29 Kasım 2012 Perşembe


Memleketim; Giresun İli, Çamoluk İlçesi Gürçalı Köyüdür. Bu resim, köyümüzde, kendi mahallemizden bir görünüm. Üç yaşıma kadar kaldığım daha sonraki yıllarda yaz tatillerinde yaşlı büyüklerimize yardım amacıyla sürekli gittiğimiz yerler. İyiki gitmişiz. Zira sahip olduğumuz ''insanlık'' kültürünün ekseriyatını bu topraklardan ve bu toprakların insanlarından edindik. Hepisinden Allah razı olsun.

28 Kasım 2012 Çarşamba

TEKTİP KIYAFET

Milli Eğitim Bakanlığının okullarda kılık kıyafet serbestliği getirmesi aslında devletle kavganın başka bir yansımasıdır diye düşünüyorum. Acaba Atatürk’ün siyah renkli ‘’ilkokul önlüğü’’ giymiş çocuğa yazı tahtasında alfabeyi öğretirken gösteren resimden kaynaklanıyor olabilirimi?  Şaka bir yana; Cumhuriyetimizin geçmişi ile sürekli kavgalı olmayı ve bu kavgadan pirim elde etmeyi alışkanlık haline getiren hükümet, gele gele en sonunda sürekli kavgasını verdiği kılık kıyafet meselesini ayrımcılık olarak getirip gündemimize oturttu.
Özellikle okullarımızda ayrımcılığa çanak tutacağı kanaatindeyim. Bizler bu toplumda yaşıyoruz. İşgüzar ebe beylerin çocuklarını diğer çocuklardan farklı kılma adına ne kadar saçmalıklar yapabileceklerini tahmin edebiliyorum. Haftanın beş okul günü beş ayrı kıyafetle çocuklarını okullarına göndereceklerini tahmin etmek hiçte zor değil. ‘’Serbestlik’’ kavramının sihrine kapılarak yapılmak istenen bu saçma uygulama inanıyorum en kısa zamanda terk edilecektir.

1970 Yıllarda Kabataş Erkek Lisesinde öğrenciyken ‘’blue jean’’ giyen arkadaşlarıma ne kadar imrendiğimi hatırlıyorum. Yaz tatillerini iple çekiyordum. Çalışıp, kazandığım para ile ‘’blue jean’’ almak için. Çünkü o yıllarda ‘’blue jean’’ kaçak geliyordu ve ancak seçkin aile çocukları yurt dışında getirtebiliyorlardı. Hiç kullanılmamış Jean alamadım ama bir arkadaşımın Jean’nini kiralayıp, ancak bu şekilde hevesimi giderebilmiştim. Yeni düzenleme ile benim genç bir delikanlıyken yaşadığım bu ezikliği günümüzde yaşayanların ya da yaşayacakların olmayacağını kim söyleyebilir. Hatta çoğumuz yaşamışızdır. Zaman zaman arkadaşlarımız ile giysilerimizi değiştirerek kullanırdık. Çünkü fakir veya ‘’orta direk’’ aile çocuklarıydık.

‘’Disiplin’’ ile ‘’dayatma’’nın karıştırılmasından kaynaklanıyor bütün mesele. Okul bir eğitim ve öğretim yeridir, aynı askerlikte olduğu gibi. Askerlikte disiplini sağlamak için tek tip kıyafet olduğu gibi okullarda da disiplini sağlamak adına tek tip elbise tercih edilmelidir.  Tektip elbise veya forma farklılıkları ortadan kaldıran, eşitliği sağlayan kıyafet şeklidir. Bugün tek tip kıyafet uygulandığı halde suistimal ettikleri gerekçesi ile birçok öğrencimiz disipline veriliyorlar. Kıyafet serbestliği getirilmesi durumunda sınıflar adeta ‘’karnaval’’ görünümünde olacaktır.

Başbakan ‘’kimin gücü neye yetiyorsa onu giysin’’ diyor. Aslında bunu söylerken aynı zamanda ‘’kimlerin neye gücü yetmiyorsa onlar belli olsun’’   demiş olmuyormu? Düşünebiliyormusunuz bir öğrenci beş gün boyunca değişik kıyafetle okula geliyor yanında oturan arkadaşı beklide hep aynı elbise ile gelmek zorunda kalıyor. Bu psikolojik hali, ezikliği devlet çocuklarımıza yaşatmak zorunda mı?

Yıllardan beridir hep duyar yada okuruz. Terör örgütünün dağ kadrosunun alt yapısını hep fakir ve bişeklide ezilmiş, horlanmış çocukların, gençlerin oluşturduklarını. Gençlerimizin bu tarafları sürekli suistimal edilmiştir. Bütün bunlardan ders alınmamışçasına üstelikte devletin aracılığı ile ayrımcılığı tetikleyen yanlışlıklar yapılıyor.

Kısaca tek tip kıyafetli öğrencinin ‘’tarz’’ının kontrolünü sağlayamıyorken, çok ‘’tarz’’lı kıyafetin kontrolü nasıl sağlanacaktır.

Öte yandan özel armalar, simgeler, işaretler yada kıyafetler  aidiyeti belirler . Çocuklarımızın bu manada aidiyet duygularının gelişmesi için her okulun şimdi olduğu gibi farklı tektip formaları olmalıdır.  Okullar arası yarışmalarda o okulun simgesel renkleri, kıyafetleri onların en büyük gurur kaynağı olabilmektedir.

Daha çok şey söylenebilir. Anlıyoruz ki bu konu enine boyuna araştırılmadan psikolojik, sosyolojik gerçekler göz önünde bulundurulmadan aceleci bir yaklaşımla gündeme getirilmiş.

Okullarda kılık kıyafet tartışmasının başlatılması tamamen gündemi değiştirmek adına yapılmaktadır. Bazı şeyler gözden kaçırılmak istenmektedir. Çünkü PKK ile yeni bir açılım süreci başlatılmıştır. Toplum olarak biz bunları tartışırken hükümette sihirbazlık yaparak kendi gizli gündemini icra ediyor olacak. Aslında bütün mesele bu.


Mehmet Soral



6 Kasım 2012 Salı

ŞİMDİ BU DEMOKRASİMİ


Uygulana gelen demokrasinin aslında ''demokrasiymiş gibi gösterilen'' başka bir şey olduğu düşünüyorum.
Zira;
M.Ö. 427 'de doğan ve M.Ö. 347 de ölen Platon ile aşağıdaki hikayemde anlatmaya çalıştığım demokrasi üzerine düşüncelerimden de fark edileceği üzere aynı şeyleri düşünmüşüz.
Plato şöyle diyor;

''Demokrasinin esas prensibi, halkın egemenliğidir. Ama milletin kendini yönetecekleri iyi seçebilmesi için, yetişkin ve iyi eğitim görmüş olması şarttır. Eğer bu sağlanamazsa demokrasi, otokrasiye geçebilir. Halk övülmeyi sever. Onun için, güzel sözlü demagoglar, kötü de olsalar, başa geçebilirler. Oy toplamasını bilen herkesin, devleti idare edebileceği zannedilir. 
Demokrasi, bir eğitim işidir. Eğitimsiz kitlelerle demokrasiye geçilirse oligarşi olur. Devam edilirse demagoglar türer. Demagoglardan da diktatörler çıkar.''

Memduh bey yine her sabah olduğu gibi yatağından kalkar kalkmaz lavoboya gitti. Sinek kaydı traşını olduktan sonra tahriş olan yanaklarını rahatlatmak için losyonunu yüzüne sürdü. Boğaz manzaralı Fransız tipi balkonunun önüne kurulmuş kahvaltı masasındaki yerini
aldı. Kapıcının az önce getirdiği günlük gazeteleri de yanına alarak hem gazetelere göz gezdiriyor hemde kahvaltısını yapıyordu. Ülkenin son geldiği nokta itibariyle durumunu beğenmiyor, bu konudaki endişelerini çeşitli platformlarda dile getirip, ayni zamanda bir ekonomist olması hasabiyle bir çok insana düşüncelerini açıyor, onları mümkün olduğunca ülkenin sorunlarının çözümü konusunda paylaşıma davet ediyordu. Bu bir aydın sorumluğuydu.

Kendisi aynı zamanda ülkenin sayılı iş adamlarından birisiydi. Yaptığı iş özellikle dövize endeksli bir işti. Ham maddeyi dövizle alıp, işleyip mamul hale getirip tekrar ihracat yapıyordu. Dolayısıyla ekonomi sayfaları onun için önemliydi. Diğer sayfalara göz gezdirirken, ekonomi sayfalarını satır satır okuyordu.

Yakın bir zamanda yapılacak olan milletvekili seçimleri ister istemez ekonomiyi dolayısıyla döviz kurlarını etkiliyor, gelecek günler için tedirginlik yaratıyordu. Kafası karma karışıktı. Acaba libor artı beşten Londra borsasından kağıt mı alsa yoksa FED’in muhtemelen yukarı çekeceği faizler için kararınımı beklese. Bütün bunların yanında seçim sonrası meclisin yeni şekli ne olabilir. Hangi hükümet gelirse gelsin dörtyüzmilyar dolarlık bir borç gerçeği ile karşılaşacağını biliyor. Yapılan onca özelleştirmeye rağmen gelen yabancı para yaraya merhem bile olmamıştı. Oysa bunlar zaten para basan müesseselerdi.Bu müesseseler, işletmeler iki yıllık gelirlerine karşılık satılmışlar, elden çıkarılmışlar, maalesef satış fiyatının dört katı para harcansa tekrar kurulamazlardı.

Memduh Bey hayli gerildi, tansiyonunun çıkabileceğini düşünerek hemen ilacını aldı. İçine girdiği gerilimden bir an önce kurtulmak için radyonun FM  bandından Alaturka müzik kanalını açarak,  kulakları müzikte gözleri masmavi boğazın derinliklerinde bir şeyler arar gibi öylece daldı gitti.

Bir ara ev hanımının içeriden’’Memduh hadi çayını soğutma, iç de bir an önce gidip oyumuzu kullanalım’’ diye seslendiğini fark etti


Giresun Çamoluk ilçesi Gürçalı köyünden,  Satılmış sabah ezanı ile yatağından kalktı. Karanlıkta el yordamı ile elektrik düğmesini açtı, lambayı yaktı. Alelacele elbiselerini giydi.
Duvarda asılı el fenerini alarak dışarı çıktı. Kendisine ‘’yal’’ vereceğini umut ederek kuruğunu sallayan çomar ile hareketli el fenerinin ışığını takip ederek ahıra doğru gittiler. Ahıra girer girmez bütün hayvanların bakışları üzerinde toplanmıştı. Şöyle bir göz gezdirdikten sonra, hepsinin sağlıklı olduklarına kanaat getirdi. Küsbe ve saman karışımı dolu çuvallardan yemi alıp, eşit miktarlarda ineklerin yalaklarına döktü. Hayvanlar yemlerini yedikten sonra onlara su verecekti. Zaten o zaman kadar da hanımı Sultan da hayvanları sağmaya gelirdi.

Az sonra Sultan Bacı çıka geldi. ‘’
-Herif bugün ne var... emimgilin Ömer atını eğerliyordu, çarşının pazarı dün değülmüydü?
-ne olacak gız!...  seçim var seçim! Oyalanma hayvanları sağda bizde gidelim.
-okmam yazmam bile yoh, netcem ben seçmi.
-Gız şöfor olacak değülsün ya, gorhma diploma istemeyola.
-ne demek herif diplama istemiyola. seçüm hökümet işi,  devlet işi değulmü,
-ne devlet işü gız. Bascan möhrü.. benüm dedum yere,  o kadar.
-Herif sen ehliyet almak istedün alamadun. Ohuman yoh deye
-Ey... ba verürlemikü mührü basmah içün
-Verüle tabi vörüle.
-Biz möhür bascağuz sonra ne olcak
-Başbahanı seçcez
-Aboooo. O zaman bizler möhüm adamuz ölemü?
-neren möhüm gız senin. Möhüm adam fabrikada, meclisde, okulda, hukumet gonağında, masa başunda olu..Angarada olu
-nasıl öyle diyon herif. En  möhüm adamı seçiyoz biz.
-Orası doğru.
-E.eee o zaman möhüm adamlar seçimde ne yapıyola.
-Onlarda senin yaptıklarını yapıyola.
-Ne demek herif..  Onlarda ayni şeyi yapıyola bizde ayni şeyi yapıyoz. Olumu öyle şey?
-olu, olu.  Buna demoglasi mi ne diyola.
-Eee herif demoglaside möhümlerin mührü, möhümsüzlerin mühründen az çıkarsa ne olu.
-Gız gafamı eyice şüşürdün be. Ne olacak demograsi olu işte.
-Herif eyice gafamı garuşturdun. Ba gore hiç de eyi şeyler olmaz.
-ne olur peki
-her şey bom boh olu gebime geliy.
-Neye olsunki gız.
-Herif... möhüm adamlar okudukları yere möhür basıyla bense senun gösterdun yere möhür basıyom. Bu mu demograsi oluyo?. Benim heç hoşuma gitmedi bu demoglasi. Möhüm adamlara haksızlık olmuymu?

22.7.2007 Pazar günü Memduh bey ve eşi ile Gürçalıköylü Satılmış ve eşleri oylarını kullandılar.
Memduh Bey eve dönerken yarınki siyasi arenanın ne olacağına kafa yorarken,  Gürçalı Köylü Satılmış akşamleyin köy kırathanesinde pişpirik oynamak için kendisine kimin eş olabileceğine kafa yoruyordu.

Kesin olan bir şey vardı,  sandıklar açıldığında Menduh Beyle Satılmış efendinin oyları
hiç ayırt edilemiyordu. Neyin sayesinde... demokrasinin sayesinde. (!)


Mehmet SORAL







8 Ekim 2012 Pazartesi

‘’Dağda ölen teröristlere ağlamayan insan değildir’’

Diyabakır’ın yeni emniyet müdürünün;
‘’dağda ölen teröristlere ağlamayan insan değildir’’ sözü ile ‘’Kürt meselesi’’inde yeni bir açılımamı gidilmek isteniyor?

Birilerine göre Kürt meselesi, benim gibi düşünenlere göre de terör meselesi olan malum sorunun halledilmesi konusunda başta başbakan olmak üzere birçok bürokrat ve ucuz kahramanlar, Kürt kardeşlerimize şirin görünmek adına birilerinin kalplerine hitap etmek isterlerken milletimizin ekseri çoğunluğunada azap çektirdiklerinin farkındalarmı acaba?

Bölge insanının gönlüne hitap etmek adına benim bütün değerlerimi ayaklar altına alamazsın sayın emniyet müdürü. Birisi askerliği gelen, diğeride birkaçyıl sonra asker olacak olan iki oğlumun, senin emrinde polis yada asker olmasına nasıl gönlüm razı olabilir? Ben evlatlarıma karşı nasıl hainlik edebilirim, onları nasıl sana emanet edebilirim? Çocuklarım seninle benim aramda kalmaya mahkümmu olacaklar? Ben çocuklarımı askere gönderirken ‘’oğlum haine acımayacaksın’’ derken sen ise öldürdüğü teröriste ağlamayan oğluma insan değilsin diyeceksin öylemi?

Sayın emniyet müdürü, ‘’dağda ölen teröriste ağlamayan insan değildir’’ sözünü sarf ederken bir emniyet müdürü olarak himayeniz altında olan görevlilere teröristle mücadele etmelerini nasıl anlatacaksınız, açıklarmısınız? Şiir okumadığınızın, çok ciddi laflar ettiğinizin farkındamısınız? Sizin gözünüzde teröristi öldüren asker-polis insanlıktan çıkmış olmuyormu? Anlyoruzki sizin felsefeniz ‘’devleti ve milleti yaşatmak için terörist ölmesin, terörist ölmesinki devlet ve millet yaşasın’’. Evet sayın emniyet müdürü her şair herkes tarafından anlaşılmak zorunda değildir, hatda bazıları çok az insan tarafından anlaşılabiliyor.  Millet olarak seni çok iyi anladık. Kendi ifadenizle, uzun zaman ara verdiğiniz şairliğe dönmek isteyebilirsiniz ama şiir denemelerinizle devlet işlerini karıştırmayınız lütfen. Şairliğiniz uğruna kendi pisikolojik hallerinizi başkaları üzerinde görmek isteyebilirsiniz belki bu sizi rahatlatabilir ama gerçekci olamazsınız. Bu psikolojik haliniz,  duygu ve düşüncelerinizle himayenizdeki memurları motive edemez, koruyamadığınız gibi, onlarda size aynı duygu ve düşüncelerle sahiplenemezler.

Sayın emniyet müdürü bölücülükle mücadele adına bölücülük yaptığınızın farkındamısınız?
Çatışmada teröristi öldüren bir askerimiz yada polisimiz savcıyı beklerken savcı ile olay yerine geldiğinizde siz askerimize dönüp;
‘’Sen insan değimlisinki bu vatandaşı öldürdün’’ mü diyeceksin?
Yada şu talimatı verebilecekmisiniz; şairliğiniz, insanlığınız, çokbilmişliğiniz adına,
‘’Kapımda nöbet tutmayınız, zira gönlüm razı olmaz öldüreceğiniz her terörist için insanlıktan çıkmanıza’’

Yukarıdaki fikir ve düşüncelerim düz mantıkla anlaşılabilecek, söylenebilecek ifade ve sözlerdir.
 Aslında sayın emniyet müdürünün söylemek istediğide, bizlerin anlaması gerekenlerde farklı şeyler. Emniyet müdürü bir plan, proje dahilinde bu sözleri söylediğine inanıyorum. Alıştıra alıştıra milletimizin sabrı, bazı şeylerin kabullenilmesi aşamasına taşınmak isteniyor. Yani milletimiz; emniyet müdürü ve bundan sonra TV’lerde çıkacak yandaş yorumcuların telkinleri ile TAHMMÜL EDEBİLME eğitimine tabi tutulacağız ve bunun son aşaması APO’nun ev hapsine ve daha sonrada seçimlere katılabilme sebestliğine kadar gidecektir. Dolayısıyla eğitimimizin ilk dersi öldürdüğümüz teröriste ağlamakla başlayacağız.

Sayın emniyet müdürü yemezler… en azından ben hiç yemedim, sana bu lafı etme talimatını verenlerde bilsinler…


Mehmet Soral