24 Eylül 2019 Salı

IMF HEYETİNİN MUHALEFET İLE GÖRÜŞMESİ

IMF Heyetinin Muhalefeti Ziyareti
Cumhur ittifakı; devletin sadece kendilerine ait bir müessese olduğunu düşündükleri ve de; demokrasiyi içselleştirmiş olma şartına bağlı; IMF'nin de dahil olduğu uluslararası denetim, yaptırım, yönlendirme, danışma ve yardımlaşma kuruluşlarını "Tek adam gözü" ile görüp iplemedikleri için doğal olarak İMF heyetinin muhalefet ile görüşmesini çok yadırgadılar.
Tabi ki; bir de kendilerini doğrudan ilgilendiren yaşanmış bir süreci de hatırlayınca, endişelenmemeleri de mümkün değil. O da neydi; AKP'nin kurulması, Kemal Derviş'in ABD'den gönderilmesi ve BOP eş başkanının belirlenerek O'nun şahsında BOP projesinin devreye sokulması.

IMF, ülkemizi şu anki cari olan tek adam rejiminin mantalitesine göre görüp, izleyip, takip etmiyor ki. Üyelik taahhütlerimiz ve sorumluluklarımız dahilinde veri paylaşımında bulunmak ve bilgi sahibi olmak istiyor.
İstanbul Borsası'nın %70'i yabancı yatırımcı ise ve de sen bağlı olduğun uluslararası ekonomik kuruluşlara merkez bankamızın hükumetten bağımsız özerk bir yapıda olduğunu taahhüt etmişsen, sonra da gün gelip "Tek adam iradesi" ile faizleri düşürmedi diye Merkez Bankası başkanını görevinden alırsan, yenisi de görevine başlar başlamaz "Tek adamın" dediğini yaparsa kimse kusura bakmasın; İMF de ilişkilerini gözden geçirmek, yatırımcılarını korumak amacıyla kendince atraksiyonlar geliştirebilir. Demek ki bunlardan birisi de Türkiye'de muhalefet ile durum değerlendirmesi yapmak, bilgi sahibi olmak düşüncesi olmuş olabilir.
Dediğim gibi İMF; ülkemizi üyeliğimizin şartları dahilinde görüp, muhatap oluyor. Yani "TC Devleti" derken bu kavramı sadece iktidarı değil aynı zamanda muhalefeti de kapsadığını biliyor. Dolayısıyla İMF devletin iktidar kanadı ile değil muhalefet kanadı ile görüşmeyi uygun görmüş olabilir. Uzun yıllardır ülkemizde devlet denen aygıtın muktedir olanlardan müteşekkil olduğu algısı başta yönetenlerin zihninde yer ettiği için muhalefetin IMF tarafından muhatap alınması hazmedilemedi.
Burada önemli olan da bu görüşmelerden yıllar önce olduğu gibi bir "Eş başkan"ın çıkarılıp çıkarılmayacağı dır. Umarım gerek CHP gerekse İYİ PARTİ, IMF ile yapılan bu görüşmelerin özeti mahiyetinde bir metni paylaşırlarsa kamuoyu aydınlanacağı gibi bundan sonraki gün ve aylarda; "Cumhur İttifakı" yaşanacak olan her musibetin arkasında "IMF gizli görüşmeleri" deyip, mazeret üretemeyecektir.
Evet, Türk milliyetçisi ve İYİ PARTİ'li birisi olarak diyorum ki; muhalefet yaptığı görüşmelerin mahiyetini acilen kamuoyu ile paylaşmalıdır. Eğer varsa ki; kendilerine yol açma, hükümete de kumpas iması "Def olun gidin" demiş olmalarını da bekliyoruz.

Neslican Kızımız Uçmağa vardı
Prof. Nevzat Tarhan rektörü sevdiğimi söyleyemem. Bunun bilim adamlığı ile de hiç ilgisi yoktur. Daha ziyade "Siyasi omurgası" ile ilgili bir husus.
Nevzat Tarhan Hoca rahmetli Neslican kızımızın seküler savrulmaya kendini kaptırdığından hareketle; ölüm denen gerçekle yeterince yüzleşmediğinden; acılarının dinmesi için gerekli olan dini inanç ve telkinlerden uzak kaldığı anlamına gelen Twitter hesabı üzerinden düşüncesini açıklamış. İnsanlar da Hoca'nın bu düşüncesini haksız bulup eleştiriyorlar.

Bir dine inanma veya inanç denen şeyin kendi mantığı içinde insanın sıkıntılarını aşıp üstesinden gelmesinde; o dine bağlı bir takım telkin ve retüellerin olumlu katkısı olduğunu biliyoruz.
Mesela lise yıllarımda darmadağın olmuş ruh halimi makul bir düzeye çekmemi, rahatlamamı ve nihayetinde kurtulmamı dini inancımdan gelen bir takım retüeller dua ve telkin yöntemleri ile başardığımı söyleyebilirim.
Hoca bu manada yanlış bir şey söylemiş değil. Ne var ki; bir hastasının özel bilgilerini paylaşır gibi sanki rahmetli kızımızın "İnançsız" olduğunu İmaya varan cümleleri ile haddini aşmıştır. Oysa söylemek istediğini bilim adamı kimliği ile daha kolay ve anlaşılır şekilde ifade edebilirdi.
Tarhan Hoca şunu da yapabilirdi. Rahmetli kızımızın amansız bir hastalıkla yaşam mücadelesi için onu alt etme azim ve kararlığının insan psikolojisine dair yansımaları üzerine bizatihi kendi alanında öğrencilerine tez çalışması önerebilirdi. Koskoca bir Prof'un sanki cami kapısında aklına ilk geleni söyler gibi laf etmiş olması kendisine yakışmamış, doğal olarak da tepki çekmiştir.
Ancak Sayın rektörün sözlerini eleştireyim derken neredeyse din, inanç ve imanı yok gören hatta çağ dışılık kabul edip, kendilerini de farklı bir galaksinin süper yaratıkları zannedenler; kalanlarımızı da maraba takımı görmek gibi hadsizliğe kadar varan eleştiriler ve yorumlar yapmışlardır. Bunlar da en azından hoca kadar hatalı davranmışlardır. Toplumdaki herkesi Müslüman görmek ile Müslümanların hepsini cahil cühela ve yoz görmek düşüncesi arasında garip bir toplumsal savrulma halindeyiz. Toplumu bu iki ucundan tutarak sürekli sarsanları "Adam edecek" sosyal sorumluluk projesi geliştirmek gerekir diye düşünüyorum. Bu da çok zor; zira siyaset bu iki uçtan beslendiği için çözüm de üretmek zor.
Gerek psikoloji alnında bilimsel telkinler için gerekse dini telkinler için; hem yaşama sevinci hem de ölüm gerçeğini bilinç altında sentezleyerek yaşayabildiği sürece yaşamış olan bu kızımız; nihayetinde bizlere insanlık adına çok güzel bir yaşam öyküsü bırakarak uçmağa varmıştır. Ben o melek yüzlü kızımızın mekanının cennet olduğuna inanıyorum. Müslümanlara göre böyle amansız hastalıktan vefat edenlerin cennetle müjdelendiklerine dair çok sohbete tanık oldum. Ruhu şad mekanı cennet olsun. Ailesine sabırlar diliyorum.

Hani Bizim Bir Ağlak Adamımız Vardı
Türk Ordusu'nun kozmik odasının anahtarını arka pencereden yavuklusuna atıp, içeri alan ağlak "Baş sanık" sıfatı ile yargılanmadığı sürece; hak, hukuk ve adalet adına ne söylenirse söylensin, ne anlatılırsa anlatılsın hepsi dayatmadır, kabul etmiyorum.
Ben aptal değilim, hatta mille de aptal değil. 16 Aralık'da melek olan cemaat, nasıl oluyor da 17 Aralık'da puşt oluyor. Evet, bu işte bir puştluk var ama bu puştluğun gerçek kahramanları kimler.
Adam 15 Temmuz sonrası yurt dışında görevlendirilen bir asker. Yurt içi göreve çağrılıyor. Gelir gelmez açığa alınıyor ve davamında tutuklanıyor. Kendinden zerre kadar şüphesi olsaydı gelir miydi. Üstelik de elindeki pasaport ile istediği ülkeye iltica edebilecekken.

Ya diğer adam; mahrem odasının anahtarını pencereden gizlice yavuklusuna atan adam....
Cümle alem anahtarı atanı da, yatağa alanı da gördü ama bizlere dayatılan "Görmediğimiz, duymadığımız, bilmediğimiz" şeklinde.
Ne olursa olsun, her şeyin bir zamanı var. Dokuz ay sonra "Piç" meydana çıkınca peydahlayanlar da izahatini yapacaklardır elbette; troller "Leylekler getirdi" deseler bile.
Hatırladınız mı; Arınç denen ağlak'a bağlı TRT, Canada'dan canlı yayınla, fetöcü sahte bir Haham puştu ile iki saate yakın röportajı yaparak; o puştun iftiraları üzerinden vatansever asker ve siviller tutuklanmışlardı.
Sonra aynı ağlak, devletin namusunu peşkeş çekerek, yine aynı hainlerin devletin sırlarının saklandığı kozmik odayı ele geçirterek deşifre olmasını sağlamıştır.
"Ağlak adam" güya "Devlet aklı"na katkı için devletin en yüksek danışma kurulunda üye, oğlu ise vekil olarak mecliste.

Şimdi bu ağlak adam hala devletin "İtibarlı has adamı" muamelesi görmeye devam edecek ama fetö öğrenci yurdunda soğan patates doğrayan kadıncağız, 13 yaşında devlete teslim edilmiş askeri öğrenci, iş yasasına göre faaliyet gösteren dershanede çalışan yeni mezun öğretmenler fetö tutuklusu olarak ceza çekmeye devam edecekler.
Böyle adetin...?

Milli Farkındalık Platformu
"Milli Farkındalık Platformu" adı altında bir platform; güya İYİ PARTİ'de yer almış olmanın pişmanlığını yaşayan bir grup zevat; Meral Hanım'ı zan altında bırakan, hatta iftira mahiyetindeki suçlamaları dile getirerek, bir anlamda MHP'ye dönüş kampanyası mahiyetindeki bir süreci yürütmeye çalışıyorlar.
İYİ PARTİ'nin ete kemiğe bürünmesinde emeği geçen bizler İYİ PARTİ'de var olan, hatta devam eden eksikliklerin, yanlışların farkındayız ama bu aksilik ve yanlışlıkların hiç birisi, bizlerin MHP'den kopmamıza neden olan yaşanmış bir çok kırılmalardan bir tanesine bile karşılık gelmemektedir. Hele ki; İYİ PARTİ'de var olan ve yaşanan eksikliklerde en az dahili olan da Meral Hanım dır. Kaldı ki MHP'de yaşanan kırılmalar bizatihi genel başkan Devlet Bahçeli kaynaklı, İYİ PARTİ'de yaşanan eksiklikler ise yeterince kurumsallaşma sürecini tamamlayamamış olmasından kaynaklıdır.
Dolayısıyla "Milli Farkındalık Platformu"nun doğrudan Meral Hanım'ı hedef alan bildirgesinin maksatlı olduğunu inanıyor, MHP'ye dönüş kampanyasının bir ürünü olduğunu düşünüyorum ve dikkati nazara da almıyor, sizlere de almamanızı tavsiye ediyorum.

Ne Demek ''Alnı Secdeye Değmek''
Ne demek "Alnı secdeye değen"e inanmak ve güvenmek. Geçiniz onları. Bu ön kabul ile ne ihanetler gördü bu millet, ne hainleri besledi bu devlet.
O seccadenin altına gerçek kişiliklerini saklayıp, yine kendi iğrençlikleri üzerine secde eden nice puştları ve bunlardan müteşekkil nice güruhlar gördü bu millet.
Bu güvensizlik algısının yine bu güruhun tasallutundan kurtarılmasına kadar; en azından Müslüman birisi olarak kendi vicdanımda en güçlü referans kaynağım tüm insanlığın ortak değeri "Güzel ahlak" olacaktır.
Dolayısıyla kimse bana birisine itimat etmemi beklerken; varsa güzel ahlakından bahsetsin, yapmış olduğu veya göstermiş olduğu dini retüellerinden değil. Camide görülmüş, abdest alırken görülmüş, Ümre'de görülmüş falan feşmekan; geçiniz onları, bana güzel ahlak sahibi insan lazım.

Cumhurbaşkanı ne demiş "Her üniversite mezunu iş bulacak diye bir şey yoktur"
Tipik bir Karadeniz fıkrası gibi. Temel piyano çalmak için sandalyeye oturuyor, piyanoya uzak kalınca; sandalyeyi piyanoya yanaştırmıyor, piyanoyu kendisine çekiyor. Cumhurbaşkanı da aynısını yapmış; olması gerekene göre değil, yarattıkları duruma kılıf olsun diye bir izahatta bulunuyor.
Üniversitede okumak; akademik seviyede bilgi sahibi olmak; bu bilgi ve birikim ile alanında iş yapmak, çalışmaktır. Tercih edenlerin bazıları da bilim adamı olmak üzere üniversitede kalmaya devam ediyorlar.

Ancak adamlar üniversite eğitimini kız isterken referans olması şeklinde gören bir gelenekten geldikleri için Cumhurbaşkanının da böyle düşünmesi normal.
Böyle düşündükleri için de; niteliksiz ama kız istemeye yarayan bir sürü diploma veren yüzlerce üniversitemiz oldu 

Maklubeye Kaşık Sallayanlar
Hani Meral Hanım'a sözde fetö ile ilgili olarak kendisinin de çok sonra haberdar olduğu; gizlilik kararı ile hakkında dava açılmıştı ya. Murad edilen neydi; topuklu efeyi yıldırmak ve "Bu sırtlanlarla baş edemem, benden bu kadar" deyip, siyasetten çekilmesi istendi.
Oysa şimdi "İçinizde sadece maklubeye kaşık sallayanları değil, pişiren şerefsizlerinizi bile biliyorum. Duruşmada gizlilik kararı kaldırılarak, kamuya açık yapılmasını istiyor ve o günü dört gözle bekliyorum. Hodri meydan" diyor.

İYİ PARTİ'de Üye Kampanyası

Üsküdar Meydanındayız. İYİ PARTİ Genel Başkanı Meral Akşener'in katılımı ile üye kampanyası başladı. Üsküdar, Beşiktaş ve Bakırköy meydanlarında devam etti. İYİ PARTİ'de üye kampanyası bu şekilde tüm ülke sathında davam edecek.
Bu kampanyayı; İYİ PARTİ'de taban iradesi ile başlayıp 2020 Nisan olağan kongresi ile nihayetlenip son şeklini alacağını umut ettiğimiz bir sürecin başlangıcı olarak görmek ve katılım ile destek vermek lazım. Hayırlı ve uğurlu olsun.
soralmehmet@gmail.com

16 Eylül 2019 Pazartesi

''ANALAR AĞLAMASIN'' ORGANİZASYONU YENİ BİR AÇILIMDIR

''Analar Ağlamasın'' Masumiyetinin Nihai Hedefi 
Süreç şöyle devam edecek gibi görünüyor. Her geçen gün HDP önünde çocukları dağa kaçırılan anaların sayısı artacak. Bir süre böyle devam ettikten sonra milletten gizli tutulan HDP ve Cumhur ittifakı görüşmesi bilgisi ve yönlendirmesi ile dağdan inen çocuklar "show"lı gösterilerle ailelerine teslim edilecek.
Sonra bu "Barış ve huzur kokan güzel görüntüler" üzerinden Cumhur ittifakı trolleri her akşam TV haber kanallarında beyinleri işleyerek, millet nezdinde genel kabul görmüş gibi bir algı sürecini yönetmeye devam edeceklerdir. Bu arada bahse konu aile ve çocuklarla yapılan; hayatlarının yeni dönemine ait söyleşiler yine sürekli TV ekranlarında dönüp duracak.
Böyle bir mizansen ile her şey güzel olacak gibi değil mi. Hangimizin buna itirazı olabilir ki. Keşke anlattığım şekliyle başlasa ve bitse ama mümkün değil.
BOP projesi kesintisiz devam ediyor. Her ne kadar direnen bir Türkiye görüntüsü verilmek istense de; adeta önceki hükumetler döneminden beridir uygulana gelen güney sınır güvenliği derinliği 30 km'den çekile çekile 5 km'ye kadar düşürüldü. Nihayetinde Irak işgali ile "Kuzey Irak Kürdistan Özerk Bölgesi" inşa edildi. Şimdi ise "Emevi camii'nde namaz kılma" hülyaları ile bizatihi kendi katkılarımız ile Suriye'nin kuzeyinde "PYD Kürt Özerk Bölgesi" inşa sürecine geçilmiş oldu.
Çok endişeliyim çok. Çünkü bu işin bir başlangıcı ve anlaşılan o ki; uzun bir takvime yayılmış süreci var. Nedir o; ülkemizi, etnik kimlikler üzerinden özerklikler verilerek federatif bir yapılanmaya taşımaktır.
Bu endişemi şimdiye kadar yaşanmış olan üç beş temel kırılmaya dayandırıyorum. Her temel kırılmada Devlet Bahçeli'nin inisiyatifinin etkin olması bilinçli mi dir yoksa tesadüf mü dür; onun takdirini de sizlere bırakıyorum.
1-İkiz yasaların(Bir ülkede etnik, dinsel ve mezhepsel toplulukların kendi kaderlerini kendilerinin tayin etmesi hakkı) meclise getirilmesinde Devlet Bahçeli'nin altında imzasının olması. AKP'nin de tek başına iktidara gelir gelmez mecliste bunu onaylatarak yasallaştırması.
2-7 Haziran seçimleri sonucundan AKP'nin azınlığa düşmesi ile BOP eş başkanının Türkiye üzerindeki hakim otoritesi Erdoğan'ın "Topal ördek" konumuna düşmesi karşında Devlet Bahçeli'nin gene yeni bir hamlesi ile 1 Kasım 2015 Erken genel seçime gidilmesi ve böylece tekrar kaybettiği otoritesine kavuşturulması.
3-15 Temmuz ihanet kalkışmasının siyasi sorumlusu AKP'nin; (Çünkü fetö'yü devlete sızdıran ve yerleştiren kendileridir) ülkemiz üzerindeki otoritesinin elinden alınmasının siyasi yolunun bir şekilde bulunması çabasını göstermesini beklediğimiz Devlet Bahçeli; aksine, Erdoğan ve AKP'yi tek otorite ve tek irade sahibi kılmak için yeni bir senaryoyu devreye soktu. Daha önce şiddetle karşı olduğu "Cumhurbaşkanlığı hükumet sistemi" denen yeni sistemi gündeme taşıyarak, BOP projesinin aksamadan devamı için Türkiye açısından gerekli olan istikrarlı siyasi bir otoritenin devamını sağlanmıştır. Buna mani olacak tek unsur vardı o da; MHP Genel Başkanı dahil yönetiminin değişmesi ile yeni sistem için meclisten referanduma gidilmesi kararının çıkmasına, dosyasıyla da yeni sisteme geçilmesine mani olunabilecekti. Ancak bilindiği üzere devletin de her türlü gücü devreye sokularak MHP'de böyle bir sürecin gerçekleşmesine mani olundu.
4-AKP milletvekili Kavakcı başkanlığında bir heyet son seçimler öncesi Almanya'da "Federatif yapılanma" üzerine çalıştay yapıp döndüler. Türk milliyetçisi Devlet Bahçeli'nin bu konuda kıyamet koparması beklenirdi değil mi. Gerek MHP gerekse Devlet Bahçeli'den hiç bir yorum duymadık, görmedik.
5-Devlet Bahçeli; ilk defa Apo'ya ısmarlama yazdırılan mektupta ne demek istendiğini HDP seçmenine tercüme ederek bir şekilde Apo ile muhatap olması sağlandı. Türk milliyetçiliği Hareketi için çok önemli bir kırılma değil mi.
Rahmetli Başbuğ'un "Ne mozaiği ulan" kararlı çıkışından "HDP seçmeni Apo'nun söylediklerine itibar etmeli" nasihatına kadar savrulmuş bir Devlet Bahçeli söylemi. Apo'nun kırmızı bültenle aranan kardeşi Osman Öcalan; mecliste gurubu bulunan muhalefet parti liderlerinin bile davet edilmedikleri TRT'ye çıkarılması yenilir yutulur değil.
Evet, sonuç itibariyle devam etmekte olan bu son açılım benim kanaatimce yukarıda ifade etmeye çalıştığım kırılmalar ışığında, geldiğimiz aşamayı da dikkate aldığımızda varacağımız yer; federatif yapılanma yani özerklik olacaktır.

İsyanımızın Doyulmaz Hazını Yaşamak
İYİ PARTİ için onu diyorlar, bunu diyorlar, şunu diyorlar ama hakkını teslim edelim ki; özellikle son yirmi yıldır başkalarının projelerine "Ataç" olmayı adeta kaderimiz görüp dayatanlara isyan edip; bizatihi menşeyi kendimize yani Türk milliyetçilerine ait bir iradenin ete kemiğe bürünmüş şeklidir İYİ PARTİ.
Allah'ın izniyle muradımızı gerçekleştireceğiz. Velev ki yanıldık, bozulduk hüsrana uğradık; "Kendim ettim, kendim buldum" derim. Var mı bundan ötesi, ya da kime ne.
Yerde sürüklenen yaprak misali; "Süpürülen" yere değil, içimdeki rüzgarın götürdüğü yere giderim ama ben giderim...

Sonra mı; bassa da üzerime tüm haşmetiyle bir kahpe ayak; değil mi ki içimdeki rüzgarın sürüklediği yerdeyim.
İnanmış ve adanmışlığımdan beslenen isyanımın doyulmaz hazzını yaşamışım; o bile bana yeter.
Mehmet Soral
soralmehmet@gmail.com

14 Eylül 2019 Cumartesi

SİYASİ GÜNDEME DAİR

Siyasal İslamcılar Karşı Ortak Hareket Etmek
Siyasal İslamcıların Türk milleti ve devletine karşı kurguladıkları her türlü alavere dalavere kumpas süreçlerinden; velhasıl kelam tüm ihanet ve kalleşliklerinden sonra; güzel ahlak temelli vatan ve millet sevgisi paydasında birleşen bu coğrafyanın her insanı ile el birliği içinde çok şey başarabileceğimize inanıyorum.
İdeolojik önceliklerden azade böyle bir işbirliğine acil ihtiyaç olduğuna inanıyorum. İçimi ürperten, zihnimde tasavvur ettiğim "Siyasal İslam" kaynaklı ve BOP projesi dahilinde devam etmekte olan sürecin panzehiri "Özgürlükçü demokrat Türk milliyetçileri" ve "Ulusalcı sol"un işbirliğidir. Bu iki unsurun etrafında konsolide olacak seçmen kitlesi siyasal İslam karşısında başarılı olabilecektir.
Böyle bir iş birliği, inançların teminatı ve güvencesi olan laikliği koruyacağı gibi İslam Dinini suistimalcilerin tasallutundan kurtararak, inanç dünyaları allak bullak olmuş, Deizm'e doğru savrulan Türk gençliğini de kurtaracaktır.

Yine Bir 12 Eylül Yıl Dönümü
Her 12 Eylül geldiğinde aklıma ilk gelen; 1980 öncesi, özgül ağırlıkları yüksek, yetenekli ve donanımlı ülkücü ve solcu gençlerin birbirlerine kırdırılarak; her iki dinamik gücün ülkemiz ve milletimizin geleceği üzerinde inisiyatif almalarına mani olmaya yönelik her türlü ihtimale karşı kalleşçe bir sürecin yürütülmüş olmasıdır.
İkinci bir husus ise bu iki siyasal duruşun dışında; hiç hak etmeyen siyasal İslamcılar ve onların metresleri liboşların çok gariptir ki; muktedir olarak ülkenin her türlü imkanından en iyi şekilde yararlanıp, en büyük zararı vermiş olmalarıdır. Çünkü bu senaryoyu yazanların muradı vasıflı olanları kırdırıp, olmayanları sahaya sürmekti.
Garip bir çelişki ama aynen böyle oldu. Ben bu değerlendirmemi kendimi "Özgür düşünceli demokrat ülkücü" addederek yapıyorum. Dolayısıyla "Sen böyle diyorsun ama falanca parti şöyle yapıyor" sorusu beni bağlamaz.

Ülkücülerin Sivilleşmesi
Ülkücülerin siyasallaşmasından ziyade sivilleşmesi; murad edilen ''Kızıl elma''ya yürüyüşümüz için daha hayırlı olmaz mı. Sivil toplum örgütlenmeleri şeklinde daha faydalı olunabileceğini düşünüyorum.
Çünkü böyle bir "Ülkücü dava" stratejisi irade gasbına, suistimallere fırsat vermez. Bir de "Ülkücü Hareket" adına şimdiye kadar yaşadığımız hal ve durumlar sonrası anlıyoruz ki; hareketin banisi Başbuğ Alparslan Türkeş'in vefatından sonra yüzümüzü güldürecek, nefsimizi okşayacak bir günümüz olmadı. Oysa 22 yıl sonra hareket adına elle tutulur bir sonuç, başarı elde edilmemişse; bunun tek müsebbibi "Ülkücü Hareketi" siyasetin yönlendirmiş olmasıdır.

Nedenleri tartışmak istemiyorum ama bir gerçeğimiz var ki o da; bu milletin en dinamik ve yetişmiş nesli ülkücülerin devletine ve milletine faydalı olmaları, hizmet vermelerine bir şekilde mani olunmuştur.
Öyleyse ise siyaset kurumu yol ve yöntemleriyle başarı elde edemiyorsak niçin sivilleşmeyi düşünmüyoruz.

Ata sözlerimizdeki sırrı bilmek lazım
Atalarımız boşuna laf söylememiş. O ata sözlerinin manaları; yüzlerce yıl demlendikten sonra imbikten damlaya damlaya dillere yerleşen sözlerdir.
Ne demiş atalarımız "Arsıza kütük çakmışlar, bu gürültü nereden geliyor" demiş.
Hayvanat bahçesinin müdürünü; sadece ve sadece kayırmacılık adına bir bilim kurumunun başına atayanlar utanmadan, sıkılmadan ve de ARSIZCA 31 Mart-23 Haziran tarihleri arasında haksız işe alınanların İmamoğlu'nun işten çıkarmasına isyan ediyorlar.

Vallahi benim kanaatimce İmamoğlu haksızlık yapmıyor, kendi çapında adalet sağlıyor. Sizce İmamoğlu'nun kendilerine söz hakkı verip, makamına çağırdığı, ta.aklarını yayarak oturan o ukala ve saygısız iki adam neyi hak ediyorlar. Bu öz güveni nereden alıyorlarmış. Onların işleri hep hazır değil mi. Koskoca devlet ellerinde, İmamoğlu çıkardıysa başka yer mi yok orada istihdam etsinler.
Kolay değil. "Devlet bizimdir" Psikolojisinden sonra "Kalk bakayım oradan" psikolojisine geçmek ve yeni konuma uyum sağlamak çok zor. Daha bu ne ki; bunlara alışıp, hesap da vereceksiniz.

Meral Akşener'i Eleştirmek için Özel Çaba Sarf Etmek
Meral Hanım'ı eleştirmek isteyenler malzeme bulmakta zorlanınca; ıkına ıkına en sonunda Hanımefendinin bir kadın zarafeti ile ortaya koyduğu ve her medeni insan için asgari davranış biçimi olan tokalaşma retüelini aciziyet olarak yorumladılar.
Çok özür dilerim, adam malın teki. Hanımefendi, kendisini "Adam değil" ama insan olarak görüp elini uzatıyor. Dedik ya; adam mal ve kendini toparlayıp ayağa kalkması gerekirken, bunu yapmıyor, Meral Hanım daha da eğilerek tokalaşmak zorunda kalıyor.
Ve buradan hareketle; Meral Hanım'ın bu davranışını zafiyet olarak görüp, kendisi ile aynı yola çıkmış olma pişmanlığını bile dile getirenler var. Bu kadar basit ve sığ bakış açısı ile Allah aşkına sizlerle nereye kadar gidebilirdik ki. Dolayısıyla bir an önce şu partinin yakasından düşün artık. Ya geldiğiniz yere iade olun, ya da yeni bir yere taşının ama İYİ PARTİ'yi rahat bırakın.

Devlet Egemenlik Hakkını Kısmen HDP'ye mi Devretti
Diyarbakır'da HDP binası önünde evlatlarının akıbetlerini sorgulayan analar vesile kılınarak Hükumetin yeni bir açılım niyetine binaen değişik bir versiyonunun sergilendiğine şahit oluyoruz.
Nasıl bir hükumet etme sorumluluğudur ki; devlet olarak evlatlarını birileri gasp edip, dağa kaçırmışlar ancak sen sanki egemenlik haklarını birilerine devretmiş gibi o çocukların analarını HDP kapısına göndererek "Bu ülkede bu işler için egemen olan HDP'dir, git sorununu onlarla hallet" gibi sorumsuzluk örneği sergileniyor maalesef.

HDP'nin meşruiyeti kabul edilmiş olmalı ki; şüphesiz de öyle; vekillerinden birisini meclisimize başkan vekili yapıp, meclis oturumlarını yönettiriyoruz. Onları tüm VIP haklarından yararlandırıp, her ay başı maaşlarını da tıkır tıkır ödüyoruz. Yurt dışına Türk milletini temsilen çeşitli çalışma ve etkinliklere gönderiyoruz.
Peki hükumet; niçin kendilerine bu kadar haklar tanınan HDP velileri ile mecliste bir komisyon kurarak; Diyarbakır'da HDP inisiyatifine terk ettiği sorunu millet egemenliğinin ortağında, mecliste yine aynı adamlarla çözme yoluna gitmiyor. Eğer bu HDP vekilleri muhatap almak istenmiyorsa; millet olarak bu insanlara ne diye maaş ödeniyor. Kerizmiyiz biz.

İstanbul İçin Kayyum İddiası İmamoğlu'nun Koltuğunu Sağlamlaştırdı
AKP, İmamoğlu lehine öyle bir konjonktür oluşturdu ki kendi elini kolunu bağladı. İstediği gibi üzerine üzerine gidemeyecektir. Velev ki kayyum atanacak suç işlese bile kırk düşünüp bir biçecektir ama yine de atayamayacaktır.
Bunun böyle olduğunu S.Soylu'nun bugün merakla beklenen açıklamasından anladık. Ne diyor; "Ne kayyumu; terörle ilişkin bir durum söz konusu değil ki". Oysa öyle esip gürlüyordu ki kamuoyunda oluşan algı görevden almak olmasa bile tehdidini duymaktı.
Eğer AKP bir şekilde İstanbul'a kayyum atarsa; gerekçesi ne olursa olsun kendi kendine darbe yapan hükumet olma özelliğinden sonra bu sefer de kendi kendini teokratik bir yönetim olduğunu ilan etmiş hükumet olacaktır. Olmasa bile böyle bir konjonktür olanı biteni hem bize de hem de dünya aleme böyle okutacaktır.

Parti İçi Eleştiri Nereye Kadar
Yahu arkadaşlar gına geldi; bırakın artık Hasan Seymen'i falanı, filanı. Hasan Seymen üzerinden partiyi yıpratmayı değil, Meral Akşener üzerinden yüceltmeyi deneseniz diyorum.
Bir an için kendim de dahil olamak üzere hepimiz yaramaz, eleştirelecek insanlar olduğumuzu düşünelim; değil mi ki Osman Öcalan denen bir katile Cumhur ittifakı, yani siyasi muktedirler devlet televizyonumuz TRT'ye çıkması şerefini bahşedip de Meral Akşener'e bir defa olsun bu imkan tanımamışsa şayet; benim için kesin hüküm; bu cesur kadın, cesur olduğu kadar da milli, güvenilir ve sahicidir.

Siyasette Dilin Yozlaşması
Ulan kendinizi de, siyaset dilinizi de alçalttıkça alçalttınız be. Osuruk tutamayan ishal olmuş göt gibisiniz; aklınıza her geleni kontrol etmeden muhatabınızın yüzüne boca ediyorsunuz. Güya siyaset yapıyorsunuz öyle mi; seviyesi düşük, etik değerler yoksulu sünepeler.
Açın video'ları izleyin otuz sene önceki siyasilerin üslubu nasılmış. Birbirlerine nasıl hitap ediyorlarmış; zarafet ve nezaket nasılmış öğrenin, uygulayın. Olgunlaşmış siyasi kültürü kürtaj eden, kültür doğurganlığına kastetmiş günahkar bir güruhsunuz.

Peki ben niçin sizi tarif için bu üslubu kullandım. Bana da yakışmadı değil mi. Siz buna şükredin; zira "Benim itikadımca size sövmenin sevabı bile var"
Allah başınıza bir bela verse de bir şekilde def olup gitseniz ama sadece sizin başınıza..

Özgür Düşünceli Demokrat Ülkücüler
Değerli bir kardeşim kendince beni uyararak dikkatimi çekiyor; "Özgür düşünen, demokrat ülkücü gibi sıfatları kullanarak ülkücülüğü sulandırıyorsun" diyor. Ben de kendisine dedim ki;
"Değerli kardeşim bu sıfatlar Türk milliyetçiliği davamıza, Ülkücülüğümüze güç verir, nitelik kazandırır.
Özgür olmayan Müslümana dini vecibeler bile farz olmaktan çıkıyor bilirsin. Peygamber efendimize peygamberlik gelmeden önce demokrat bir insan olduğu için emin kişi sıfatı ile hakem kılınmıştı. Peki dinimiz üzerinden verdiğim bu iki örnek ile özgür ve demokrat ülkücü olmak ülkücüye üstün nitelik mi kazandırdırır yoksa itibarını mı kaybettirir"
Üzerimizde bu iki sıfat hep eksik olduğu için hiç bir zaman muktedir olamayıp, hep başka partilere eklemlenerek onların amaçlarına hizmetkar olduk. Peki biz bunu hak ediyor muyuz?

İmamoğlu rüzgarı CHP'deki Radikal solu Rahatsız Etti
Canan Kaftancıoğlu'na verilen ceza aslında Cumhur ittifakının kendi kalesine attığı bir goldür.
Marjinalleri dahil tüm sol gruplar artık bundan sonra CHP çatısı altında konsolide olacaklardır. HDP de şüphesiz buna dahil olacaktır. Canan Kaftancıoğlu ne yapmıştır, ne demiştir; diyelim ki yüzde yüz affedilmeyecek suç işlemiş olsa bile; alınmış olan ceza kararı her halükarda siyaseten Cumhur ittifakının aleyhine sonuç verecektir.
Zaten, İmamoğlu Diyarbakır'a gönderilirken; ileriye dönük prestijinin sarsılarak klasik bir solcu tipinden ziyade "Türkiye ortalaması" bir insan modeli olan bu insanın estirdiği rüzgarın CHP'ye yerleşmesi ve kalıcı hale gelmemesi için İmamoğlu aleyhine bilinçli bir kurgu devreye sokulmuştur.

Sonuç; Canan Kaftancıoğlu'na verilen cezanın solda yaratacağı tahrik CHP'nin radikal sola kayması sürecine evrilmesi ile birleşince siyasi yelpaze çok değişecek ama ile de Cumhur ittifakı aleyhine olacaktır.
Ama Cumhur ittifakının bir şansı var. Konjonktürü kendi lehlerine çevirmek için aynen Ahmet Türk de olduğu gibi Devlet Bahçeli teklif eder, Recep Tayyip Erdoğan da onaylayarak Canan Kaftancıoğlu af edilebilir(!)

Alışmak Kolay olmasa da Hazmetmek Zorundasınız
Kolay değil adamlar 17 yıldır kesintisiz iktidar olunca kaybetmek, muhalefette kalmanın ne demek olduğunu yeni yeni fark ediyorlar ama yine de alışamadıklarını saçmalamalarından anlıyoruz.
Şöyle ki; AKP milletvekilliği yapmış muhterem diyor ki; İmamoğlu her gittiği yere İstanbulluları temsilen benim selamımı götüremez.
Bir diğeri ise; "Barolar birliği Başkanlığı seçiminde 1 oy farkla seçimi kazanan, tüm baroları temsil etme yetkisini elde ediyor, böyle şey olmaz." diyor. Bu da kelli felli olup, adı çok sosyal medyada çok geçen; kendini muktedire fark ettirmek için tavuk götünü bile öpmeye namzet birisi.

İster istemez "Ulan hergeleler! biz de milletin yarısı olarak Suriye bataklığına girmeyelim dedik ama girdiniz; bedelini biz de ödüyoruz, niçin girdiniz! " diyerek bu adamların yakasından tutup, evire çevire savurup atmak geliyor içimden.
Ben "Arsıza kütük çakmışlar, bu gürültü nereden geliyor demiş" deyince nedense hep aynı cenahtan tepki alıyorum.
Daha önce bunlar sadece bir kesimdi. Şimdi bunlara siyasal İslamcılığa evrilmiş "Ülküdaşlarımız" da eklendi.
Yine arsızın birisi İstanbul belediye meclisi toplantısında diyor ki; "İmamoğlu tatildeyken, Unkapanı Köprüsü altında bir vatandaş boğuldu; ne işi vardı tatilde falan, filan... "
İşte bu adam da; bir yerine kütük çakılırken "Bu gürültü nereden geliyor" diyenlerden.
Şimdi bu kütükçüye "Ulan hergele! yirmi beş senedir o köprünün altını ıslah etmeyen de mi İmamoğlu" diye sormak gerekmez mi.
Bu arsız böyle düşününce bizler de; "15 Temmuz'da gündüz gözü ile tanklar Maltepe'den Boğaziçi Köprüsüne doğru giderken Cumhurbaşkanı niçin tatildeydi" mi diyeceğiz. O zaman adama demezler mi "Ulan pezevenk, darbe muhatabına haber verilerek mi yapılır."
Diyorum ya hep; sürekli muktedir olma psikolojinin yerini yıkım alınca demek ki rezilliğin ve fütursuzluğun haddi de hududu da olmuyormuş.
Hadsiz, hudutsuz adam; sürekli Allah'a yakın olduğunuzu ima edersiz ya; öyleyse 15 Temmuz darbesini size haber vermeyen Allah; İmamoğlu'nu Allah'ın nasıl bir kulu olduğunu düşünüyorsunuz ki; İstanbul'a yağacak ve felaketlere sebep olacak yağmurdan haberdar olmasını beklediniz.
Bu saçmalık ve fütursuzluğunuzun ilacı yok. Zaman zaman kaybedeceksiniz sonra da hazmedeceksiniz.

Kısa kısa...
Vallahi söz; hiç de kızmayacağız. "Başkan"ı alın görevinden, biz de ikinci pamuğu tıkarız. Bizim için her yol gasılhane
soralmehmet@gmail.com

5 Eylül 2019 Perşembe

EŞ KARA ÇARŞAFLI SEKRETER MİNİ ETEKLİ

Evinde Eşi Çarşaflı İş Yerinde Sekreteri mini Etekli Yeni bir Sosyal Sınıf
12 Eylül öncesi ülkücüler inandıkları bir davanın kavgasını verdiler; şehit oldular, gazi oldular. Nihayetinde "Hareket"e mensup ülkücülerin neredeyse tamamı mağdur oldular.
Ülkücülerin sükunet sağladıkları okullarda ne ete ne de boka konmadan okuyup, tahsillerini tamamlamakla meşgul olan yeşil komünistlere güvenli bu huzur ortamını sağlayan Türk milliyetçileri ise Mamak zindanlarında işkence gördüler. Tarih yine tekerrür ediyor; Türk milliyetçilerinin omuz vermesi ile onlar iktidar bizler ise......?
Ya sonra; hapisten çıkan işsiz güçsüz ülkücülere hiç kimse sahip çıkmak istemedi. Sözde sahip çıkmak adına; bu delikanlı, yiğit insanların vefa duygusundan, gözü pek oluşlarından faydalanmak isteyen şerefsiz sermaye baronları; mağduriyetlerini fırsat bilip insanları kullanmaya kalktılar; sermayelerinin güvenliğine bekçi yaptılar. Maalesef az da olsa; bu girdaba düşenler bir başka suistimale, ülkücü mafya denen yapılanmaya neden oldular.
Uzun yıllar bu yapılanma üzerinden koskoca hareket zan altına alınıp, yargılandı. İşin tuhaf tarafı bu haksız ithamları kurumsal kimliğimiz MHP üzerine boca edenlere; bunun sosyolojik nedenlerini izah etmek varken aksine kabullenmişlik duygusuyla "Ülkücü mafya" ile mücadele bahanesi ile teşkilatları hep budayarak buradan kendilerine kahramanlık ihdas ettiler.
12 Eylül 1980 sonrasından günümüze abad olanlar yine aynı zümre; yeşil komünistler ile onların metresleri liberaller ve onların çocukları.
Bunlar öyle bir güruh olup, öyle bir düzen kurdular ki; evlerinde eşleri kara çarşaflı, iş yerlerinde sekreterleri mini etekliydi. Ülkücü mafyaya kafayı takıp, partiyi sürekli budayanlar böyle bir sınıfın zuhur etmesi,  yetmeyip yaşaması için Türk milliyetçiliği kurumsal kimliğini hizmetlerine amade ettiler.
Bugün yine Devlet Bahçeli ve avenesi 1980 öncesine benzer sürecin bir başka versiyonunun öncülüğünü yapıyorlar. Türk milliyetçileri; yine Devlet Bahçeli marifeti ile o yeşil komünistler ve onların çocuklarının muktedir olmaları için devreye sokuldular. İstedikleri gibi hükumet etmeleri, muktedir olmaları ve omuzlarda taşınmasına devam ediliyor.
Nasıl bir kara bahtımız varmış; külfete varız, nimete hayır. Ölüme koşa koşa giden "Özel Hareket" dışında nerede varız. Kaç tane ülkücü bakan, kaç tane ülkücü Cumhurbaşkanı yardımcısı, kaç tane ülkücü vali, emniyet müdürü, rektör, dekan kamu yönetim kurulu üyeliği...var; söyler misiniz.
Ve, bizler; özgür düşünen demokrat Türk milliyetçileri olarak İYİ PARTİ; o, şu bu... her ne adla olursa olsun; bu kara talihimize İtiraz adına yaptığımız arayışlar yüzünden; kıytırık, daima kullanımlık olup, hep aldatılmaya teşne sünepe siyasal İslamcılara yaranmak adına yine kendi ülküdaşlarımız tarafından olmadık aşağılamalara maruz kalıyoruz. İllaki o helalleşme günü gelecektir. Allah (C.C) her şeye şahittir.

İYİ PARTİ taban heyecanını kaybediyor, Peki Önlemi nedir?
İYİ PARTİ'de tabanı diri ve heyecanlı tutacak, buradan da büyümesini sağlayacak olan en önemli argüman; AKP ve tek adamlı partili Cumhurbaşkanlığı sistemine; daima, her vesile ile her yerde ve her zaman karşıtlığını dile getirmesidir.
Dolayısıyla, İYİ PARTİ olarak demokratik olgunluk adına Cumhur ittifakına karşı gösterilebilecek en ufak bir yumuşama, işbirliği tabanda doğrudan zafiyet ve aldatılmışlık olarak algılanacaktır.
Çok gariptir ki; İYİ PARTİ en ideal ekonomik çözümü dile getirip, sunsa taban nezdinde herhangi bir heyecan uyandırmaz ama mevzunun ne olduğunu dahi sorgulamadan "Meral Akşener Erdoğan ile görüşecek" gibi bir habere şiddetle tepki gösterip, kabul etmeyeceklerdir. Tabana dair gözlemim budur.
Çünkü insanlar İYİ PARTİ'yi; Erdoğan ve AKP karşıtlığının birikimi olan adeta taşınamaz hale gelen öfkelerinin dindirilip sonra da rehabilite edildikleri yer olarak gördüler, omuz verdiler, aidiyet duydular.
Efendim denilebilir ki; "Ülke menfaati için zorunluluk halinde işbirliği yapılabilir, ne var bunda". Mümkün değil, tahammülsüzlük had safhada. Taban psikolojisinde; ülke menfaati gibi bir mazereti ön plana çıkaracak kadar kurumsal bir aidiyet duygusu oluşmadı. Kurumsal aidiyetin oluşması ve taban nezdinde tutması için partinin kuruluş gerekçeleri ile yüzde yüz uyumlu bir siyasetin yürütülmesi tabanın en büyük ortak arzusudur.
Bu anlattığım normal bir hali mi; elbette hayır. Ama nedenini düşünmesi gerekenler müsebbibi olanlardır.
Mehmet Soral
soralmehmet@gmail.com

DİYANET'İN ATATÜRK'E SÜREGELEN İHANETİ

Diyanet'in Atatürk'e Süregelen İhaneti
Yine milli bayramlarımızdan birisi; 30 Ağustos zafer Bayramı. Ne tesadüf; günlerden de cuma ve imam hutbede.
İmam topu evirdi, çevirdi; millet dedi, ecdat dedi, Müslümanlar dedi, 1071 Malazgirt dedi ama bir türlü Türk milletinin bu özel gününe atfen "Türk milleti" diyemedi. Atatürk'ten bahsetmedi. Sanki dili lal oldu 30 Ağustos Zafer Bayram'ını anmadı. Beynim karıncalandı "Milletini bilmeyen ecdadın..." diye haykırmak istedim.

İmamı dinlemeye çalışıyorum ama içimi; caminin yarattığı uhrevi ve mistik havanın yerine öfke sardı. Çabalıyorum ama boşuna; zihnimden geçenlere mani olamıyorum.
26 Ağustos taarruzu zaferle sonuçlanmasaydı; Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulamayacağı gibi Osmanlı'nın yerinde yeller esecekti. Muhtemelen İngilizler birilerine; müsaade ettikleri bir yerlere seccadelerini serip namaz kılmalarını temin edeceklerdi ama hiç bir şekilde Türkün adına bir devlet de olmayacaktı.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti denince O'nun banisi Mustafa Kemal Atatürk ve O'nun silah arkadaşlarının isim veya isimlerinin bu mübarek ve de özel günde camide; hatırlanıp, vesile kılınıp ruhlarına fatihaların gönderilmediği bir cami hutbesi olabilir miydi.
Sonra düşündüm; bu kadar nankör zihniyetin tayin ettiği imamın arkasında namaz kılmak; eğer imanlı birisi olduğuma dair iddia sahibiysem; camiden çıkıp gitmek gibi bir protestoyu denesem nasıl olurdu. Camide oğlum da vardı; çıkıp gittiğimi görünce merak edecekti. O olmasaydı muhtemelen düşündüğümü yapacaktım.
Allah şahittir ki gerekçem; imanlı ve samimi insana yakışan nankör ve inkarcıların arkasında değil namaz kılmak; önlerine geçip onları insanlığına ve erdemliğe taşıma gerekliliğine inanmamdır.
Her milli bayramımızı bana zehir edenleri lanetliyorum. Bugünkü hutbenin işleniş şekli tesadüf değildi, yıllardan beridir süre gelen genel bir haldir. Türk milliyetçiliği kurumsal kimliği adına; benim gibilere "Türk milliyetçisiyim, ülkücüyüm" demeyi yasaklayıp bu zihniyete kol kanat geren Balgat mukimi ve avenesi; cami cemaati arasında sizler de vardınız. Sormak isterim; vicdanınız rahat mıydı. Türk milletinin ve Atatürk'ün adını anmaktan imtina edenlerin değirmenlerine su taşımanız daha ne kadar devam edecek.
İnşallah 800 bin değil 8 milyon oy farkını çaktığımız gün sadece hutbelerde değil her yerde ve her zaman Türk milletinin de, Atatürk ve O'nun silah arkadaşlarının da isimleri hatırlanacak, rahmet ve şükran duyguları ile anılacaklardır.
Türk milletinin geçmişten bu güne şanlı mücadelelerinin zaferlerle sonuçlanmasına atfen ilan edilmiş olan 30 Ağustos zafer Bayramınızı en içten duygularımla kutluyor, özellikle bugünlerde devamını diliyorum.

Meral Hanım işini bilir; ''Elma'' Demesini de bilir ''Alma'' Demesini de bilir
Meral Hanım pekala elma demesini de alma demesini de bilir.
Cumhuriyet değer ve kazanımları olan Milli bayramlar için kutlama retüellerine iştirak etmek bir gelenek olup, asıl yapılmaması değerlerin kaybı demektir.
Ancak 15 Temmuz ihanet kalkışmasına karşı verilen mücadele ile onun anlam ve önemini bilip, vakıf olmayı sadece belli bir kesime maal etme çabası veya buna yönelik görüntü, söylem ve düşünceler nedeniyle; o ihanet gününün yıl dönümü geldiğinde elbette 30 Ağustos, 29 Ekim veya 23 Nisan kutlamaları gibi olmuyor.
Mesela bu sene 15 Temmuz'dan üç gün önce günlerden cuma imiş. Bakın bakalım o gün hutbelerde imamlar nelerden bahsetmişler, dün yani 30 Ağustos cuma günü yine hutbede hangi heyecanla, nelerden ve nasıl bahsetmişler. Maalesef özelikle AKP 17 yıllık iktidarı boyunca milli gün ve kutlamaları ikiye ayırdı; birincisi cumhuriyet değer ve kazanımlarına binaen belirlenmiş özel günler ki; AKP'nin hükumet eden sorumluları her nedense bu günlerde hep hasta olurlardı. İkincisi, 15 Temmuzu adeta kendilerinin özel günü gibi görüp o gece salalar verilerek farklı bir mantalite ile anılması.
Dolayısıyla 15 Temmuz anısına yapılan davet ile 30 Ağustos, 29 Ekim veya 23 Nisan kutlamaları için yapılan davetlerin aynı ruh haliyle yapılmadığı aşikar olarak fark edildiği hatta yukarıda da ifade ettiğim gibi fark ettirildiği için Meral Akşener 19 Mayıs'da Samsun'da o gün o ilde olduğu halde Erdoğan'ın davetine, söz konusu toplantıyı AKP'nin Show'u olarak görüp katılmamıştı ama 30 Ağustos Zafer Bayramı bir cumhuriyet değer ve kazanımı olduğu için davete icabet etmiştir.
Bazen de olur ki; "Hadi bakım, arkamdan söylediğini bir de yüzüme söyle" demek için de muhatabın makamına gidilebilir ama bu davete iştirakin tamamen cumhuriyet değer ve kazanımları olan retüellere sadakat gereği olduğuna inanıyorum.

İmamoğlu Yanlış Yaptın
İmamoğlu sözüm sana. Sana kurulan Diyarbakır tuzağı, sağladığın prestiji ortadan kaldırmaya yöneliktir. Kurulan bu tezgahı CHP içindeki radikal sol düşünmüş olabilir. Sana strateji hatası yaptırıyorlar, bilesin.
Endişem o ki; İYİ PARTİ'yi AKP'ye, CHP'yi de HDP'ye itmek gibi sinsi bir tezgahın devreye sokulduğudur. Amaç; millet ittifakını ete kemiğe büründüren ortak ruh halini sabote ederek ayrıştırmak, tekrar bir işbirliğini mümkün kılmamaktır. HDP seçmeninin bir şekilde sana oy vermeyi tercih etmesi ile senin bizatihi PKK ile arasına mesafe koyamamış HDP kurumsal kimliğiyle halay çekmen aynı şey değildir. Devlet Bahçeli Ahmet Türk'ü serbest bıraktırır, konuşulmaz ama sen Ahmet Türk ile yanyana gelirsen linç edilirsin.
Oylar sayılırken kimden geldiği bilinmez ama HDP kurumsal kimliği ile çektiğin halay ortada değil mi. Cumhur ittifakı gerekirse Apo ile aynı masada kebap yerler; sahip oldukları medya ve basın gücü sayesinde algı yönetimi ile de bunu çok güzel masumlaştırırlar ancak aynı basın ve medya gücü senin bir günde ipini çekerler bilesin. Dolayısıyla, yol yakınken aklını başına al, kendini toparla derim.
İYİ PARTİ'li birisi olarak millet ittifakını can-ı gönülden desteklememin nedeni; CHP'nin ulusalcı solun inisiyatifinde süreci götürmüş olmasıdır. İmamoğlu formülünü de bunlar bulup, keşfetmişler; sayelerinde de oturmuş ve murat edilen sonuç da alınmıştır.
İYİ PARTİ'ye gelince; bütün meşruiyetini MHP'nin Devlet Bahçeli liderliğinde AKP'ye adeta entegre edilmesine itiraz eden Türk milliyetçilerinin bir projesidir. Dolayısıyla, İYİ PARTİ'nin AKP ile zerre miskal işbirliğine gitmesi demek, partinin kuruluşundaki başlangıca, yani sıfır noktaya dönmesi demek olur ki; buna itirazımız şiddetli olur.
Muhataplarının dikkatine arz ederim.
soralmehmet@gmail.com