28 Şubat 2020 Cuma

VELEV Kİ BİR SABAH KALKTIK VE...?

Velev ki bir sabah sabah kalktık...?
Velev ki sabah kalktık "Recep Tayyip Erdoğan Suriye'deki bütün askeri varlığımızı sınır güvenliğimiz için sadece sınırımız boyunca konuşlandıracağız" demiş olsa kaybımız ne olabilir, kazancımız ne olabilir.
Kaybımız; Esad'ı düşürememiş oluruz. Erdoğan'ın kişisel arzusu tatmin olmamış olur. Sonucu; Suriye Devleti Esad ile devam eder.
Kazancımız; şehitler gelmeyecek. Esad'ı düşürmeye matuf masraflarımız artık Türk milletinin kasasında kalacak. Tüm enerjimizi ekonomik kriz gibi iç sorunlarımızı aşmaya yönlendireceğiz.
Kürt devletinin kurulması senaryosu BOP projesi dahilinde planlandığına göre ve de; Erdoğan bu projenin eş başkanı olduğuna göre; demek oluyor ki; Erdoğan bu projeden çekildiği an BOP projesi kısmen akamete uğrayacaktır. Bu da şu demek oluyor; kurulması düşünülen muhtemel Kürt devletine mani olmak adına Suriye'de bulunma gerekçemiz de böylece ortadan kalkmış olmayacak mı. Öyleyse Suriye'de bulunmaya "Mahkum" olma nedenimiz nedir.
Siz Erdoğan'dan "BOP denen şey bir safsatadan ibarettir. Eş başkan falan da değilim. Bundan böyle de hiç bir katkımın olması söz konusu olamaz" anlamına gelecek bir ifadesini duydunuz mu. Belki de "Kandırıldım" dediğinde duyacağız.

Suriyeliler için bundan sonrası hak değil haram dır
Bir millet yöneticilerinden memnun değilse ve bu memnuniyetsizliğinin çözümünü dışarıdan davet ettikleri birilerinin gücü ile halletme yoluna giderse; emperyalistleri ülkeye davet etmek olur ki; bu da en utanılası, aşağılık bir durumdur.
Suriye muhalefeti kendi iradesi ile halletmesi gereken sorunlarını dışarıdan davet ettikleri güçlerle çözme yoluna gittiler ve BOP dahilinde, eş başkanlık görevlendirmesi adı altında Erdoğan inisiyatifinde ülkemizi de davet ettiler. Ve maalesef Suriye'de yaşanan olumsuzlukların bedeline ve vebaline Türk milletini de dahil ettiler. Vallahi de, billahi de Türkiye ortalaması algı düzeyinin üzerinde düşünebilen birisi olarak Suriye'de hangi kazancı elde etmek için bulunuyoruz hala anlamış değilim. Eğer Esad katil ise onun hesabını sormak bize değil Suriye halkına düşer.
Suriye'de Esad'ı göndermek, rejimi değiştirmek gibi kahramanlığa heves eden AKP yüzünden Ülkemizin sorunları Suriye'ninkinden de ciddi boyutlara uzlaştı. Zaten emperyalizmin kurgusu BOP ile esas amaçları ülkemizi Suriye'de yaratılan iç mesele üzerinden bugün bulunduğumuz noktaya taşımaktı ve başardılar da. Şimdi bunu; ülkemizi sınır ötesi savaş noktasına taşıyarak devam ettirmek istiyorlar. Nitekim onu da BOP eş başkanı Erdoğan'a "Suriye'de savaşmaya mahkumuz" şeklinde söylettiler.
Ülkemizde gezi eylemlerinin arkasında haklı bir tespit olarak emperyalist güçlerin olduğunu söylerken; Esad karşıtlarının yanında olup, onların kendi resmi devletlerine karşı muhalif hareketlerini organize etmemizi nasıl izah edeceğiz. Bizim Suriye ile sınır güvenliğimiz dışında hangi sorunumuz vardı. Nihayetinde BM nezdinde meşru Suriye devleti; Esad' ın yönetimindeki Suriye değil miydi. "Bu Suriye devleti yıkılsın, bizim istediğimiz şekilde bir başka Suriye devleti kurulsun" demek bizim haddimize düşmez. Eğer düşer dersek; birileri de kalkar adını gezi eylemleri veya başka bir şey koyarlar bize karşı aynısını yapmaya kalkarlar.
Biz de aşağı yukarı Erdoğan AKP'si iktidara geldiğinden beridir kendisine karşı muhalifiz. AKP'nin BOP projesi dahilinde eteğe kemiğe büründürülmesi, Fetö gibi bir hain örgütün kendi rahminde kuluçkaya yatmasına müsaade etmesi ve devamında 15 Temmuz ihanet sürecinin yaşanmasına vesile olmasına rağmen ülkemiz muhalefeti hiç bir emperyalist gücü çağırıp "Gelin bu işi beraber halledelim" hainliğini zerrece aklından geçirmediği gibi 15 Temmuz ihanet kalkışmasında devletinin sokaktan toplanmasına büyük katkıları olmuştur.
Bizde başka ülkelerin sorunlarına bulaşma huyu AKP ile başladı ve devam ediyor. Sınır güvenliğimizi sağlamak en doğal hakkımızdır. Sıcak takip nedeniyle sınır ötesi operasyonlarımız geçmiş dönemlerde de terörle mücadele gereği olmuştur ama bir başka ülkenin rejimini dizayn etmek gibi bir geleneğimiz yoktur.
Suriye halkının mutluluğu için Türk milleti kendi mutluluğundan fedakarlık yaparak bedel ödemek zorunda değildir. Tamam; zorda kalmışına, darda kalmışına, yolda kamışına kucak açtık. Bundan ötesi fedakarlığa yeter artık diyoruz. İtirazımız hak, vermek haramdır.

Ozan Ceyhun meselesine bir ilave daha
Ülkücüler acılarını da, hasımlarını da unutmayacaklardır. Hele ki 12 Eylül 1980 öncesi verilen mücadelenin hafızası konumunda olan üstün nitelikli, özgül ağırlıkları yüksek o dönemin yetişmiş insanlarının hiç birisinin vicdanına "Ozan Ceyhun masumdur" dayatmasını çakamazsınız. Biat eden, azatlığı kabul etmeyen iflah olmaz kölelere bu yalanı yutturabilir siniz ama ülkücülere asla.
Dolayısıyla, AKP'ye eklemlenip, siyasal İslamcılığa evrilerek ülkücü tanımın dışına çıkmayı tercih etmiş olanlardan elbette Ozan Ceyhun'un atamasına dair sarf ettikleri cümlelerin ülkücü vicdanın sesi olarak görmek mümkün olmayıp, yeni kimlikleri ile tamı tamına örtüşen bir değerlendirme olarak görmek lazım.
Sayın Bahçeli'nin açıklamasını da bu minvalde görmek, değerlendirmek lazım.
Mehmet Soral
soralmehmet@gmail.com

24 Şubat 2020 Pazartesi

ÜLKÜCÜLERİN REFLEKSİNİ TEST ETME CÜR'ETİ

Ülkücü katilini büyük elçi atamak Türk milliyetçilerinin refleksini test etmektir
Saygıdeğer büyüğümüz İrfan Çep der ki; "Aslında ülkücü katilinin büyük elçi olarak atanması ülkücü refleksinin testidir"
Yani AKP marifeti ile; bilinen, genel kabul görmüş ülkücü refleksinin son tahammül sınırının ne olabileceği test ediliyor olmalı ki; belki de bagajlarında bulunan Türk milleti ve devletine bir başka operasyonun ön çalışmalarını yapıyorlar. Fetö ile de böyle bir şeyi düşündüler ama "Hangimiz imam olacağız" kavgası ülkemizi 15 Temmuz ihanet sürecine taşımıştır.
Dolayısıyla ülkücüler aidiyet duyurdukları partilerde veya nerede olurlarsa olsun; bulundukları her türlü konumdan azade; sadece hareketin tarihine ve ülkücü şehitlerimize ahde vefa ve saygı gereği aynı dil ve hissiyatımızla ortak hareket ederek tepkimizi göstermeliyiz.
Ozan Ceyhun ülkücü katili diye yıllarca arandı, Avrupa'da kaçak yaşadı.Türk vatandaşlığından çıkarıldı. Almanya vatandaşı oldu. Yıllarca Almanya meclisinde vekillik yaptı. Bulunduğu her platformda 1915 olaylarına dair Ermeni tezlerini savundu. Bir ara tekrar Türk vatandaşlığı verildi, Türkiye'ye döndü. Ancak kendisi artık yerleşik Türk vatandaşı olmaktan ziyade AB vatandaşı dır.
Ömrünün en verimli ve uzun yıllarını bir başka devletin meclisinde o devlete hizmetle geçiren bir insanın Türk devleti ve milletinin hangi çıkarını korumak üzere Viyana büyük elçisi yapıldı acaba. Bunun açıklamasını özellikle cumhur ittifakının ön koşulsuz destekçisi Balgat mukimi ve avenesi nasıl açıklar, bilmek isteriz. (Lütfen dikkatinizi çekmek isterim, özellikle MHP demiyorum)
AKP ile iş birliği değil fikri bütünleşmeyi siyasal İslamcılığa evrilerek sağlamış olan Balgat mukimleri; bakalım bu şaibeli ismin atanmasını hangi vicdan-i muhasebe ile izah edecekler.
AKP Türk milliyetçiliği hareketine ve onun tarihi hatırasına karşı her türlü yanlışı yapmaya devam ederken; AKP'ye (Ne gibi bir mecburiyet ya da mahkumiyet söz konusu ise) zerre miskal itirazı olmayan Balgat'ın bundan sonra AKP her ülkücüyü tek tek zindanlarda toplayıp, sonra da kurşuna dizse ağızlarından bir kelam çıkar mı diye merak yetmiyor değilim.
El insaf, ülkücü hareketin bütün değerlerini ve anılarını sürekli itibarsızlaştıran, değersiz gören AKP'ye tahammülün sınırı nereye kadar olacak acaba.
AKP'ye sürekli Ver ver; be insafsız bir gün de istesen ne olur!
Biz boşuna demiyoruz; "Sivil Türk milliyetçiliği" "Ülkücü Hareket"in daha verimli ve ısrarlı takipçisi olabileceği gibi netice alacak düşünce ve eylemler geliştirilebilir.
Anlaşıldı ki; bu hareketin inisiyatifi üç beş kişinin inisiyatifinde veya bir parti veya kurumun uhdesine terk edildiğinde bugünkü hallerimizle baş başa kalıyoruz. Yani birileri Türk milliyetçileri ile dalga geçercesine; "Biz sizi öyle bir tezgaha getirip bize de öyle bir hizmet ettiriniz ki; bizden bir karşılık beklemeyi bile ar edinirsiniz" diyorlar. Böyle bir zulme, aşağılanmaya daha ne kadar tahammül edeceğiz.
Sen devletin bekası adına hükumete destek olacaksın, her türlü vebaline ortak olacaksın ama ittifak ortağının hiç umurunda olmadan ülküdaşının katiline paye verip, ödüllendirecek. Bunun adına utanmazlık tan, arsızlıktan öte ne denebilir ki.
AKP bu cüreti nereden alıyor; Türk milliyetçiliğinin kurumsal kimliğinin ve yetkinliğinin kendilerinde olduğu var sayılan Balgat mukimi ve üç beş avenesinin; kendilerinin her türlü kararına kayıtsız şartsız kabule amade oldukları zamandır.
Bundan sonra hem Balgat mukimi ve avenesi, hem de AKP ve onu ete kemiğe büründüren BOP projesinin ağa babaları görecekler; "Türk milliyetçiliği Hareketinin inisiyatifinin kimlerin uhdesinde olduğunu.

HDP üzerinden İYİ PARTİ'ye gönderme yapmak acizi-yetin bir ifadesidir
HDP ne demiş de İYİ PARTİ ona "Haklısın, sizin yanınızdayız" demiştir.
İYİ PARTİ, CHP ile seçim iş birliği yapmıştır, "Siyasi ve fikri bütünleşme" yapmamıştır.
Şimdi benim "MHP nin kurumsal kimliğini gasp etmiş olanlar HDP ile iş birliği değil ama "Fikri bütünleşme" yaptılar ki; her ikisi de Andımızın artık Türk okullarında okunmamasını sağlamak için ne gerekiyorsa onu yaptılar" demem mümkün mü; pekala mümkündür.
Elbete böyle bir fikri birlikteliğin olmadığına gönülden inanıyorum. Bütün mesele; İYİ PARTİ'ye yapılan CHP ve HDP üzerinden iz'ansız ve insafsız göndermelerdeki vicdansızlığa tenezzül edilmesi durumunda karşı argüman olarak da çok şeylerin söylenebileceğine dikkat çekmektir.
Dolaysıyla,Türk milliyetçileri olarak nerede olursak olalım; öyle veya böyle, bir şekilde yan yana geldiğimizde karşılıklı olarak gözlerimizin içine baktığımızda mahcubiyet duyacağımız ithamlar içeren ifadeler kullanmamanız gerekir.
Ne oldu; İYİ PARTİ siyasi arenaya yer alınca ucube sistem, kendi mucitlerinin ayaklarına dolandı. Bu sefer "Madem ki İYİ PARTİ bize bunu yaptı; hayallerimizi, planlarımızı alt üst etti biz de en zayıf halkalarını bulur, koparır sonra da tesbih taneleri gibi dağıtırız" çabası içine girdiler.
İYİ PARTI'ye içeriden ve dışarıdan yapılan operasyonların arkasında bu niyet var. Dikkat ederseniz tek adamlı sistem için CHP'ye sürekli lazımsın derken, İYİ PARTI'ye de gereksizsin diyorlar . İYİ PARTI'ye Saroscular sızdı veya var deniyor ama CHP'ye hiç öyle bir isnatta bulunmuyorlar. Niçin; dedim ya İYİ PARTİ'nin varlığı uzun vadede "Tek adamlı sistemin iki partili yapısı"na uymuyor da ondan.
Hatta Soros İYİ PARTİ hakkında bu dedikoduyu bizatihi kendisi yayıyor olmasın. Pekala mümkündür; ne isteyip de aldıkları AKP'ye alternatif olabilecek bir İYİ PARTİ'nin varlığı alışverişlerini bozar da ondan.
Öyle ya; AKP kurulurken aynı masa etrafında kimler vardı; Erdoğan, kurmayları ve Soros var idiyse ve hala ne isteyip de alıyorlarsa; niçin kendilerine durduk yerde bir maliyet unsuru oluşturup da İYİ PARTI'ye yatırım yapsınlar.
Bu düşüncem size çok garip gelmiş olabilir. Bence hiç de değil. Türk genel kurmay başkanını terör örgütü lideri ilan edip, hapse attıran kampas sürecinin müsebbibi olanların o günkü iradeleri bu gün de hala cari olup, o günlerde hangi inisiyatife sahipseler bugün de aynısına sahipler. Bunlar Allah'tan korkup kuldan utanır olmadılar ki; aklımızdan yukarıdaki iddialarımız geçmesin.

Bu ülkede boynumu hep giyotinin altında hissediyorum 
Bu ülkede tek adam iradesine dayalı hukuk ile muhteremin keyfinin istediği her an giyotini boynumuza inebileceğinin tehditi altındayız.
Kavala, siyasi olarak baştan suçlu ilan edilip, sonra da bunu delillendirmek için iki yıl boyunca belge arandığını anlamış durumdayız. Ama ne yapsalar mızrak çuvala sığmadığı için istedikleri suç delili bulunamayınca adamı sonunda beraat ettirdiler.
Amma ve lakin; tek adamın egosu, intikam hırsı bunu kabullenemedi. Bir şekilde öyle veya böyle Kavala hapiste yatmalıydı ve nitekim sonunda düşüne düşüne adamı; herkesi bir şekilde istemeleri durumunda üzerinden suçlu ilan ettikleri 15 Temmuz ihanet kalkışmasına atıfla suçlu ilan ettiler ve tekrar tutukladılar.
Bu yöntem ile tek adam biz öz güven sahibi nitelikli, özgül ağırlığı yüksek olan insanlara aba altından sopa göstererek tehdit amaçlı gönderme yapıyor ama ne yapsa faydası olmayacaktır, bunu kesinlikle bilmesi gerekiyor. Hiç kaçarı yok; su donduğu sürece içinde olduğu boruyu bir şekilde patlatacaktır.
"Tek adam" şunu bil ki; yıllar sonra bugün sana muhalif olmanın onurunu yaşayacağım; aynen Kenan Evren'e karşı olmanın bugün onurunu yaşadığımız gibi. Mesela, gezi parkında niçin bir gün(İlk üç günde) olsun geçirmedim diyerek, sürekli hayıflanıp dururum. Sanırım bu da benim bir ömür boyu sürecek ezikliğim olarak kalacak.
Kavala ile siyasi olarak hiç bir şekilde ortak tarafımız yoktur. Sadece ve sadece tek adamın keyfine dayalı tecelli eden hukuk anlayışına dikkat çekmek istedim.
Mehmet Soral
soralmehmet@gmail.com

18 Şubat 2020 Salı

İYİ PARTİ'YE KUMPASLARA HİÇ ARA VERİLMEDİ Kİ

''Erkek egemen Türk siyasetine bir kadın eli değmeli'' görüşümde ısrarım devam ediyor 
Erkek egemen toplumun ülkeyi nereye getirdiğine yaşım itibariyle bunca yıl şahit olunca; bundan muhtemelen üç veya dört yıl önce "Türk siyasetine bir kadın eli değmeli" demiş, bir yazı kaleme almıştım. Bu fikrimin inşası için de aday olarak Meral Akşener'i uygun görmüştüm.
Dolayısıyla İYİ PARTİ'den o istifa etmiş bu istifa etmiş hiç de umurumda değil. O istifa edenler kimleri hayal kırıklığına uğratmışsa onlar düşünsünler. Meral Hanım benim nezdimde hala itibarını ve güvenirliğini koruyor. Hayal kırıklığına uğramış değilim, arkasında olmaya da devam edeceğim.
Kendisini; erkek egemen toplumda bir kadın için en hassas tarafından, kadınlığı üzerinden alçakça, kalleşçe vurmak istediler ama işte en tekdir ettiğim özelliği ile yani siyasi geçmişinden zerre kuşku duymayacak şekilde öz güven abidesi kesildi ve "Bütün puştlar; kapınızda yal verdiğiniz köpekleriniz de dahil olmak üzere elinizden geleni arkanıza koymayın, kararlıyım ve devam ediyorum" demiştir.

Neymiş efendim İYİ PARTI'de Soros'cular varmış; o varmış bu varmış, olabilir de; ama Soros dahil uluslararası hangi güçler AKP'den ne istediler de alamadılar ki; bunu İYİ PARTİ'ye sızarak elde etmeyi düşünsünler.

İsmail Ok bugün mü İYİ PARTI'de Soros'cuların olduğunu fark etti. Belediye başkanı seçilmiş olsaydı istifayı düşünecek miydi.

Koskoca kelli felli adamlar; yeni sistemin ne getirdiğini, ne görüldüğünün farkında olmadan; "Seçim işbirliği"ni "fikri bütünleşme" olarak görüp, CHP'nin kendi politikalarından kaynaklı yanlışları İYİ PARTİ üzerinden sorgulamak gibi bir gaflette bulunuyor. Öyleyse; CHP ile yapılan siyasi işbirliği sayesinde vekil olduysan etik olan; vekillikten de istifa etmendir.
Ben aylar önce dediğimin arkasındayım. Kalıcı olmasını murad ederek yola çıkan yeni sistemin mucitleri, bütün hesaplarını Türk milliyetçileri adına MHP kurumsal kimliği üzerinden yaptıkları için Türk milliyetçilerinin sonradan İYİ PARTI olarak ete kemiğe bürünen "Cesurlar hareketi" projesinin hesabını yapamadılar. Dolayısıyla da onlar açısından gelinen aşama itibarıyla her şey sapa sarmış durumda. İYİ PARTİ üzerine tüm kumpaslar devam edecektir. Teşvik görürse şaşarım" demiştim.
İYİ PARTI'nin siyasi arenada yer alması tek adam sistemini tıkamış, daha doğrusu lüzumsuzluğunun görüntüsünü Türk milletine göstermiştir. Mucitlerin murad-ı neydi; "İki partili sistem"di. Bir tarafda kendileri, diğer tarafda ise CHP olacaktı. Dolayısıyla ne yapmak isteniyor; kumpaslara devamla İYİ PARTİ'yi dağılması, yok olması isteniyor.
Benim açımdan yılmak yok, yola devam. Bu arada Türk milliyetçiliği hassasiyeti üzerinden siyasi her türlü gelişmenin takipçisi olmaya da, şüphelerimizi dile getirmeye de devam edeceğiz.

İsmail Ok'un istifasını dayandırdığı gerekçeleri haklılığını değil çelişkilerini ortaya koyuyor
İsmail Ok bir siyasi partinin bir başka siyasi parti ile "Seçim iş birliği" yapmasını "Fikri bütünleşme" olarak görecek kadar Türk siyasetinden bihaber olduğunu İmamoğlu ve CHP için kullanmış olduğu cümlelerinden anlıyoruz.
İYİ PARTİ ve CHP birleşmek için bütünleşme kurultayı yapmadı ki; aksine ayrı ayrı daha güçlü bir kurumsallığa erişmek için seçim iş birliği yapmışlardır. Aynen İYİ PARTİ seçime girebilsin diye CHP'den 15 milletvekilinin İYİ PARTI'ye geçmelerinde olduğu gibi.
CHP olmasaydı İsmail Ok milletvekili olacak mıydı. İYİ PARTİ seçime giremeyeceği için elbette olamayacaktı. Peki bu durumda Imamoğlu'nun yanlışlarını İYİ PARTI'den sorgulayan İsmail Ok hangi etik değerler adına hala vekil kalmaya devam edecektir.

Durduk yerde darbe olacağı dedikodusu niçin yayıldı.
Beceriksizlikleri ve basiretsizlikleri sayesinde ülkeyi sürüklemiş oldukları akıbetin farkında olmalılar ki; birilerinin kendilerine tahammül edemeyip bir şeyler yapabilecekleri endişesini darbe söylentisi üzerinden tarif etmeye çalışıyorlar.
Ancak bu usul alışa geldiği üzere; daha çok kendi işlerine yarayacağı bilindiği için bilsinler ki hiç bir inisiyatif böyle bir ahmaklığa tenezzül etmez. Niçin darbe düşünülsün ki. Şunun şurasında ne var ki; 8 milyon da Türkiye genelinde çakıldığında o hazzı yaşamak varken.
Hiç heves etmeyin; bir daha bu millet size "15 Temmuz Allah'ın bir lütfuydu" benzeri ifadeyi kullanmanıza müsaade etmeyecektir.

Demokratik yollarla, üstelik sizin de sağladığınız şartlarda seçimlere gidilecek ve yerle yeksan olacaksınız. Ülkenin içine düşürdüğünüz şartları darbe korkusu ile perdeleyerek görünmez kılamazsınız.

Fetö'yü fark edip de suçlu görmeme gafleti
Bank Asya'ya para yatıran devlet memurunun niyetini fetö üyeliği olarak adleden savcılar nasıl oluyor da; adeta "Devletin suçlu görmediği cemaat mensuplarını ben nasıl suçlu görebilirdim" diyen zamanın genel kurmay başkanının niyetinden hiç şüphe etmezler.
Ben savcı olsam; eğer Bankasya'da hesabı olan her devlet memurunun fetöcü olabileceğine kanaat getirmişsem, bu adamın da özellikle planlanmış bir darbenin en önemli ayağının tesisine öncülük etmiş insan olarak görüp hakkında soruşturma açardım.
Eğer cumhur ittifakı böyle bir şüpheyi aklından geçirmeyip "Ben tenceredeki ete soğan doğramam" diyerek milletin aklı ile dalga geçen adam burada dururken hala İlker Başbuğ'u kabahatli ilan edebiliyorsa; kimse kusura bakmasın zerre miskal aklı olan her insanın aklına gelebilecek ilk şüphe bir kurgunun olabileceğidir.

İlker Başbuğ terör örgütü lideri olarak yargılandı, kumpas olduğuna hükmedildi ve aklandı. Peki aynı hukuk şimdi soğancı paşanın bir manada "Ben ordudaki fetöcülerin farkındaydım ama hükumetin, dolaysıyla da devletin suçlu görmediğini ben de suçlu görmedim" itirafı karşısında ne yapması gerekir; kalemini kırması gerekmez mi.
Veya; o yapıyı fark ettim ama "Muktedir olan siyasi güç" karşısında benim yapabileceğim bir şey olamazdı demelidir.

Recep Küçükizsiz'e yapılan kalleş saldırı
Bire gafiller nerede olursanız olun; kimin adına hangi tuzağı kurgulayıp, kalleşliği organize ederseniz edin; hatta bunun icrasını Allah'ın evi olan camilerde bile yapsanız; biliniz ki MHP kurumsal kimliğine saygı ve hürmetimizden zerre miskal şaşma olmayacaktır. "Ükücüler kardeştir" inancımız her daim devam edecektir.
Dolayısıyla ne yaparsanız yapın, sergilediğiniz çirkinlikleri elbette ülkücü kardeşlerimizden değil; önümüzdeki gün ve yıllarda er veya geç ülkücü iradenin inisiyatifinin bu ülkede muktedir olmasına mani olmak adına organize edilmiş şer odaklardan bileceğiz.
Tüm çabası ülkücü hareketin mazisine ahde vefa duygusu ile sahip çıkmak adına güzel çabalar içinde etkinlikler düzenleyen Recep Küçükizsiz abime yapılan çirkin saldırıyı kınıyor, kendisine geçmiş olsun diyorum.

soralmehmet@gmail.com

15 Şubat 2020 Cumartesi

İSTİFANIN DAYANAĞI ETİK OLMALIDIR

Efendim ne olmuş; İYİ PARTİ'den bir vekil istifa etmiş...
İYİ PARTİ Antalya milletvekili hanımefendinin İYİ Partiden ayrılış gerekçesini not aldık. Siyasi partiler içinde o gerekçelerin en az yaşandığı parti yine de İYİ PARTİ dir. Mevcut partilerin hiç birisinde; hanımefendinin isnat ettiği parti içi sorunlar yaşanmıyor değil, hatta fazlasıyla yaşanıyor.
Yine tekrarlıyorum ki; atama usulüne her zaman için karşıyım. Ancak bir canlının doğması için makul bir kuluçka veya hamilelik sürecinin sağlıklı şekilde geçmesi beklenir. Benim açımdan İYİ PARTI'de bu süreç hala devam ediyor. Doğal süreci dolmamış hamilelikten vaz geçmek doğacak canlıyı öldürmek olduğundan; hele ki İYİ Partinin ete kemiğe bürünmesinde emeği geçen hanımefendi gibilerin "Benden bu kadar" demelerini ilkesel bulmuyorum.

Mesela kendisine sormak isterim; Antalya'dan vekil olması için kimleri hangi kıstaslara göre "Sollayarak" öne çıkıp da aday olabilmiştir. Hangi sandık kurulmuş da kendisi tercih edilmiştir. Hanımefendinin partiden ayrılış gerekçelerine dayandırdığı ilkeselliği, milletvekili adayı olarak belirlenmesi sürecine de şamil kılsın bakalım ne hissedecektir. Ben olsam mahcubiyet duyarım.
Senin genel başkanın; tek adam sultasında emirle çalışıp, emirle karar veren mahkemelerde açılmış keyfi bir davanın tehdidi altında kalleşçe bir hükmün tecellisini beklerken; falanca niçin atanmış, filanca niçin atanmamış öyle mi.
Sayın Hanımefendi sormak istiyorum; sizin Antalya'dan vekilliğe adaylığınız seçimle mi yoksa atama ile mi oldu.
Ülkemizde tek adamı rejimi cari olduğuna göre siyasi arenadaki mevcut partilerin durumları, iç meseleleri de ister itemez bu olağanüstü şartlardan etkilenerek şekil almaktadır. Tek adam rejiminin doğası gereği diğer partiler üzerine projektör tutmaları ve oradan kendisine karşı geliştirilen alternatif argümanlara karşı yaptırım geliştirmelerini de bir o kadar normaldir. Burada önemli olan diğer siyasi partilerin de tek adam rejimine karşı kendilerini koruyup devamında alternatif olmaya yönelik argümanlarını oluşturmasıdır. Dolayısıyla, İYİ PARTİ'de atama ve görevden almaların arkasında bu fiili durumlarda bulunmaya mecbur kılabilecek olası kumpasları önleme amacı da olabilir. Mersin'de mahalli seçime girilememesinin temelinde belki de görevden alma konusunda zamanında gerekli müdahalenin yapılmaması da olabilir. Bu cümleyi ithamda bulunmak için değil, maalesef ülkemizde demokrasimizin olağan üstü şartlarda icrası nedeniyle kullanmak zorunda kaldım. Dolayıyla genel merkezin müdahalesine de kefil olmam söz konusu olamaz.

Türk milliyetçiliğinin sivilleşmesi muktedir olması için açılan kapı olacaktır
Şuna inanıyorum ki; ''Ülkücü hareket''in partileşmekten ziyade sivilleşmesi ile daha güçlü hale gelebileceğini düşünüyorum. Siyasi yaşanmışlıklar nihayetinde bizi bu düşünce aşamasına getirdi. Çünkü özellikle; Başbuğ sonrası MHP'nin kurumsal iradesi bir anlamda gasp edilerek sürekli hükumetlere destek konumunda bir misyon yüklenerek, ülkücü hareket daima kontrol altında tutulmuş; siyasi arenada ne güçlü varlığı, ne de zayıf varlığı istenmemiş, kendisine garip bir konum biçilerek varlığı sürdürülmekte.
Türk milliyetçiliğinin özellikle sivilleşerek güçlenmesine engel olunmuştur. Nedeni, sürekli olarak ülkücü hareketin Devlet Bahçeli'nın kontrolünden çıkabileceği endişesi oluşmuş. Bu endişeden olsa gerek; Başbuğ döneminde her alanda sivil örgütlenmesi teşvik edilmiş olan ''Hareket'' Devlet Bahçeli döneminde ise aksine böyle bir örgütlenmekten korkulmuştur. Mevcut olan sivil örgütlerin de iç bünyelerine müdahale edilerek; adeta buralardan inisiyatif sahibi isimlerin öne çıkarak MHP'ye gelip devam etmekte olan kurguya müdahale edebileceklerinden çekinilmiştir.
Dolayısıyla, Türk milliyetçiliği fikri üzerine inşa edilmiş tüm sivil örgütlenmeler bir şekilde MHP genel merkezinden yönlendirilmeye çalışılmıştır. Bundan mütevellit nitelikli adam yetişmesi mümkün olmamıştır. Yani eski MHP nitelikli insan yetişmesi için adeta bir okul iken; Devlet Bahçeli dönemi MHP de bu yetişmiş insanlar adeta değirmen misali öğütülerek etkisizleştirilmişler dir.
Siz Devlet Bahçeli'nın bir ülkücü yazarın kitabını tanıtım ve imza gününe katıldığına, bir ressamın sergisinin açılışını yaptığına, bir müzik sanat evinde dinleyici, sinemada izleyici olduğuna tanık oldunuz mu, duydunuz mu. Sadece bir kaç yazarın bizatihi makamına giderek kendi kitaplarını imzalatmışlardı. Yazar, çizer ve sanat adamları fikir hareketlerinde çok önemli ve aynı zamanda kıymetlidirler. Bu insanları ayağımıza getirmek değil, ayaklarına gitmek önemlidir. Bu tip inisiyatifler fikir hareketleri için çok önemli olup, büyümek için yol açar. Oysa MHP için büyümek değil, konjonktürü kullanarak üç beş kişinin inisiyatifinde siyasi bulvarda var olmakla yetinildi.
Sol da ''Bireysellik'' ve ''Hesap sorma'' öz güvenine dayanan oturmuş bir kültür olduğu için fikri gelişim hem bireysel hem de kurumsal anlamda gelişti. Türkiye de sol; insanlık adına düşündüklerinden değil, dini bakımdan yaşamadıklarından sorumlu tutuldukları için belki de uzun süreli iktidar olamadılar.
Biz Türk milliyetçilerine belki daha özelde ülkücülere ise cağ dışı olan, öz güveni silen, gelişime, düşünmeye, tefekküre engel; insanlar için en kolay ve zahmetsiz olan biat etmeyi yani "Lider, doktrin, teşkilat tartışılamaz" dayatmasını yaparak ülkücü zihinlerin ve zekaların küstürülerek atıl kalmalarına neden olunmuştur.
Demem o ki; tüm milliyetçi sivil toplum örgütlerinin her birisi kendisi adına güçlü ve etkin hale gelirse ancak bu aşamadan sonra siyaseti yönlendirme gücüne kavuşabiliriz diye düşünüyorum. Bu kültür oluştuğunda işte o zaman bugün için hiç düşünülmeye cesaret bile edilemeyen İYİ PARTİ, MHP ittifakı düşünülebilecektir. Hele ki yeni sistemde milliyetçi tandanslı ne kadar parti olursa olsun; Türk milliyetçilerinin gücünün ''Milliyetçi cephe ittifakı'' adı altında bir arada toplamak mümkündür. Çünkü Türk milliyetçiliği adına karar verme, inisiyatif kullanma bir kişi veya kurumun uhdesinde olduğunda; o kişi veya kurumlar veya üç beş kişiler kontrol altına alınınca tüm ''Hareket''in kaderi de bunlara bağlı oluyor.
İlle de diğer partilere dağılmış ülkücüler MHP de toplanmalı diye bugünden dayatma yapmak bütünleşmeyi değil ayrışmayı körükler. Şimdi İYİ PARTİ hangi yanlışı yapmış ki; insanlar emek verdiği bir yapıyı terk etsinler. Delege seçiminde o olmuş, bu olmuş; veya şurada şu isim atanmış, bu isime bilmem ne olmuş gibi eksiklikler üzerinden ''Burada da olmuyor'' diyerek tekrar yeni maceralara kalkışmak tam da Türk milliyetçiliği adına alan açmış, seçenek oluşturmuş bir gelişmeye doğrudan müdahale olacaktır.
Dolayısıyla bu aşamada bir siyasi partide bütünleşmekten ziyade sivil toplum örgütleri olarak güçlü olmaya öncelik vermek daha rasyonel olur diye düşünüyorum. Mesela milliyetçi sivil toplum örgütleri ''Andımız''a sahip çıkarken MHP'nin çıkmaması tamamen ve tamamen siyaset kurumunun milliyetçiler üzerinde peşin itaate dayanan vesayeti ile olmuştur. Türk milliyetçileri olarak çok daha önceden böyle bir vesayetin oluşmasına mani olabilmiş olsaydık MHP yönetimi Andımız'ın okunmasına mani olmak gibi bir gaflette bulunması aklından bile geçmezdi.
Siyasi partilerin Türk milliyetçilerine siyasi vizyon belirlemekten ziyade milliyetçi sivil toplum örgütlerinin siyasi partilere siyasi vizyon çizmeleri durumunda gerçek güç oluşturulabilir. Onun içindir ki; polemik olsun diye ismini vermeyeceğim ama çok başarılı akademik çalışma ve etkinliklerine şahit olduğum, Türk milliyetçilerinin kurmuş olduğu bir dernek ne yapılıp edilip siyasetin gücü ile ayrıştırıldı. Kader birliği yapmış insanlar karşı karşıya getirildi. Çünkü söz konusu derneğin herkes tarafından bilinen ve kabul görmüş başarısı siyaset kurumunu korkutmuştu da ondan.
Olacak iş mi yahu; yaylada çay içerken temiz havanın ve güzel manzaranın getirdiği ilham ile birisinin aklına bir şey geliyor ve tüm Türk milliyetçileri bu aklından geçeni kabule mahkum edebiliyor. Dayanağı ne; ''Lider, doktrin, teşkilat tartışılamaz''mış. Ya bizim aklımız, fikrimiz, kişiliğimiz ne olacak. Onlara göre Türk milliyetçilerinin ne düşündüğü hiç de önemli değil; irademizi onlara peşin olarak ipotek ettirmiş, sadece biat eden, o da yetmiyor; azaltığı kabul etmeyen iflah olmaz köleleriyiz ya.
İşte bu duygu ve itiraz edebilen öz güvene sahip örgütlenmiş milliyetçi sivil toplum gücü yaygın hale gelirse; kimseye de Türk milliyetçiliği adına her türlü inisiyatifin kendi bünyesinde toplandığı hissiyatını vermeyecektir.

İlker Başbuğ konuşunca AKP'yi aldı bir telaş ama ne telaş...
İlker Başbuğ fetö soruşturmaları için "Milad" olarak 17/25 Aralık değil milliyetçi, vatansever, Atatürkçü Türk subaylarının Türk Ordusu'dan tasfiyeleri için çıkarılmak istenen "Kumpas yasa" girişiminin olması gerektiğine atıf yapan ifadeler kullanınca AKP cenahında bir telaş ama ne telaş...
O kadar güç zehirlenmesi yaşıyorlardı ki; Kuran-ı Kerim'de belirtilen "Artık başka peygamber gelmeyecek" kadar adeta ayet hükmünde bir garanti ile iktidarlarının devam edeceği, hiç bir zaman sorgu ve suale çekilmeyecekleri öz güvenine sahiplerdi ki; İlker Başbuğ her şeyi berbat etmiş oldu. "Anamız bacımızdır" diyecek kadar bir şaşkınlığın içine düştüler.

Yani ben fikrimi, zikrimi ve düşüncelerimi ifade ederken sizin gazabınıza uğramamak için kılı kırk yaracağım ama siz; cumhuriyet tarihinin en büyük ihanet şebekesini devlete yerleştirip sonra da onlarla beraber bu millete 15Temmuz ihanet sürecini yaşatacaksınız; ve yine bu sürecin vebalinden kendinizi azade ederek "Emir kulu mahkemeler" de sadece size karşı olanları yargılayacaksınız öyle mi.
Böyle bir adalet ve yargılama mantığı hiç bir zaman beni tatmin etmeyecektir. Hüseyin Gülerce İlker Başbuğ'a "Fetöcü askerler orduya sızarken sen neredeydin" sorusunu arsızca sorabiliyorken, zerre miskal gocunmadan kendisinin fetö'deki konumunu gözardı edebilme cür'etine sahip olabiliyorsa; bu güveni kimden alıyor, sizden ve "Emir kulu mahkemeler"inizden değil mi. Böyle bir adalet anlayışı taammüden tecavüz hali değil de nedir.
Peki ben nereden güç alarak bunları düşünüyor ve söylüyorum. İlahi adalete inandığım için gerçek adaletin de er veya geç tecelli edeceğine iman ettiğim için. İhtiraslarınız ve güç zehirlenmesi sizi iman denen nimetten yoksun kılsa da; elhamdülillah bizler size rağmen koruyoruz ondan dolayı da inanıyoruz.
Kaçarı yok; İlker Başbuğ haklı davasının takipçisi olmasaydı bile Türk'e yapılan ihanetlerin takipçisi biz olacağız, yetişemedik mi, evlatlarımız olacak gerekirse torunlarımız.
soralmehmet@gmail.com

7 Şubat 2020 Cuma

İLKER BAŞBUĞ SUSMAK DEĞİL KONUŞMAK İSTİYOR

İlker Başbuğ Paşa susmak değil konuşmak istiyor
Türk Ordu'sunun belli bir dönemine kadar olan subaylarına karşı "Siyasal İslamcıların" kin ve öfke hala devam ediyor.
Ergenekon ile intikam aldılar kesmedi. Balyoz ve casusluk kumpasları ile intikam aldılar gene kesmedi.
Ordu ile ilişkileri kesilmiş olsa bile yine öfkeleri, kinleri geçmiyor. "Emekli olsanız bile konuşmayacaksınız" deniyor.
İlker Başbuğ diyor ki; "Askerlerin askeri mahkemelerde değil, sivil mahkemelerde yargılanması için meclise verilen ve geçirilen önergenin altında imzası olan isimler incelenmelidir" diyerek, buradan haraketle fetö'nün siyasi ayağının araştırılabileceğini söyledi.
Vay sen misin bunu diyen; tez elden yargılana talimatını verdi tek adam. Yani demek isteniyor ki "Sakın ha; ucu bize dokunacak hiç bir şeyi tetiklemeyin"
İlker Başbuğ'un en büyük hatayı Balyoz kumpasında ilk sarı öküzü vermekle yaptıklarını hatırlayarak; atık bu yaşta kaybedecek bir şeyinin olmadığını düşünüp, hem direnecek hem de konuşmaya devam edecek diye düşünüyorum.
Başbuğ Paşa kendi şahsı üzerinden cumhuriyet değer ve kazanımlarına dair kültürle yetişmiş ve bir şekilde kumpaslarla mağdur veya tasfiye edilmiş Türk subaylarının onurlarını koruma sorumluluğunu hala omuzlarında taşıdığı izlemini ediniyorum. Yeni başlattığı mücadelesi; "Ergenekon ve Balyoz kumpaslarında etkin bir şekilde karşı koyuş sergileyemedi" eleştirilerine karşı kendini aklama mücadelesi olacaktır.
Bu mücadelesini veriş şekli belki de kendisini önümüzdeki dönemde cumhurbaşkanı adaylığına da taşıyabilir diye düşünüyorum

Konsept değişikliği ile eksen kaydırmaya kalkmak
Hangi çapınla, hangi kadron ile konsept değişikliğine gidip, eksen kaydırmaya yelteniyorsun.
Atatürk ve O'nun değer ve kazanımlarını ekarte edeceksin öyle mi. Seni böyle bir tuzağa düşüren; elinden tutup ABD'ye götürüp, BOP mutfağına yamak yapan o zamanın güya "Alnı secdeden kalkmayan muhterem"in muritleriydi. Sen de çok iyi biliyorsun ki; partini kurduğundan beridir menfaatiniz çatışana kadar muktedirliğinin gücünü akıl ve zekandan değil fetö'den alıyordun.
ABD ve Rusya arasında bir o yana bir bu yana savrulup durmak neyin nesi dir. Bu atraksiyonları ancak senin monşer diyerek aşağıladığın ve her birini bir yerlere savurduğun nitelikli yetişmiş değerli insanlarla yapabilirdin.
Belki bunu fark ederek Devlet Bahçeli'den İmdad bekledin ama Bahçeli'nın yanında kimlerin kaldığının, kimlerin gittiğinin hesabını da hiç yapmadın. Her ikinizin yüzünden yetişmiş çok nitelikli insanlar atıl vaziyette ömür tüketiyorlar; yazık değil mi.
ABD'nin fikir kulüplerinde caka satarken "Bu itibar niçin Erbakan hocaya değil de bana gösterildi" diye sormadın. Çünkü BOP projesinin mimarları bu sorgulamayı yapamayacağını; pekala ihtiraslarının; sahip olduğun aklının, fikrinin ve zekanın çok çok önünde gittiğinin farkındaydılar. Tercih edilmiş olmanın tek nedeni budur.
"Badem bıyığın" üzerinize ayrı bir himmeti mi var ki; hepsini bir yerlere getirerek başarı elde edeceğinizi sandınız ve de çuvalladınız. Fetöcüler gitti sihir bozuldu öyle değil mi. Onun içindir ki; "Bizde ne kadar fetöcü varsa diğerlerinde de en az o kadar var" savunmanızın hiç bir gerçekliği yoktur. Çünkü ABD o partilerde kuluçkaya yatırdığı fetöcülerle operasyon yapamayacağına kani olduğu için sizi ve badem bıyıklı kadrolarınızı tercih ettiler.

"Siyasal İslamcılık" emperyalizmin Müslümanların aklına sokulan afyondur
"Siyasal İslamcılık"ın batı emperyalizminin Müslümanların ahmak olanlarının aklına soktuğu bir uyuşturucu olduğunu yaşadıkça daha iyi görüyoruz.
Bu uyuşturucunun müptelası olanların eylem ve düşüncelerinde akla uygunluk, tutarlılık görmek mümkün değil. Olaylara karşı tepkilerini zihin süzgecinden geçirmeden gösterdikleri için daha çok duygusaldır. Yakınlarına dahi en anlamsız hatta acımasız tepkiyi gösterip, zararı verebilirler. Onun içindir ki; İslam toplumlarında kan ve göz yaşı her daim vardır. Bu sadistçe kendine zarar verme halini özellikle İslam ülkeleri, Afrika kabilelerinde ve uzak-doğu'daki geri kalmış toplumlarda görüyoruz.
İşte Müslümanların zafiyetlerini çok iyi ölçmüş biçmiş batı; emellerinin tetikleyicisi olarak BOP misali haplar yapar, yutmaya teşne birilerini de bulur yutturur. Hapların adı başka başka olsa da tesirleri hep aynı. En son biz "Anadolu Türkleri" de bundan nasibimizi aldık; yuttuğumuz hapın adı "Emevi Camii'inde namaz kılmak". Hapı yutturdular, tahribatı devam ediyor.
Her geçen gün diğer İslam toplumlarından farklılığımız azalırken benzeşmemiz artıyor. Bunun da temel nedeni cumhuriyet değer ve kazanımlarının özellikle son 18 yıldır örselenmiş olmasıdır. "Efendim bunun nedeni fetö" falan filan diyebilirler". Onlar ne derse desinler; AKP siyasal İslamcı düşünceden neşet etmiş bir yapıdır. İşte onun içindir ki; parti işareti siyasal İslamcı "İhvan"ın rabia işaretidir. Fetö de bal gibi siyasal İslamcı bir yapı olup; AKP ile olan gen uyumu sayesinde devlet kurumlarında yapılanmalarında herhangi bir engelle karşılaşmadıkları gibi aksine teşvik de görmüşlerdir.
Son din İslam'ı, "Siyasal İslamcılık"ın tasallutundan kurtarıp, laikliğin güvencesinde, Türklerin İslam anlayışı ile insanlığa takdim etmek hem Müslümanları arzulanan konuma taşıyacak hem de her türlü emperyalizme hap olmaktan kurtaracaktır.
Dolayısıyla Türkçü düşünceyi hakim kılarak yaşam biçimimizde, eylem ve düşüncelerimizde temel ilkemizin; her şeyin Türk için, Türk'e göre ve Türk'ten olmasıdır.

İbretlik bir durum. Sizlerin bundan haberiniz var mı.
''Tahtapod internet sitesi'' yazarı Ayşegül Koçaklı önemli bir detayı sayfasına taşımış. Bence Tüm Türkler için ibret alınacak bir vakıa.
Dolayısıyla aynı ihanete hiç ara verilmeksizin devam ediliyor. Türk milliyetçiliği kurumsal kimliğinin kendi uhdesinde olduğuna inanların da bu sürece eklemlenmeleri ayrı bir felaket değil mi.
.
Yazarımız diyor ki;
''Görselde görmüş olduğunuz kitap, Türkiye Cumhuriyeti'nin 8. Cumhurbaşkanı olan Turgut Özal'ın yazmış olduğu ve içeriğinde Türk Milleti için pek çok hakaretamiz ifadeler içeren "La Turquie En Europe" adlı kitaptır.
Milletin Adamlarından biri olarak lanse edilen Özal kitapta, Türk milletinden "çoban" ve "medeniyetsiz" bir topluluk olarak bahsediyor.
Türklerin kendi kültürleri olmadığını, Türkiye'deki kültürün Yunan kültürünün devamı olduğundan dem vuruyor.
Turgut Özal'ın kitapta geçen kendi ifadesi tam olarak şöyle;
"Bizi Türk sayarak dışlıyorsanız bilin ki, bizim Türk denecek bir şeyimiz yoktur, uygarlık adına neyimiz varsa hepsini Yunanlılardan aldık, bizim kültürümüz Yunan kültürüdür, oğlumun adı olan Efe bile, Yunancadır; bu nedenle, Avrupa Birliğine girmemiz için kültürel engel yoktur. Biz tepemizde Türk olmayan yöneticiler bulunmasını yadırgayan bir toplum değiliz, Avrupa Birliğine alınmamıza bu açıdan da herhangi bir engel yoktur!"
Ne acıdır ki yüce Türk milleti Türklüğü aşağılayan bu Amerikan-Frenk mukallitlerine yıllardır oy veriyor. Türk tarihini çarpıtan, Türk tarihini yok sayan bu isimler yıllardır Türkiye'yi yönetiyor.
Ve ne acıdır ki bu Türk Düşmanlarını "Milletin Adamları" zannedenler kendilerini Osmanlı'nın mirasçıları olarak görüyor...
Not: Kitabın Orijinal dili Fransızca olup, Türkçe baskısı bulunmamaktadır...''

Kim hain kim kim vatansever kim...
Sizi bilemem ama gizem dolu; her dönemin fabrikatörü Doğu Perinçek'in algı operasyonlarının peşine takılmamaya özen gösteriyorum.
Adam İsviçre'de, Türk milletine sahip çıkmak adına adeta damardan Türk milliyetçi olabiliyor. Ermeni meselesi için bilerek İsviçre yasalarını ihlal edip, yargılanmayı göze alıyor. Ama aynı adam her vesile ile Türk milliyetçilerine karşı geçmişten gelen kin ve öfkesini kusmaya da devam ediyor. Böyle bir çelişki olamaz. Dolaysıyla ne yapıyorsa sipariş üzerine yapıyor.

AKP döneminde Ergenekon ve Balyoz davaları ile nice milliyetçi ve ulusalcı kahramanlara valizler dolusu sahte belgelerle suçlar isnat edip, bulundukları kurumlardan tasfiye edilmediler mi, o da yetmeyip hapislere atılmaları sağlanmadı mı.
Şimdi yine aynı iktidar döneminde, yine çeşitli belgelere(Doğru da olabilir) istinaden, yine birileri tutuklanıyor ve yine ne tesadüf ki; bu adamın da geçmişinde gönlümüzü okşayan kahramanlıklarının olduğu anlatılıyor.
Ben gene; Ergenekon ve balyoz kumpaslarına dair algı operasyonlarına teslim olmayıp nasıl ki direnmiş sem, bu gün de benzer algı operasyonlarına karşı direnmeye devam etmeyi düşünüyorum. Çünkü o zaman ki iktidar hala devam ediyor. Güven duymam için muktedirin değişmesi lazım.
Ben şüphelerimde tutarlıyım. Çok basit; mantık yürütüyorum hepsi bu kadar.
İlker Başbuğ'un hapse atılması hangi düzmece belgelerler ve hangi iktidar zamanında sağlanmışsa; ne malum; yine aynı iktidar döneminde Enver Altaylı için de benzer bir sürecin devreye sokulmadığı.
Yine birileri, birilerini kandırıyor olamaz mı. İdamla yargılanan askerler şimdi Türk ordusunda kahramanlıklar yaratıyor. Bir zaman sonra Enver Altaylı'yı kahraman olarak karşımıza çıkarmayacakları ne malum.
İrfan Çep Beyefendi bakın ne diyor; ''Cep telefonu rehberine, emanette iken numara yükleyip onunla yüzlerce kişiyi Ergenekoncu yapanlar, hangi hurda bilgisayara, ne yükleyemezler ki'' veya Ümraniye'de bir gecekondunun çatısına el bombalarını koyup, sonra da aynı adamların ''Bakın neler bulduk'' demeleri gibi. 
Ne garip değil mi; haine hain, kahramana kahraman diyemiyoruz. Gördüğümüze, duyduğumuza hatta şahit olduklarımıza bile inanamıyoruz. Şüphecilik üzerimize o kadar sirayet etti ki; tek tek her birimiz davranış bozukluğu yaşıyoruz.
Müsebbibi kimler; fetö diyeceksiniz değil mi. Hiç de öyle değil, o bir sonuç, devleti yönetenlerdir.

Fetö denince aklıma ilk gelen isim Fethullan Gülen, ikinci isim; bilin bakalım kim....?
Hüseyin Gülerce...
Peki Hüseyin Gülerce niçin bir kez olsun hakim karşısına çıkmadı veya çıkarılmadı.
Enver Altaylı Fethullah Gülen'e mektup yazmış da Hüseyin Gülerce hiç yazmamış mı. Ne yazması; gerek yoktu ki; zira hep kucak kucağaydılar. Peki böyle bir çelişkinin tiyatrosunu niçin bizlere sorgusuz sualsiz izlemeyi dayatıyorlar.
Enver Altaylı'nın kim olduğu niçin bugün merak edilip keşfedildi. Çünkü ölmüş Mao'nun yaşayan metresi öyle istiyor da ondan. Türk milliyetçilerinin Rahmetli Başbuğ'u Enver Altaylı ile ilişkilendirilerek zihinler bulandırılmak isteniyor.
Ben yasama, yürütme ve yargının tek adam iradesinde toplandığına inanıyorsam; niçin Hüseyin Gülerce'ye hürriyet, Enver Altaylı'ya hapis diyen iradenin hükmüne güveneyim ki.
Eğer birilerine karşı mücadelesini ettiğimiz, kavgasını verdiğimiz bir davamız varsa; kurduğumuz hiç bir cümlenin verdiğimiz kavgamız ile çelişkiye düşmemesi gerekir.
Tüm eylem ve düşüncelerimi tek adam sistemine karşı koymaya ve onunla kavgaya konumlandırmış sam; dolayısıyla yasama, yürütme ve yargının talimatla şekillendiğine de kani isem; bu ahval içinde adaletin verdiği hükme itibar etmem duruşumu inkar anlamına gelmez mi.
Demem o ki; tek adamlı rejimde sazan gibi her algıya atlamamak lazım; ola ki tek adamın paşa gönlünün isteği üzerine kurulmuş bir tuzak olabilir.
soralmehmet@gmail.com

2 Şubat 2020 Pazar

KİM HAİN KİM PUŞT KİM VATANSEVER

Fabrikatör Doğu Perinçek gene Türk milliyetçilerine sardı
Sizi bilemem ama gizem dolu; her dönemin fabrikatörü Doğu Perinçek'in algı operasyonlarının peşine takılmamaya özen gösteriyorum.
Adam İsviçre'de, Türk milletine sahip çıkmak adına adeta damardan Türk milliyetçi olabiliyor. Ermeni meselesi için bilerek İsviçre yasalarını ihlal edip, yargılanmayı göze alıyor. Ama aynı adam her vesile ile Türk milliyetçilerine karşı geçmişten gelen kin ve öfkesini kusmaya da devam ediyor. Böyle bir çelişki olamaz. Dolaysıyla ne yapıyorsa sipariş üzerine yapıyor.

AKP döneminde Ergenekon ve Balyoz davaları ile nice milliyetçi ve ulusalcı kahramanlara valizler dolusu sahte belgelerle suçlar isnat edip, bulundukları kurumlardan tasfiye edilmediler mi, o da yetmeyip hapislere atılmaları sağlanmadı mı.

Şimdi yine aynı iktidar döneminde, yine çeşitli belgelere(Doğru da olabilir) istinaden, yine birileri tutuklanıyor ve yine ne tesadüf ki; bu adamın da geçmişinde gönlümüzü okşayan kahramanlıklarının olduğu anlatılıyor.
Ben gene; Ergenekon ve balyoz kumpaslarına dair algı operasyonlarına teslim olmayıp nasıl ki direnmişsem, bu gün de benzer algı operasyonlarına karşı direnmeye devam etmeyi düşünüyorum. Çünkü o zaman ki iktidar hala devam ediyor. Güven duymam için muktedirin değişmesi lazım.
Ben şüphelerimde tutarlıyım. Çok basit; mantık yürütüyorum hepsi bu kadar.
İlker Başbuğ'un hapse atılması hangi düzmece belgelerler ve hangi iktidar zamanında sağlanmışsa; ne malum; yine aynı iktidar döneminde Enver Altaylı için de benzer bir sürecin devreye sokulmadığı.
Yine birileri, birilerini kandırıyor olamaz mı. İdamla yargılanan askerler şimdi Türk ordusunda kahramanlıklar yaratıyor. Bir zaman sonra Enver Altaylı'yı kahraman olarak karşımıza çıkarmayacakları ne malum.
İrfan Çep Beyefendi bakın ne diyor; ''Cep telefonu rehberine, emanette iken numara yükleyip onunla yüzlerce kişiyi Ergenekoncu yapanlar, hangi hurda bilgisayara, ne yükleyemezler ki'' veya Ümraniye'de bir gecekondunun çatısına el bombalarını koyup, sonra da aynı adamların ''Bakın neler bulduk'' demeleri gibi. 
Ne garip değil mi; haine hain, kahramana kahraman diyemiyoruz. Gördüğümüze, duyduğumuza hatta şahit olduklarımıza bile inanamıyoruz. Şüphecilik üzerimize o kadar sirayet etti ki; tek tek her birimiz davranış bozukluğu yaşıyoruz.
Müsebbibi kimler; fetö diyeceksiniz değil mi. Hiç de öyle değil, o bir sonuç, devleti yönetenlerdir.

Fetö denince aklıma ilk gelen isim Fethullan Gülen, ikinci isim; bilin bakalım kim....?
Hüseyin Gülerce...
Peki Hüseyin Gülerce niçin bir kez olsun hakim karşısına çıkmadı veya çıkarılmadı.
Enver Altaylı Fethullah Gülen'e mektup yazmış da Hüseyin Gülerce hiç yazmamış mı. Ne yazması; gerek yoktu ki; zira hep kucak kucağaydılar. Peki böyle bir çelişkinin tiyatrosunu niçin bizlere sorgusuz sualsiz izlemeyi dayatıyorlar.
Enver Altaylı'nın kim olduğu niçin bugün merak edilip keşfedildi. Çünkü ölmüş Mao'nun yaşayan metresi öyle istiyor da ondan. Türk milliyetçilerinin Rahmetli Başbuğ'u Enver Altaylı ile ilişkilendirilerek zihinler bulandırılmak isteniyor.
Ben yasama, yürütme ve yargının tek adam iradesinde toplandığına inanıyorsam; niçin Hüseyin Gülerce'ye hürriyet, Enver Altaylı'ya hapis diyen iradenin hükmüne güveneyim ki.
Eğer birilerine karşı mücadelesini ettiğimiz, kavgasını verdiğimiz bir davamız varsa; kurduğumuz hiç bir cümlenin verdiğimiz kavgamız ile çelişkiye düşmemesi gerekir.
Tüm eylem ve düşüncelerimi tek adam sistemine karşı koymaya ve onunla kavgaya konumlandırmış sam; dolayısıyla yasama, yürütme ve yargının talimatla şekillendiğine de kani isem; bu ahval içinde adaletin verdiği hükme itibar etmem duruşumu inkar anlamına gelmez mi.
Demem o ki; tek adamlı rejimde sazan gibi her algıya atlamamak lazım; ola ki tek adamın paşa gönlünün isteği üzerine kurulmuş bir tuzak olabilir.

Niçin milletin sorgu ve sualinden korkuyorsunuz.
Ne zaman olağanüstü bir durum yaşansa ilk aklınıza gelen; muhtemel eleştirilere karşı milleti tehdit ederek ön almak oluyor. Neymiş; Sosyal medya hesapları takip edilecekmiş.
Türk milletinin merhametine sığınmış bir takım "Beleş yaşam"cı kaçkınlar depremzedelere dağıtılan giyecek, yiyecek ve barınma eşyalarını toplayıp çadırlarına götürmüşler.

Şimdi ciğerimiz yanarken yapılan bu şerefsizliği, inanç ve ahlak yoksunu alçaklığı dile getirmeyecek miyiz.

Niçin tehdit ediyorsun; haklı gerekçelerin varsa bizatihi suç işleyeni yakala, deşifre et biz de millet olarak size helal olsun deyip, yanınızda olalım.
Bu arada Suriyeli bir gencin parmakları parçalanırcasına, enkazı kazıyarak insanları kurtarma çalışmasına katılmış olması takdire şayandı. Kendisine tüm haklarımız helal olsun.
Bunlar böyle olurken bakın aynı anda başka neler oluyor.
Rahmetli Ozan Arif işte böyleleri için "Zira bizim itikadımızca bunlara sövmenin sevabı var" demiş.
Şeref yoksunu alçaklar; yukarıya mesaj göndermek adına yalağa uzanan hayvan gibi kafayı çıkarıp diyor ki; "99 depreminde devlet yoktu ama şimdi var"
Allah sizi de bir enkazın altına alsın, sonra da bugünkü devletin gelip seni kurtarmasını bekle e mi.
Allahsızlar, kitapsızlar; bire vicdansızlar, o 99 depremi Türk tarihinde yaşanmış en büyük felaketlerden birisiydi. Kuş beyinli yavşaklar neyi ne ile kıyaslıyorsunuz.
Bekleyip göreceğiz; başkalarının sosyal medya hesaplarını takip edenler bu alçaklara ne yapılacaklar.

Ne İmamoğlu yahu...!
Bu kadar siyasi hatayı peş peşe sıralamak ancak özel çaba ile olurdu herhalde.
İmamoğlu'nun cüretkar şekilde harcadığı süreç; görünen o ki kendisini cumhurbaşkanlığına taşımaya yetmeyecektir.
Hala Erdoğan'nın kendisi karşında rakip olarak görmekten en çok korktuğu kişinin Meral Akşener olduğu gerçeğini cumhur ittifakı kabul edip, tedbirlerini de ona göre almaya çalışırken; muhalif kesimin hala yeterince fark edememiş olmasını anlamak mümkün değil.
Halim Küçükali kardeşimin de dediği gibi Erdoğan "Ben karşımda Muharrem İnce'yi istiyorum" dedi, CHP de tamam deyip, istediğini yaptı.
Meral Hanım hakkında açılan, kendisinin de "Çağırın beni ifade vermek istiyorum" dediği ama nedense bir türlü aktif hale getirilmeyen dava sizce niçin o halde tutuluyor. Benim kanaatim o ki; kendisine kalleşce yapılacak muhtemel bir kumpas için.
Bugünkü ve bundan sonra daha da sertleşeceği aşikar olan siyasi konjonktürün ancak ve ancak bir kadın elinin değmesi ile normalleşebileceğine kaniyim.
Dolayısıyla, bütün siyasi tahrik ve kalleşçe kumpaslar rağmen, sükunetini muhafaza ederek edep ve adap dilini zorlamadan bir hanımefendi zarafeti ile istikrarlı ve aynı zamanda tutarlı siyasi çizgisini özenle muhafaza ediyor.
Ben bu düşüncemi İYİ Partili olduğum için dile getirmiyorum. Dört sene öncede de "Türk siyasetine bir kadın eli değmeli" diye yazılar yazmıştım. O zaman da aklımdaki isim Meral Akşener di. Ve ben gene o zamanlar ne yapmak istediğini anlamadığım Devlet Bahçeli'nın tutum ve davranışlarına keramet atfetmeye devam ediyordum.
Evet, Türkiye'de siyaseti bu denli itibarsız hale getirip, kutuplaştırarak ayrıştıran erkek siyasetçiler olmuştur. Ben kadının siyasetteki anaçlığına da çok inanıyor ve güveniyorum. Bu fotoğrafı da şimdilik Meral Akşener'in şahsında görüyorum.
Türk kadınlarına sesleniyorum; hemcinslerimizden bıktık usandık. Lütfen artık inisiyatifinizi ortaya koyarak "Çekilin oradan, sizin bir halt edeceğiniz yok" deyin tülbenti meydana atın, tavrınızı gösterin. Sizleri Meral Hanım yanında, saf tutmaya davet ediyorum.

Benim de guru duyduğum bir tarafım var elbette
Bugünlerde en gurur duyduğum tarafım nedir biliyor musunuz; emrivaki ile beni Türk milliyetçiliğine memur atayarak "Memur milliyetçi" olmayı dayatanlara "Hadi lan oradan" demiş olmamdır.
Kanatları koparılmış hangi güvercin uçabilmiş; sorarım.
Yerlerde sürünen deve kuşunun heybeti var diye hangi gönül göklerde süzülen "Güvercin özgürlüğü"nden vaz geçebilir. İşte benim Türk milliyetçiliğim de böyle bir şey.
"Türk milliyetçiliğine memur edilmiş" üç beş kişinin paşa gönülleri istiyor diye Türk milliyetçilerinin kardeş olduğu gerçeği hiç zaman değişmeyecektir.
Memur edilmişlerin milliyetçiliği er veya geç sona erecek ama bizim milliyetçiliğimiz asla.
soralmehmet@gmail.com