19 Nisan 2020 Pazar

''TÜRK MİLLİYETÇİSİ'' SIFATINI KİRLETME OPERASYONU

''Türk milliyetçileri de hain olabilir'' algı operasyonu ve Ümit Özdağ
Hainlik yapa yapa muktedir olanlar şimdi de muktedir olmanın gücü ile hainlik yapmaya devam ediyorlar.
Siyasi karşıtlarınıza hainlik isnadı ile suç icat etmek her ne kadar sizin genel haliniz olsa da; bizim itikadımızca bu genel haliniz her geçen gün yaşanan zulme dönüşmüştür.
Bu devleti kuran kurucu irade olan Türk milliyetçiliği ve vatanseverlik üzerine fikirlerin tartışılıp, siyasal alt yapısının ete kemiğe büründürülerek, kurumsal kimliğin oluşturulduğu sıralarda; Ümit Özdağ Başbuğ Alpaslan Türkeş ve Babası Muzaffer Özdağ'ın yanında kısa pantolonu ile odadan odaya koşan bir çocuktu. 

Hainliğe rahminde gönüllü taşıyıcılık yapanlar Ümit Özdağ'a hainlik ithamında bulunamazlar. Türk milliyetçilerinden hain çıkarmak ancak filim çevirmek için yazılacak senaryo ile mümkündür, o filimde de izleyiciyi ikna edemezsiniz, protesto edilirler. 
Zamanın genel kurmay başkanının tüm itirazlarına rağmen Türk Ordusunun kozmik odasının anahtarını düzmece ve sahte belgelere hain yapılanmanın eline verenler; hangi akıl, mantık ve vicdanla  üstelik de bunun müsebbibi olanlar hala devletin tepe noktalarında görev yapmaya devam ederlerken Ümit Özdağ için dokunulmazlığının kaldırılması ve yargılanması için fezleke hazırlanabilir.
Aşikar olarak devlet erkanının, siyasi parti temsilcilerinin katılmış olduğu; bizatihi hükumet tarafından kimliği sır olmaktan çıkarılmış, Libya'da şehit olan ordu mensubu komutanımızın kimliğine atfen Ümit Özdağ'ın baş sağlığı ve Allah'tan rahmet dileklerine "Hainlik" izafe eden bir mana yüklemek yine her zaman olduğu gibi zorlama bir suç icadı dır. Meselenin aslı; meclisin hükumete sınır ötesi harekat için verdiği yetkiyi kötüye kullanarak suistimal etmesine karşılık gösterilmiş olan tepkidir. 
Ümit Özdağ iyi yetişmiş öz güven sahibi; her anını Türk milleti ve devletinin hayrına neler yapabileceği üzerine harcayan Türk milliyetçisi vatansever bir bilim adamıdır. Ne düşünüp ne yapmışsa bu minvalde olmuştur.
Ne o; Türk milliyetçiliği adına ortaya konan direnci lekelemek için Ümit Özdağ'ı mı seçtiniz. Aynen Türk tarihi denince akla gelen algıyı kirletmek için rahminizde taşıdığınız hainlerin yaptıklarına "Ergenekon" ismini vermelerinde olduğu gibi.
Peki Ümit Özdağ'ın cezalandırılmasını ilk talep eden kim; çok acı; sorulduğunda ''Türk milliyetçisiyim'' diyen birisi.
Nasıl bir kadere sahip olmalı ki; fetö'ye rahmini kiralayanlar O'nu ''Ergenekon kumpası''ında da cezalandırmak istemişler ama başaramamışlardı.
Nasıl bir inat, nasıl bir korku olmalı ki; hala vaz geçmiş değiller, kumpaslara aynen devam ediyorlar. Ama bu sever kumpasın amirali hane içinden. Yani ağaç misali.... Ne demiş ağaç; "Belime belime vuran acımasız o baltanın sapı benden; yanarım da ona yanarım"
Düşmanın vurması en doğal, en tabi olandır; ya dost bilip, sırt sırta verdiklerimizin kalleşliği...

Prof. Dr. Ercüment Ovalı hocamıza tahammülsüzlük neden dir.
Sevgili Ercüment Ovalı Hocam size olan husumetin nedeni; sosyal medya hesabınızın profiline koymuş olduğunuz bu şeref ve onur abidesi kahramanların resmidir.
....
Ercüment Ovalı hocamız bir grup arkadaşı ile kendilerini karantinaya alarak Coronavirüs'e karşı çare bulmak üzere çalışma yapıyorlar. Bu arada sevdalısı olduğu Türk milletine malum hastalıkla ilgili faydalı olacağını düşündükleri bir ilacın kendi sosyal medya hesabı üzerinden etkinliğinden bahisle tıp camiasını haberdar etmek istedi.

Bu bilgi elbette yapmış oldukları çalışmanın nihai sonucu değildi. Acil şifa bekleyen hastalara faydalı olacağını düşünerek, bir anlamda umutsuz vakıalara bir an önce çare olabileceğini düşünüp, bilgi paylaşımında bulunmuştu.
Ancak ne var ki; benimde şahsen çalışma performansı nedeniyle övdüğüm sağlık bakanımız; Sayın hocamızı ve ekibini, göstermiş oldukları çabaları nedeniyle övmek yerine refüze ederek, haksız bir ithamla adeta umut taciri olarak gösterip, patent hırsızı gibi lanse ettiler.
Oysa bu insan ve ekibi başkasına ait patenti olan bir ilacı biz keşfettik demiyorlar, tavsiyede bulunuyordu.
Hepimiz de şahit olduğumuz üzere kaç gündür bir çok tıp adamı TV programlarında Coronavirus'e karşı etkin olduğunu düşündükleri veya iddia ettikleri bir çok ilacın ismini vererek konuşmalar yapıyorlar. Sağlık bakanı onları hiç bir şekilde uyarma ihtiyacı duymadı.
Özellikle muhalif belediyelerin bağış toplamalarına mani olan gerekçenin arka planında ne niyet var ise aynı niyetin devamını anlaşılan burada da görüyoruz.
Şimdi Tanrı'ma dua ediyorum; "Tanrım sen Ercüment hocamı mahcup etme, yar ve yardımcısı ol"
Tanrı Türk'ü korusun ve yüceltsin.

Yardımlaşmanın cezalandırılması ve bakkal defteri 
Şimdi muhtemelen "Tek adam" ve O'nun kurmayları Mansur Yavaş'ın başlattığı "Fakir fukaranın bakkal defterlerindeki borçlarını kapama" kampanyasına nasıl yasak getirebiliriz diye düşünüp duruyorlardır.
Muhtemelen;
-Acaba bakkal borçlarını ödeyenleri mi cezalandırsak. Yok o olmaz işte. Adamlar isimlerini vermiyorlarmış ki.
-O zaman her bakkala giren çıkanı takip etsek. O da olmaz, fark edenler niçin beklediğimizi merak edip, sorgularlar.
-Bakkalların defterlerine bakıp, eksiklik bulalım, oradan tepelerine bineriz. Yok yok; o da olmaz. Veresiye defterler kanuni değil ki; inceleyemeyiz. Ama şu olabilir. Hani veresiye defter sayfaları sürekli çevrildiklerinde kirleniyorlar ya; işte il sağlık'dan bir ekip gönderelim, defteri görüp, sağlık için endişe verici bir görüntü deyip basalım cezayı. O da olmaz; çok basit bir gerekçe, niyetimiz ortaya çıkar.
-Elektrikleri keselim anasını satayım. Ne kasa çalışır, ne de post makinası.  Salak mısın oğlum, adımların trafoları tek tek özel değil ki; diğer esnaflar ne olacak.
-Hadi def olun gidin evlerinize. Sabana kadar düşünün. Bu işi kesin engellememiz gerekiyor, çözümü bulun öyle gelin. İşinizi ciddiye alın. Buna mani olamazsak elimizden her şey uçup gidecek, bilesiniz.
Aralarında böyle bir muhabbetin döndüğünü düşünüyorum(!)

İnfaz yasası meclisten geçti ve oylamaya katılım durumu
Dün meclisteki infaz yasası oylamasında partilerin oylamaya katılım ve tercih durumları.
CHP : 139 vekilden 19'u
HDP : 61 vekilden 24'ü
İYİ parti: 37 vekilden 8'i
MHP : 49 vekilden 48'i katılmış

Evet, muhalefet "Nasıl olsa sayımız yetmeyecek, sonucu değiştiremeyiz" peşin hüküm ile oylamaya duyarsız kalmış olabilirler ancak İNANMIŞLIK ve ADANMIŞLIK ne olacak peki.
Partilerin kurulurken ki ilk hamleleri ilk seçimde iktidar olmaktan ziyade bir grup insanın inanmışlıklarını ve adanmışlıklarını ortaya koymaktır. Daha sonra bu aynı amaç etrafında bütünleşme sağlandıktan sonra iktidar olmaya yönelik iddialarını ortaya koyup, çalışmalarını sürdürürler.
Dolayısıyla şartlar ne olursa olsun; iktidar karşısında muhalefetin istikrarlı bir şekilde ve ısrarla devam ettirmesi gereken ilkesi ne olmalıdır; inanmışlık ve adanmışlığını muhafaza ettirmesidir. Bunun muhafazası için ne gibi bir mücadelenin ortaya konduğu görüntüsü ise seçmen sadakatini etkileyip, belirleyecektir.
Dolayısıyla, hele ki meclisten geçmesi istenmeyen bir yasanın oylanması sürecinde muhalefet olarak elden gelen ne varsa ortaya koymak lazım. Yukarıdaki tablo muhalefet açısından çok kötü bir karne dir.
Not: AKP kuruldu ve hemen iktidar oldu ama onun farklı bir tarafı var; Pensilvanya(Fetö) kılavuzluğunda, ABD'nin uhdesinde BOP projesi için kurulmuş bir partidir. BOP eşbaşkanlığından istifa edildiğine dair bir duyumum yok, ya sizin...
Mehmet Soral
soralmehmet@gmail.com

14 Nisan 2020 Salı

BİR İSTİFA VE AKLA GELENLER

Süleyman Soylu'nun istifası üzerine...
Ne oldu. Şimdi bizler Süleyman Soylu'nun Erdoğan'ın hiç fikrini almadan mı istifa ettiğini düşüneceğiz.
Sizleri bilemem ama ben algılarla bir sürecin devam ettirildiğini düşünüyorum. Bu istifa ve istifayı kabul etmeme sürecini; "Sokağa çıkma yasağı" kararının olumsuz yansımalarından hükumeti kurtarma çabası ile birlikte, önce mağduriyet, sonra da bu mağduriyetten kahramanlık çıkarma çabasını seziyorum. Kısıklı Meydanında Süleyman Soylu için referans olsun diye bir kahramanlık hikayesi daha yazılmış oldu.
Kurgulu bir istifa süreci ile vebal altına girilen olağanüstü hal ilanından kaynaklanan krizi yönetememe hatasını zihinlerden silmek ve gündemi bir başka krizĺe değiştirmek için algı mühendisliği sergilenmiş oldu.
Artık marketlere hücumla heba edilen karantina kazanımlarının 15 gün sonraki yansımalarını tartışmayacağız. Süleyman Soylu ne yapmak istedi, Erdoğan ne düşündü, AKP nereye gidiyor, Devlet Bahçeli niye böyle dedi gibi konular gündemimizi işgal edecektir.
Diğer bir husus; Süleyman Soylu şayet Erdoğan'ın fikrini almadan istifayı düşünmüşse bunun anlamı; önümüzdeki günlerde siyasi arena hareketlenip, kartlar yeniden karılacak demektir ama böyle bir şey yok elbete.
Erdoğan'ın birinci derecede yakınında olan, hele ki bu iç işleri bakanı birisi ise; O'nun fikrini almadan istifayı düşünebileceğine kesinlikle ve kesinlikle inanmıyorum. Çünkü aynı insanın istifa etmelerini istediği insanları nasıl istifaya zorladığını da çok iyi biliyoruz. Yani demem o ki; gerekçe ne olursa olsun, tüm istifaların gerisinde Erdoğan'ın iradesi vardır. 
Bir ihtimal daha var ki;
Devlet Bahçeli hiç bir zaman Türk milletine lider olmayı düşünmemiş, Türk milliyetçisi birisinin de lider olmasını istememiştir. Şimdi de Erdoğan ile birlikte Süleyman Soylu'yu geleceğin lideri olarak hazırlıyor olabilirler mi.
Geçen hafta MHP'deki eski ülkü ocakları başkanlarının ihraç edilmesindeki amacı daha iyi anlıyoruz ki; olur da Süleyman Soylu MHP'nin açık tutulan kapısından girecek olursa bu adamlar aksilik çıkarmasınlar diye. Pekala olabilir.
Aynen siyasal İslamcıların muktedir olabilmeleri için fetö'nün; Ergenekon ve Balyoz kumpasları ile direnç gösterecek olan Türk milliyetçisi, ulusalcı; kısaca cumhuriyet değer ve kazanımlarına bağlı her asker, akademisyen, hekim, hakim, savcı, iş adamı, esnaf veya vatandaşların tasfiye edilmeleri, hatta hapislere atılımları sürecinde olduğu gibi. Direnç gösterecekler tasfiye olmalı...
S.Soylu istifa etti diye ağlaşan biatcı "Ülkücümsü"lerin feryadı figanlarından ve akabinde Devlet Bahçeli'nın 15 Temmuz refleksini gösterir gibi Erdoğan'dan önce "Süleyman Soylu istifa etmemeli" mesajını atmasından anladığımız budur.
Sonuç itibarıyla, cumhur ittifakının devlet üzerinde oluşturduğu vesayetin Erdoğan-Bahçeli sonrasında devamı için Süleyman Soylu el birliği ile o günlerin liderliğine hazırlıyorlar.

Belli duruşu olan nitelikli Türk milliyetçilerinin tasfiyeleri devam ediyor
Balgat mukimi ve avenesi düşündüler ki; adeta devletle bütünleşmiş, tek adam iradeli AKP'ye sırtlarını dayayarak; MHP delegelerinin tümü kongre isteseler bile kendilerinin istememesi durumunda gerçekleşmesi mümkün değil.
Bu ihtimali sağlama aldıktan sonra ikinci bir ihtimale karşı önlem alınıyor. MHP'de genel başkan adayı ve onun etrafında organize olma ihtimali ve potansiyeli olan herkes isim isim belirlenerek teknik ve hukuki olarak MHP kurumsal kimliği üzerinde hiç bir şekilde iradelerinin söz konusu olmaması için tasfiye süreci yürütülüyor. Bu niyet öyle belirgin ki; MHP'de kaydı olmayan ama Türk milliyetçisi önemli bir ismi bile ihraç edebiliyorlar.
Türk milliyetçilerinin devlete hakim olup, yönetme konumuna gelememesi için aşağı yukarı tüm ihtimaller denendi. En dağınık haldeyken bile hepimizin tek kurumsal irade altında birleşmemiz durumunda %30 oy potansiyeline sahip olan, ne yazık ki oraya buraya savrulmuş, yetişmiş nitelikli insan gücüne sahip Türk milliyetçileri özellikle bugünlerde kendisini sorgulama sürecine girmiştir.
Bu sorgulamadan ne çıkar; mevcut statünün devamı halinde hiç bir sonuç çıkmaz. Yani hala "Aslında devlete hakim irade biziz, Devlet Bahçeli her şeye hakim, Erdoğan O'nun aklına göre hareket ediyor" şeklindeki uhrevi bir güç yüklemesi ile oyalanmak olsa olsa avunmaktır.
Öyle bir şey olsaydı o şaibeli meşhur Manisalı ağlak adamın yerinde o değil de bir Türk milliyetçisi olurdu. Yani Türk milliyetçisi bir isim cumhurbaşkanı baş danışmanı veya yardımcısı veya bakanı olsaydı; kendisine yüksek sırlar ve sihirli güçler nezdinde bilinmezlikler atfedilen Devlet Bahçeli argümanının büyüsü mü bozulurdu.
Ben MHP'de kayıtlı falan değilim diye Türk milliyetçiliğine inanmış ve adanmışlığım bitmiş değil. Türk milliyetçileri olarak içinden geçmekte olduğumuz süreç; güneşin altında kavrularak değil bir gölgeye çekilerek çaresizliğimize çare aramaktır.
MHP'yi sadece bir parti olarak görenler hiç bir zaman beni veya benim gibi düşünenleri anlayamayacaklardır. Bizler her ne kadar itilerek, kakılarak oraya buraya savrulmuş olsak bile; adamlığımızın mayasında MHP kurumsal kimliğine aidiyetimizin sağlamış olduğu büyük kazanımlar var. Bunu bize rahmetli Başbuğ öğretisi kazandırmıştır. Belki de ondandır; belli bir yetişmişlik ve yaşın üzerindeki Türk milliyetçileri gönüllü olarak sürgündeyiz.
Ben "Kızıl elma"mı "Üç hilal"e sarıp, sırt çantamda saklayarak bir çınarın gölgesinde dinleniyorum. Yılmak yok, yolculuğa devam.

Açım diyen anaya ''Geber'' diyen müdür
Aile ve sosyal işlerden sorumlu il müdür yardımcısı kendi görev alanını doğrudan ilgilendiren "Açım; dışarıya çıkmayayım da ne yapayım" diyen bir anaya cevabı "Geber" olmuş.
Bu adam üstelik de sosyal medyada herkes tarafından okunacağını bildiği halde; hangi cür'etle böyle aşağılık bir karşılığı vermiştir.
Çünkü bu insanları o makamlara taşıyanların nitelikleri de benzer insanlar. Tayın ve atama için ana kriter efendisine bağlı "Biatcı köle" olmak. O nedenledir ki; ağızlarından çıkan sözlerin bedelini ödemek veya hesabını vermek gibi bir endişeleri yoktur. Çünkü bütün hesabı kitabı yapan efendisidir. Biatcı, kayrılan bir başka köle milletin anasına sövmüştü, sonuç; önüne konan yalın miktarı artırıldı.
Şunu da biliyorlar ki; bu biatcı köleler telafisi mümkün olmayan bir hata işlemiş olsalar bile; bir başka kazığa çok kolay bağlanıp yine bir şekilde ödüllendiriliyorlar. Bunlar saygın iş adamları, hatta büyük elçi bile olabilirler.
Burada esas olan; yukarıdan gelen emirleri herhangi bir inisiyatif ortaya koymadan biatcı köle refleksi ile gereğini yapmaktır.
Ödediğim vergilerden zerre miskal senin kursağından geçmişse şayet; .....
Ulan yavşak, bedduayı karakterime yakıştıramadığım için devamını getiremedim ama nasıl olsa Allah her şeye şahit, bildiği gibi yapsın.

Bir  milletvekilinin nezaketi ve zarafeti
Bugün bir konuda kendisine danışmak ve görüşünü almak üzere daha önceden tanışmadığımız bir vekilimize, başkasından aldığım telefon numarası ile ulaştım. İsmimi verdiğimde gıyaben tanıdığını söyledi.
Karşılıklı hal hatır sorduktan sonra konuya girdim. Sorumu sordum, yorumlarını detaylıca aldım. Tam kendisine teşekkür etmek üzereyken; "Bugün annemi kaybettim" der demez, büyük bir mahcubiyetle özür dileyip, bilahare teşekkür ederek konuşmanızı bitirdik.
Oysa bilmediği bir numaradan aramam nedeniyle cevep vermeye bilirdi veya söze girmeden acısını ifade ederek bir başka uygun zamanda görüşebileceğimizi ifade edebilirdi, ben de makul karşılardım. Geçiştirerek bunu yapmadı; son derece nezaketli ifadelerle beni tatmin edecek yorumlarını yapıp, cevabını verdikten sonra ancak acısını dile getirdi.
Saygınlığını yitirmiş "Milletvekilliği"nin zihinlerdeki algısını ne derece değiştirir bilemem ama bu bayan vekilin takdire şayan davranışını önemli buldum, sizlerle paylaşmak istedim.

Ceza infaz yasasında arkadan dolanarak gerçeği gözden kaçırmak
Şimdi haberleri izledim. Aynen spikerden dinlediğim cümlede geçen ifâde "Ceza infaz yasası adalet komisyonundan geçti. Kadına şiddet ve uyuşturucu suçları kapsam dışı tutuldu"
Ancak ne var ki; adalet koalisyonundan geçen yasa tasarısının metninde Kadına şiddet ve uyuşturucudan tutuklu olanlar  coronavirüs tedbirlerine bağlı olarak ceza infaz yasasından bakın nasıl yararlandırmışlar.

"Türk Ceza Kanunda yer verilen devletin güvenliğine karşı işlenen suçlar, anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar, milli savunmaya karşı işlenen suçlar, devlet sırlarına karşı suçlar ve casusluk, Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlar ve örgüt faaliyeti kapsamında işlenen suçlar hariç olmak üzere, toplam hapis cezası 10 yıldan az olanlar 1 ayını, 10 yıl ve daha fazla olanlar ise 3 ayını kapalı ceza infaz kurumumdan geçirmiş olan iyi halli hükümlülerden ilgili mevzuat uyarınca açık ceza infaz kurumlarına ayrılmalarına, 1 yıl veya daha az süre kalanlar, talepleri halinde açık ceza infaz kurumlarına gönderilebilecek"

Bu ifadeye göre "Kadına şiddet ve uyuşturucu suçları"nın kapsam dışında tutulduklarını anlamamızı sağlayacak cümle bu metnin neresinde geçiyor Allah aşkına.
Değerli dostlar,
Olup biten şu. Milletin doğrudan tepkisini çekeceği düşünülen ama cumhur ittifakının yapmak istediği yasa düzenlemelerinde tasarıyı uzun metinlere boğup, murad edileni metnin orasına burasına gizleyerek yasaları çıkarmak onların geleneği haline geldi. Rahşan affında da benzer şeyler olmuştu. Af edilmeleri mümkün olmayacak insanlar dışarı çıkıp da peş peşe cinayetler işlenince millet o zaman ne olup bittiğinin farkına varmıştı.
Ne tesadüf değil mi; "Rahşan affı"nın hazırlanmasında da yine Devlet Bahçeli inisiyatifi söz konusuydu.
Rahmetli Başbuğ'u rahmet ve şükranla anıyoruz
Başbuğum sana bir müjdem var. Her ne kadar senden sonra her birimiz dört bir tarafa savrulmuş olsak da; önderi olup uğruna kavgalar verdiğin, işkenceler gördüğün "Türk milliyetçiliği Hareketi"ni ayakları altına alanların ayaklarını kırıp, oyunlarını bozduk.
Otağımız dağılsa da; inanmış ve adanmışlığımız ile mücadelemize aralıksız devam ediyoruz. Bıkmış, usanmış değiliz. Otağımızı yeniden kuracağız. Şunun şurasında ne kaldı ki; iki adım ötesi...
Velhasıl kelam Başbuğum; haberin olsun evlatların direniyor, kazanmaya ramak kaldı.
Ruhun şad, mekanın cennet olsun.

Her hafta temsili cuma namazı kılmak...?
Temsili cuma namazı; siyasal İslamcılığın bizatihi bir devlet kurumu olan Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından tescil edilmesidir.
Dinimize göre kılınan namaz sadece kılanı ilgilendir. Her türlü vebali yine Müslümanım diyen her kulun bizatihi kendisini ilgilendirir.
Dolayısıyla,
Şayet beni temsilen cuma namazı kılmış iseniz; zerre miskal beni bağlamaz. "Temsili cuma namazı" 
direğe Türk bayrağı çekmek değildir.

Tarımı öldürseler de gene umudumuz o dur
Memleketimden biliyorum. Hayvancılık ve tarımla uğraşan bir çok hemşehrim buğday tarlalarındaki son ürünlerini toplayıp, havanlarını da satarak kamyonlar aldılar. Sonra İstanbul'a gelip nakliyatçılık için gümrüklere kayıtlarını yaptırdılar.
O kamyonlar ile bizatihi kendilerinin daha önce köylerinde yetiştirdikleri, şimdi de başkaları tarafından yurt dışından ithal edilen hayvanları, buğday başta olmak üzere her türlü tahılı ve ucuza geliyor diye Çin'den ithal edilen çer çöpün nakliyesini yapıyorlar.
Eğer tarım ülkesi olan ülkemizde tarımı cazip kılıp, tarımda sanayileşmeyi amaç haline getirmiş olsaydık belki de bu insanlar İstanbul'a göç etmeyi düşünmeyecekler, tarım ile iştigale devam edeceklerdi.
Coronavirus tahribatının ekonomimize yansımasını daha hafif atlatabilirdik. Bu insanlığın ortak sorunu Coronavirus'ün doğrudan ve geniş çaplı etkileyeceği alan gıda sektörünün olacağı aşikar. Özellikle Rusya "Ürettiğim buğday ancak bana yetiyor, satamam" derse...Neyse biz gene de ağzımızı hayra açalım.
soralmehmet@gmail.com

2 Nisan 2020 Perşembe

OLUP BİTENLER ÜZERİNE DÜŞÜNCELERİM

Coronavirüs ile mücadelemiz ...?
Ey muktedirler 
Ailece günlerdir sosyal yaşamdan tecrit halde evimizde bilinçli vatandaşlar olarak almış olduğunuz kararlar dahilinde yaşamaya çalışıyoruz.
Ancak bir çok insan keyfe keder her birimizin katili olma ihtimali dahilinde, istedikleri gibi sokakta, parkta, bahçede, toplu taşıma aracında, bakkalda, markette veya şehir içinde aylak aylak dolaşmaktadırlar.
Bilinçli olmanın, iyi vatandaş olmanın bedelini bu sorumsuzlar yüzünden gene bizler mi ödeyeceğiz. Bu sorumsuz insanları; hastalandıklarında benden ayırmayıp, onları da insan sayıp hizmet almaları için önümde sıraya sokacaksınız. Bu aymazlık ve adaletsizliğe isyan ediyorum. Her sokakta görülen elbette sorumsuz değil ama kimi kimden nasıl ayıracağız.
Başta sokağa çıkma yasağı olmak üzere; zaruretten doğan, yaptırım gücü yüksek cezai önlemlerin alınması gerekir. Gıda, sağlık ve güvenlik alanında kimlikleri ve görevlendirilmeleri belirlenmiş insanlar dışında herkese en azından iki haftalık sokağa çıkma yasağı getirilmelidir. Çünkü bugün virüsü almış olan her kim olursa, iki hafta içinde hastalık somut olarak kendini gösterecek ve ülke sathında harita ortaya çıkacaktır.
Lütfen,
Ben bilinçli ama ahmak yerine konan vatandaş olarak sokaktaki aylak aylak gezen insanları penceremden izlemek istemiyorum. Bu can sıkıcı psikolojik halimiz sizin başınıza en korktuğunuz belayı açabilir. Bu da size bilinçli vatandaşın hayırlı bir öğüdü olsun tamam mı.

Belediyelerin bağış toplamasının engellenmesi
Toplanacak paralar gene eski usul yandaşlara peşkeş çekileceğinden; doğal olarak belediyelerin para toplama inisiyatifine mani oldular. Yine diğer bir husus; İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyük şehirlerin toplayacağı paraların dağıtımının halk üzerinde sağlayacağı memnuniyetin daha sonra oya evrileceği korkusu iktidarda panik yarattı.
Balgat'ın AKP'den yana tercihinin nedeni ise; Türk milliyetçiliği hareketine mensubiyet duyan herkesin ileriye dönük tercihlerinin nasıl olacağına dair ön kestirmelerini yapmış durumdalar. Artık Balgat tarafından anlaşılmıştır ki; AKP ve iktidara eklemlenerek gidebilecekleri en son noktaya geldiler. AKP'nin bizatihi kendisini taşıyamadığı bir süreçte "Balgat"ı (Özellikle MHP demiyorum) taşımalarının mümkün olamayacağı anlaşıldığından; son kerteye kadar AKP'den nasiplenmeye devam etmek istiyorlar.
Şimdi vatandaş belediyelere bağış yapamadıkları için gelip senin hesabına mı yatıracak sanıyorsun muhterem. Sanmıyorum. Sen ancak yandaşlarına haksızca dağıttıklarından bir miktar geriye toplayabilirsin o kadar.
Milletin bağış tercihine mani olmak; üstelik de içinde bulunduğunuz şartları dikkate aldığımızda; akıl tutulması bir şey. Olacak şey değil.
İnsanlar ve doğal olarak onların yönettikleri kurumlar en büyük yanlışları kaybetme korkusunun yarattığı telaş sırasında yapıyorlar. AKP ve ona eklemlenmiş Balgat'ın yaşadığı da aynen budur.
Bundan ala yanlış mı olur. Vatandaş cebinden fedakarlık yaparak belediyeyi vekil kılıp, ihtiyaç sahiplerine yardım etmek istiyor ama muktedirler buna razı değiller. Oysa belediyeler de seçilmişler; üstelik de henüz taze seçilmişler. Bugün için onların kararları daha değerli; zira yereldeki en taze şartlara göre seni de ekarte ederek tercih edilmişlerdir.

Millet olarak kutsiyet atfettiğimiz kavramların içini boşalttılar
Tabi onlar önce sistemi değiştirip, sonra da devleti dönüştürdükleri için devlet adına eylem ve düşünceleri bu minvalde oluyor.
Mesela asker, ordu, polis, okul, cami; hatta namaz, oruç, hayır ve hasenat denince itiraf ediyorum ki; benim de artık aklıma bu kavramların yirmi yıl önceki karşılıkları gelmiyor. Devlet denince benim aklıma tek adam ve O'nun partisi geliyor. Türk milletinin kutsiyet atfettiği tüm değerler yerle yeksan oldu.
Mesela bizim bildiğimiz ve yeni neslin de tahayyül etmesi gereken devletin zihinlerde öyle bir yüceliği, güçlü şekilde saygınlığı vardır ki; böyle bir devlet bağış dilenmez, ihtiyacı zaruri hale gelmişse koyar ek vergiyi veya artırır oranını bu işi böyle yapar. Bağış istemek belediyelere yakışır, çünkü adı üstünde yerel dir. Bölge ve insanının her türlü ihtiyacına vakıftır.
Devlet adına hükumetin içişleri bakanlığının belediyeleri her türlü takip ve denetleme yetkisi varsa; hükumet ne diye bir anlamda devletin de işini kolaylaştıran bağış toplamasına mani olmak ister.
Dedim ya; devletin değiştirilmiş ve dönüştürülmüş bugünkü hali; yetki paylaşımına, inisiyatif ortaya koymaya tahammülü yoktur. Çünkü AKP ve Erdoğan kendilerini devletin sahibi olarak gördükleri için "Bağış toplamak belediyelerin haddine mi" diyorlar.
Sen benim cebimdeki paramı kime ve ne şekilde bağış yapacağımın kahyası mısın.
Hükumet Coronavirus ile savaşı bıraktı anlaşılan. Belediyelerin toplamakta olduğu bağış miktarının kendi toplayacakları bağış miktarını geçeceğini fark ettiler. Uğrayacakları prestij kaybı ile milletin kendilerine olan güvensizliğin ortaya çıkma riskine karşı illerin valiliklerine gönderdikleri genelge ile belediyelerin bağış toplamasını yasakladı. Muhtemelen toplanan paralara da el konacaktır.
Oysa adı üzerinde; yerel yönetimler. Yani, ihtiyaç sahiplerine ulaşmada hem yakınlık, hem kolaylık ve hem de pratiklik söz konusu.
Diğer bir husus da; hükumet (Artık AKP Parti devleti diyebiliriz ) bu güne kadar kendi uhdesinde topladığı bağışları amacı dışında kullanmayı alışkanlık haline getirdiğinden; yine artık kafasında nasıl bir planlama yaptıysa gene toplanan bağışları kendi kontrolünde istediği şekilde dağıtmak için belediyelerin bağış toplama yetkisini kaldırmak istiyor.
Hukukçu falan değilim ama bağış toplama; belki de hükumetten ziyade yerel yönetimlere yakışan meşru bir alan gibime geliyor. Yerel yönetimler bu engellemeyi hukuk zeminine taşırlarsa haklı çıkarlar diye düşünüyorum.
Ey muktedir; ne yaparsan yap, hangi alicengiz oyununu oynarsan oyna; benim cebimden senin arzun doğrultusunda bağış yapmayacağım.
Bizleri illetliğe ve zilletliğe layık görürken kendinizi de itibarlı görmüştünüz değil mi.
Dolaysıyla, itibarınızdan taviz verip, tasarruf edemeyeceğinize göre; illet ve zillet dediklerinizden bağış beklemeniz de şanınıza yakışmaz.
Siz taviz verip, itibarınızdan olacağınıza biz "İllet ve zilletler" olarak bağış yapmayız olur biter.
Alzaymır hastası değiliz ki; hafızamıza mıh gibi çaktığın o ithamlarınızı unutalım.
Kendi yandaşlarının bile isyan ettiği; milletin en büyük ve eski hayır kurumuna güven ve itimatı; yaptığı görev suistimali ile yerle yeksan eden başkanı hala görevine devam ederken; hiç kimse kusura bakmasın, imkanım ölçüsünde yapabileceğim bağışlarımı kendi tespit edeceğim ailelere yapmayı düşünürüm.
Sen milletin ne düşündüğünü önemsemiş olsaydın ilk önce o adamını görevden alırdın. Tercihiniz ondan yana olmuşsa, benim tercihim de vicdanımın sesinden yana olacaktır.
Güven ve itimat bağışı toplayan en önemli unsurdur.

Saray erkanına farz olan Cuma namazı 
Vay be; Saray erkanından olanlar yırttı. Ne yapıp edip cuma namazlarını kıldılar ya. Allah şimdi onlara cennette öyle bir iltimaslı alan ayırdı ki; belki de cenneti sadece bunlara tahsis edecek(!)
15 Temmuz üzerinden kahramanlık taslayıp kendini milletin yanında, birilerinin de nerede olduğunu sorgulayan sen; Allah'tan vahiy mi geldi ki; millete "Yasak" ettiğin saray erkanına "Hak" bildin.
Yine de bir eksiklik var; saflarınız sık değil. Oysa imam hep uyarır; saflarınızı sıklaştırın diye.
Niçin kıldığınız namazı bize gösterme ihtiyacı duydunuz ki.
Allah indinde sizin bize, bizim de size bir faydamız olmayacaksa; gösterdiğiniz show üzerinden gönderdiğiniz mesajı anlayamadık, izah eder misiniz.
Sizlerin kılabildiği bizlerin de kılamadığımız durumlarda, sırrı sizce bilinen beşinci bir mezhep mi zuhur etti de; kalan Müslümanlar olarak bundan bihaberiz.
Hele anlatın bakalım. Belki de bizim de işimize gelecek. Yoksa "Biz gerekeni yaptık, sizi cuma namazından azad ediyoruz" mu diyeceksiniz.
Öyle ya; müjdeyi hep peygamberler vermez ya...
Eğer bir muhalif olarak "Kanal İstanbul'un ihalesi yapılmalı ya da; biz halk olarak kılmasak bile, kesinlikle Beştepe'de cuma namazı kılınmalıdır" demiş olsaydım; besleme basın ve yandaşlar bize ne derlerdi biliyor musunuz; "Bugünkü konjonktürde böyle absürt teklifleri dile getirmek fetö ağzıdır"
Dolayısıyla, besleme basın ve bir takım yandaş şahsiyetsizlerin fetöcü ithamları yüzünden fikrimizi bile açıklamaktan imtina eder hale geldik. Oysa ki; AKP ve hükumete doğrudan zarar vereceği aşikar olan "Beştepe'de cuma namazı kılınması ve Kanal İstanbul'un ihale edilmesi" düşüncesinin arkasındaki aklı bir yoklasınlar bakalım ne çıkacak.
Ne demiştim; "KHK ile görevden alınan ama mahkeme kararı ile suçlu olmadıklarına karar verilen; başta sağlık olmak üzere kamu çalışanları görevlerine iade edilmelidir"
Vay sen misin bunu diyen; fetöcülüğümden tutun da her türlü ithama maruz kaldım.
Ben de onlara alayına diyorum ki; bire yavşaklar!
Beyninize tecavüz edilerek, fetö'yü dışarıda dölleyip AKP'nin rahmine yerleştirildiğinde de biz bu hain yapının "Cemaat" haline de karşıydık ama sizler döllenmenin zevkini yaşamakla meşguldünüz.
Adam, her türlü bankacılık faaliyeti serbest olan bankaya para yatırmış, her türlü sendikal faaliyetleri serbest olan sendikaya üye olmuş... falan, filan; uzayıp gidiyor. Bu veriler üzerinden mahkeme görmüş, mağdur olmuş KHK'lılar var.
Öte yandan aynı güruh; "Bitsin artık bu hasret gel gayri" demiş olup, hala devletin tepe noktalarında görev yapanları görmeme, onları dillerine dolamama ısrarında devam ediyorlar.
Şunu anlıyoruz ki; biz muhalifler KHK mağdurlarında olduğu gibi Fetö ile mücadelede eksiklikleri veya mağduriyetleri dile getirip, etik değerleri hatırlattığımızda bizi fetöcülükle itham ediyorlar ki; yaptığımız sorgulamalarla kendilerinin içinde ne kadar kripto fetöcüler olduğu ve ilişkilerinin devam ettiği ifşa olmasın diye.
Millet can derdinde beyler. Sizler, öfkeniz üzerinden zevk tatmini yaşayacaksınız diye verdiğimiz bu sağlık savaşında yetişmiş insanların mücadelesine ihtiyacımız varken onları atıl tutamazsınız. Beni ilgilendiren işin burası dır; sizin egonuzu tatmin veya öfkenizi dağıtma ihtiyacınız değil. Zan ile insanları suçlu ilan edecek olsak; sizin alayınız iflah olmaz suçlularsınız, nefsime de sorarsanız cehennemliksiniz.
Ha; söyler misiniz; bu örgüt kırk yıldır varsa; niçin sizin döneminizde terörize olmak akıllarına geldi.
Dolaysısıyla, sadece okuduğunuz cümlelerin doğrudan anlamları kadar bir de kimin söylediğine bakmanız lazım.

Dörtbir  yandan verilen salalar
Allah'a şükürler olsun, namazında niyazında bir insan olarak yaşantımı bu minvalde sürdürmeye çalışıyorum. Özür dilerim; meramımı anlatabilmek için özelimi açtım ki; birilerine göre "Bire kafir" ithamına maruz kalmamak için.
Amma ve lakin;
Ey kurban olduğum Allah'ım; şu mübarek günün akşamında aynı anda dört minareden birden birbirini katlederek kulağıma gelip, matkap gibi beynimi delen, sabrımı zorlayan, tövbe estağfurullah çektirerek beni imanımla sınava sokan bu ses kirliliğinin zulmünden sana sığınırım.
Allah'ım nasıl olur bilemem ama bir şekilde bu "Dayatmaların" müsebbibi olanlara bildir ki; bizi imanımızla baş başa bıraksınlar, gölge etmesinler yeter. Onlar kendilerini kurtarmaya baksınlar.

Tek adam iradesinin hakim olduğu durumlarda bürokratlar objektif olamayabilir
İktidarlarımızı da sokaktaki bugünkü halimiz belirler.
Bu mentalitenin; yani sokaktaki halimizin öne çıkardığı söz anlamaz, laf dinlemez, vurdum duymaz cehaletimiz ile "Korona" virüsü ile savaşımız çok zor olacak gibi.
Bizim toplumumuz için en büyük zafiyet; dini ritüellere ve buna bağlı söylemlere (İçinden imanın çekip çıkarıldığı) sadakatleri son derece kuvvetli olan muhafazakar toplumumuzun; bu yetmiyormuş gibi bir de tek adam iradesi ile yönetiliyor olmasıdır.
Bu tek adam iradesinin tehdidini sürekli üzerinde hisseden bürokratların inisiyatiflerini ortaya koyarak görevlerinin gerektirdiği irade beyanında bulunmaları kolay olmaz. Verilmekte olan sağlık savaşında tüm bürokrasimizin bundan etkilendiğini düşündüğümde içim ürperiyor.
Umre'den dönenlere yönelik geciken tedbirler ve aynı süreçte camilerin ibadete geçici olarak kapatılmasındaki kararsızlık bile bile Coronavirüs'e karşı savaşı ciddi anlamda sekteye uğratmıştır. Nedeni de; tek adamım bu sosyolojiden, bu sosyolojinin de tek adam iradesinden sürekli besleniyor olmasıdır.

İsrafil Kumbasar'a yapılan saldırı
İsrafil Kumbasar'ın samimi bir ülkücü ve Türkçü olduğundan şüphemiz yoktur.
2006 veya ona yakın yıllarda olsa gerek; Kurultay'daki köşesini de tamamen benim bir yazıma ayırmıştı. O yazının konusu da Devlet Bahçeli'nın "Millet bize oy vermedi" diye sitemde bulununca ben de bu söze atfen "Ah bu ülkücüler olmasa MHP'yi ne güzel yönetirim" başlıklı bir yazı kaleme almıştım, o da sağ olsun köşesini bu yazıma ayırmıştı. O yazımda Devlet Bahçeli'yi eleştirirken aynı zamanda bir ülkücü olarak öz eleştiri yapmıştım. Malasef o günlerde de bugün olduğu gibi bir süre sonra Israfil'e gene benzer tuzak ve benzer saldırı yapılmıştı.
Zaman zaman Devlet Bahçeli'yi eleştirdiğimiz olduğu kadar bir müridi gibi uçurmaya ramak kaldığımız süreçler de olmuştu. Biz bu hissiyatımızı Erdoğan ve AKP'lilere devrederek aradan çekildik(!)
İsrafil samimi duygularla Türk milliyetçiliği hareketinin içinde bulunduğu şartlardan son derece mutsuz olan ve bunun müsebbibi olduğunu düşündüğü isimlere Başta Devlet Bahçeli olmak üzere, Meral Hanım'ı da dahil ederek sürekli öfkesini dile getiren, edep ve adap sınırlarını aşan yazılar yazdı. Bir ara diline Meral Hanım'ı da dolayınca kendisine messenger'dan mesajlar atarak sitemimi dile getirip, ayıp ettiğini hatırlattım ancak hiç üslubunu değiştirmeden yine devam etti. Çok rahatsızlık duydum ve arkadaşlarım listesinden çıkardım, takibi bıraktım.
Bir Karadenizli hırçınlığını ve asiliğini de dikkate alınca duygularını anlayabiliyorum ama dile getirme üslubunu kesinlikle tasvip etmiyorum. Yazılarında; yanlışı düzeltmek veya fikir üretmek değil, öfke kusmayı amaç edinmiş bir görüntü veriyor. Ancak kendisine üçüncü defa yapılan bu kalleşçe saldırıyı tasvip etmek mümkün değil, kınıyoruz. Hele ki bu saldırıyı TBMM üyesi olup; üstelik de sorulduğunda Türk milliyetçisiyim, ülkücüyüm diyen bir vekilin taşıdığı sorumluluğu hiçe sayarak, ait olduğu camiayı da utandıracak şekilde tasvip etmesi akıllara ziyan bir durum. Tabi ki sorumluluk unutulup, biat öne çıkınca utanma akla gelmiyor.
Eğer Türk milliyetçiliğine ve ülkücülere hakaret edenlere ceza kesmek bu usulle olacaksa; Israfil'e sıra bile gelmez. Kendisine geçmiş olsun diyorum.
Aslında bu saldırılar "Hakaret edeni cezalandırmak" değil, MHP kurumsal kimliğine inanmışlık ve adanmışlığı cezalandırmadır. İsrafil'e deniyor ki; "MHP'li kalmayı bırak, Balgat'a biat et" deniyor.
Öyle ya; ölçü Devlet Bahçeli'ye hakaret edenlerin cezalandırılması ise, hemen aklıma "Saray"ın doğrudan hakaretleri karışsında "Liderim Devlet Bahçeli"yi sahiplenmek ve savunmak adına ağzının payını vermek için kırk yıllık aile dostluğumuzu bitirdiğim arkadaşım geldi.
soralmehmet@gmail.com