24 Eylül 2021 Cuma

İYİ PARTİ ''KÜRT SORUNU'' TUZAĞINA DÜŞMEMELİ

İYİ PARTİ ''Kürt sorunu'' tuzağına düşmemeli

Birilerine değil kendi duruş ve düşüncelerine bağımlı olan, biati red eden, demokrat Türk milliyetçisi birisi olarak diyorum ki; "Kürt sorunu" başlığını kabul edip içselleştiren ve bunun üzerinden siyaset üretmeye çalışan hiç bir kişi, kurum ve siyasi partinin yanında olmam söz konusu olamaz.
"Kürt sorunu" başlığı meşru görüldüğü an bilinmeli ki; tuzak amaçlı konulmuş veya konmaya çalışılan bu başlığa CHP ve Sayın Kılıçdaroğlu da teslim olup bu minvalde siyaset geliştirecek olursa, nihayetinde en hafif haliyle federatif yapılanma ile başlayacak bir süreç Türkiye'nin bölünmesine kadar gidecektir.
Dolayısıyla, İYİ PARTİ için zor bir süreç olsa da; konumuna ve duruşuna çok dikkat etmeli, özen göstermeli ve algılarla oturtulmak istenen "Kürt sorunu" tuzağına CHP'ye takılarak düşmeden kendi siyasetini üreterek hareket etmelidir.
İYİ PARTİ amiralleri unutmamalılar ki; Türk milletinin birleşeni Kürtlerimizi ayrışma ve bölünme sürecine taşımak için ilk hatayı onların sözde temsilcilerini 1991 yılında yapılan seçimde kendi listelerinde meclise taşıyan Erdal İnönü'nün liderliğindeki SHP olmuştur. Zamanında yapılan bu hata PKK ile içli dışlı bir yapının o günden bu güne öyle veya böyle sürekli mecliste yer almalarına vesile olmuştur. CHP "Kürt sorunu" başlıklı tuzağa düşerse SHP'nin geçmişte yaptığı hatanın bugün güncellenmesi anlamına gelecektir ki; varacağı sonuç ülkenin bölünmesi ve parçalanması olacaktır. İYİ PARTİ bu süreci çok iyi yönetmek durumundadır.
"Kürt sorunu" yok, Kürtlerimiz üzerinden sorun yaratmak gibi emperyalistler tarafından kurgulanan bir tuzak var. İYİ PARTİ bu tuzağa çekilmek istenen CHP'yi uyarmalı, kolundan tutup geri çekmelidir.

Türk milliyetçiliğinin Beklenen doğal refleksleri

Henüz yeni doğan bir kuzu annesinin memesini arar; emmek için. Allah onlara böyle bir iç güdü vermiştir. Çünkü teşrif ettiği yeni dünyasında yaşamak için ilk şart beslenmesinin gerektiğidir.
Partilerde ana gövdeyi oluşturan, ona meşruiyet kazandıran kuruluş ilkesi vardır. Zamana ve konjonktüre göre esneyebilir ama ana ilkede sapma mümkün olamaz, mümkün olduğu an aslını ve varlığını inkar etmiş olur.
"Türkiye Cumhuriyeti" anlamına gelen ve devleti temsil eden kamu kurumlarından "T.C" ibaresinin kaldırılması..
Körpe beyinlere Türklük ruhunu nakşeden "Andımızın" okunmasının kaldırılması...
Türk milliyetçiliğini ayakları altına alan birisi ile dost olup, iş birliği yapılması...
Dünyanın bir çok tarafından katılımların da olduğu, aidiyet duygusunun zirve yaptığı geleneksel Erciyes kurultayının kaldırılması ve alternatif kutlama yapanların tehdit edilmesi...
Banisinin rahmetli Başbuğ Türkeş'in olduğu ve her sene yine geleneksel olarak kutlanan, bir anlamda gönüllerdeki Turan'ı gerçekleştirmeye matuf "Antalya Türk ve akraba toplulukları kurultayı"nın rahmetli Başbuğ'a vefasızlık gösterilerek kaldırılması...
"AKP sayesinde hepimiz Türk olmaktan kurtulduk" deme cüretini göstermiş etnik özürlü kriptoların arzuları lehine, onların iktidarlarının devamı için her icraatlarına parmakların kaldırılarak destek verilmesi...
Gibi, daha çok sayacağımız hususlarda MHP ve Devlet Bahçeli; memesine koşan, yeni doğurduğu kuzusunu red eden ana gibi kuruluşunun meşruiyetini oluşturan Türk milliyetçiliğinin en doğal refleksini göstermeyerek, derenin yatağını değiştirerek koskoca nehrin bir meçhule doğru her geçen gün gücünü kaybederek akıp gitmesine neden oldular.
"Devletin bekası" yalancı emziğini yıllardır Türk milliyetçilerinin dudaklarına zorla dayayarak sürekli sesimizin kesilmesi yoluna gidildi. Artık kandırılmaya tahammülümüz kalmadığı için yeni arayışlar içinde yeni projeler geliştirilmiştir. Bunun en somut örneği İYİ PARTİ dir. Velev ki yine yanıldık; yine itiraz ederiz ama bu sefer kimse bizi gütmeye cesaret edemeyecektir. Türk milliyetçilerini bir yerlerin aparat yapmayı misyon edinmiş iradelerin tasallutundan çok şükür kurtulmuş durumdayız. Bu süreç yirmi senemizi almış olsa da; şükürler olsun başardık.
Ne mutlu bana ve benim gibi düşünenlere ki; ne yalancı emziği zihnimize tutturmak isteyenlere kanıp izin verdik, ne de meçhule akıp giden bu nehirde bir kaşık su olmaya razı olduk.

MHP'den yine keyfi ihraçlar

MHP Genel Başkan Yardımcısı Semih Yalçın,
Nazif Okumuş, Ahmet Malkan, Ali Şanalmış, Ali Baykan, Atilla Kaya, Suat Başaran ve Tahsin Eren’in partiden ihraç edildiklerini açıklamış ve onlar için
"Döneklik, vefasızlık, disiplinsizlik, ahlaksızlık, aylaklık, fitne ve tefrikaya meyyal olmak gibi kötü huylara malik kişiler; partimizde ve teşkilatlarımızda asla barınamamışlardır" demiş.
Bilmeyenler bilsinler ki; bu isimler için ne disiplinsizliği yahu; MHP ve Türk milliyetçiliğinin hafızası konumunda insanlar olup, aksine mecrasından kaymış MHP'yi yine disipline edip aslına rücu ettirecek isimler.
Hele bir Ali Baykan abim var ki her gün, her saat ve her dakika; Türk milliyetçisi birisi olarak inanmışlığını ve adanmışlığını ortaya koyarak fikir üreterek, katkı sağlayarak halimizin en ağır sancısını çekerek mücadele eden bu isme "Disiplinsiz ve dönek" diyebilmek için insani vasıfları yitirip, vicdansız olmak gerek.
Velhasıl kelam işin aslı nedir biliyormusunuz; "Disiplinsiz veya dönek" olmak değil, bu insanların er veya geç MHP'de inisiyatifi ele geçirebilecek potansiyel güçte saygı duyulacak isimler olmalarıdır. Bunun için de teknik olarak bu ihtimali ortadan kaldırmak için partiden ihraç edilmişlerdir.

Gene aynı şey ''Din elden gidiyor'' palavrası

AKP'nin yapılacak bir seçimde Türkiye'nin içinden geçmekte olduğu sürecin yarattığı ekonomik sıkıntıları aşıp kendilerine artık bir teveccühün olamayacağını anlayınca yine dini söylemler ve laiklik tartışmalarını tekrar başlatmak için eski milletvekilleri R. Tosun'a "Laiklik anayasadan çıkarılsın veya yeniden tanımlansın" başlığı ile ısmarlama bir yazı yazdırdılar.
Yine "Din elden gidiyor" palavraları ile ekonomik krizlerle ezilip yoksulluğa mahkum edilen Türk milletini, mukaddesatı üzerinden Laiklik tartışması ile aklını çelerek üzerinden yine oy devşirme peşindeler.
Son cumayı takriben 50 kişi ile beraber kıldık. Cemaatin içinde 20 yaşından küçük bir tek genç yoktu. Ağırlıklı yaş ortalaması 35 ve üzerindeydi.
Bunun, AKP iktidarının 20 yıl boyunca inanç dünyamızda yarattığı tahribatın sonucu olduğunu düşünüyorum.
Düşünebiliyor musunuz; dini değerler referans gösterilerek kurulan bir parti ve yine dini referanslar üzerinden inanmışlık ve adanmışlık naraları atan bir "Cemaat" birlikteliği; önce iktidar sonra muktedir ve devamında her türlü kalleşçe kumpaslarla tezgahlanan oyunlar ve nihayetinde 15 Temmuz ihaneti...
Bu sürece şahit olmuş gençlik inancını, imanını yüksek derecede koruyup motive olabilmek için ne görüp yaşadı ki; cuma günü geldiğinde cumaya namazını hatırlayıp camiye gitmeyi düşünebilsin.
İslam referanslı iktidar mensupları her türlü imkanlara sahip zevk ve sefa içerisinde ayrıcalıklı bir sınıfı teşkil edip yaşıyorlarken, yetmeyip hatalarının da sorgulanmaması için dokunulmazlık zırhını üstlerine giyinmiş halleri karşısında inanç ve iman işinin fakirlere ve güçsüzlere kaldığı gibi bir fotoğrafı gören gençlik bir anlamda bunu protestosu ederek dinden soğuyor ve uzaklaşıyor.
Mehmet Soral

Prof. Ersan Şen Hoca'ya gönderdiğim yazı

Ersan Şen Hocam sizi çok takdir ediyor ama millet ittifakının cumhurbaşkanı adayını açıklamamasını garipseyip tuhaf bulmanızı da doğrusu yadırgıyorum. Oysa siz, Türkiye gerçeklerini iyi okuyup anlayan ve her platformda bunu Türkiye ortalama algı düzeyine en güzel şekilde izah edebilen birisisiniz.

Şunu çok iyi biliyor olmalısınız ki; bugün millet ittifakı cumhurbaşkanı adayının ismini açıklayacak olsa besleme alçak troller adamın veya bayanın her neyse; bir çocuğu seven resmini bulup adını tacizciye çıkarırlar, ne uğruna; kazanmak uğruna.
Siz onların meşhur aynı zamanda iğrenç "Kabataş Yalanı"nı hatırlayın lütfen. O yalan neydi; "Kabataş'da çocuk arabası ile turnikelerden geçen başörtülü bir kadını, üstleri çıplak alt tarafları deri pantolonlu bir grup erkek yerlerde tekmeleyip üzerine idrarlarını yapmış"dı. Ve aynı gün aynı yerdeki camide içki içilmiş, bu yalanın da cami imamı tarafından doğrulanması iştenmiş, kabul etmeyince de sürgün edilmişti.
Sonra o tek adam seçim meydanlarında "Benim başörtülü kardeşimin üzerine yetmiş erkek tekmeleyip idrarlarını yaptı, bir yandaki camide de içki içildi" diyerek bu iğrenç kurgular üzerinden oy devşirme ile seçim kazanma yoluna gitmişlerdi.
Yine o zamanlar besleme yandaş bir TV kanalında Meral Hanım'ın gayrimeşru bir ilişkisinin olduğu iftirasını atan hukukçu alçağın birisi bugün "Ben şerefsiz alçağın tekiyim" yazan madalyonu boynunda taşımaya devam ediyor. Hocam biliyor musunuz; bu alçak meslektaşınız yapılan yargılama neticesinde her hangi bir ceza almadı.
Bu kadar iftira, alçaklık ve iğrençliğin kayırmacı Saiklerle cezasının verilmediği hukuk ve adalet anlayışının hüküm sürdüğü bir ülkede muhalefet ahmak mı ki; cumhurbaşkanı adayının ismini daha seçim tarihi belli olmadan açıklasın.
Hocam, beş yıldır mahkemesi yapılmayan Meral Akşener hakkında açılmış bir soruşturma var, sorar mısınız lütfen; bu soruşturmanın mahiyeti nedir, mahkemesi niçin yapılmıyor.
Velhasıl kelam; millet ittifakının, adayını mümkün olduğunca geç açıklamasının yukarıda örneklerle ifade etmeye çalıştığım iğrençlik düzeyinde kurguların devreye girmesine ve doğal olarak da adayının yıpratılmasına mani olmak gibi bir yararı olacaktır. Eğer her şeye rağmen seçime az bir süre benzer iğrençliklere kalkışılırsa millet bunu millet ittifakının hanesine mağduriyet olarak yazar, sonuçlarını da cumhur ittifakının başına geçirir.
Not: Bu yazı kendi iletişim adresine gönderilmiştir.
Mehmet Soral

10 Eylül 2021 Cuma

İMAMOĞLU'NA FATİH BENZETMESİ

Ekrem İmamoğlu'na Fatih Sultan Mehmet benzetmesi

Evet, 1994 yılından biridir önce Erdoğan ve sonrasında 2003 yılından beridir AKP'nin "SİYASİ HAKİMİYET"inde olan İstanbul Belediyesi, İmamoğlu'nun şahsında millet ittifakı tarafından "SİYASİ" anlamda fethedilmiştir.

Ben de aynı duygular içindeyim. İnşallah ülkemizin yönetimi de"Siyasi" anlamda yapılacak ilk seçimde millet ittifakı tarafından fethedilecektir.
Meral Akşener'in söz sanatını kullanması ve buradan da yanlış anlamlar çıkarmanız; olsa olsa sizin cehaletiniz dir, Meral Akşener'in kabahati değil.
Siyaseti hiç beceremeyip, havlu atmış biraz da ukala H.Cevizoğlu, sen git her zaman yaptığını yap, bilgiçlik tasla ama beceremediğin bir meşguliyete dair o işin piri olan Meral Akşener'i eleştirmek senin haddine düşmez.
Zaten Meral Akşener'in söz sanatına "Gaf" diyecek kadar siyaset yapma becerisinden yoksun olduğun içindir ki; siyasette havlu atmış bir adamsın.

Ne yani; ikinci bir Türk evladı Fatih Sultan Mehmet kadar murad ettiği zafer için inanmışlığını ve adanmışlığını ortaya koyamaz mı.
Evet, ahan da buraya yazıyorum; her kim ki AKP'leşmiş devleti cumhur ittifakının tasallutundan kurtararak tekrar cumhuriyet değer ve kazanımlarını hakim kılarsa benim nezdimde Fatih Sultan Mehmet kadar bir zaferi ve kazanımı Türk milletine armağan etmiş olacaktır.
İma edilen zaferin değeri bugünkü konjonktürün nasıl değerlendirildiğine bağlı. Mesela ben çok endişeliyim. AKP şayet bir dönem daha iktidarda kalırsa cumhuriyet değer ve kazanımları tamamen tüketilecek, siyasal İslamcı vesayet hakim kılınıp, önce millet tarifi değiştirilecek sonra bu yeni tanıma uygun olarak H. Kaplan'ın dizayn ettiği bayrak kabul edilecek, devamında Türklüğe vurgu yapan ülkemiz ismi değiştirilerek süreç böylece tamamlanacaktır.
Ondandır ki; şahsen "İktidar gücü"nü kim fethedebilirse kendisine "Bir Fatih Sultan Mehmet gibi Türk milletine kazanım sağladın" diyeceğim. Bu bir kadın olsun erkek olsun, fark etmeyecektir.
Sözüm muhataplarına; ne kadar riyakarsınız yahu; tek adamınızın peygamberin sıfatlarını taşıdığını ifade etmiş "Has evladınızı" kara vicdanınızda böleyip kundakladınız, mezhebinize yedirebildiniz ama her ne hikmetse İmamoğlu'nun azim ve kararlılığını Fatih Sultan Mehmet'in zaferi üzerinden tanımlama ve takdir etme niyetini fırtınalar kopararak ortalığı velveleye verip linçe tabi tutunuz. "Utanmıyor musunuz" demeyeceğim. Alıştık size, her zamanki haliniz


Meral Akşener'e diyet ödetme istekleri ne zaman bitecek

Meral Akşener İYİ PARTİ'de kimseyi yanından uzaklaştırmadı ama şunu yaptı; kendilerini peşin seçilmiş icazetli ekabirler olarak görenlerin kaprislerini önemsemedi, onlar da sabredemedikleri için partiden ayrılıp kendilerine başka bir istikamet tayin ettiler.
Mesela bir örnek vermek gerekirse; önce zan yürüterek hüküm verip, sonra da verdiği hükümlerden delil üretip kurucusu olduğu partiyi fetö ile ilişkili ve iltisaklı gösteren bir kişinin Meral Akşener'in yanında olması, iyi parti de kalması elbette mümkün olamayacaktı, olmadı da.
Zaman her şeyin ilacı. Eğer zafer partisi başarılı olursa "Adamlar haklıymış" demekten başka da bir seçeneğimiz olmaz ama iyi parti bugün Türkiye'nin öyle veya böyle istikametinin tayininde etkinliğinin özgül ağırlığı çok önem kazanmış bir partidir.
Ümit Özdağ'ın bilim adamlığının yarattığı saygınlık siyasi saygınlığının çok çok üstünde. Bilim adamlığının izlenme ve dinlenme oranı da siyaseten izlenme ve dinlenme oranının çok çok üstünde olduğunu düşünüyorum. Onun içindir ki; siyaset anlayışının bilim adamlığına verdiği zararı görüp üzülüyorum çünkü kendisinin iyi yetişmiş bir Türk milliyetçisi olduğunu düşünüyorum.


Simgeler üzerinden çatışma, hükümet ve belediyeler üzerinden ayrışma

AKP bir devleti değil, öyle veya böyle ele geçirdiği şirketi yönettiğini zannediyor.
O kadar gayri ciddiler ve devleti yönetiyor olmaktan uzaklar ki; millete yapılan hizmetleri ayırıyorlar; "AKP'leşmiş devletin yaptıkları ve muhalif belediyelerin yaptıkları" diye.
Dünyanın hangi ülkesinde olursanız olun; aynı amaç için yapılmış aynı enstrümana aynı isim verilir ve kullanılan simge de aynı olur.
Yer altından yapılan ulaşıma "Metro ulaşımı" denir, simgesi de "M" dir. AKP ise dünyanın her yerinde görüldüğünde aynı şeyin anlaşıldığı "M" (Metro ulaşımı) yerine ulaştırma bakanlığı kendi yaptırdığı metro için "U" simgesini kullanmak istiyor.
Bunun tek anlamı var o da; İstanbul seçimlerini kaybetmiş olmanın ezikliğini atamamanın psikolojik yansıması dır.
Düşünebiliyor musunuz; ulaştırma bakanlığının yaptırdığı Metro ile İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin yaptırmış olduğu metroların birleştiği yerde iki tabela göreceğiz "M" ve "U" tabelaları. Aynı şeye iki farklı isim; nedeni öfke tatmini.
Bu kadar kıskançlıktan mütevellit kin, öfke, ezilmişliğe pes doğrusu. Devleti o kadar AKP'leştirdiklerini düşünüyorlar ki; muhalif belediye veya muhalif kişi, sivil toplum örgütlerinin devletin ve milletin hayrına yaptıkları hiç bir iyiliğe tahammül edemiyorlar.
Yahu muhalif belediyelerin salgın sürecinde ihtiyaç sahiplerine yardım toplanmasına izin vermediler; bundan akıl ve vicdandan yoksun daha ötesi var mı.


Ankara Güney Kıbrıs Rum Yönetimine tepki göstermiş(!)

Ankara tepki göstermiş; Güney Kıbrıs Rum yönetiminin İngilizce dil kitabında Atatürk'e yapılan övünün geçtiği sayfanın yırtılması talimatının verilmesi nedeniyle.
Vah vah, Atatürk şimdi ne kadar üzülmüştür; "Ankara"nın kendisi için üzülmüş olmasına(!) Belki de; "Bunlar üzüleceğine keşke ben dünyaya hiç gelmemiş olsaydım" demiştir(!)
Bu tepkiyi gösterenler kimler; Ayasofya'da Atatürk'e hakaret edip aşağılayan D.İ başkanını hiç tepki göstermeden kös kös dinleyen devlet ricali.
"Keşke Yunan galip gelseydi" diyenin müritleri Atatürk'e hakaretten rahatız olmazlar aksine teşvik ederler. D.İ başkanı hakaret ettikçe teşvik görmedi mi.
Riyakarlık bunların "Genel" hali olmuş. Neymiş; Atatürk aşağılandığı için çok üzülmüşler.
Vah vah; vah ki ne vah....
Sevgili Atatürk, bu kahrolma halleri onları maf-u perişan edecek; bence sen kalk onlar yatsın.


Geçmişten bir anekdot

Yusuf Ziya Ortaç'ın anılarını paylaştığı "Bizim yokuş" kitabından alıntı.
Şimdi daha iyi anlıyoruz ki; niçin siyasal İslamcıların Osmanlıcılık yaptıklarını. Kripto etnikçiler kendilerini Osmanlı'ya daha yakın hissediyorlar zira Osmanlı'da saray bile yönettikleri devletin ne kadar Türk olduğunun şuurunda değillerdi.
Mehmet Soral