25 Şubat 2022 Cuma

MİLLET MİLLİYETÇİLİĞİ Mİ DEVLET MİLLİYETÇİLİĞİ Mİ


''Milletin milliyetçiliği mi'' ''Devletin milliyetçiliği'' mi

Geçenlerde İYİ PARTİ milletvekili Sayın Yavuz Ağıralioğlu ve bir grup arkadaşla sohbet ettik.
Yavuz Bey güzel bir tespitte bulundu; "Bizler sürekli Türk milliyetçisi olduğumuzu söyledik ama millet için olması gereken milliyetçiliği devlet için yaptık, daha doğrusu yaptırılmaya zorlandık"
Kısaca "Millet endeksli milliyetçilik" yerine "Devlet endeksli milliyetçilik" yaptık veya yaptırıldık.
İşte MHP'nin durduğu eksen "Devletin milliyetçiliği" olduğundan DSP ile de hükümet olunduğunda, Ekmeleddin'nin CHP ile ortak aday çıkarılmasında da veya AKP ile cumhur ittifakının oluşturulmasında da fark eden bir şey olmadı. Rahşan Ecevit Türk milliyetçilerine hakaret etti ama DSP ile hükümet kuruldu, Erdoğan Türk milliyetçiliğini aşağıladı ama cumhur ittifakı kuruldu, kaset suikasti ile MHP baraj altına itilmek istendi, CHP seçmeni sahip çıktı barajı aştı ama bugün MHP ve Devlet Bahçeli tarafından en çok hakaret derecesinde eleştirilen CHP.
Peki MHP niçin bu çelişkileri yaşamaktadır; nedeni, Yavuz Ağıralioğlu'nun dediği gibi "Devletin milliyetçiliği"nin yapmasındandır. Diğer bir ifade ile hangi konjonktürde olursak olalım o an için devlet yönetiminde kim muktedir/hükümet ise MHP o muktedirin istediğini yapmak durumunda, çünkü misyonu o. O nedenledir ki; AKP'nin bütün yanlışlarına rağmen MHP'nin misyonu "Devletin milliyetçiliği"ni yapmak olduğundan hiç bir zaman iktidara talip olmak da dahil farklı arayışlara girmeyecektir, zira AKP'ye rağmen farklı arayışta olmak "Milletin milliyetçiliği"ni yapmak anlamına gelecektir.
Bir örnekle meramımı daha iyi anlatmış olayım. Andımızın okunmasına AKP ile engel olan MHP, bunu devletin milliyetçiliği adına yapmıştır, buna mukabil İYİ PARTİ milletin milliyetçiliğini yaparak da buna mani olmak için bir irade ortaya koymuştur.
İYİ PARTİ projesi İşte bu devletin milliyetçiliği/milletin milliyetçiliği ayrışmasının zorunlu kıldığı milletin milliyetçiliği yapma üzerine geliştirilmiş bir projedir. Bu projenin içinde olup emeği geçen birisi olarak diğer vasıflarımı önemsemeyebilirim belki ama bu tarafımla gurur duyuyorum.

Tarkan'ın ''Gitcek'' şarkısı üzerine

Tarkan'ın şarkısının mana ve öneminin kendi üzenlerine tam da oturan dikilmiş bir elbise olduğunu fark edenler, şarkının sözlerini Türkçemize gösterilmesi beklenen hassasiyet üzerinden eleştirerek Tarkan'ı itibarsızlaştırmak istiyorlar.
Neymiş efendim "Geçcek" denince Türkçemiz bozuluyormuş. Bozulmaz efendim; aynen doğrusu "Ana" yerine "Anne", doğrusu "Alma" yerine "Elma" dediğimizde bozulmadığı gibi. Tarkan, şive farklılığının yarattığı tebessümü kullanarak sözlerini daha dikkat çekici hale getirmiştir.
Lehçe farkları konuşma dilinde Türkçemize zenginlik katarken, yazı dilinde kullanılması elbette doğru değildir. Bu özellik çelişki gibi görünse de konuşma dilimizin çok farklı bir zenginliğidir.
Pislik atmayın, yapacak bir şey yok "Gitceniz gari"

Erdoğan gidecek demek suç mu

Neymiş efendim; bütün kurgular "Erdoğan gitsin de nasıl giderse gitsin" üzerineymiş. Evet, Erdoğan ve birleşenleri alayı gidecekler; seçimle ve sandığa gömülerek gidecekler inşallah.
Sanki Erdoğan'ın gitmesini istemek suçmuş gibi bir eda ile muhalifliğimiz sorgulanıyor.
Evet, son derece hararete maruz kalıp şu içme ihtiyacı duyan, bir yudum içtikten sonra dahi gerekirse ölmeye bile razı olacak düzeyde Erdoğan ve her türlü tahakkümünün sona ermesini; oylarımızla ve sandığa gömerek arzuluyorum.
Sanki Allah'ın seçip, dünyaya gönderdiği icazetli kulu olup, dokunulmazlığa binaen üzerine laf söyleyenin yanacağı üstün vasıflı bir insanmış gibi trolleri ile Türk milletinin tek, son seçeneği ve şansıymış gibi takdim edilmesi öyle olduğu anlamına gelmez, şüphesiz Türk anaları geçmişte ne evlatlar doğurdu, daha neler doğuracaklardır inşallah, gölge etmesinler yeter.

Bu resim anlamı "Umuda kapı aralamak" dır.
Yirmi yıl öncesine kadar siyasi parti liderlerinin bir araya gelerek istişarelerde bulunup siyasi sıkışmışlıklarda çözüm arayışlarına benzeyen bir sahnenin tekrarı gibi; çok geç de olsa "Umuda kapı aralanmıştır" artık. Kalpleri kin ve öfke ile bezenmiş haset ve fesat çukurunda debelenenler bu sahneden ürkeceklerdir ama kimin umurunda, elbette birileri çıkacak keyfi ve örfi iradeye itiraz edecektir aynen Sivas ve Erzurum kongre süreçlerinde olduğu gibi.
Sayın genel başkanları tebrik ediyorum, ayağınıza taş değmesin, Allah yar ve yardımcınız olsun inşallah.

Enerji şirketlerinin bana kestikleri faturaya itirazım devleti niçin ilgilendirir ki.

Velevki ben bir mal veya hizmet aldım, faturası geldiğinde bakıyorum fahiş bir rakam; elbette itiraz edip gerekirse "Ben bu rakamı ödemeyeceğim kardeşim, bunu düzeltin lütfen" diyebilirim. Benim itirazımdan devlete ve hükümete ne ki; cumhur ittifakı dağıtım şirketlerinin avukatlığına soyundu. Dağıtım şirketlerine sattıkları elektriğin hesabını onlardan sorsunlar, onların bizlere sattıkları elektriğin hesabını sormazlar.

Elektrik dağıtım şirketine "Gönderdiğiniz faturadaki meblağ fahiş bir rakam, ödemek istemiyorum" demek taraflar olarak elektrik dağıtım şirketi ile beni ilgilendirir hükümeti ilgilendirmez, zira bizler sözleşmeyi hükümet ile değil dağıtım şirketi ile yapıyoruz.
Mehmet Soral

7 Şubat 2022 Pazartesi

"MİLLET İTTİFAKI" DEĞİL "PARLAMENTER SİSTEM İÇİN DEMOKRASİ CEPHESİ" OLMALI

Ülkemizin içine düşürüldüğü çıkmazdan kurtulabilmesi için öncelik her daim tek adam iradesine teşne bu ucube "Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi'nden kurtulmak olmalıdır.
Bu sistemin doğası gereği sistemin mucitleri seçmeni iki kutba ayırarak, kutuplaşmanın sınırlarını illet, zillet ithamları ile daha da belirginleştirerek ayrışmanın boyutunu karşılıklı olarak kin ve nefret düzeyine taşınmasına vesile oldular. Ve doğal olarak İttifaklar arasındaki bu kin ve öfke konsolidasyonu oy geçişkenliğini neredeyse yok denecek düzeye kadar düşürdü.
Millet ittifakına önerim; bu ucube sistemin mucitlerinin dizayn edip muhalefeti de istedikleri yere oturtarak kendilerinin keyfi, muhalefetin de zorunlu olarak içine itildiği seçmen temelli "Millet ittifak" söylemini terk ederek "Demokrasi temelinde ittifak" arayışına gitmelidir. Bunun için de kurulacak yeni ittifakın adı "Parlamenter Sistem için Demokrasi Cephesi" olmalıdır.
"Millet ittifakı" ve "Cumhur ittifakı" şeklindeki bloklaşmanın sonunun iç çatışmaya kadar varacağından son derece tedirginim. Her geçen gün sanki bu akıbete doğru sürükleniyormuşuz gibi geliyor bana. Bu nedenle en azından "Millet ittifakı"nın böyle bir akıbete geçit vermemek adına "Cumhur ittifakı"nın kurduğu siyasi dizaynı bozarak "Parlamenter Sistem için Demokrasi Cephesi" adı altında kendi kurgusu olacak siyasi bir yapıyı devreye sokmalıdır.
"Millet ittifakı"nın sergilediği görüntü ya da yarattığı izlenim; Erdoğan sonrası "İttifak ortakları ile beraber iktidar olmak" olduğundan bu görüntü "Cumhur ittifakı" seçmeninin kendi içinde daha da konsolide olmasını sağlıyor ve Cumhur ittifakı'dan millet ittifakına oy geçişkenliğine mani olan duygu yoğunlaşmasına sebep oluyor.
Demem o ki; şu anki "İktidar için millet ittifakı" görüntüsü "Parlamenter Sistem için Demokrasi Cephesi" görüntüsüne dönüştürülürse demokrasi talebi olan radikal unsurlar bile bu blokta pekala yer alabileceklerdir. Bu şekilde Cumhur ittifakının mevcut konsolidasyonu bozulur "Parlamenter Sistem için Demokrasi Cephesi"ne oy akışkanlığı artar, böylece HDP üzerinde tepinerek oradan siyasi rant temin etme düşüncesi de cazibesini kaybeder, değersizleşir. Çünkü öncelik iktidar olmak değil demokrasimize yeniden kavuşmak olacaktır. Bu nedenle yine bir başka örnek; Davutoğlu'nun AKP'deyken taşıdığı sorumluluklardan dolayı bagajında birikmiş olan olumsuzlukların sorgulanması bugünkü kadar olmayacaktır.
"İktidar değişimi için millet ittifakı" içinde HDP'nin varlığı kabul görmez ama "Parlamenter Sistem için Demokrasi Cephesi"nde yer alması aynı rahatsızlığa neden olmayacaktır diye düşünüyorum.
Demokrasimize sahip çıkma mücadelesinde elde edilecek başarı ister istemez iktidar değişimini de beraberinde getirecektir.

Fiili durumu yaratıp sonra gayrimeşruluğu kanun ile meşrulaştırma

Devletimizin Kavala'nın niçin hapis tutulduğuna dair uluslararası taahhütlerimiz gereği açıklamasını yapamamak gibi garip bir durumu söz konusu.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi "Kavala hapis yatıyorsa kesinleşmiş cezası olması lazım. Böyle bir mahkeme kararı olmadığına göre bu adam niçin tutklu" diyor ve bunun bedeli olarak hepimizin ödediği vergilerden yüklü tazminatlar ödüyoruz.
Hükümet edenlerin şöyle bir yaklaşımı söz konusu "Biz onu şimdilik tutukluyoruz, nasıl olsa ileriki zamanda mahkeme süreci bize göre tutuklanmasını gerektirecek şekilde sonuçlanacak" İşte bu noktada Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi "Böyle bir zan ile adama tutuklu muamelesi yapamazsınız, tutuksuz yargılamanız gerekir" diyor.
Cumhur ittifakının bu garip mantalitesini S.Soylu'nun mahkeme kararı olmadan, tehlike arz eden terk edilmiş bir binanın yıkılmasını istediğinde gördük. Kendisine "Yıkım için mahkeme kararının olması gerektiği hatırlatıldığında "Biz yıkalım, mahkeme kararı sonra çıkar" demişti. Kavala ve Demirtaş meselesine de aynen böyle bakılıyor.
Kavala ve Demirtaş meselesinde yargılama çubuk bitirilse problem de bitecek ama HDP yi siyasi malzeme olarak kullanmak için bilerek kapatılmadığı gibi Kavala'nın da üzerinde siyaseten tepinmek için bilerek ve isteyerek yargı süreci aksatılıyor.
Türkiye'nin problemlerine yaklaşım çözüm odaklı olmaktan ziyade, siyasi ranta matuf algı operasyonları için malzeme olarak kullanma üzerine maalesef.

Adalet Bakanı Bekir Bozdağ kimi kime şikayet ediyor

Bekir Bozdoğ "Kadına şiddet" konusunda aman Allah'ım; ne konuşuyor, ne konuşuyor; sanırsınız ki geçtiğimiz pazar günü seçim oldu ve AKP ilk defa iktidara geldi.
Diyor ki; "Kadın onbeş yerinden bıçaklanıyor, adam tutuksuz yargılanıyor. Ehvah, nasıl olabilir diyorum. Kıravat, düzgün kıyafet ile indirim alabiliyor, bunu kabul etmek mümkün değil" diyor.
AKP sistemi hatta rejimi değiştirmeye kendini odakladığı için yirmi yıldır iktidar olsalar da bu süre hala onları kesmedi, yeterli görmüyorlar.
Bakın sayın bakan eğer bir kadın onbeş yerinden bıçaklanıyor ve sanık hala tutuksuz yargılanıyorsa onun tek müsebbibi özelde bizatihi sensin, genelde AKP dir. Hatta onaltıncı, onyedinci pıçak darbesi de sizden gelmiş oluyor.
Hep vesayet, vesayet diye diye yırtınıp durdunuz ama kendi vesayetinizin içinde boğulup kaldınız. Hala kendinizi kendinize şikayet ettiğinizin farkında bile değilsiniz çünkü sizin derdiniz; cumhuriyet, onun değer ve kazanımları ile savaşmak olduğu için yirmi senedir iktidar olup kendi vesayetinizi oturtmuş olmanıza rağmen hangi vicdanla "Onbeş yerinden bıçaklanan kadının failinin tutuksuz yargılanmasını kabul etmek mümkün değil" diyorsunuz. Hayır sayın bakan, siz öyle istediğiniz için mümkün oluyor ama yine aynı şeyi yaparak algı yönetimi ile olumsuzlukların nedeninin sizin dışınızda başkalarının olduğunu, ülkenin çok iyi bildiğiniz ortalama algı düzeyine inandırmak istiyorsunuz.
Bilmem utanır mısınız; on sene içinde İstiklal savaşı verip, kazanıp sonra T.C Devleti'ni kuran kadroların yanında, bir kadını onbeş yerinden bıçaklayana hak ettiği cezayı verecek yargıyı yirmi sene içinde hala tesis edemediğinizden.

Siyasette rakibine karşı hoşgörülü olmak


İşte cumhuriyet değerleri ile yetişmiş, onlarla barışık bir devlet adamı. Kendisi Adalet Partisi genel başkanı. O sıralar en büyük rakip parti CHP'nin lideri Ecevit tablosu göğsünde bir çocuğu yine yanına alıp bağrına basarak resim çektiriyor.

Hoşgörü, tahammül ve olgunluğun simgesi bir resim bu resim. Herhangi bir eziklik yok, aksine oldukça özgüven dolu, kendinden emin olduğu kadar aynı zamanda herkese de güven veren bir tablo.
Özgüven eksikliğinden mütevelli korkaklığın yarattığı sinme hali ya da tam aksine cahil cesaretinden kaynaklı saldırganlığı görmüyoruz.
Evet, Türk milleti cumhuriyet değer ve kazanımlarını içselleştirerek çağdaş mantalitede olup devleti yönetmiş böyle devlet adamlarını görmüştür. Arzumuz bundan sonra devamının gelmesidir.

''Görevimden istifa ediyorum'' diyememek

"Görevimden istifa ediyorum" yürekliliğini gösteremeyip "Görevimden affımı istiyorum efendim" diyecek kadar korkak ve ödleklerin makamları ne olursa olsun alayı; efendilerinin müsaade ettiği kadar kişiliğe sahip, silik karakterli eziklerdir.
Dolayısıyla, bu gibi örnekler karşısında "Şahsımın efendisi olma"yı dayatanlara kul olmaya itiraz etmiş olmanın gururunun yaşattığı keyfin ne kadar güzel bir şey olduğunu bugün daha iyi anlayabiliyorum.
Mehmet Soral