15 Haziran 2020 Pazartesi

AYASOFYA'NIN SUİSTİMALİ

Ayasofya suistimali üzerinden siyaset üretme
Seccademi serecek bir yer bulamasam dahi; yine de Ayasofya'da namaz kılmayı düşünmem. Güzelim camilerimizde huşu içinde namaz kılmak varken; Ayasofya'nın soğukluğunda neme gerek. Az aşağısında; Boğaz'a nazır Gülhane Parkı'nda, bir çınarın gölgesinde kılacağım namazın o uhrevi hazzı varken...veya az ötede Sultanahmet Camii...
...
Ayasofya gibi kiliselerin camiye dönüştürülmesi ile övünmektense; üzerinde hiç bir tahribat yapmadan, orijinalinin korunması adına bir kültüre saygı ve hoşgörü duymayı başarmış Türk milletinin mensubu olmayı yeğlerim.
...
Tekfurun kızını al, Sırp ananın evladını devşir, falancanın kızını cariye yap, kiliseyi camiye çevir ve geldiğimiz son....
Bu yapılanlar doğru olmamıştır.

Yahu hiç bıkmadınız mı, usanmadınız mı; siyasi olarak bir cendereye sıkışmışlığı hissettiğiniz her daim aklınıza ya başörtüsü gelir, ya Türkçe ezan gelir, ya Filistin gelir, ya da Kudüs. Aha ora da Doğu Türkistan var; kör müsünüz, sağır mısınız. Orada da işgal var, zulüm var, göz yaşı var....
Fatih Sultan Mehmet gerekeni yapmıştır. O'nun eksik bıraktığı bir şey yoktur. Eksiklik kendi kompleksinizden kaynaklanıyor. Emevi kin ve öfkesi üzerinden değil, Türk töresi üzerinden düşünüp gereğini yaparsanız rahat edersiniz.
Eğer bir halt etmeye gücünüz yetiyorsa; Ege'de işgal edilen 18 adayı geri alın, Süleyman Şah türbesini terk ettiğiniz Türk toprağına, daimi yerine tekrar taşıyınız. Bu da Türk töresi gereğidir, Türk milleti bunu yapmanızı istiyor.

Hadi becerebiliyorsanız Ayasofya'yı ibadete açtığınız gün uzaya da eş güdümlü olarak bir de Konya ovasından uydu fırlatın da görelim.
Batı o Ayasofya'yı kaç kere geri aldı farkında bile değilsiniz. Ayıptır ayıp; Fatih'in kazanımları üzerinden ego tatmini peşinde olmak...
Papaz istendi; üç kuruş dolar gelecek diye hemen vermediniz mi. O kadar istekli verdiniz ki; ABD'ye hemen gitmesi için uçağı bile hazır tutuldu.

Peki Ayasofya ibadete açıldığında arkasında ne kadar durabileceksiniz...Ben size kesinlikle güvenmiyorum. Hatta öyle tavizler verirsiniz ki; Ayasofya'nın bugünkü statüsünü bile arar oluruz.
Ego tatmini için Hristiyan dünyasına nispet yaptığınız malum meseleden önce; bu insanlar, en mahrem milli odamıza, yani kozmik odamıza; belki de Ayasofya'nın alınışından bu güne Türk tarihinde benzeri görülmemiş en aşağılık casuslarını yerleştirdiler. Nasıl mı; siz nasıl olduğunu çok iyi biliyorsunuz. Bu adamlara mı nisbet yapıyorsunuz.
Şimdi Türk milletine bu utancı yaşatanlar; ezikliğimizin ve utancımızın müsebbibi olanlar; el alıp, anahtarı verip, kapıyı açtıranlar...onlar mı Ayasofya'nın ibadete açılması ile utancımızı telafi yoluna gidiyorlar.

Hamza Yerlikaya'nın Vakıfbank yönetim kuruluna atanması
Efendim neymiş; Vakıflar Bankası yönetim kuruluna bir güreşçi nasıl atanırmış.
Neden olmasın; "Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu". Bazen de insan oğlunun bilmeyeni lazım oluyor.
Patron bir bileni görevlendirerek kendisini niçin riske atsın ki. Ya dürüstlüğü tutar da "Ben bu bilançoya olur veremem" deyip, aksilik yaparsa.

Dolayısıyla, riske girmemek için bilmeyeni göreve atayacaksın ki; bilmediği şeye(Bilanço, hesap, kitap) itirazı da olmayacak ve her önüne gelen rakamlar için en kolay kendine has usulü uygulayacaktır. Bilanço ve yönetim kurulu kararları önüne gelince hepsini künde'ye getirip, ters takla attırarak sonra bankanın üzerine abanarak tam puanı alacak.
Bence asıl geleneksel hale gelen bu en doğal görevlendirme usulünü garipseyenler garip(!)
Hamza Yerlikaya Vakıfbank Yönetim Kurulu üyeliğini kabul etmekle; son derece şerefli ve onurlu geçmişini tuşa getirmiştir.
İşte onun içindir ki; milli kahramanlarımız milletin ortak değerleri olarak kalmalı, siyasete girmemelidirler. Her birine ayrı ayrı yazık oluyor. Ancak elbette alanı ile ilgili bilgi ve birikiminden devlet her zaman yararlanabilir.
Hamza Yerlikaya'nın bundan böyle müsabakalarına ait her video'sunu izlediğimde hep bu hazin sonunun aklıma geleceği şüphesiz.
Geçmişini tuşa getirerek kendisine yazık etmiştir.
Camileri putlaştırmak
Bu caminin etrafında bir tek konut yok, dolayısıyla insan da yok. Peki hangi ihtiyaca binaen bu son derece sade ve mütevazi görünümlü cami görüldüğü üzere zor şartlarda ulaşılabilen bir mekana inşa edilmiş.
İmanın göstergesi yapılan camilerin şekli, şemaili ve şatafatı değildir. Bu camiyi görünce hemen aklıma Brezilya'nın Rio de Janeiro'de yine yüksek bir dağın en tepesine yapılan dünyanın en büyük Hz. İsa heykelini getirirken bir de; aşağıya, şehir merkezine inildiğinde hurda kağıt toplayan çocukları.

Burada emeği ve katkısı olan bir tek insanın dahi ard niyetli olduğunu düşünmüyorum ama İslami anlamda inanç dünyamızda sıkıntılarımızın ve çelişkilerimizin olduğu aşikar değil mi. Neye niçin inandığımızın pek de fakında değiliz gibi . Eğer inancımızı bu şekilde soyutlayarak gösterme ihtiyacı duymayı yaygın hale getirirsek; o zaman haşa camileri putlaştırma gibi bir yanlışa sürüklenmiş olmaz mıyız.
Her kurulan yeni bir mahallede ilk akla gelen bir caminin yapılması dır. Müslümanlar için bu elbette en doğal sosyolojik davranış biçimi dir. Amma ve lakin aynı önem derecesinde ve yine aynı iman ettiğimiz Allah'ın ilk ayet'i olan "Oku, Allah'ın adı ile oku" emrine binaen her mahallede en az cami kadar ihtiyaç duyulan ve aynı zamanda ibadet kabul edilen "Okuma-öğrenme"ye dair bir organizasyon yapılanması olmuyor. Çünkü günlük İslami yaşayış sadece ritüeller seviyesine indirildi de ondan.
Dolaysıyla, günlük İslami yaşayımıza ilave olarak Türkçe'mizle "Okuma-öğrenme)'yi de eklememiz durumunda; nitelikli ve şatafatlı camileri olan Müslümanlar değil, nitelikli meziyetli, bilinç düzeyi yüksek Müslümanlar olacağız ve zaten Allah da bizden bunu istemiyor mu.

Cumhur ittifakı HDP'yi bilerek mağdur edip ne yapmak istiyor?
Cumhur ittifakı; bugünkü konjonktürde HDP seçmeninin hiç bir şekilde kendilerini tercih etmeyeceği tespiti, dolayısıyla ön kabulü ile HDP'nin arızalı tarafını sürekli dile getirip, diğer partileri de HDP üzerinden vurmayı genel siyaseti haline getirmiştir.
Takip ettikleri bu siyaset ile yapmak istedikleri şu; HDP'nin kendi seçmeni üzerinde hem öfke hem de mağduriyet psikoloji yaratarak; özellikle millet ittifakına giden veya gidecek olan HDP seçmeninin oylarını (Kendilerine gelmeyeceğine göre) en azından HDP üzerinde konsolide olmasını sağlayarak, kendilerinin %50+1'i aşabilmenin bu şekilde mümkün olabileceğini düşünüyorlar. Bu aynen şuna benziyor; sıkıştırılan bir tavuğun kaçabileceği tüm köşeler tutularak kendi kümesine yönlendirip, oraya yumurtlamasını sağlamak gibi bir şey.
Dolaysıyla, HDP de şunu bilmeli ki; bu ülkeye aidiyet duyarak siyaset yapmak durumundadırlar. Diğer partiler HDP'nin varlığı ve konumu üzerinden kendi lehlerine siyasi argüman geliştiriyorlar ama bunun HDP'ye hiç bir faydası olmuyor. Bu kısır döngüyü bozacak olan da yine HDP'nin kendisi dir. Türkiye'ye aidiyetlerini; cumhuriyet değer ve kazanımlarına gösterecekleri sadakat ile; dostuna dost, düşmanına düşman olmakla mümkün dür. Önce PKK'yı düşman bilmekle işe başlayacak. Aksi durumda siyasetten tecrit edilmesi nihaî sonu olacaktır.

İlker Başbuğ şüphelerinde çok haklıdır
İlker Başbuğ terörist başı ilan edilip, hapse atıldığında; "Haddinize mi düştü, genel kurmay başkanından terörist olmaz. Bizatihi kendisi ile dört sene beraber çalışmış insanım" diyerek kendi genel kurmay başkanını koruma refleksi göstermeyen...
Recep Tayyip Erdoğan;
İlker Başbuğ'un "Askerin sivil mahkemelerde yargılanmasının önünü açan, kumpas ile beni hapse attıran fetöcülerin önünü açan 2010 tarihindeki yasal düzenleme metninin altında imzası bulunan vekillere ilham kaynağı kimler olmuştur, araştırılması gerekir" ifadesini kullanınca "Vay, sen nasıl olur da o metne imza atmış vekillerimize fetöcü imasında bulunabilirsin" diyerek, İlker Başbuğ hakkında dava açılmasını bizatihi vekillerine talimat vererek istemiştir.

Benim buradan çıkardığım sonuç; bizatihi AKP, fetö'nün siyasi ayağının ortaya çıkarılmasına matuf her türlü girişime, hatta imaya bile müsaade etmek istemiyor. Nedeni aşikar değil mi.
İlker Başbuğ paşa eğer fetö'nün siyasi ayağının deşifresi için muhalefetin yapamadığını yapmayı kendine misyon edinirse; bugünkü duruşmasından itibaren yaşanacak sürecin sonunda ismini üstelik de bir asker olarak Türk demokrasi tarihine altın harflerle yazdırabilir.
"O gece yarısı hapse atılma sürecimi başlatan kanun metninin altına imza atanlar nereden ve kimlerden ilham almışlardır" demeye ısrarla ve yüksek sesle tekrarlayarak devam ederse büyük iş başarmış olacaktır.
Bunu ifade etme yürekliliğini gösterdiği için muhataplarını korkuttu ve onlar da dava açma yolu ile kendisini sindirerek susturma yolunu seçmişlerdir. Uğrayacağı her türlü mağduriyet kendisinin hanesine yazılacaktır. Öyle sanıyorum ki ehli vicdan bu sefer muktedirin değil O'nun yanında olacaktır.

''Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi''nin mucidi Erdoğan değil Devlet Bahçeli dir
Türk siyasi tarihi notunu aldı ama önemli olan alınan notun aynı zamanda hafızalarımızda yerini korumasıdır.
Unutmayalım ki;
Recep Tayyip Erdoğan belki parlamenter sistemde fiili durumlar yaratmış olabilir ama sonuç itibariyle "Tek adamlı partili cumhurbaşkanlığı hükumet sistemi" için Recep Tayyip Erdoğan'ı münasip gören, olmasını isteyen ve başaran Devlet Bahçeli olmuştur.

Dolayısıyla milletin başına sarılan 18 yıllık vebalin tek sorumlu olarak sadece Erdoğan'ı görmek haksızlık olur. AKP kurulduğunda Erdoğan'ın vitrininde "Albenisi" olan ama bugün onların hiç birisi yanında yoksa ve onların yokluğu Devlet Bahçeli ile doldurmuşsa; siyasi tarihimize eklenen son 18 yılı tekrar okumak, incelemek lazım.
Önemine binaen tekrar ediyorum; Recep Tayyip Erdoğan'ın gönlünden tek adam olmak geçmiş olabilir ama gündeminden çıkarmıştı. Ancak Devlet Bahçeli fiili durum yaratarak, O'nun tek adam olmasını istemiştir.
O zaman soralım; eğer Devlet Bahçeli istemiş olsaydı rahmetli Başbuğ'dan sonra bir Türk milliyetçisinin başbakan veya cumhurbaşkanı olmasını sağlayabilir miydi. Kendi düşüncemi söyleyeyim; Erdoğan için yaptığı fedakarlığı yapıp, mesaisini harcayıp, enerjisini tüketmiş olsaydı başarırdı diye düşünüyorum.

''Süt tozu'' ve ABD emperyalizmi
Sene muhtemelen 1965. Ahırlarımızda bir sürü sağılabilir hayvanımız varken; amcamın ilk okulda dağıtılan ve eve getirdiği ABD yardımı süt tozunu rahmetli babaannem kaynatmış ve hep beraber içmiştik.
Bugün çok iyi anlıyoruz ki; ABD ülkemiz üzerindeki emellerinin temeli; ahırlarımızdaki sağılır hayvanlarımızın varlığına rağmen neslimize içirmeyi başardığı süt tozuna dayanıyor.
Bugün kü tahammülümüzün, bugün ki kabullenişimiz, bugün ki sorgulayamama ve itiraz edememe kültürümüzün nedeni o zamanlar büyüklerimizin sorgulamadan içmiş oldukları ABD menşeli süt tozudur.

Yani çok mu zordu; ABD'ye "Ulan şerefsiz; ahırlarımız hayvan dolu, bu süt tozunu bana niçin veriyorsun" demek.
Hala bütün bunların müsebbibi olan devlet yöneticilerinin mezarlarının başında yas tutmaya devam ediyoruz değil mi. Çünkü genimiz hala onlardan geliyor da ondan.

Erdoğan partisine bile değil artık kendi ismi üzerinden geleceğine oynuyor
Akşam yasağın konması da; sabah kalkması da aynı iradenin kararı dır. Bunun hiç de böyle olmadığına inanacak kadar aptal ve ahmak değilim.
Bu olayın arkasındaki düşünce; çeşitli durum ve haller karşısında toplumun davranış biçimini yani duyarlılığını veya tahammülünü ölçmeye yönelik toplum mühendisliği yapma düşüncesi var veya
Erdoğan partisinin kurumsal kimliğine bedel ödetmek pahasına kendi ismine oynuyor gibi.
Önce insanların tasvip etmeyeceği kararı bakanına aldırtıyor, homurdanmalar başlıyor ve "Superman Erdoğan" kurtarıcı rolü ile devreye girip kendi bakanlığının aldığı kararı iptal ettiriyor.
18 senedir kazandıkları devlet yönetme tecrübesi olarak gelinen nokta; Afrika'da bir kabile reisi bile almış olduğu kararı akşamdan sabaha değişmez. "Olur mu yahu millete ayıp olur" der" maymun avı yasağını kaldırmaz.
Başkalarını bilemem, kendi adıma diyorum ki; ilgili bakanın sokağa çıkma yasağını Erdoğan'a danışmadan aldığına inanacak kadar Allah'ın bana layık gördüğü akıl denen nimete ihanet edemem. İnanmam, zira Allah'ın gücüne gider.

Benim milliyetçiliğimi sorgulayanlara...
Özgür düşünceli demokrat Türk milliyetçisi olduğumun anlam ve önemine vakıf olamayanların hal ve gidişimi takdir edemediklerini görüyorum.
Dolayısıyla, kılmış olduğum namaz ve diğer ibadetlerim ile Allah'ın sevgili kulu olabilmem için yeterli olduğunu düşünmediğimden; ilave olarak da hak, hukuk ve adaletin tecellisi için eğer bir kavganın verilmesi gerekliliğine inanıyor ve gereğini yapmayı düşünmüşsem; işte bu duruş benim için en büyük hazzı veren bir ibadet oluyor.
Çocuklarım bir gün "Baba sen şu falan, filan fırsatları elinde imkan varken niçin kaçırdın" dediklerinde onlara; "Çocuklar hak, hukuk, adalet ve doğrunun yanında olmak uğruna ödediğim bedeller nedeniyle; kaçırdığımı sandığınız o fırsatları değerlendirmeyi amaç edinseydim, bugün gurur duyduğunuz babanız olamazdım" dedim ve onlar da hak verdiler.

Enis Berberoğlu'nun vekilliğinin düşürülmesi
Enis Berberoğlu ''MİT Tırları'' soruşturmasında almış olduğu ceza nedeniyle vekilliği mecliste düşürüldü. 
Kim ne derse, ne kararı alırsa alsın; Enis Berberoğlu'nun hain olduğuna inanmıyorum. Eğer bu anlamda bir sıralama yapmam gerekirse; başta muktedirlerden olmak üzere hain listemi yayınlarım ama yine de listeme Enis Berberoğlu'nu dahil etmem.
Yanlışları olmuş olabilir ama hainlik duyguları ile Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne bile bile zarar vermiş olabileceğini düşünmüyorum.
Mesela listeme kimlerden başlarım; ABD laboratuvarlarında döllenen Fetö'yü devletin rahmine yerleştirenlerden başlarım.

Rahmetli Başbuğ Atatürk bunu da yapmıştır
İşte İslami "Ritüellere" değil, hakiki manada Allah'a iman etmenin, O'na inanmış ve adanmışlığın ete kemiğe bürünmüş ruh halinin verdiği karar böyle olur.
Öyle başörtüsü üzerinden, ezanın nasıl okunacağı, minarelerin yüksekliği, minberin şekli, pantolonun ütüsü, eteğin boyu, kadının saçı, misvakın hikmeti, işemenin usulu... gibi İslami şekil şartları ve ritüeller üzerine bina ettiği argümanlarla kendini milletine tanıtma ve O'nun beğenisi kazanma gayesi gütmeden; bir Türk milliyetçisinin ruh halinin doğal refleksini ortaya koyarak kararını verip, gereğini yapmış Atatürk. Yani tırı vırı yok; tespit, eylem ve sonuç...

Allah rahmet eylesin, mekanın cennet olsun; Türk'ün başbuğu yüce Atatürk.
Tanrı Türk'ü korusun ve yüceltsin.
soralmehmet@gmail.com