23 Haziran 2013 Pazar

AZRAİL'İN GÜZELLİĞİ



Yaşanmış Güzel Bir Hikaye

AZRAİL'İN GÜZELLİĞİ - Rahmetli Onkoloji Doktoru Halûk Nurbaki'den gerçek bir hatıra..

Ben, 40 yıllık bir kanser uzmanı olarak maddeyi aşan sayısız olayla karşılaştım ve bunları, o olaya şahit olanlarla birlikte belgeleyerek özel bir arşiv yaptım.

Bunlardan 1976 yılında yaşanmış bir olayı size nakletmek istiyorum.


Kanser Hastanesinde Başhekimken Serap adında genç bir hanım hastam vardı. Bu hastam göğüs kanserine yakalanmış ve tedavi için yurt dışına gitmek istemesine rağmen, bazı formaliteler sebebiyle o imkanı bulamamıştı.

Serap'ı özel bir ilgiyle bizzat ben tedavi altına aldım. Ve kısa bir süre sonra da iyileştiğini gördüm.

Ancak Serap'ın da bütün diğer kanserliler gibi ilk 5 yıllık süreyi çok dikkatli geçirmesi gerekiyordu. Bir iş kadını olan Serap, 4 yıl kadar sonra bir ihale için İzmir'e gitmek istedi. Kış aylarında olduğumuz için uçakla gitmesi şartıyla kabul ettim.

Maalesef bilet bulamamış ve benden habersiz bindiği otobüsün kaza geçirmesi üzerine 6 saat kadar mahsur kalmış.

Dönüşünden kısa bir süre sonra kanser, kemik ve akciğerine yayıldı. Serap bacak kemiklerindeki metastaz nedeniyle yürüyemez hale gelirken, hastalığın akciğerdeki tezahürü sebebiyle de devamlı olarak oksijen cihazı kullanıyor ve söylediği her kelimeden sonra ağzını o cihaza yapıştırarak nefes almak zorunda kalıyordu. Evine gittiğim gün, yine güçlükle konuşarak:

--''Doktor bey,'' dedi. ''Ben size... dargınım.''

--''Niçin?" diye sordum.

--"Siz... dindar bir insanmışsınız. Niçin bana da, ALLAH'ı, ölümü, ahireti
anlatmıyorsunuz?"

Dini inançlarının çok zayıf olduğunu bildiğim için bu teklifi karşısında
oldukça şaşırdım. O'nu üzmemeye çalışarak:

--"Doktora ulaşmak kolaydır'' dedim. ''Parayı bastırdın mı istediğine
tedavi olursun. Ancak iman tedavisi için gönülden istek duymalısın..."

Konuşmaya mecali olmadığından "Ben o isteği duyuyorum" manasında başını salladı. Artık ümitsiz bir tıbbi tedavinin yani sıra, ebedi hayatın ve saadetin reçetesi olan iman derslerimiz başlamış ve dersler "hızlandırılmalı öğretime" dönmüştü. Anlattığım iman hakikatlerini bütün ruhuyla meczediyor ve arada bir soru soruyordu. Vefatına bir hafta kala:

--"Doktor bey'' dedi. ''Ben ölürken ne söylemeliyim?"

--"Senin durumun çok özel" dedim. ''Kelime-i Şahadet sana uzun gelir. O
anı fark edince ''Muhammed'' (s.a.v) sana yeter."

O, haliyle tebessüm ederek yine başını salladı. Çok ıstırabı olduğu için Serap'a sürekli morfin yapıyor ve O'nu uyutmaya çalışıyorduk. Ben, bir iş seyahati sebebiyle bir müddet ziyaretine gidemedim. Dönüşümde annesi telefon ederek:

--"Serap, bir haftadır morfin yaptırmıyor." Dedi. "Sabahlara kadar inliyor ve çok ıstırap çekiyor."

Hemen eve gittim ve iğne yaptırmamasının sebebini sordum. Aldığım cevabı hala unutamıyor ve hatırladıkça ürperiyorum.

"Ya morfinin tesiriyle ölüme uykuda yakalanır ve son nefeste "Muhammed" diyemezsem?..

İşte Serap, böyle bir hanımdı. Bu arada benden istihareye yatmamı ve eğer bir kaç gün daha ömrü varsa, son günü uyanık kalacak şekilde morfin yaptırılmasını rica etti.

Ben hiç adetim olmadığı halde cuma gününe rastlayan o gece istihareye yattım ve Serap'ın acizliği hürmetine sandığım salı gününe kadar yaşayacağına dair bir işaret sezdim.

Ertesi gün O'na:

--"Hiç korkma!" dedim. "İğneyi vurdurabilirsin."

Ve Serap bir veda niteliği taşıyan bu görüşmemizde son sorusunu da sordu:

--"Doktor bey... Azrail bana nasıl görünecek?"

--"Kızım," dedim. "O bir melek değil mi? Hiç merak etme, sana yakışıklı bir prens gibi gelecektir."

Salı günü Serap'ın ağırlaştığı haberini alınca hemen eve gittim. Ancak vefatına yetişememiştim. Ailesi tam manasıyla perişandı. Sadece kendisine uzun müddet bakan dindar bir hanım akrabası ayaktaydı ve beni görünce yanıma gelerek:

--"Doktor bey, biliyor musunuz, bu evde biraz önce bir mucize yaşandı!" dedi ve devam etti:

--Serap, bir saat kadar önce oksijen cihazını attı ve "yataktan kalkması imkansız" denmesine rağmen kalkarak abdest aldı, iki rekat namaz kıldı. Bütün ev halkı hayretten donup kaldık. Ve kelime-i Şehadet getirerek vefat etmeden biraz önce de:

--"Doktor bey'e söyleyin, dedi. Azrail, O'nun söylediğinden de güzelmiş!“

21 Haziran 2013 Cuma

FAİZ LOBİSİ NE YAPMAK İSTİYOR


Gümrük ve Ticaret Bakanı Hayati Yazıcı, eşi Selma Yazıcı ile birlikte dönemin başbakanı Bülent Ecevit'in önüne fırlattığı yazarkasayla gündeme gelen Ahmet Çakmak'ı evinde ziyaret etti.

Değerli dostlar,
Türkiye de son olup bitenleri ‘’faiz lobisi’’ne bağlayan başbakan, bundan çok eminmiş gibi konuşuyor.
Çünkü başbakanlığa nasıl geldiğini kendisi biliyor. Bu süreci iyi bilmeyen, geçmişle ilgili hafıza yoklaması yapmayanlar pekala ‘’faiz lobisi de nereden çıktı’’ diyebiliyorlar.
Sene 1999-2001’li yıllar; ''imalı şiir'' okudu diye hapse atılan bir belediye başkanı. Daha sonraki bir röportajında da itiraf ettiği üzere hapishane de kendisini günde yüzlerce insan ziyaret ediyor. Bunun ne kadar önemli bir nimet olduğunu ''Ergenekon sanıkları''nın bile avukatları ile istedikleri zaman görüşemediklerinden çıkarabiliriz. CHP ‘nin kol kanat olması ile cezasını kaldıran yasa meclis de kabul ediyor ve böylece CHP, seksen küsur yıllık Cumhuriyet devri sorgulamasını kendisi üzerinden ve sürekli yapan bir zihniyete özgürlük ve hat da iktidar kapılarını açmış oluyordu.
Gecelik faizler yüzde 1500-3500 arasında. ABD 1 milyar USD için Türkiye yi dilenci konumuna sokuyor, ‘’veririm ama Ortadoğu da bana lejyonerlik yapacaksın’’ diyor. Bunu onuruna yedirmeyen 57. hükümet hayır diyor. Bu arada sıcak para sürekli ülkeden kaçıyor, günlük asgari ihtiyaçları çevirecek nakit para bile bulunamıyordu. Özelleştirme ile yok pahasına devletin kıymetli değerlerinin satılması dayatmalarına karşı da zamanın hükümeti boyun eğmiyor. Ancak bütün bu karşı duruşlar, karşılığında daha ağır yaptırımları getiriyordu. Başbakanlığın önüne yazar kasa fırlatmalar, emniyet güçlerinin silahlarını kılıflarından çıkararak yürüyüş yapmaları, yine tencere tava sesleri ve hastaneye hapsedilen ve daha sonra hastaneden evine eşi tarafından kaçırılan bir başbakan. Manzara bu…İşte bugünkü başbakanın kastettiği faiz lobisi ve sermaye güçleri, Türkiye’nin çıkarlarından ziyade kendi mevcut varlıklarını koruma adına Türkiye ye bir ismi Kemal Derviş’i kurtarıcı olarak dayattılar ve büyük bir hata yapılarak bu ismi kabullenip, yetkili kıldılar.
Peki bütün bunlar olurken Tayyip Erdoğan ne yapıyordu?
Gömlek değiştirmek üzere hazırlıklar yapıyordu.
Aydın Doğan-Tayyip Erdoğan el ele, kol kola sözüm ona Hürriyet tesislerinin açılışını yapmak üzere Almanyadalar. Malum Patronun ‘’seçme yavrusu’’ kendisi ile sürekli programlar yapıyor, üstelik hala siyasi yasağı devam ettiği, milletvekili seçilebilme garantisinin olmadığı halde müstakbel başbakanmış gibi ağırlanıyor, kıymetlendiriliyordu. Cüneyt Zapsu denen birisi tıpkı Kemal Derviş gibi Türkiye ve ABD gündemine giriyor, her yerde onun ismi telafuz ediliyor, ABD'deki lobilerle görüşerek daha henüz milletvekili bile olamamış Tayyip Erdoğan'ı tanıştırıyor. Türkiye başbakanı, cumhurbaşkanı aylardır, hat da yıllardır ABD sermayesi ve lobileri ile görüşme fırsatı bulamıyorken henüz yeni kurulmuş bir partinin liderini misafir etmek için adeta sıraya girmişlerdi. Artık Türkiye'nin en yakın zamanda yapılacak seçimde ne şekilde olursa olsun başbakan Tayyip Erdoğan olacaktı. Bunun kaçınılmaz son olduğu mütemadiyen empoze edildi.
Ancak, her şeyin kitabına uydurulması gerekiyordu. 3 Kasım seçimlerinden sonra siyasi yasağı nedeniyle milletvekili seçilemeyen ancak AKP'nin genel başkanı olan Tayyip Erdoğan'a başbakan olmasının yolunun açılması gerekiyordu.
Peki bu nasıl sağlanacaktı? Muhtemelen daha önce senaryosu yazılmış olan Siirt seçimlerinin iptalinin sağlanması gerekiyordu.
Siirt'in Pervari ilçesine bağlı Doğan Köy'de sandık kurulları oluşturulmamış, bir sandık kırılmış, üç sandıkta kayıtlı 706 seçmen, köylerine hizmet götürülmesini gerekçe göstererek seçimleri boykot etmiş ve oy kullanmamıştı.
İşte AKP, bu durumu gerekçe göstererek seçimlerin iptalini istemişti. Çünkü AKP 100 küsur oy daha almış olsaydı bu ilden bir değil iki milletvekili çıkarabilecekti. YSK, AKP'nin itirazını ciddiye alarak, incelemesini yaptı AKP'nin itirazını kabul etti ve siyasete müthiş bir hareketlilik getirdi. YSK yaptığı toplantının ardından yapılan yazılı açıklamada;
"2839 Sayılı Milletvekili Seçimi Kanununun 39'uncu maddesi uyarınca; Siirt ili seçim çevresi seçim sonuçlarına seçim işlemleri sebebiyle yapılan itiraz üzerine YSK 2.12.2002 tarihli toplantısında seçim işlemlerindeki noksanlığın seçim sonuçlarına etkili olduğu sonucuna varmış ve Siirt ilinde seçimlerin yenilenmesine oy birliğiyle karar vermiştir."
Böylece, 3 Kasım seçimlerinde adaylığı veto edilen AKP lideri Recep Tayyip Erdoğan'a da Siirt den milletvekili seçilme şansı aralanmış oluyordu. Çünkü YSK partilerin yeni adaylar gösterebileceklerini benimsemiş, böylece Tayyip Erdoğan'ın milletvekili olması için şartlar sağlanmıştı. Bu arada CHP ve Baykal'ın desteği ile Erdoğan'ın siyasi yasağı da kaldırılmıştı. YSK kararları için yargıya da gidilemediğinden yapılan itirazlar dikkate alınmayıp, olup biten sineye çekilerek Tayyip Erdoğan'ın başbakan olması sağlanmış oldu.
Değerli dostlar,
Bütün bu süreci dikkate aldığımızda; Başbakan Tayyip Erdoğan'ın nasıl geldiğinden hareketle nasıl gönderilmek istendiğini fark edebiliyoruz ama başbakan fark edememiş gibi gözüküyor, sizce öylemi dir?
Aslında ''siz söyleyin, ben yaparım'' dan ''ben söylerim, ben yaparım'' 'a geçiş yapıldığından sadakat bozuldu, doğal olarak senaryonun da değişmesi gerekiyordu. İçte kabaran öfkeyi eyleme dönüştürmek ve buradan rant devşirmek isteyenlere fırsat doğmuş oldu. ''Gezi parkı'' eylemi biçilmez kaftandı ve kendilerince gerekeni de yaptılar. Oysa Başbakan biraz enaniyetten vazgeçip de ''gençlik ve istekleri en masum isteklerdir, elbetteki uyarılarını dikkate alacağız, gençlik bizim herşeyimiz'' deyip, sıcakkanlı ve sevecen bir yaklaşımla olayların bugünkü boyutlara gelmesine mani olabilirdi ama kibir her şeye mani oldu. Allah'a çok şükürki doksan gençliği başbakanın bütün iteklemesine rağmen emperyalist leş kargalarından uzak durmaya çalıştı.
Mehmet Soral
22.06.2013

19 Haziran 2013 Çarşamba

TÜRK GENÇLİĞİ LİDERİNİ ARIYOR



Yaşadığımız son 7-8 yıl MHP açısından oylarının tavan yapması gereken bir dönemdi. MHP'nin misyonu ülke dara düştüğünde, ülkeyi yönetenler gaflet ve dalalet içinde olursa, duruma müdahale eden bir inisiyatifmiş gibi. Kesinlikle ''İKTİDAR OLMAK'' gibi bir düşüncesi, OLAMAMAK gibi de bir endişesi yoktur. Sanki bunu misyon edinmiş bir parti. MHP yöneticileri kendi içinde barışık, CHP tam tersi; kendi içerisinde karışık. AKP ise hem kendi içerisinde barışık hem de seçmeni ile barışık. Özellikle AKP’ kadrolarındaki bu ‘’barışıklık’’ inanmışlıktan öte, korkuya dayanan, ‘’sesini çıkardığın an yedi sülaleni perişan ederim sonra’’ tehdit algısından kaynaklanmaktadır. Siyasi söylem ve ‘’toplumu ateşleme’’ argümanlarını ‘’Türkiye ortalaması algılama düzeyi’’ni muhatap alarak belirlediği için AKP açısından halk üzerinde negatif manada bir tesir oluşmamakta. İşte bu nedenle AB normları için imza atan, bir bakanlık tahsis eden hükümetin başı, Başbakan ; AB uyarıları karşısında ‘’sana ne’’ diyebilmektedir. Çünkü O’nun için önemli olan ‘’Türkiye ortalama algısı’’nın ne düşündüğüdür. Buradan da anlıyoruz ki bütün süreç AKP den yana devam ediyor. İşte muhalefetin yetersizliği, hat da yokluğu bu gençlik hareketini başlatmıştır. CHP ve MHP siyasi hayat da artık yorgun düştüler ve her ikisinde de doping etkisi yapacak bir değişimin gerçekleşmesi gerekiyor, ama çok zor, hatta hiç ümitvar değilim. Her iki partideki ‘’metal yorgunluğu’’ içlerindeki çok kıymetli değerleri absorbe etmelerinden dolayı kaybolup gitmektedirler. Aslında Taksim gezi parkında gençlik bir koalisyon kurdu, ‘’milli direniş’’ ile yani ‘’millilik’’ den yana olanlar bir araya gelmişlerdir. Şimdi adeta zeka fışkıran bu ‘’milli Gençlik’’in başına dinamik bir lider gerekiyor. Mevcut liderlerin bu misyonu yüklenecek çapta ve niyette olmadıkları açık.
Her iki muhalefet lideri de yalpaladılar. Sayın Bahçeli MHP olarak çekincelerini doğru bir dille ve zamanında dile getirmekle beraber, yanında olduklarına karşı da tam güvence verememiştir. Maalesef o yiğit gençler inandıkları değerlerin mücadelesini verirken aynı zamanda devletin sopasına, yabancı istihbarat örgütlerinin, leş kargalarının sızmalarına karşı da kendilerini savunmaya çalışmışlardır. Günlerce ellerinde ‘’gaz lambası’’ lider aradılar ama bulamadılar.

Sayın Bahçeli blue Jean pantolonu ve üzerine tişörtünü giyse sonra Taksim meydanına gidip çok zekice düşünülmüş olan ''duran adam'' protestosunu sembolik olarak 3 dakikalığına yapsa ne olur…? Çok iddialı söylüyorum Türkiye de değişim, hatta devrim olur. Maalesef Sayın Bahçeli kendi sosyal yaşamının önüne koyduğu duvarları yıkması yani Blue Jean üzerine tişörtünü giymesi ve milletin içine çıkması gerekiyor. Efendim onun tarzı böyle değilmiş, hep kravatlı hem de takım elbiseliymiş. Hani halk arasında bir deyim vardır, ‘’efendilik sökmüyor’’ . Sayın Bahçeli’nin durumu da böyle bir şey.
Sayın Bahçeli'nin iyi bir devlet adamı olduğuna ne kadar inanıyorsam, Erdoğan'ın da ülkeyi 12 senedir yönetmesine rağmen hale bir devlet adamı olmadığına o kadar inanıyorum ama her şeye rağmen iktidar. Demek ki iktidar olmak için başka meziyetler lazım. Dolayısıyla; MHP'nin iktidar olması için hemen, tez elden bugün Sayın Bahçeli'nin Blue Jean ve tişörtünü giyip, Taksi’me gidip ''Duran Adam'' eylemine başlaması gerekir diye düşünüyorum.

Sayın Bahçeli bunu yaparsa kendisine yüzde yüz garanti veriyorum, MHP’nin oyları yüzde yüz artar. Bunu yapma şansını başkasına verirse onunda garantisini veriyorum, yine MHP’nin oyları yüzde yüz artar.(her şey Türk milliyetçilerinin iradesine ve insiyatifine bırakılırsa)

Bazı sevgili dostlarımın kafalarını karıştırmış olabilirim. Taksim gezi Parkı eylemlerinin özü ‘’Türk Gençliği’’ne aittir. Fırsatı ganimet bilip, Türk devletine ve milletine kinini kusmak için Türk gençliğinin zekice kurgulayıp, uyguladığı eylemleri sabote etmek isteyenler karşısında Sayın Bahçeli’nin itidal Çağrılarını yerinde buldum. Bunu yaparken acaba gene yukarıda bahsettiğim misyonunun gereğini mi yaptı acaba? Türk zekası ‘’yaratmaya’’ devam ediyor, şimdi de ‘’Duran Adam’’ eylemini başlattı. Haydi bakalım, bunu sabote edebilecek marjinaller kim olacak acaba. Belki de ilk defa Türk gençliği ‘’durarak’’ çok şeyler başarmış olacak.

Haydi muhalefet liderleri... görelim sizi. Türk Gençliği ve meydanlar lider arıyor, son bir kez şansınızı deneyin, ortaya çıkınız.

Mehmet Soral
19.06.2013

4 Haziran 2013 Salı

AMAN DİKKATLİ OLALIM, LEŞ KARGALARININ TAKİBİNDEYİZ


Başbakan'ın kompleksi ile baş edemeyen Arınç ve Gül O'nun yurt dışında olmasını fırsat bilip, akli selim hareket ederek toplantı yaptılar . Belli ki eylemlerle ilgili görüşmeler yapacaklar. Hayırlı bir gelişme olarak değerlendirmek gerekir. Zaten daha önce Arınç, ''özür dilemek gerekir'' Gül ise ''Demokrasi sadece seçim demek değildir'' diyerek adeta başbakana ''aklını başına al'' dediler ama başbakan ısrarla gaflarına ve tahriklerine devam etti. Acaba komplekslerine gem vurulamayan başbakan bilinerek mi yurt dışına gönderildi. Olabilir. Arınç da, Gül de ülke yönetiminde krizler konusunda daha tecrübeliler. Başbakan bu mana da hiç eşekten düşmediği için tecrübe sahibi değil. 57. hükümet zamanında ''ekonomiyi patlatma'', ''başbakanlık da yazar kasa parçalatma'' ''Kemal Derviş'in hükümet ortağı olarak dayatılması'' eylemlerini yaptıran ve kendisine siyasi arenada dikensiz gül bahçesi sunanların bugün diyet istediklerinin farkında bile değil. Belki de Devlet Bahçeli ''burnunun sürtülmesi'' için en iyi fırsat olan bugünkü ortamda, ülkenin istikbalinin karartılmaması ve yabancı istihbarat örgütlerinin eline fırsat verilmemesi için çok büyük bedeller ödeyen bir hareketin temsilcisi olarak temkinli hareket ediyor. Şu anda Devlet Bahçeli mi yoksa Tayyip Erdoğan mı başbakan varın siz karar verin. Devlet Bahçeli ortamı sakinleştirmeye, başbakan ise adeta tahrik etmeye uğraşıyor. Sanırım son çare olarak da kendisini yurt dışına göndermek de çare buldular.

Değerli dostlar;
Kendi seçmeni dışındaki seçmenleri, fikir ve düşünce sahiplerini, yani bizleri; aşağılayan, horlayan, küçük gören, çoğunluğa dayalı siyasi gücün yarattığı şımarıklıkla, tatminsiz egosu ile bizleri ezen hükümet ve özellikle başbakanın yaptıklarından yorulduk, usandık. Haklı olarak bazı olup bitenleri, eylemleri sanırım yorulmuş ve usanmışlığımızın yarattığı psikolojik hal içinde biraz da ''oh olsun'' diyebilmenin özlemi ile değerlendiriyor olabiliriz. Belki de bazı gerçekleri görememek fark edememek gibi tehlikeli bir sürecin içine de sokulmuş olabiliriz. Çünkü Türkiye de çok ciddi ''milli, ulusal'' problemler yaşandı ama kimsenin gıkı çıkmamıştı. Taksim eyleminde aynı anda birçok ülke TV'lerinde canlı yayınlar yapıldı, ülkemizin büyük illerinde gösteriler başladı. 51 yaşında bir insan olarak, hasbelkader belli bir siyasi görüşü olan, mümkün olduğunca Türkiye yi doğru okuyabilen birisi olarak diyorum ki bu eylemlerin tadında bırakılması gerekmektedir. Hükümet gerekli dersi (başbakan hiç almamış olsa bile) aldı. Bu manada hükümete ve başbakan'a ''destur çeken'' eylemcileri kutluyorum ve biokadar da leş kargaları gibi her zaman masumane duygularımızı, eylemlerimizi suiistimal eden yabancı istihbarat örgütlerinin tuzağına düşmemelerini temenni ediyorum. Eğer bu eylemleri tadın da bırakırsak, işte o zaman başarmış olacağız ve duygularımızdan nemalanmak isteyen leş kargası, fırsat düşkünü yabancı istihbarat örgütlerine tarihte yemedikleri bir tokadı suratlarına atmış olacağız. Siyasi hayatı boyunca PKK’lılara gerilla diyen, hiçbir zaman terör örgütü olarak değerlendirmeyen ve bir defa olsun PKK’nın akıttığı kan ve gözyaşları için üzüntü beyanında bulunmayan Sırrı Süreyya nasıl oluyor da ‘’üç beş ağaç’’ için bu kadar çırpınıyor. Öte yandan Türk olduğu halde Kürt milliyetçiliği yapması…Allah aşkına bunda bir tezatlık yok mu?
Bence eylemler amacına ulaşmıştır. Aslında kendilerine en büyük dersi ve uyarıyı Cumhurbaşkanı vermiştir. ‘’Demokrasi seçimden ibaret değildir’’ demiştir. Bunu söyleten kimler; yurdumuzun her tarafında yapılan ‘’Taksim gezi parkı’’ eylemlerinin kahramanlarıdır.
Kendilerini kutluyorum.
Mehmet Soral
04.06.2013

3 Haziran 2013 Pazartesi

ZEKAMIZI ORANTISIZ KULLANDIK, ÖZÜR DİLERİZ



Başbakan protesto eylemlerinde buluna herkesi CHP'li olarak görüyor ve kabul ediyor. Herkes biliyor ki CHP bu denli organize olabilseydi, siz o makama bu kadar kolay gelebilir miydiniz ya da bunca sene kalabilirmiydiniz? Bir Türk milliyetçisi olarak, Türkiye Cumhuriyeti tarihine karabasan gibi çöreklenen; açlığımı unutturup ailemin, milletimin ve devletimin bekası için ciddi endişelere sevk eden AKP ve hükümetini uyarmak, kontrolünü sağlayamadığı gücünden aldığı pervazsızca uygulamalarını protesto etmek adına malum eylemleri ''milli şuurdan kaynaklanan eylem mantığı'' çerçevesinde destekliyorum. Ve yine bir Türk milliyetçisi, Türkiye sevdalısı olarak sizin malum eylemlere karşı yangına körükle gitmenize karşın, ''şuurlu'' bir şekilde başta kendi çocuklarım olmak üzere bütün gençlere ''yabancı istihbarat örgütlerinin tuzağına düşülmemesi'' uyarısında bulunarak bir yerde sizden çok size yardımcı oluyorum ama maalesef ''kullanılan oyların zeka ortalaması'' ile sayılan oyların matematiksel toplamı aynı manaya gelmez ve siz sürekli oyların matematiksel toplamına değer atfettiğimizden, ''kullanılan oyun zeka katsayısı''nı yaptığınız hesaplamalarda dikkate almıyorsunuz. Belki de en büyük hatanız budur. ''Kendisine su sıkan polise börek ikram eden kız''ımızın zekası ile baş etmeniz mümkün değil. Bu zekayı uysallaştıramazsınız, ancak onu dinler ve ona değer verirseniz ondan faydalanmış olursunuz. Eylemde, kalabalıklar arasında koşuşan köpeğe ''biber gazı'' sıkan polis memurunun ''zekası'' ile yapılan eylemleri kontrol altına almanız mümkün değildir. Bence tez elden ''polise börek ikram eden genç kızımız''ı yanınıza almaya bakınız. Her eylemden sonra sadece polisten rapor istemeyin, birde bu gençlerimizden rapor istemeyi deneseniz…

Sayın başbakan ‘’delikanlı gençlik’’ diken üstünde. 24 ve 17 yaşındaki iki oğlumu her gün kontrol altında tutmaya çalışıyorum. Bu gençleri devletine karşı hınç ve öfke dolu hale getirmeye ne hakkınız var. Kendi evlat ve yakınlarınızı suni cennetler içinde, emin ve en güvenilir şekilde güvenliklerini sağlamış olabilirsiniz, ya bizim çocuklarımız. Milli ve gayri milli değerler dışında siyasi manada hiçbir ön kabulleri yoktur çocuklarımın. İdeolojik ilkelerim gereği götürmek istediğim yer ve mekanlara gitme konusunda zorlandığım bu ‘’delikanlı’’ları siz Taksim’e götürmeye ikna ettiniz, tebrik ederim sizi. Demek ki sessiz ve uysal öğreti ve telkinlerim konusunda sizin kadar başarılı olamadım, yazıklar olsun bana değil mi? Gençliği tahrik etme konusunda ne denli başarılı olduğunuz konusunda; evet, karşınızda şapka çıkarıyorum.
Kral çıplak demekten korkarak olup bitenleri CHP’ye maal ederek gerçeklerden kaçamazsınız. Sen binlerce yıldır bedel ödeyerek bu topraklara adını koyan ve sahibi olan milletin adını değiştirmeyi ‘’oyların matematiksel toplamı’’ın dan aldığın güçle yapmaya çalışırsan elbette ki söylenecek sözümüz, yapılacak eylemimiz olacaktır.‘’Asker millet’’ algısının dayanağı asker sevgisidir. İktidara geldiğinizden günümüze kadar orduya karşı tutum ve davranışlarınızla ona yeterince destek olmayarak bu algıyı yerle yeksan ettiniz. Filistin de üç beş Filistinli öldürüldüğünde yaygara kopana siz, aynı günlerde bir gecede 600 Doğu Türkistanlı Türk’ün öldürülüp, izlerinin ortadan kaldırıldığında hiçbir şey yapmadığınız gibi Hamas liderini kırmızı halılarla ağırlarken, Doğu Türkistan acısının sürgündeki lideri Rabia Kadir talep etmesine rağmen vize verilmedi ve Türkiye ye sokmadınız. Durduk yerde, ''komşularımızla sıfır sorun'' deyip, kanka olduğun Esad'la ''Esed'' haline geldiniz. Bedelini de hem Suriye halkına hem de, en son Reyhanlı da olmak üzere Türk milletine canını acıtarak, hatda kaybettirerek ödetiyorsunuz. Niçin? Bunun hesabı sorulmamalı mı? ''Büyük şeytanla işbirliği'' ve egonuzun tatmininin bedelini ödemek zorundamıyız.

Özelleştire, özelleştire satılmadık devlet malı bırakmadınız ve buradan gelen paraları sürekli hizmet sektörüne yatırarak(tüp geçitler, yol, plazalar, AVM’ler, hastaneler) sanayiyi göz ardı ettiniz. Bacası tüten bir tane fabrika açılışı yaptığınızı hatırlamıyorum. Bütün imar çalışmalarınız, yarattığınız katma değerden değil, özelleştirmelerden gelen paralarla olmuştur. Katma değerden kaynaklansa bu kadar cari açık olurmuydu? Her evdeki işsizlik sayısı aynen devam ediyorken iktidara yakın olanların güçlerine güç katmaları devam ediyorken, telefonlarımızın sürekli dinlendiğinden şüphe ediyorsak, basın susturulup, bütün haberleşme sosyal medya üzerinden yapılır hale gelmişse, her vesile ile geçmişten intikam alma güdüsüne dayalı bir iktidar gücü sergileniyorsa, alınan oyların matematiksel gücüne güvenilerek, diğer siyasi oy tercihinde bulunan insanların inançları, ilkeleri küçük görülüp, horlanılıyorsa, aşağılanıyorsa, geçmişteki yasa yapıcılar ‘’iki ayyaş’’ diye suçlanıyorsa, otuz sene boyunca kırkbin kişinin katili diye bilinen insan sizler tarafından milletin efendisi mertebesine çıkartılıp, muhatap kabul ediliyorsa ve bunun kabulü için ‘’akil insanlar’’ belirleyip milleti tahrik etmek üzere Türkiye nin her yerine salıyorsanız ve bunlara ‘’biz size inanmıyoruz, güvenmiyoruz’’ diyenlere provokatör deyip, suçlayıp hatda cezalandırıyorsanız;

Milletin Taksim de ebetteki söyleyecek sözü olacaktır.
Ancak, bu eylemler sırasında orantısız güç değil ama orantısız zekamızı olabildiğince kullanalım ki; hem emperyalist güçler hem de hükümet açısından suiistimal edilmeyelim. Şunu bilelimki bütün eylemciler ''börek ikram eden'' eylemci konumunda olmalı. İşte bu zeka en büyük ''orantısız güç''tür. ''Güç oyda değil, zekada gizlidir'' hiç bir sonuç alınmamış olunsa bile bu hükümete hissettirildi diye düşünüyorum.
Mehmet Soral
3.06.2013