5 Eylül 2019 Perşembe

EŞ KARA ÇARŞAFLI SEKRETER MİNİ ETEKLİ

Evinde Eşi Çarşaflı İş Yerinde Sekreteri mini Etekli Yeni bir Sosyal Sınıf
12 Eylül öncesi ülkücüler inandıkları bir davanın kavgasını verdiler; şehit oldular, gazi oldular. Nihayetinde "Hareket"e mensup ülkücülerin neredeyse tamamı mağdur oldular.
Ülkücülerin sükunet sağladıkları okullarda ne ete ne de boka konmadan okuyup, tahsillerini tamamlamakla meşgul olan yeşil komünistlere güvenli bu huzur ortamını sağlayan Türk milliyetçileri ise Mamak zindanlarında işkence gördüler. Tarih yine tekerrür ediyor; Türk milliyetçilerinin omuz vermesi ile onlar iktidar bizler ise......?
Ya sonra; hapisten çıkan işsiz güçsüz ülkücülere hiç kimse sahip çıkmak istemedi. Sözde sahip çıkmak adına; bu delikanlı, yiğit insanların vefa duygusundan, gözü pek oluşlarından faydalanmak isteyen şerefsiz sermaye baronları; mağduriyetlerini fırsat bilip insanları kullanmaya kalktılar; sermayelerinin güvenliğine bekçi yaptılar. Maalesef az da olsa; bu girdaba düşenler bir başka suistimale, ülkücü mafya denen yapılanmaya neden oldular.
Uzun yıllar bu yapılanma üzerinden koskoca hareket zan altına alınıp, yargılandı. İşin tuhaf tarafı bu haksız ithamları kurumsal kimliğimiz MHP üzerine boca edenlere; bunun sosyolojik nedenlerini izah etmek varken aksine kabullenmişlik duygusuyla "Ülkücü mafya" ile mücadele bahanesi ile teşkilatları hep budayarak buradan kendilerine kahramanlık ihdas ettiler.
12 Eylül 1980 sonrasından günümüze abad olanlar yine aynı zümre; yeşil komünistler ile onların metresleri liberaller ve onların çocukları.
Bunlar öyle bir güruh olup, öyle bir düzen kurdular ki; evlerinde eşleri kara çarşaflı, iş yerlerinde sekreterleri mini etekliydi. Ülkücü mafyaya kafayı takıp, partiyi sürekli budayanlar böyle bir sınıfın zuhur etmesi,  yetmeyip yaşaması için Türk milliyetçiliği kurumsal kimliğini hizmetlerine amade ettiler.
Bugün yine Devlet Bahçeli ve avenesi 1980 öncesine benzer sürecin bir başka versiyonunun öncülüğünü yapıyorlar. Türk milliyetçileri; yine Devlet Bahçeli marifeti ile o yeşil komünistler ve onların çocuklarının muktedir olmaları için devreye sokuldular. İstedikleri gibi hükumet etmeleri, muktedir olmaları ve omuzlarda taşınmasına devam ediliyor.
Nasıl bir kara bahtımız varmış; külfete varız, nimete hayır. Ölüme koşa koşa giden "Özel Hareket" dışında nerede varız. Kaç tane ülkücü bakan, kaç tane ülkücü Cumhurbaşkanı yardımcısı, kaç tane ülkücü vali, emniyet müdürü, rektör, dekan kamu yönetim kurulu üyeliği...var; söyler misiniz.
Ve, bizler; özgür düşünen demokrat Türk milliyetçileri olarak İYİ PARTİ; o, şu bu... her ne adla olursa olsun; bu kara talihimize İtiraz adına yaptığımız arayışlar yüzünden; kıytırık, daima kullanımlık olup, hep aldatılmaya teşne sünepe siyasal İslamcılara yaranmak adına yine kendi ülküdaşlarımız tarafından olmadık aşağılamalara maruz kalıyoruz. İllaki o helalleşme günü gelecektir. Allah (C.C) her şeye şahittir.

İYİ PARTİ taban heyecanını kaybediyor, Peki Önlemi nedir?
İYİ PARTİ'de tabanı diri ve heyecanlı tutacak, buradan da büyümesini sağlayacak olan en önemli argüman; AKP ve tek adamlı partili Cumhurbaşkanlığı sistemine; daima, her vesile ile her yerde ve her zaman karşıtlığını dile getirmesidir.
Dolayısıyla, İYİ PARTİ olarak demokratik olgunluk adına Cumhur ittifakına karşı gösterilebilecek en ufak bir yumuşama, işbirliği tabanda doğrudan zafiyet ve aldatılmışlık olarak algılanacaktır.
Çok gariptir ki; İYİ PARTİ en ideal ekonomik çözümü dile getirip, sunsa taban nezdinde herhangi bir heyecan uyandırmaz ama mevzunun ne olduğunu dahi sorgulamadan "Meral Akşener Erdoğan ile görüşecek" gibi bir habere şiddetle tepki gösterip, kabul etmeyeceklerdir. Tabana dair gözlemim budur.
Çünkü insanlar İYİ PARTİ'yi; Erdoğan ve AKP karşıtlığının birikimi olan adeta taşınamaz hale gelen öfkelerinin dindirilip sonra da rehabilite edildikleri yer olarak gördüler, omuz verdiler, aidiyet duydular.
Efendim denilebilir ki; "Ülke menfaati için zorunluluk halinde işbirliği yapılabilir, ne var bunda". Mümkün değil, tahammülsüzlük had safhada. Taban psikolojisinde; ülke menfaati gibi bir mazereti ön plana çıkaracak kadar kurumsal bir aidiyet duygusu oluşmadı. Kurumsal aidiyetin oluşması ve taban nezdinde tutması için partinin kuruluş gerekçeleri ile yüzde yüz uyumlu bir siyasetin yürütülmesi tabanın en büyük ortak arzusudur.
Bu anlattığım normal bir hali mi; elbette hayır. Ama nedenini düşünmesi gerekenler müsebbibi olanlardır.
Mehmet Soral
soralmehmet@gmail.com

DİYANET'İN ATATÜRK'E SÜREGELEN İHANETİ

Diyanet'in Atatürk'e Süregelen İhaneti
Yine milli bayramlarımızdan birisi; 30 Ağustos zafer Bayramı. Ne tesadüf; günlerden de cuma ve imam hutbede.
İmam topu evirdi, çevirdi; millet dedi, ecdat dedi, Müslümanlar dedi, 1071 Malazgirt dedi ama bir türlü Türk milletinin bu özel gününe atfen "Türk milleti" diyemedi. Atatürk'ten bahsetmedi. Sanki dili lal oldu 30 Ağustos Zafer Bayram'ını anmadı. Beynim karıncalandı "Milletini bilmeyen ecdadın..." diye haykırmak istedim.

İmamı dinlemeye çalışıyorum ama içimi; caminin yarattığı uhrevi ve mistik havanın yerine öfke sardı. Çabalıyorum ama boşuna; zihnimden geçenlere mani olamıyorum.
26 Ağustos taarruzu zaferle sonuçlanmasaydı; Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulamayacağı gibi Osmanlı'nın yerinde yeller esecekti. Muhtemelen İngilizler birilerine; müsaade ettikleri bir yerlere seccadelerini serip namaz kılmalarını temin edeceklerdi ama hiç bir şekilde Türkün adına bir devlet de olmayacaktı.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti denince O'nun banisi Mustafa Kemal Atatürk ve O'nun silah arkadaşlarının isim veya isimlerinin bu mübarek ve de özel günde camide; hatırlanıp, vesile kılınıp ruhlarına fatihaların gönderilmediği bir cami hutbesi olabilir miydi.
Sonra düşündüm; bu kadar nankör zihniyetin tayin ettiği imamın arkasında namaz kılmak; eğer imanlı birisi olduğuma dair iddia sahibiysem; camiden çıkıp gitmek gibi bir protestoyu denesem nasıl olurdu. Camide oğlum da vardı; çıkıp gittiğimi görünce merak edecekti. O olmasaydı muhtemelen düşündüğümü yapacaktım.
Allah şahittir ki gerekçem; imanlı ve samimi insana yakışan nankör ve inkarcıların arkasında değil namaz kılmak; önlerine geçip onları insanlığına ve erdemliğe taşıma gerekliliğine inanmamdır.
Her milli bayramımızı bana zehir edenleri lanetliyorum. Bugünkü hutbenin işleniş şekli tesadüf değildi, yıllardan beridir süre gelen genel bir haldir. Türk milliyetçiliği kurumsal kimliği adına; benim gibilere "Türk milliyetçisiyim, ülkücüyüm" demeyi yasaklayıp bu zihniyete kol kanat geren Balgat mukimi ve avenesi; cami cemaati arasında sizler de vardınız. Sormak isterim; vicdanınız rahat mıydı. Türk milletinin ve Atatürk'ün adını anmaktan imtina edenlerin değirmenlerine su taşımanız daha ne kadar devam edecek.
İnşallah 800 bin değil 8 milyon oy farkını çaktığımız gün sadece hutbelerde değil her yerde ve her zaman Türk milletinin de, Atatürk ve O'nun silah arkadaşlarının da isimleri hatırlanacak, rahmet ve şükran duyguları ile anılacaklardır.
Türk milletinin geçmişten bu güne şanlı mücadelelerinin zaferlerle sonuçlanmasına atfen ilan edilmiş olan 30 Ağustos zafer Bayramınızı en içten duygularımla kutluyor, özellikle bugünlerde devamını diliyorum.

Meral Hanım işini bilir; ''Elma'' Demesini de bilir ''Alma'' Demesini de bilir
Meral Hanım pekala elma demesini de alma demesini de bilir.
Cumhuriyet değer ve kazanımları olan Milli bayramlar için kutlama retüellerine iştirak etmek bir gelenek olup, asıl yapılmaması değerlerin kaybı demektir.
Ancak 15 Temmuz ihanet kalkışmasına karşı verilen mücadele ile onun anlam ve önemini bilip, vakıf olmayı sadece belli bir kesime maal etme çabası veya buna yönelik görüntü, söylem ve düşünceler nedeniyle; o ihanet gününün yıl dönümü geldiğinde elbette 30 Ağustos, 29 Ekim veya 23 Nisan kutlamaları gibi olmuyor.
Mesela bu sene 15 Temmuz'dan üç gün önce günlerden cuma imiş. Bakın bakalım o gün hutbelerde imamlar nelerden bahsetmişler, dün yani 30 Ağustos cuma günü yine hutbede hangi heyecanla, nelerden ve nasıl bahsetmişler. Maalesef özelikle AKP 17 yıllık iktidarı boyunca milli gün ve kutlamaları ikiye ayırdı; birincisi cumhuriyet değer ve kazanımlarına binaen belirlenmiş özel günler ki; AKP'nin hükumet eden sorumluları her nedense bu günlerde hep hasta olurlardı. İkincisi, 15 Temmuzu adeta kendilerinin özel günü gibi görüp o gece salalar verilerek farklı bir mantalite ile anılması.
Dolayısıyla 15 Temmuz anısına yapılan davet ile 30 Ağustos, 29 Ekim veya 23 Nisan kutlamaları için yapılan davetlerin aynı ruh haliyle yapılmadığı aşikar olarak fark edildiği hatta yukarıda da ifade ettiğim gibi fark ettirildiği için Meral Akşener 19 Mayıs'da Samsun'da o gün o ilde olduğu halde Erdoğan'ın davetine, söz konusu toplantıyı AKP'nin Show'u olarak görüp katılmamıştı ama 30 Ağustos Zafer Bayramı bir cumhuriyet değer ve kazanımı olduğu için davete icabet etmiştir.
Bazen de olur ki; "Hadi bakım, arkamdan söylediğini bir de yüzüme söyle" demek için de muhatabın makamına gidilebilir ama bu davete iştirakin tamamen cumhuriyet değer ve kazanımları olan retüellere sadakat gereği olduğuna inanıyorum.

İmamoğlu Yanlış Yaptın
İmamoğlu sözüm sana. Sana kurulan Diyarbakır tuzağı, sağladığın prestiji ortadan kaldırmaya yöneliktir. Kurulan bu tezgahı CHP içindeki radikal sol düşünmüş olabilir. Sana strateji hatası yaptırıyorlar, bilesin.
Endişem o ki; İYİ PARTİ'yi AKP'ye, CHP'yi de HDP'ye itmek gibi sinsi bir tezgahın devreye sokulduğudur. Amaç; millet ittifakını ete kemiğe büründüren ortak ruh halini sabote ederek ayrıştırmak, tekrar bir işbirliğini mümkün kılmamaktır. HDP seçmeninin bir şekilde sana oy vermeyi tercih etmesi ile senin bizatihi PKK ile arasına mesafe koyamamış HDP kurumsal kimliğiyle halay çekmen aynı şey değildir. Devlet Bahçeli Ahmet Türk'ü serbest bıraktırır, konuşulmaz ama sen Ahmet Türk ile yanyana gelirsen linç edilirsin.
Oylar sayılırken kimden geldiği bilinmez ama HDP kurumsal kimliği ile çektiğin halay ortada değil mi. Cumhur ittifakı gerekirse Apo ile aynı masada kebap yerler; sahip oldukları medya ve basın gücü sayesinde algı yönetimi ile de bunu çok güzel masumlaştırırlar ancak aynı basın ve medya gücü senin bir günde ipini çekerler bilesin. Dolayısıyla, yol yakınken aklını başına al, kendini toparla derim.
İYİ PARTİ'li birisi olarak millet ittifakını can-ı gönülden desteklememin nedeni; CHP'nin ulusalcı solun inisiyatifinde süreci götürmüş olmasıdır. İmamoğlu formülünü de bunlar bulup, keşfetmişler; sayelerinde de oturmuş ve murat edilen sonuç da alınmıştır.
İYİ PARTİ'ye gelince; bütün meşruiyetini MHP'nin Devlet Bahçeli liderliğinde AKP'ye adeta entegre edilmesine itiraz eden Türk milliyetçilerinin bir projesidir. Dolayısıyla, İYİ PARTİ'nin AKP ile zerre miskal işbirliğine gitmesi demek, partinin kuruluşundaki başlangıca, yani sıfır noktaya dönmesi demek olur ki; buna itirazımız şiddetli olur.
Muhataplarının dikkatine arz ederim.
soralmehmet@gmail.com