar. Bu sitemim elbette toplum sağlığı açısındandır. Ama daha önce deklare etmiştim; Ayasofya'da hiç bir şekilde namaz kılmayı düşünmüyorum. Bir Türk milliyetçisi olarak benim önceliğim Ayasofya'nın hemen yanı başındaki Sultanahmet'te namaz kılmaktır. Eğer ki bir Türk olarak Ayasofya'yı birileri gibi ayrıcalıklı bilip, kutsarsam Sultanahmet camii'nin mahsun bakışlarını üzerimde hisseder, kendisine vefasızca ihanet ettiğimi düşünürüm. 
soralmehmet@gmail.com