6 Ocak 2014 Pazartesi

MUHALEFET VE CEMAAT

Vay be, ideal ve ülkülerimizi gerçekleştirmek, takipçisi olmak için parti kurmaya veya üye olmaya gerek yokmuş. Bütün bunları gerçekleştirmenin en etkin ve kısa yolunun ‘’cemaatleşmek’’ olduğunu anlamış durumdayım.

Bugün Türkiye’nin içinde bulunduğu şartları değerlendirdiğimizde; Partilen ‘’out’’ cemaatlerin ise ‘’in’’ olduğunu fark edebiliyor, hatda görüyoruz da.

Düşünebiliyormuşsunuz; Başbakan dan, Cumhurbaşkanına; cemaatten aman dilemek için elçiler gönderiliyor, ıslak imzalı mektuplar getirilip, götürülüyor. Peki Türkiye de bildiğimiz ‘’yasama, yürütme, yargı’’ erkleri yanında, birde bütün bunlara hakim olan ‘’cemaat’’ ergi varsa, bizler ne diye partilere üye oluyor, onların içinde ideallerimiz ve inançlarımız için mücadele veriyoruz.

Öte yandan, ey siyasi partiler, özellikle muhalefet partileri; bir cemaat kadar muhalefetliğiniz hissedilemiyorsa, Allah aşkına insanların umut ve beklentilerini sömürerek vanlıklarınızı sürdürmeyi daha ne kadar düşünüyorsunuz. Liseli yıllarımdan hatırlıyorum, sene muhtemelen 1983. Bir seçim arifesinde o zamanın siyasi parti liderleri (Turgut Özal ANAP, Turgut Sunalp MDP ve Necdet Calp HP) bir tv programında bir araya gelerek gastecilerin sorularını cevaplamışlardı. Demokrasi adına güzel bir manzaraydı, üstelik darbenin izleri hala devam ediyordu.
Günümüz siyasi partileri ve onların liderleri; biliyormuşsunuz darbenin gölgesinde bunu başaran o rahmetli siyasi parti liderlerinin gösterdikleri beceri ve demokrasi adına fedakarlığı sizler hala beceremediniz. Demokrasi adına bu durum beni bu devletin bir vatandaşı olarak utandırıyorken size zül gelmiyor mu?

Türkiye de yer yerinden oynuyor, muhalefet partilerinin ne düşündüğü konusunda millet hala bir şey bilmiyor. Sivil toplum örgütleri bile, duruma müdahale etmeyi misyon edinip, bunun için çabalar sarf ederlerken, liderlerinizin hala bir TV programında görüş ve düşüncelerini öğrenemiyoruz. Ama bir cemaat lideri okyanus ötesinden neredeyse devleti ayağına getirtebiliyor, niçin? Çünkü ideal ve ülküleri için yıllardan beridir süren istikrarlı bir mücadele azmi var, aşkı var.

Atatürk’ü yıllarca eleştirenler, sövüp sayanlar, tekke ve zaviyeleri kaldırdı diye demediklerini bırakmayanlar; şimdi gördünüz mü ve bütün bunların niçin yapıldığını fark edip, Atatürk’den özür dileme erdemliğini gösterdiniz mi? En azından kendi vicdanınızda. Atatürk; ‘’şeyhler, şıhlar dönemi bitmiştir artık’’ derken, umarım ne demek istediğini şimdi daha iyi anlamışsınızdır. Şeyhlerimiz, şıhlarımız, dergahlarımız, tekkelerimiz Atatürk’e sövenlerin istedikleri gibi kalsaydı, seksen küsur yıllık Cumhuriyet ve devletin yaşıyor olması mümkün olurmuydu Allah aşkına.

Demek ki şeyhler, şıhlar dönemi devam etmiş olsaydı, hiçbir suç dosyasının akıbetinin ne olacağını bilemeyecektik. Adliye binalarında soruşturma dosyalarının rafları bomboş olacaktı.

Demokrasi ile yönetilen tüm ülkelerde muhalefeti ‘’cemaatler’’ değil, siyasi partiler temsil eder. Bugün Türkiye de bunun tersi olduğuna göre demokrasinin varlığından söz etmek mümkün değil.
Cumhurbaşkanının, malum ‘’erklerin kavgası’’ sırasında çözüm yolu olarak ‘’cemaat’’e elçi göndermesi, muhalefet partileri ile görüşmeyi, durum değerlendirmesi yapmaya tenezzül etmemesi; demokrasimizin seviyesini ve ne kadar acz içerisinde olduğunu göstermektedir.

Demek ki muhalefet partileri de istifa eden bakanların suçsuzluklarına inanıyorlar ki, hala yüce divanda yargılanmaları için meclis de bir girişimde bulunma ihtiyacı duymuyorlar. Hele MHP ki, kendi bakanı Koray Aydın için ‘’git yüce divanda aklan da gel’’ demişti ama istifa eden bakanlar için hala yüce divan yolunu gösteren bir girişiminde bulunmamasına şaşıyorum.

İdeal ve ülkülerimi gerçekleştirmek için ‘’cemaat’’ mi kursak acaba diyorum.(!)

Mehmet Soral
06.01.2014
soralmehmet@hotmail.com
@soralmehmet