10 Ocak 2021 Pazar

VEFASIZLIĞIN YAŞATTIĞI UTANÇ

Nasıl bir cümle ile başlasam derken aklıma ilk gelen; hem Türk milleti hem de özelde Türk milliyetçileri olarak kendisine olan vefasızlığımızdı. Vefatını öğrendiğimde içimde iliklerime kadar müthiş bir sızı hissettim.

MHP'de "Gardaş" kelimesine alışmış kulaklarımız bir anda "Kardeşim" üslubu ile karşılaşınca "Burada ne işi var" dercesine garip bir refleks ile karşılamıştık kendisini. Teşkilâtlardaki rahmetliye ilişkin ortak hissiyatımız bu minvaldeydi.
Son derece kibar, hiç alışık olmadığımız bir İstanbul beyefendisini yine son derece güzel Türkçesi ile izlemeye başlayınca; başkalarına kabullenmemiz için dayattığımız "Ülkücü olma" önceliğini kendisinde aramadık, benimseyip bağrımıza bastık. Bir zaman sonra ülkücü vicdanın genel kabul görmüş bir abidesi haline geldi. Çok garip gelecek belki ama ülkücü hareket içinde abideleşmiş çok büyük kahramanları var ama "Ben ülkücüyüm" demeden yine aynı hareket içinde abideleşmiş bir insan var o da; Ahmet Vefik Alp dir.
Rahmetli Başbuğ'un talimatı ile yaptığı, mimarı olduğu kendi eseri MHP Genel Merkezi'ne girmesi istenmedi. Aslında bir talepte bulunmak için değil, eserinin periyodik bakımı için kontrol amaçlı girmek istemişti o kadar. Baktı olmayacak, basın yolu ile mesaj göndermeyi denedi "Binanın dış cephesini boyama zamanı geldi geçiyor" diyerek eserine sahip çıkmaya çalıştı.
Dünyanın kıymet verdiği ilk on mimarından birisiydi. Türk milleti dışında tüm dünya onun bilgi ve birikimden yararlanma yoluna gitti ama biz kıymetini bilmedik. Siyasi baronlara biat etmedi diye hep itelendi, ötelendi, kısaca istenmedi.
Liyakat sahibi insanların haklı olarak özgüvenleri son derece yüksektir. Dolayısıyla, siyasi iradeleri kontrol altında tutan siyasi parti liderleri eğip bükemeyecekleri, özgüvenleri son derece yüksek bu insanların partilerinde yer almasını pek istemediler. Birkaç defa İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanlığı için en makul aday olmasına rağmen İstanbul halkı olarak kendisine hak ettiği diğeri vermeyip vefasızlık yapıp seçmedik.
Dünyanın ilk on mimari içinde olan bu insan, doğrudan kendi alanını ilgilendiriyor olmasına rağmen yine cumhuriyet tarihinin en büyük projesi "İstanbul Kanalı Projesi"nin hiç bir yerinde yoktur. Bu lakaytlık, kadir kıymet bilmezlik Türk milletinin içinden çıkardığı değerlere ihanet değil de nedir. Ama kendisine bir defa dahi danışma nezaketinde bulunmayanlar utanmadan ülkesi için düşündüğü şehircilik ve çevrecilik projelerinin orasından burasından çalarak eserler ortaya koyup onlarla övündüler ancak bir defa olsun övmek için ismine atıf yapma nezaketini göstermediler; çağdışı yobazlar; kendilerinden değil diye. Yine çalıntı bir projesinin yarım yamalak inşasında balıkların beslenme, yumurtlama ve göçlerinin de hesaplandığı ekolojik dengenin dikkate alınmadığına çok üzülmüştü. Oysa projenin aslında bu ayrıntıların hepsinin hesaplaması yapılmıştı.

Velhasıl kelam, Ahmet Vefik Alp bizi, hatta Türk milletini vefasızlığımız ile baş başa bırakarak uçmağa vardı. Kendisini anlamış ve değer vermişlerin başı sağ olsun, diğerlerinin zaten umurunda değildi.
Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun; son derece kibar üslubu ile güzel Türkçemizi konuşurken bir şiir misali dinleten bu insana...


''İllet ve zillet''i muhalefet üzerine boca etmek ve ''Söz de'' tanımından rahatsızlık duymak...?

"Sözde" sözcüğünü "Asıl" için yapılmış olan tanımın hakkı verilmeyip, gereği yapılmadığı durumlarda "Asıl" olanın yerine kullanma ihtiyacı duyulan bir tanım dır.
Cumhurbaşkanı her şeyden önce siyasette hangi sıklette yarıştığı konusunda tercihini ortaya koymalıdır. Siyasi yarış sırasında işine gelince parti liderliğini, işine gelince de cumhurbaşkanlığını hatırlayıp sonucu etkilemek için güçlü olduğu tarafını öne çıkarıp kullanamaz, hatta bazen de olduğu gibi tehdit unsuru olarak önümüze çıkaramaz.
Cumhurbaşkanlığı makamında oturup da siyasi tercihlerimizden dolayı milletin yarısını illet ve zilletlikle itham edebilecek hiç bir Allah'ın kulunun anayasamızda tanımlanmış olan cumhurbaşkanı görev, yetki ve sorumluluklarına göre tarafsız olabileceğini iddia etmek mümkün değildir. Hatta insan aklı ile dalga geçmektir.
Deniyor ki; "Cumhurbaşkanı olarak değil, parti liderliği sıfatı ile siyaseten söylenmiş bir söz". Tamam öyleyse, bizler de bundan böyle kendisini işimize gelen sıfatları üzerinden muhatap alalım. Bütün eleştirilerim cumhurbaşkanına değil onun partisinin genel başkanına dır, tamam mı.
Siyasi olarak kendi partisinin ittifakını tercih etmediğim için bana illet ve zillet ithamında bulunan bir cumhurbaşkanına(Dikkat lütfen, AKP genel başkanı demiyorum) "Benim cumhurbaşkanım" dediğim an o aşağılanmayı "Aldım, kabul ettim" anlamına gelir ki; bunu yiyip yutacak adam değilim.
Belki de hep beraber makamına saygıya binaen kendisine "Cumhurbaşkanımız" diyeceğiz ama "Hayır, sizler illet ve zilletsiniz" demeye ısrarla devam ederek böyle bir niyetin gösterilmesine de fırsat tanımıyor. Bu durumda "Biz illet ve zilletler" olarak aramızdaki hukuki duruma bir tanım getirmemiz gerekiyor o da; "Sözde" dir.
Büyük bir haz duygusu ile üzerimize defalarca boca edilen "İlletler, zilletler" şeklindeki aşağılanmalarımız nedeniyle özür dilenmediği sürece en azından kendime olan güven ve saygımı yitirmemek adına "Asıl"a hayır, "Söz de"ye devam diyorum.


İstanbul halkının ucuz ekmek temini için yapılan oylamada MHP ve AKP meclis üyeleri red oyu verdiler

İstanbul Büyük Şehir Belediyesi fırın ve marketlerde 2 TL'ye satılan ekmeği kendi fabrikasında üretip büfelerinde 1 TL'ye satıyor. Belediye yönetimi yoğun talep karşısında satış büfelerinin sayısını artırmak için belediye meclisinden yetki istedi ancak AKP ve MHP meclis üyelerinin itirazları ile bu kabul edilmedi.
Bunun üzerine resimde görülen arabalarla gezici satış noktaları oluşturuldu ve böylece MHP ve AKP meclis üyelerine rağmen İstanbul halkı ekmeği %50 daha ucuz alabilecek.
Esas söylemek istediğim şu ki; altmış sene önce yaşanmış bir darbeye ilişkin yazılmış kitaba getirilen yorumdan darbe iması çıkararak yaygara koparan cumhur ittifakının, İstanbul halkına ucuz ekmek teminine engel olmak adına tercih ettiği bu zulmü muhalefetin yeterince anlatamaması sizce çok tuhaf değil mi.
Muhalefetin artık cumhur ittifakının belirlediği gündemin arkasından gitmesi ve buradan yarış sürdürmesi tamamen ve tamamen cumhur ittifakının işine gelecektir. Nihayetinde kumanda onların elinde ve gündem oluşturma önceliğini sürekli koruma derdindeler.
Cumhur ittifakının ekonomik kriz ve diğer sorunlardan etkilenerek zayıflayacağı gibi bir beklentiye girmemek lazım. Zira mevcut MHP ve AKP seçmeninin partilerini tercih nedeni, başarılı görmelerinden ziyade aidiyetlerinin bir alışkanlık ve tutku haline dönüşmüş olmasıdır. Muhalefetin bu alışkanlığı değiştirmek için tasavvur ettikleri öyle bir Türkiye ve gelecek anlatılmalıdır ki; vatandaş, "Bu sefer neden olmasın" deyip tercihini değiştirmeye yüreklendirilmelidir.
Mehmet Soral
soralmehmet@gmail.com

DARBE EVHAMI İLE YAŞAMAK


Darbe denen şey bir bilgisayar oyunu mudur

Milli Savunma Bakanlığı'nın yayınladığı bildirgeden çıksa çıksa, darbe dedikodusu yayılarak muhalefetin yapacağı her türlü eylem ve düşünce bazındaki çalışmaları ve kullanacağı ifadelerinde; "Darbe söylemi" ithamları ile karşılaşma çekincesine binaen muhalefet üzerinde tedirginlik yaratılarak sindirme düşüncesinin olduğunu çıkarabiliriz. Bu ne demek; mesela muhalefetten birisi "Erken yatıp erken kalkmak lazım" diyecek olsa, cumhur ittifakının; "Erken yatmak da ne demek; burada darbe iması var" tehdidine benzer oluşturulan bilinçli bir konjonktür hep canlı tutulmak isteniyor. Bir anlamda muhalefetin de her türlü söz ve eylemleri kontrol altında tutulmak isteniyor. Sivil toplum örgütlerinin hak arama düşüncelerinden vaz geçmeleri, cumhur ittifakına itaat etmeleri bekleniyor.
Suni, kurgulanmış olağanüstü şartların dedikodusu yaratılıp Türk milleti için güvenlik endişesi öne çıkarılarak işsizlik, açlık, her türlü yolsuzluk ve yoksulluk görünmez kılınmak isteniyor.
Böyle vesvese olur mu yahu. Korkmayın; olsa bile Türk milliyetçileri ve solcular hapislere atılırlar size gene bir şey olmaz. Bir başka sağ versiyon olarak iktidarınıza devam edersiniz. 15 Temmuz ihanetinden siyasi olarak kimler kazançlı çıktı; solcular mı, Türk milliyetçileri mi yoksa siz mi.
Kozmik odayı teslim etmiş bir ruh yapısından, günlük ekmek parasını zar zor bulan bir gazetecinin sözlerinden ve miladı dolmuş "Kökten jakoben" eski bir siyasetçiden darbe yapabilecek organizasyon ağı ve aklı çıkmaz. Muktedirlerin niyetlerine aparat amaçlı seçilmiş üç "Kahraman"ın sözlerinden çıksa çıksa C.Yılmaz'a komedi konusu çıkar, başka da bir şey çıkmaz. Ama varsa daha ciddi emare veya tespitler, onun da hesabını milletin şahitliğinde muhataplarına sorun ve gereğini yapın. Gene bu evhamlarınıza neden olanlara karşı savcılık görevini üstlenin ama bizleri tedirgin hatta tehdit etmeyin.
Böyle bir salgın sürecinde millet evinde adeta zorunlu hapisken huzurumuzu saçma sapan evhamlarınız ile bozmaya ne hakkınız var. Tavşan uykusu tedirginliği ile devleti yönetme aczi yetiniz daha ne kadar devam edecek.

Vallahi fetö ayan, beyan; açık ve net olarak Ergenekon ve Balyoz süreçlerinde ne yapmak istedikleri göstere göstere geldiler. Ama siz oralı bile olmayıp, alçakça ithamların savcısı olmayı yeğlediniz. Çünkü onlar sizi varmak istediğiniz yere taşıyorlardı da ondan. Darbeler hep sağ iktidarlar dönemlerinde kuluçkaya yatmışlar ve oradan doğup kundağa belenmişler dir. Dolaysıyla, siz sebep olmayın yeter.


Protesto hakkı ve rektör atama

"Katil polis" denilen her yerde hak arama ve hesap sorma meşruiyetini kaybeder. O an meşru olan her niyet, oraya sızmış hain ve puştların niyetlerine hizmete dönüşür.
Daha ne olur; iktidarın terbiye sopası olarak üzerimizde sürekli gezintisini hissederiz.
Meşru hak arama ve sorgulamalarımızda yanımızda kimlerin olduğuna dikkat etmek zorundayız.
Bu anlamda "Gezi Parkı eylemleri" 1980 öncesini de bilen birisi olarak diyebilirim ki; şahit olduğum, bilinç düzeyi oldukça yüksek bir gençlik organizasyonuydu. Sosyalist gençlerin etrafında güvenlik şeridi oluşturduğu halka içinde cuma namazı kılan milliyetçi, İslamcı gençler... Görüş farkı olmaksızın, tüm çevreyi el birliği ile çerden çöpten temizleme olgunluğu... Güvenlik görevlilerine baklava dağıtan türbanlı kızlar..
Ama gelin görün ki; bu güzelliğin içine uzanan üç beş terörist ve emperyalist puştun elleri tüm güzelliği yerle yeksan edince, devamındaki süreç iktidarın işine geldiği gibi muhalefeti sindirmeye yönelik enstrümana dönüştürüldü.
Dolaysıyla tüm gençlerimize seslenmek isterim ki; hak arayışlarınızı kirli emellerine alet etmek isteyenlere fırsat vermemek ve de iktidar tarafından da hiç bir şekilde "Hak aramama" şeklinde yaptırıma dönüşebilecek eylemlerinizde hain sızmalara fırsat vermeyiniz.

Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri ve akademisyenlerin malum rektörün atanmasına ilişkin, demokrasilerde son derece hak ve hukuka uygun olan protesto eylemlerini, terör ve teröristlikle ilişkili ve iltisaklı görme çabasında; "Gezi eylemleri" sürecinde devreye sokulan o meşhur iki konulu "Kabataş Yalanları" senaryolarındaki benzerliği görüyorum sanki.
Neydi o yalanlar; "Kucağında bebeği olan başörtülü genç bir anne, İstanbul'un Kabataş semtinde caddeden karşı karşıya geçerken, üstleri çıplak, altları deri pantolonlu yetmiş erkek darp ederek yelerde tekmelemişler, yetmeyip üzerine işemişler"di.
Diğer yalan neydi; yine aynı semtte "Sahildeki camiye ayakkabıları ile giren geziciler içki içip, her tarafı kırıp dökerek ortalığı berbat etmişler"di. Caminin imamı bu yalanı doğrulamadığı için görevinden alındı "Ben din adamıyım, böyle bir yalanı kabul etmiyorum" diyerek istifa etmiş veya emekli olmuştu.
Bu meşhur iki konulu "Kabataş Yalanı"nı doğrulayan hiç bir delil bulunmadığı hatta senaryonun sahiplerinin bile itirafları ile yalanın doğruluğu millet vicdanında genel kabul görmüştür.
AKP'nin süregelen bir alışkanlığı var. Kendisine karşı hak arama ve sorgulamaya matuf son derece demokratik toplumsal gösterileri bastırmak veya engellemek için Türk milletinin dini, milli ve ahlaki reflekslerini dikkate alarak bu hassasiyetleri yazdığı senaryolar içinde kullanıp toplumu sessizlik ve tepkisizliğe mahkum etmek için demokratik toplumsal eylem yapmayı düşünenlere karşı silaha dönüştürüp kullanıyor. Müdahalelere meşruiyet kazandırmak için "Bunlar öğrenci değil terörist" diyebiliyorlar.
Olacak iş mi. Ceza hukukçusu Prof. Dr. Ersan Şen hoca diyor ki; "Adaletin vereceği kararı iç işleri bakanlığı veriyor ve öğrencileri terörist ilan edebiliyor. Terörist olduklarını ancak yargılanmaları ile öğrenebiliriz. Bu çocuklar ne zaman mahkeme edilip de terörist oldukları anlaşıldı" diyor.
Velev ki yorumlarım yanlış ama insan yaşamında tecrübe denen de bir gerçek var. 18 yıllık tecrübenin kaleme döktürdüğü düşünceler dir benim bu düşüncelerim.


ABD Kongre salonunun işgali
ABD kongre salonunu işgal edenler "Burası bizim evimiz" diye bağırıyorlar. Yani ABD'nin kendilerine ait olduğunu düşünerek, iktidarı devretmek gibi bir ihtimale hiç hazırlıklı olmamışlar. O kadar konsolide olmuşlar, muktedirliklerini o kadar içselleştirmişler ki; bir defa olsun kaybedebileceklerini akıllarına getirmemişler. Dün ABD'de olup bitenler, aslında bu psikolojinin dışa vurumu ile yaşanan rezilliktir.
Bizimkiler daha makul bir yolu seçmişlerdi "Hiç bir şey olmamış olsa bile bir şeyler olmuştur" demişlerdi. Sonra seçimin tekrarında sandığa gömülünce "O bir şeyler"in sandığın dibi olduğunu hep beraber öğrenmiş olduk.

Velev ki; Atatürk ile karşılaştık ve...

Zaman zaman düşünürüm. Velev ki; kurucu Başbuğ rahmetli Mustafa Kemal Atatürk ile karşılaşacak olsam bana ne der, nasıl bir fırça atardı diye.

Herhalde..
"Benim aptal evlatlarım, size hangi ara ne oldu da; benden yüz sene sonra dahi benim çağdaşım seviyesinde bile olamayacak; bilgi, birikim, cesaret ve karizma yoksunu "Yönetici"leri başınıza getirme basiretsizliğini gösterebildiniz.
Hadi diyelim elem kulem yapıp size çakma lideri yutturdular, tezgaha geldiniz, kandırıldınız, gaflet ve dalalete düştünüz; bire aptal evlatlarım "Seçtiğinizin" yanına koyup kıyas yapacak bir fotoğrafımı da mı bulamadınız. Belli ki bulamamışsınız. Üzerimdeki elbisenin duruşu, bakışlarım, sigarayı tutuşum bile size yanlışınızı fark ettirebilirdi. Çünkü benim her hal ve davranışımda Türk'ün asaletine yakışacak özen vardır.
Ah evladım ah bırakın bilgi, birikim ve karizmayı; bedenlerine uygun elbiseyi bile almayı beceremeyenleri baş tacı ettiniz, ben sizin için artık ne yapabilirim ki.

Mehmet Soral
soralmehmet@gmail.com