28 Ekim 2020 Çarşamba

İYİ PARTİ'DE TABANIN İSTEMEDİĞİ

İYİ PARTİ 'nin Cumhur ittifakına yanaşmasına hayır
Meral Hanım bugünkü meclis konuşmasında Hz. Peygamber, Hz. Ali ve sahabe arasında geçen; kötülükler karşısında ısrarla nasıl iyi olunması gerektiğine dair muhabbeti örnek verirken iyi parti camiasına yaşatılan kötülükleri unutmaya hazır olduğumuz, buradan da cumhur ittifakı ile hareket etmek veya oraya dahil olmak şeklinde anlaşılmasını murad ediyorsa buna taban olarak şiddetle karşı olacağımızın bilinmesini isteriz. Böyle bir niyetle konuştuğunu düşünmüyorum ancak taban hissiyatının ve hassasiyetinin anlaşılmasına dikkat çekmek istedim.
Buyursunlar; bu yazıma yapılacak yorumlardan bir anket sonucu çıkarabilirler, taban ne düşünüyor diye.
Bence cumhur ittifakı ile anlaşma zemininin olabileceği anlamına gelebilecek mesajlardan kaçınmak lazım. Aksine o murad ettiğimiz gün geldiğinde bugünün muktedirlerine o gün "Siyasette metal yorgunluğu ne anlama geliyor hele bir izah eder misiniz" sorusunun sorulacağına dair mesajların verilmesini bekliyoruz.
"Güçlendirilmiş parlamenter sistem"e dönme çalışmasına mecliste grubu bulunan tüm patiler katılabilir, bunun bir mahsuru yok. Ancak ve ancak özenle dikkat edilmesi gereken bir husus var ki; son 18 yıla dokunulmazlık zırhını giydirerek cumhur ittifakı vesayeti altında sözde "Güçlendirilmiş parlamenter sistem"e geçmiş olmanın bir anlamı olamayacaktır.
Mümkünse İYİ PARTİ kuruluş meşruiyetini "Güçlendirilmiş parlamenter sistem"e dönme misyonuna oturttuğu için onun çalışmasını da bizatihi kendisinin yapıp bir an önce ete kemiğe büründürerek kitabileştirip millete takdim etmesi lazım.

Diplomasi dili ve devlet adamlığı
Bir devlet adamının hafızasında "Diplomasi dili"ne dair kısıtlı sayıda sözcükler varsa; en övünç duyduğu husus içinden çıktığı semt veya mahalle kültürü ise ve de kullandığı dil bu mahalle dilinin tesirinden kurtulamayıp sürekli ondan besleniyorsa; bu kadar arızalı bir dil ile dış dünyaya halimizi izah edip, hakkımızı arayarak sorun çözmek elbette mümkün olmayacaktır.
Muktedire yanlışının hatırlatılması karşısında danışmanlar veya metin yazarları azarlanmak veya cezalandırılmak gibi bir tehditle karşı karşıya olduklarını hissiyatı içinde oldukları sürece "Yanlış dil" ve "Yanlış söz"den kaynaklı her türlü riski muktedirin üzerine yıkarak kendileri için en kolay olanı tercih ederler; yaranma veya argo deyimle yalakalığı.
Demek ki bir ülkede her yönü ile muktedir olma hali o kimsenin devlet adamlığına taşınması için yeterli olmayabilir. Oysa ki dünyanın herhangi bir ülkesinde bu kadar kesintisiz muktedir olmuş bir "Devlet adamının" oturmuş ve genel kabul görmüş saygınlığının olması ve o saygınlığının da dünyada uluslararası ilişkilerde o ülkeye büyük avantajlar sağlaması beklenir; aynen kurucu Başbuğ Mustafa Kemal Atatürk ismine olduğu gibi. Böyle bir saygınlık oluşmamışsa onun nedeni, o muktedir insanın varlığından kaynaklı yaşanan demokrasi eksikliğidir.
Devlet adamları da elbette sert konuşabilirler ama bunu boşuna tanımlanmamış olan "Diploması dili" ile yapmak durumundadırlar. İşte bundan dolayıdır ki; bu dili en iyi kullananlara "Monşerler" denmiştir. Bu tanıma vakıf olmayanların, hatta duyunca komplekse kapılanların dış politikada sorunları çözmek değil aksine sorunlar yumağını büyütecekleri aşikar değil mi.

İYİ PARTİ'nin üçüncü yıl dönümünde hissettiklerim

Bu gün benim için; irademin gasp edilerek, cumhuriyet değer ve kazanımlarının iğdiş edilip devletimizin değiştirilip, dönüştürülmesini gaye edinmiş birilerinin muktedirliğine amade kılmak isteyenlere "Sizin haddinize mi düştü" diyerek dayatmalara tekmeyi vurup, kişiliğime ve irademe sahip çıkmanın keyfini yaşamışlığımın yıl dönümü.

"Yaşadın da ne oldu" diyenlere sözüm; vallahi ne düşündüğünüz şu an için umurumda bile değil ama sonuçta ben ve bir çoklarımız bu keyfi yaşadık. Tek adamlı partili cumhurbaşkanlığı sistemi denen bu ucube sistemi getirenlerin bile bundan kurtulmak istediği bir süreçte, buna itiraz etmiş ve devamına yol vermemek için mücadelesini ortaya koymuş "Cesurlar"dan olmak elbette son derece keyif verici. Türk demokrasi tarihi tekrar yazıldığında üç beş sayfanın da bizler için ayrılacak olmasının keyfini şimdiden yaşar gibiyim.
İYİ PARTİ'nin üçüncü kuruluş yıl dönümü. Varlığı Türk demokrasisi açısından büyük bir kazanımdır. İnşallah umut olmaya da devam edecek ve ilk seçimlerde de bunun sonuçlarını alıp sonra da gereğini yapacaktır.

Metal yorgunluğunu aslında bizler ne olarak bileceğiz

Fetö'cü diyemedikleri için adını "Metal yorgunluğu" koyup görevlerinden uzaklaştırılanlar, muktedirin koruma kalkanı ile her birisine dokunulmazlık zırhı giydirilirken;
İYİ PARTİ'nin varlığından ve her geçen gün artan gücünden, siyasi ikballerine yönelik bir tükenişin işaretini alanların o'su, bu'su, şu'su; velhasıl kelam alayı, partiyi sindirme ve susturma sopasına dönüştürülmüş fetö üzerinden milletin nezdinde itibarsızlaştırma gayretlerini olabildiğince artırmaya devam ediyorlar.
Elinizden geleni arkanıza koymayın. Bu millet dört ay hapis yatmış mağduru devletin en tepesine nasıl ki taşımışsa; İYİ PARTİ ve onun genel başkanına da aynı şansı fazlasıyla verecektir.
İsterseniz Meral Akşener hakkında açılmış; ne hikmetse görüşülmesi yapılmayan, gizlilik kararı alınmış davayı da devreye sokun. Hodri meydan.

Eski sağlık bakanı Osman Durmuş'u kaybettik
İnanmışlık ve adanmışlığından beslenen ilkeselliğini işine ve günlük yaşamına da yansıtmış olan 57. Hükumetin sağlık bakanı; ülkücü, Türk milliyetçisi Osman Durmuş Hak'ka yürüdü.
Tarihe ismi; Türk milletinin kanının toplanarak gen yapısı üzerine kurgulanmış bir ABD projesinin amacını fark ederek o günkü şartlarda linç edilmeyi göze alıp karşı çıkarak misyonunun gereğini yapan insan olarak geçecektir.
Türk milletinin ve özelde tüm ülkücü camianın ismine saygıda tam mutabık olduğu bir insan olmak ve dünyadan bu saygınlık ile göçüp gitmek; ne mutlu ona.
Allah rahmet eylesin. Ruhu şad, mekanı cennet olsun.

Mehmet Soral
soralmehmet@gmail.com

20 Ekim 2020 Salı

ÜMİT ÖZDAĞ YANLIŞ YAPTI


Bu defa Ümit Özdağ'a hak vermek mümkün değil
Ümit Özdağ iyi ve başarılı bir akademisyen ve fetö'nün de hışmına uğradığına göre de iyi bir Türk milliyetçisi ama iyi bir siyasetçiyi olmayı hiç başaramadı.
Bu akşam CNN Türk'de Koray Aydın'a karşıtlığı adına partiyi zor durumda bırakacak bir çok ithamda bulundu. Bulundu da ne oldu; Koray Aydın'ın konumunu daha güçlü hale getirdi.
2011 öncesi MHP Genel Başkanlığına aday olmayı düşünmüş ve bu konuda faaliyet göstermiştir. O günlerde MHP Genel Başkanı Devlet BAHÇELİ tarafından “CIA” ajanlığı ile suçlanmıştı. Hakkında böyle bir ithamda bulunulmuş olmasına rağmen ihraç edildiği MHP'ye dönüp tekrar milletvekili seçilerek uzun sure de Devlet Bahçeli ile de barışık olmuştur.
Şimdi kafam karıştı ama daha çok siyaset adamlığına değil, bilim adamlığına güvenmeyi yeğleyeceğim.
Suçlu insanların yakınlarının da suçlu olabileceği zannı üzerinden ithamlarda bulunmak siyasetin yapılışında tercih edilen en aşağılık yöntemdir ve İYİ PARTİ İstanbul il başkanı Buğra Kavuncu'ya yapmış olduğu itham da bu anlamda çok yanlış ve çirkin olmuştur.
Zamanın T.C Devleti dış işleri bakanlığının Orta Asya Türk cumhuriyetlerindeki misyon şeflerine genelgeler şeklinde tamimler göndererek, oralardaki Türk iş adamlarının dernekler şeklinde örgütlenmelerini kolaylaştırıcı yardımların yapılmasını teşvik ettiği bir süreçte; Buğra Kavuncu'nun da orada bulunan bir iş adamı sıfatı ile devletinin kendisinden istediği böyle bir örgütlenmede yer almış olmasının sorgulanması abesle iştigaldir.
Fetö tezgahına gelenler "Kandırıldık" deyip hala devleti yönetmeye devam ederlerken; Buğra Kavuncu'nun "Kandırıldık" diyenlerin teşvikleri ile Kazakistan'da tek iş adamları derneği olan bir dernekte yönetim kurulunda bulunmuş olmasından onun fetö'cü olabileceği sonucu çıkarmak iftiradan öte bir şey değildir.
Parti tabanı ve vatandaşlar olarak somut deliller ortaya konmadığı sürece ithamları iftira şeklinde görmek dışında bir şansımız var mı, bence yok.
Velev ki Buğra Kavuncu "O zaman devlet bizi kandırmış" dese Ümit Özdağ ne diyecektir.
Bence Ümit Özdağ siyasetteki yanlışlarına böyle devam ederse bilim adamlığına da gölge düşürebilir buna da en çok üzülen gene ben olurum.

Ümit Özdağ suçlu üzerinden hareketle onun akrabalarının da suçlu olabileceği zannını yürüterek Buğra Kavuncu ve ailesine ithamlarda bulunuyor ya; biz de O'nun mantalitesinden hareketle kendisi için bir zan yürütelim mi.
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, Özdağ hakkında fezleke hazırladı. Özdağ’ın dokunulmazlığının kaldırılması ile ilgili hazırlanan dosya, 25 Mart’ta Cumhurbaşkanlığı Tezkeresi olarak Meclis’e gönderildi. Tezkerenim konusu Özdağ'ın 25 Şubat’ta TBMM’de düzenlediği basın toplantısında, Libya’da şehit olan 2 Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) görevlisinin isim ve rütbelerini kamuoyuyla paylaşması.
Şimdi zannımızı yürütelim; acaba Demokles'inin kılıcı gibi boynu üzerinde sallandırılan bu dosyanın mecliste oylaması ile başına gelebilecekleri def etmek için mi İYİ PARTİ'nin iç sorunlarını kullanarak cumhur ittifakına şirinlik gösterisi mi yapmaya çalışıyor.
Ben böyle bir şeyin olabileceğine inanmıyor, ithamda da bulunmuyorum ama Ümit Özdağ mantığı ile düşünecek olursak tam da yerini bulan bir zan yürütme ve itham olabilir ki; Ümit Özdağ bunu söyleyecek olana haklı olarak aynen Buğra Kavuncu'nun kendisine gösterdiği tepkiyi gösterir, şiddetle ret eder.
Zan'lar belgelenirse ancak delil sayılırlar. Buğra Kavuncu Gülen ile ne zaman, nerede görülmüş. Pensilvanya'ya gitmiş mi. Byloock kullanmış mı. Malum süreçte Bank Asya'ya hesabı olup da dikkat çeken miktarda para hareketleri olmuş mu. Kazakistan'da malum iş adamları derneğine üye olanların bugünkü konumları nedir. Ümit Özdağ bir de bu insanlara ilişkin bilgiler verebilseydi keşke.
O malum derneğin kurulmasını tavsiye ve teşvik edenler bugün devleti yönetirlerken; Buğra Kavuncu'yu belli bir dönemde devletin üye olunmasını teşvik ettiği bu derneğin yönetiminde bulunmuş olması üzerinden suçlu ilan etmek etik olmadığı gibi aynı zamanda vicdansızlıktır.

Tarla bölüşüldükçe bir de görülü ki traktöre manevra alanı bile kalmamış.
Dolayısıyla bir siyasi düşünce üzerinde ayrışarak bütünleşmenin mümkün olamayacağını düşünüyorum. Burada olmadı, şuraya, orada da olmadı başka yerde ateşimizi yakalım derken başkaları yemeklerini pişirip, yiyip sofralarını bile kaldırmış olurlar.
MHP'de inadına, ısrarla parti içi demokrasinin işlemesi için mücadeleye devam edilmiş olunsaydı belki de an itibariyle MHP genel başkanı olarak bir başkası olabilirdi.
Kendi adıma söylemek isterim ki; aynı su ile iki defa abdest alınamayacağına göre benim için parti içi mücadeleye evet, bölünerek bütünleşme arayışlarına hayır diyorum. Dolayısıyla, İYİ PARTİ'ye mensubiyetim de bu mantık ve mantalite içinde olacaktır.
Hoşnut olmadığımız bu düzeni düzeltebilecek farklı bir inisiyatifin oluşturabileceğine dair bir inancım kalmadı. Mevcutlarla bunu başarmak durumundayız.
Bu gidişata itiraz edebilecek samimiyette düşüncesi olan herkesin içinde yer alıp mücadele edebileceği irili ufaklı çeşit çeşit partiler mevcut. Herkes her kurulan partinin güdümlü birer proje olduğunu düşünerek; sürekli yeni bir parti veya oluşum sürecinde olmayı düşünmesi veya denemesi olsa olsa sinerji kaybından öteye gidememektedir.
Peki ne yapmak lazım. İçinde bulunduğumuz partilerde demokratik geleneklerin yerleşmesi için öncelikli olan gerekli mücadeleyi sebatla vermek, sonra da o partiyi; eğer zannımızca birilerinin tahakkümünde ise kurtarmak olmalıdır. Parçalanarak bütünleşmenin mümkün olmadığına inanıyorum. Bu güne kadar olduğu gibi bundan sonra da hiç bir oluşum veya hareketin bir kaç kişinin egosunu tatminden öteye gitmediği; yüze yakın onlarca partinin varlığından belli değil mi.
Aynı düzlem üzerinde aynı bütünlük üzerine dizilmiş "inanmışlık ve adanmışlık pazılını dağıtarak tekrar tekrar yapma girişimi; tekrarlıyorum ki; olsa olsa üç beş kişinin kişisel ego tatmini belki de eğlencesidir. Hele ki bu tipler bir yerde "Oynayıp oynayıp" yeterli hevesi aldıktan sonra bir bahane ile tekmeyi vurup taşları dağıtanlar olunca...bunlara da fırsat vermemek lazım.

Velev ki; bir kurgu var ve İYİ PARTİ'ye o kurgulanmış tezgahın muktedirleri tarafından istenilen şekil verilmek ve istikamet tayin edilmek isteniyor ve bizler de buna razı değilsek yapacağımız şey; kendimizi partinin asli sahibi görüp, kurumsal kimliğimize sahip çıkarak inanmışlık ve adanmışlığımız doğrultusunda muktedir olmanın yollarını arayacağız ama mutlaka ve mutlaka demokrasiye inancımızı koruyarak.

Dolaysıyla, ne Türk siyasetinin orasına burasına sinmiş bezirganlar İYİ PARTİ'den kopmaları umut edip beklesinler, ne de İYİ PARTİ'de ilelebet muktedir olacaklarını düşünenler sanmasınlar ki parti onlar için baki olan bir mülktür.
İYİ PARTİ'nin güçlü bir şekilde varlığını sürdürmesi Türk milleti ve devleti için zaruri bir ihtiyaçtır.
Çünkü ihvan zihniyetli siyasal İslamcı tek adam yapılanmasının muktedirliği bir dönem daha devam edip kendi vesayetlerini oluştururlarsa; cumhuriyet değer ve kazanımları adına bir daha telafisi mümkün olmayan yaşanacak kayıplar ile değiştirilmiş, dönüştürülmüş bize çok uzak bambaşka bir ülke inşa edilecektir.

Darbe söylentilerinden güç devşirme
Ne bu ödleklik ve korku yahu. Neredeyse "Hava bulutlu; yağmur yağacak, şimşek çakacak, yıldırım düşecek" diyecek olsam hemen akabinde yandaş beslemelerin "Sen darbe çığırtkanlığı yapıyorsun. Ne demek yağmur, çamur, fırtına gibi olağanüstü şeylerden bahsetmek"
Bize artık yutturamazsınız; başımıza ne gelirse sizden gelir. Sizden başka kim cüret edebildi ki; cumhuriyet tarihinin en aşağılık örgütünü devlete yerleştirip sonra onlarla beraber devleti değiştirip sonra dönüştürmeye.
Bu "Işıkların yanması" muhabbeti Türk milleti için ibretlik bir olaydır.
Bunun anlamı; tek adam tahakkümünde, demokrasinin iğdiş edildiği şartlarda sorumluluk taşıyan insanların düşüncelerini ifade ederlerken karşılaşabilecekleri muhtemel risklere karşı kelimeleri sıfatlarla raks ettirerek düşüncelerini ifade etmesidir.
Hatırlıyor musunuz; mahkemelerin hukuk tanımazlığına Ergenekon ve Balyoz kumpaslarında şahit olmuştuk.
İlker Başbuğ terör örgütü lideri olarak mahkeme edilip, tutuklanmıştı. Milli vicdan "Genel Kurmay başkanından terörist mi olur" demiştik ama işin aslı kumpas olduğu için yazılmış senaryoya devam edildi.
Şimdi bu en son Enis Berberoğlu'nun yeniden yargılanması gerektiğine karar veren Anayasa Mahkemesi kararına "Ben tanımıyorum" diyen yerel mahkeme ile İlker Başbuğ'a "Sen teröristin" diyen mahkeme arasında ne fark var.
Her olup bitenden bir tehlike algısı çıkarma evhamı; aslında kişinin ne kadar baskıcı olduğunun farkında olma halinin psikolojik yansıması dır.
"Kuşa kanat çırptırdılar, rüzgar oluşturdular sonra kandili söndürtüp, evi karanlığa boğup hortlakları çağırdılar" evhamı gibi bir şey.

Bir alt mahkeme en üst mahkemenin yani Anayasa Mahkemesi'nin kararını tanımadığını ilan ediyor.
Hukuk devletinin temellendirildiği, bir anlamda güvencesi olan en yüksek mahkemenin kararını tanımamak; yapılmış bir darbenin kansız olmuş olmasından başka nedir öyleyse.
Muhalefet bıraksın ışığı mışığı adam gibi iş yapsınlar. AYM'in kararlarını yok hükmünde gören bir alt mahkeme söz konusu ve bu bir hukuk tanımamazlıktır. Cumhur ittifakı; muhalefeti, yaktıkları ışık ettafında pır pır uçurarak meşgul etmek istiyor. Muhalefet bu tuzağa düşmemelidir.
"Işıkların yanması" muhabbeti AYM kararını tanımamazlığını perdeleme operasyonudur.
Ne kadar kadrolu ve maaşlı besleme trol varsa "Anayasa mahkemesi''nin bugünkü varlığından şikayetçiler ve gereksizliğine atıf yaparak tüm TV kanalları ve sosyal medya üzerinden hukuk devletinin teminatı olan bu kuruma karşı linç kampanyasını sürdürüyorlar.
Sizce "Anayasa Mahkemesi"nin ışıklarını kimlerin yaktığı belli değil mi. Artık anlıyoruz ki bu ışıkların yakılması "Anayasa Mahkemesi"ni güçlendirmek için değil gücünü kırmak için dir.

Ermenista'nın füzeli saldırılarına karşı batının çifte standartı
Batı bir çok şeyin mucidi olabiliyor, hatta insanlığa dair etik değerleri bile kitabileştirebiliyor ama ne yazık ki bir türlü "İnsan" olmayı başaramıyorlar.
Ermenistan'ın Azerbaycan'ın Karabağ topraklarında işgalci olması, bu da yetmeyip sanki oranın sahipleriymiş gibi adeta suçluluk telaşı ile masuma suç isnat etmek için tahrik yoluna giderek alçakça gece uykusundaki masum insanların üzerine füze gönderiyor olmasının arasındaki güç; işte yukarıda bahsettiğim içinde her şeyin olduğu ama insanlığın olmadığı batı medeniyetidir.
Evet, yine tarihte her dönem olduğu gibi Azerbaycan'a Müslüman bir Türk devleti olmanın bedelini ödetmek istiyorlar. Dünya medeniyetine en azından bugün için yön veren batının tüm inisiyatif unsurlarından bir tanesi olsun Ermenistan'ın alçakça, insanlık dışı kahpe saldırılarını eleştiren bir ifade kullanmıyorlar.
Azebaycan'nın haklı davasında Allah'ın soydaşlarımızın yar ve yardımcısı olmasını dilerken Gence'ye yapılan saldırıdaki şehitlerimize rahmet, yaralılarımıza acil şifalar dilerim.

soralmehmet@gmail.com

6 Ekim 2020 Salı

İYİ PARTİ TABANI MESAJ VERDİ MESAJ ALDI

İYİ PARTİ'nin başkanlık divanını; ahde vefayı ve ete kemiğe bürünmesinde emeği olan öncülerin bugün ne konumda olduklarını dikkate alarak değerlendirdiğimizde tabanın tatmin olmadığını gösterilen tepkilerden anlayabiliyoruz.

Meral Hanım, Koray Aydın'ın parti üzerindeki taban olarak bir türlü anlamlandıramadığımız tahakkümünü kırmayarak, belki de kıramayarak bir anlamda otoritesini Koray Aydın ile bütünleştirerek paylaşmayı uygun görmüş olabilir.
Partinin kuruluş aşamasında heyecanın oldukça yüksek, teveccühün %20'lerde olduğu bir süreçte; muhtemelen teşkilâtlardan sorumlu olma koşulu ile gelen Koray Aydın'ın katılımı ile bu olumlu sinerji sürekli irtifa kaybetmişse; bizlerin taban olarak 20 Eylül tarihli olağan kongre sonrası beklentimiz; Koray Aydın'nın gölgesinin düşmediği, hatta etkinliğinin ve yetkinliğinin minimize edilip, Meral Hanım'ın da buna mukabil kongreden daha da güçlenerek çıkacağı şeklindeydi.
Koray Aydın'ın parti üzerindeki etkinliğini ve yetkinliğini sürekli artırarak muhafaza etmesine mukabil tabanın buna razı olmadığını her vasile ile tepkisini ortaya koyarak dile getiriyorsa; "Koray Aydın" vesayeti şeklinde partinin kurumsal kimliğine oturan bu çelişkiden mütevellit güvensizlik düğümünün çözülmesi gerekliliği bir sorun olarak devam edecek gibi gözüküyor.
İYİ PARTİ camiası olarak şunu çok iyi biliyoruz ki; parti Meral Hanım veya Koray Aydın istedi diye kurulmadı biz istediğimiz için kuruldu. Yani "Cesurlar Hareketi"nin paydasında hepimiz hissedarız. Koray Aydın "Hareket" kısmına katılmış olabilir ama "Cesurlar" kısmı bence tartışılabilir. Koray Aydın'ın Meral Hanım ile ilgili düşünceleri netleşene kadar bizler "Cesurlar Hareketi"ne hayli yol aldırmıştık. Öyleyse; İYİ PARTİ üzerinde bu kadar etkin ve yetkin olması ne kadar hak. İşte taban bunun cevabını bulamadığı gibi yetmeyip Meral Hanım da tekrar tekrar aynı görevi kendisine tevdi etmesi zihinleri bulandırıyor. Eğer taban olarak Koray Aydın'dan çok çok önce kendisine yapılan haksız ithamlar karşısında hiç tereddüt etmeden masum olduğuna inanarak tüm algı operasyonlarına göğüs germişsek; Meral Hanım'ın tepkilerimizi anlamasını ve dolayısıyla da bu tepkilere anlam kazandırmasını beklemenin hakkımız olduğunu düşünüyorum.
Yaşanan bu iç meseleleri bahane edip "Bizden bu kadar" diyerek yeni bir savrulmayı yaşamanın gereği olmadığı gibi pratikte de bir anlamı olmaz. Tasvip etmediğimiz bu hal ve gidişattan cesaretlenerek, küskünleri devşirip başına bilmem ne"...Hareketi" şeklinde bir ifade konarak çeşitli oluşumları kurgulamak, olsa olsa bir başkasının baş olma egosunu tatminden öteye gitmeyecektir. Çok garip olan da; ayrışma ve kopmayı körükleyenlerin partinin kuruluşunda hatta vekil adaylıklarında önemsenip kendilerine değer verilmiş isimler olmalarıdır. Amma velakin ne umup ne bulmuş olmalılar ki; partinin sahipliğini Meral Hanım veya Koray Aydın'dan oluşan üç beş isime bırakarak adeta "Düşün gelin peşimize, bir başka diyara göç eliyoruz" hissiyatı ile bir anlamda rahmetli Ozan Arif'in dediği gibi "Sütünü döken inek" misali faydasız ve anlamsız bir çabanın teşvikini marifet sanıp ortaya koyuyorlar. İtibar göreceklerini de sanmıyorum. Varlıkları; "Muktedirler" tarafından finansa edilen bir kaç toplantıdan öteye gitmeyecektir.
Türk siyasetinde çok bölünmüşlüğün bir başka nedeni de siyasi partilerde bir şeylere itiraz edenlerin emeklerinin gasp edilmesi karşısında gaspçılarla mücadele etmeyi değil olanlara razı olup çekip gitmenin tercih edilmiş olmasıdır. "Cesurlar Hareketi" ve onun devamında İYİ PARTİ olarak çok şeyi başardık. Belki de sıra geldi her vesile ile parti içi mücadelelerin bölünmelere neden olmadan en demokratik yarışlarla yapılması örneğini sergilemeye. İnşallah bunu da başaracağız.
Tüm cumhuriyet değer ve kazanımlarını iğdiş edip, tüm milli refleksleri duyarsızlaştırıp, milleti birbirinden nefret eden iki farklı cephe haline getiren ve bunun vesayetini tek adam iradesi ile "Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi" olarak yerleştirmek isteyen cumhur ittifakının; akıbetini kestiremediğimiz bir bilinmezliğe doğru sürüklenen ülkemizin istikbaline müdahale için İYİ PARTİ'nin daha da güçlenerek varlığını sürdürmesi zorunlu bir ihtiyaçtır.
Not: "MHP'de bunu niçin yapmadınız" diyenlere ise sözüm "Olamazdı, çünkü MHP devletleştirilmiştir de ondan"

CHP milletvekili diplomat kökenli Ünal Çeviköz gafı
Bence Ünal Çeviköz milletvekili olduğunu unutup, esas işi diplomatlığını hatırlayarak o minvalde bir söylenti üzerinden yorum yapmış, siyasetin kirli girdabına takılabileceğinin hesabını yapamamıştır.
Cümlesine "Malesef" sözü ile başlamasının nedeni; muhtemelen içine düştüğümüz Suriye bataklığı, Mısır yanlışlığı, PYD'ye ısmarlanan lahmacunlar, verilen papaz, verilen fetöcü Nasa görevlisi, Doğu Akdeniz ve Libya'da ne kazanıp, ne kaybettiğimizin belirsizliği vs. şeklinde uzayıp giden dış politika yanlışlarına bir yenisinin daha eklenmiş olması düşüncesinden hasıl olmuş yanlış bir beyan.
Çeviköz o sözünü Rusya faktörünü dikkate alarak söylediğini düşünüyorum. Çünkü Ermenistan Karabağ'ı Rusya'nın desteği ile işgal etti ve otuz senedir Karabağ işgal altında. Bugün de bir benzer sürecin yaşanması durumunda Azerbaycan açısından nelerin olabileceğini düşünmek bile istemem, Çeviköz de düşünmek istemediğinden böyle bir refleks göstermiş olabilir.
Her tarafımızda bir tek dostumuzun kalmadığı ve bundan kaynaklı sıkıntılara karşı zor ekonomik şartlarda mücadele verirken; Rusya gene Ermenistan'ın yanında olursa, Azerbaycan'a silah yardımımız hangi düzeyde ve de Rusya ile baş edebilecek düzeyde olabilir ki. Dolaysıyla şu anda Rusya'nın işin içine dahil olmasına vesile olacak gerekçeler yaratmamak lazım dır.
Çeviköz'ün diplomat gözü ile değerlendirmesi doğru olabilir ama siyasetçi gibi sesli düşünmesi yanlış olmuştur. Aklına gelen çekinceleri eski bir diplomat olarak hükümete de bildirebilirdi.
Dış siyaseti iç siyaset üzerinden okuma; hele ki bir de CEHAPE diyerek başlayan cümleler kalabilmenin doyulmaz hazzını yaşama isteği varken; hiç kimse Çeviköz'ün ne demek istediğini anlamaya çalışmayacaktır.
Ben her şeye rağmen Çeviköz'ün "Keşke Yunan galip gelseydi" diyenlerin yetiştirmesi olmadığı için kendisine güvenebilirim. Zihninden geçirdiği çekincelerle kurduğu cümle amacını aşarak saçma sapan bir boyuta bürünerek yansımıştır. Tecrübeli bir diplomatın emekliliğinde, bir dedikodu üzerinden gaf düzeyinde yapmış olduğu değerlendirme tarihe geçecektir. Bu gaf üzerinden CHP'ye CEHAPE demeye de devam edilecektir şüphesiz.

Yine aynı tekrar ''İdam geri gelsin''
Siyasiler idamın lafını ederler ama hiç bir zaman da getirmezler. Hep şunun hesabını yapacaklardır; "Ya keser döner, sap dönerse..."
Siyaset kurumu kendisine ne kadar güveniyor ki. AKP demeyecek mi "Zamanında bütün hareket alanlarında istediği manevraları yapma şansını verdiğimiz fetö az kalsın alayımızı ipe götürecek, Ergenekon ve Balyoz kumpasları ile vatan hainliğinden tutuklanan insanların çoğu idam edilmiş olacaktı"
Cumhur ittifakının idam muhabbeti gündemi perdeleme ve aynı zamanda gaz alma seanslarıdır. Her seçim arifesinde şahıslara karşı işlenen suçları affetmek gibi alışkanlıkları terk etsinler yeter.
İdam; hak edenin kurtuluşu oluyor bence. Kravat taktı şu kadar indirim, sinek kaydı tıraş oldu bu kadar indirim, ütülü elbise giydi bilmem ne oranında indirim denirse ve şu kadar yattı alalım onu açık ceza evine deyip sonra da firar ettirip yeni bir can almaya fırsat verilmesin o da yeter.

soralmehmet@gmail.com