26 Nisan 2019 Cuma

HDP SUÇ İŞLİYORSA KİM KORUYOR

HDP suçlu ise niçin var?
HDP'yi kuran da kollayan da "Devlet" dir. 57 yaşımdayım. Belki Türkiye ortalaması algı düzeyinin bir tık üstünde okuyan, yazan, çizen; kısaca düşünen, kafa yoran bir insan olduğumun farkında olarak böyle düşünüyorum. Kimse bu milleti aptal yerine koymasın artık.
Adamlar; (HDP) TBMM'de varlar, her türlü VIP ayrıcalıklarından faydalanıyorlar, maaş alıyorlar, komisyonlarda görev yapıyorlar, başkan vekili olarak meclisi yönetiyorlar, yurt dışında T.C Devlet'ini temsilen çalışmalara katılıp, alınan kararlara imza atıyorlar.
Bu denli, diğer partilerin vekilleri gibi varlıkları kabul edilip, bir takım sorumlulukların da yüklendiği bu insanlar; her ne hikmetse bir noktaya kadar "Masum", bir noktadan sonra da terörist olarak görülüyorlar. Hangi noktada; dün hangi parti iktidarda ise onun; bugün ise Cumhur ittifakının istediği şekilde hareket etmedikleri durumlarda.
Benim vardığım sonuç şu. Devleti yönetme konumunda olanlar HDP'yi; muhalefeti sindirmek, ona yönelimi kırmak, sonra da suçlamak için HDP/PKK' ilintisi üzerinden kendi müsebbibi oldukları sistem gereği HDP'yi bilerek ve isteyerek muhalefet kutbuna iterek aynı kutupta buluşturup, sonra da muhalefeti "Sizin bunlarla ne işiniz var" suçlaması için araç olarak kullanıyorlar.
Yani demem o ki; devleti yönetme konumunda olanlar; geçmişte başka partiler, bugün ise iktidardaki AKP; MHP ve HDP'yi konjonktüre uygun olarak yeri geldi düşman ilan etti, yeri geldi dost ilan etti. Çünkü bu iki partiye verilen misyon; siyasete ayar çekmek, dengeyi sağlamak için küçük "Gramaj"lık yaptırmaktır. Dolayısıyla MHP hiç bir zaman iktidar olmayacak, HDP gibi partiler de mecliste hiç bir zaman eksik olmayacaktır.
Lütfen biraz kafa yoralım. Devlet Bahçeli niçin Ahmet Türk'ün hapisten çıkmasını hastalık ve yaşlılık bahanesi ile talep eder ve niçin hapisten çıktıktan sonra da gider HDP'nin Mardin Belediye başkanı adayı olur ve seçilir. İşte bunun cevabı yukarıda anlattığım metinde sizce yok mu.
Düşünmeden, biat kültürü ile hareket edenler algıların peşinden giderler; aklını kullanıp, özgür düşünenler ise okudukları, araştırdıkları üzerinden vardıkları hükümler dahilinde yollarını tayın ederler.

Yandaş kanalda İş İşleri Bakanı'na yandaş sorular kolay cevaplar
Ne debelenip duruyorsun. Sen değil misinki; valilere, kaymakamlara "CHP'lileri şehit cenazelerine sokmayın" talimatını veren. "Adamın birisi de gitti kaymakamın yapmayıp "Unuttuğunu"nu yaptı, yetinmeyip bir de yumruk attı(!)
İnsan, bırakalım el alemin ne diyeceğini; evindeki çoluğuna çocuğuna karşı da mı mahcubiyet duymaz.
Bir sürü tırı vırı. Yahu adam ana muhalefet lideri. Bu ne demek; O'nun olmadığı, yani muhalefetin olmadığı zaman demokrasinin varlığından da senin varlığından da söz edilemez. Eğer bir şey varsa o da hanedanlık dır, oraya da zaten siz gelemezdiniz.
Efendim haber verildi, verilmedi muhabbeti sürüp gidiyor. Diyelim ki Kılıçtaroğlu aniden karar verdi ve  şehit cenazesine katılmak istedi; gene de gereğini tereddütsüz yapacaksınız.
Şehitler; acısı büyük, milli kayıplarımızdır. Aynı zamanda ailelerinin de  acı kaybıdırlar ama artık millete maal olduğu için muhalefet pekala "Türk milletinin" kaybı bilip, izin falan istemeden cenazelere katılabilirler. Dolayısıyla "Aile'den izin alınmamış" saçmalığı devleti yönetme ciddiyeti ile bağdaşmaz, duyanlar da seni ti'ye alırlar.
Ana muhalefet partisi mensuplarını oraya, buraya, şuraya almayın talimatını vermek; eğer bu ülkede demokrasinin olduğunu iddia ediyorsak; haddi aşmaktır. Asıl sizin bu talimatınız; ülkemizde sözde var olan demokrasinin icrasının sayenizde ne seviyede olduğunu göstermez mi.
Muhalefet yanlış mı yapıyor, suç mu işliyor; bir hukuk devletinin savcıları vardır, hakimleri vardır; gereğini yaparlar. Yapılamıyor mu; o eksikliğin müsebbibi de devleti yöneten, yani sizsiniz.
Şu adam terörist, şu parti işbirlikçi, falanca hain diyerek algılar oluşturup; sonra da zihinlere yerleştirdiğiniz bu algılar üzerinden hüküm vererek kişi ve kurumları mahkum edemezsiniz. En ufak siyaset temelli şahsi bir meselenizde hemen mahkemelere koşuyorsunuz. Madem ki siyasi partilerin kurumsallıkları adına puştluk yaptıklarını görüyorsunuz, devletin istihbaratı da emrinizde; niçin özelinizde olduğu gibi mahkemelere koşmuyorsunuz.
Oluşturduğunuz algılar üzerinden verdiğiniz hükme binaen; o zavallı "Kullanımlık adam" kendine vazife bilip, gidip o iğrenç eylemini gerçekleştirmiştir. 

Sosyal medyanın gücü
Şahsen benim de çabalarımın olduğu sosyal medya gücünü kullanarak İstanbul Belediyesi AKP meclis üyelerine geri adım arttırdık.
İki gün önce CHP'nin "Uyuşturucu ile mücadele komisyonu" kurulmasına AKP'li üyeler red oyu vermişlerdi ancak bugünkü meclis toplantısında sosyal medya gücü karşısında çark ettiler ve aynı başlık altında bizatihi kendilerinin önerge vereceklerini söylemişler.
Değerli dostlar sosyal medya deyip geçmeyelim. Gücü ulusal yayın yapan TV'lerin gücünü bile bu olayda olduğu gibi aşabiliyor. Yeter ki nemelazmcı olmayalım.
Demek ki; sayının fazlalığı değil, niteliğin; yani aklın kullanımı daha önemli. Dolayısıyla, demek ki AKP'nin meclis üyelik sayısı fazla olsa da; akıl denen melekeyi yerli yerinde kullanırsak "Sayının" gücünü de kırabiliyormuşuz.

İYİ PARTi'ye taban tavsiyemizdir.
İYİ PARTİ'nin bugünkü aşamada taban iradesine dayanan ve mahalle bazında delege seçimi ile başlayıp, Meral Hanım'a kadar uzanan bir demokrasi show'nu göstermemize mani olacak artık hiç bir engel kalmamıştır.
Hep beraber bunu isteyip, teşvik etmeliyiz. Bunun dışında atama matama, cart curt şeyler hala kurumsallaşma mücadelesi veren bu partinin tükenişine neden olur ki; o zaman da ahirette bu milletle helalleşme sorunumuz olacaktır, bunu da unutmayalım.
Şahsen, değil İYİ PARTİ; MHP'deki üyeliğimden beridir "Atama yönetimlerde görev almayacağım" prensibime sadakatim devam ediyor, edecektir. 

İstanbul'u kaybedenler genel seçimleri kaybetseler ne yaparlar?
A HBR'de; AKP'li üstelik de akademisyen birisi diyor ki; "CHP'liler (CHP'li meclis üyeleri İstanbul Belediye meclisinde uyuşturucu ile mücadele komisyonu kurulması talebine istinaden) Uyuşturucu kelimesini sürekli telaffuz ederek kullanımı teşvik ediyorlar"
Vallahi ne diyeceğiz bilemiyorum. Sanırım bunlar infilak etmeye ettiler de; bizler nasıl korunacağız o belli değil.
Alt tarafı beş büyük şehri kaybettiler ama kendilerini de kaybettiler. Peki bunlar genel seçimde yeni sisteme göre Cumhurbaşkanlığı da dahil kaybederlerse nasıl kabullenecekler ve bu kadar tek adam iradesine bağlı ordu ve diğer güvenlik kurumları gerçeğimiz ortadayken; bugünkü şaşkınlık ve hazımsızlık halinin katbe kat zuhur etmesi söz konusu olduğunda; iktidar, kazanana görev-devir teslimini yapar mı; yoksa yapabilecekleri bir darbe ile görevlerine devam ederler mi.
Bence burada muhtemel bir yönetim zafiyetine karşı anayasal boşluk var. Seçim gününe makul bir süre kala; özellikle iç işleri ve milli savunma bakanlıklarına tarafsız, siyaset üstü kişilerin atanması yapılmalıdır. Şahsen, nihayetinde mahalli seçim olup, İstanbul kaybedildiğinde yaşananlara şahit olunca; genel seçimler kaybedildiğinde yönetimin kazanana kolay kolay devredilmeyeceğine dair şüphelerim var. 

Cumhurbaşkanı ''Osmanlı Türkçesi yaygınlaştırılmalı'' demiş.
"Osmanlı Türkçesi" Türkün dilinin yozlaştırılmış, ucube hale getirilmiş halidir. Saray avenesi ve Osmanlı entelektüeli arasında kullanılmış olup, millettin bir haber olduğu bir dil olmuştur. Bu dildir ki; Anadolu'da yaygın kullanılmadığı için milletin aydınlanmasında hiç katkısı olmamıştır. Eğitimin Anadolu'ya yayılması, Türk aydınlanması bu uydurulmuş dil yüzünden gecikmiştir.
Anadolu'ya öksüz evlat muamelesi yapıldığı için mektep ve medreseler; mesela Bosna Hersek'de, Makedonya, Selanik, Arnavutluk veya Üsküp'de daha yaygın olmuştur. Sormak isterim; benim Şebinkarahisar'ımda hangi Osmanlıca ile hangi medresede ne gibi bir eğitim verilmiştir. İzi bile yok. Anadolu halkının görevi ekmek, biçmek ve orduya asker yetiştirmek olmuştur. Kafalarında devrim düşüncesi olan insanların; mesela Atatürk gibi insanların ülkemizin batısından çıkması; Osmanlı'da nitelikli eğitimin daha çok batıda verilmiş olmasındandır.
Demem o ki; Anadolu halkı nakli ve taklidi kültür ile Türklüğünü muhafaza etmiştir. Alevi Türk kültürü ve yaşam tarzının da buna çok katkısı olmuştur. Yaşanan canlı kültür; yeterince eğitim olmasa da cehaleti önlemiştir.
Bunu çok iyi gören büyük Türk milliyetçisi rahmetli Atatürk bugünkü alfabenin kabulünü devrimleri arasına alarak yine Türk milletinin aydınlanmasının önünü açmıştır.
O zamanki zihniyetin devamı olan bugünkü iktidarın "Osmanlı Türkçesi yaygınlaştırılmalı" çıkışlarını hiç de yadırgamadım doğrusu.
Böyle diyeceğinize; çocuklarımızın dünyadaki diğer gençlerle rekabet edebilmeleri için "İngilizce öğrenmenin"(İngilizce eğitim değil) yaygınlaşmasını sağlasanız daha hayırlı bir iş yapmış olmaz mısınız. Oğlum bilgisayar mühendisi çıktı iş bulamıyor; Osmanlıca bilseydi mi, yoksa İngilizce bilseydi mi daha kolay iş bulabilirdi.
Kaldı ki; bugün anadilimiz Türkçeyi ne kadar düzgün konuşma ve yazılmasını başardık ki; Osmanlıcayı da öğrenme ihtiyacı duyalım.
Neymiş efendim "Mezar taşlarını okuyamayan nesil zuhur etmiş". Zaten sıkıntı da burada ya; dirinin hastalığına çare için İngilizce öğrenmeyi değil; ölünün mezar taşını okuyabilmek için Osmanlıca öğrenmeyi yaygınlaştırma düşüncesi tam da size göre😂

''Gaz sıkışması''nın müsebbibi olanlar
Soğan, patates, patlıcanın getireceği "Gaz sıkışması"nı bertaraf etmek için tüm TV ve medya gücünü kullanıp, yönlendirerek algı oluşturup günlerce muhalefeti şeytanlaştırma gayreti, plan ve projesinin sonucudur; Kılıçtaroğlu'na yapılan saldırı. Oraya Meral Hanım da gitmiş olsaydı aynısı olabilirdi. Sanırım Meral Hanım'ın iç işleri bakanlığı tecrübesi birilerinin tezgahına gelmesine mani oluyor.
Bunca yıl demokrasi ve devlet tecrübesinden sonra Kılıçtaroğlu'na yapılan saldırının "Gaz boşalması" olarak görülmesinden, vatandaşı olduğum ülkem adına utanç duydum. Bireyselliğinin farkında olan, vatandaş olma şuuruna sahip her insanın hissetmesi gereken duygular olmalı benim bu hissettiklerim.
Ne demek Allah aşkına; "Ana muhalefet liderine yapılan linç girişimi"ni vatandaşın gazını boşaltma ihtiyacı olarak görüp masumlaştırmak. Bu bir körlük, cehalet ve aymazlık örneğidir. Bu akıl, fikir ve vicdan düzeyindeki birisi ancak ve ancak kendisinin uydurduğu yönetim ile ülkeyi yönetebilir; demokrasi ile asla.
Şimdi malum saldırgan aynı girişimini Cumhurbaşkanına yapmış olsaydı serbest kalması mümkün müydü, asla; zira mucidi olduğu, uydurduğu "Demokrasi"nin kuralları öyle işliyor da ondan, ters olan bir şey yoktur.
Bu ülkenin nihai varacağı yer dünya medeni aleminden tecrit olacağıdır. Demokrasi ile yönetilen hiç bir ülke yönetimi; bir ülkede ana muhalefet partisine yapılan linç girişimini "Gaz boşalması" olarak değerlendiren devlet adamını ciddiye almazlar, uzun vadeli ticari ilişkilere girmezler; zira keyfiliğin, cehaletin gölgesinde o ülkede gelenekselleşmiş kuralların olmayacağı; hatta hukuk ve adaletin esamesinin bile okunmayacağı kanaati hasıl olur ki; bu da tam güvensizlik demektir. Ha, bu şartlarda İlişkiye girenler ise; ancak ve ancak aciz ve bitkin hale getirilmiş ülkenin bu durumunu fırsat bilip, sömürmek için girerler. 

HDP'nin ''31 Mart seçimlerinde istediğimiz sonucu aldık'' videosu üzerine
Sosyal medyada HDP yönetiminin 31 Mart seçim sonuçlarını değerlendirdikleri bir video'ları paylaşılıyor. Beklenen açıklamalar olup, dahil oldukları ittifakın adını vermiyor ama başarılarından söz ederlerken, özellikle "Kürdistani" partilerin ittifakından bahsederken bunlar hangi partilerdir, doğrusu çözemedim. Ancak şunu da elbette gördük ki özellikle Cumhur ittifakını istemeyen HDP seçmeninin büyük şehirlerde CHP'ye oy verdikleri anlaşılıyor. Bir anlamda böyle bir tercihte bulunmalarının nedeni, Cumhur ittifakının kendilerine tek seçeneğe zorlamış olmasıdır.
Her şeyden önce HDP'nin ne yapmak istediğini bilmekten ziyade; kurulduğundan beridir tek başına iktidar olan AKP ve sonra Cumhur ittifakının ne yapmak istediğinden emin olmamız lazım.
Ben HDP'nin; derin devletin kontrolünde olduğunu düşünüyor, yine aynı devletin PKK'yı kontrol edebilme amacıyla "Eğer Türkiye'de bir Kürt inisiyatifi olacaksa, bu emperyalistlerin değil benim kontrolünde olsun" düşüncesi ile mecliste her zaman varlığı kabul edilmiş, hatta SHP zamanında teşvik edilmiş bir partidir.
Türkiye'de rejim değiştirenler, buna gücü yetmiş olanlar her gün muhalefeti HDP üzerinden terbiye etmeye güç toplamak için vesile yaparlarken ne hikmetse bu kadar baş belası gösterilen bir parti niçin kapatılmaz; anlamak mümkün değil.
Hiç bir zaman kapatılmaz, çünkü öyle durumda PKK nasıl izlenecek öyle değil mi. HDP ile kontrol altına alınarak verdiği zayiat en aza indirilirken bu yolla da "Kürt inisiyatifi"nin tamamen emperyalistlerin kontrolüne geçmesine de mani olunuyor.
Bu video'da söylenenler duyuldu, yayıldı devlet isterse gerekeni yapar, ayarını çeker ancak Cumhur ittifakının Almanya'ya gönderdiği federatif yapıyı inceleme heyetinin çalıştayı devletin bekası anlamında çok çok vahim bir durum ama hiç tartışılmadı.
Dikkatinizi çekerim; 31 Mart gecesi söyleyeceğini seçimden iki gün sonra söyleyen Devlet Bahçeli ne demişti; "Şehirlerde belediye başkanını biz seçelim, o da ilçe belediye başkanlarını atasın" diyerek bir anlamda Almanya çalıştayının yani federal yapılanmanın inşasına başlama niyetinin açığa vurumu değil de nedir.
Belki de ben Devlet Bahçeli'ye güvenmediğim için bu detayları yakalıyorum dur. Çünkü ülkemizde bu tür açılımların "Yol açanı" daima Devlet Bahçeli olmuştur. Mesela ikiz yasalar MHP, dolayısıyla Devlet Bahçeli marifeti ile meclise indi tek başına iktidara gelen AKP ile de meclisten geçti. O yaslar neydi; "Dini ve etnik azınlıklar isterlerse kendi geleceklerini kendileri tayın ederler".
Şimdi AKP kurulduğundan beridir özellikle Devlet Bahçeli marifeti ile yaşanan kırılmalardan sonra cumhur ittifakı ne yapmak istiyor, HDP ne yapmak istiyor tekrar tekrar düşünelim.

HDP ile aynı karede olmak
Devlet Bahçeli diyor ki; "HDP ile aynı kareye girenlerin tedbir almadan şehit cenazelerine gitmemesi gerekir" demiş.
Sanırım bu söz kendisini de bağlar; zira, Danıştay kararı ile tekrar okullarımızda Andımızın okunmasına ve AKP'nin yerlerinden döktüğü TC'lerin tekrar söküldükleri yerlere çakılması için meclise verilen önergelere MHP, HDP ve AKP beraber hareket ederek, meclisten geçmesine mani olmuşlardı.
Dolayısıyla CHP'nin HDP ile ortak hareket ettiğine dair somut belgeden öte yakıştırma şeklinde, tahmin üzerinden iddialar var ama MHP'nin HDP ile aynı amaç için oy kullanmış olması meclis tutanaklarında sabittir.
MHP'nin yaşadığı bu çelişki elbette ki kuruluş felsefesini ayaklar altına alıp, kendini inkar anlamına gelir ki; elbette kabul etmek mümkün değil.
Bütün mesele, Balgat mukimi ve avenesinin devletin her türlü maddi, manevi ve hukuki desteği ile MHP'nin kurumsal iradesini gasp etmiş olmalarıdır. Partinin hürriyeti elinden alındığı için icraatlarının sonuçlarını da Türk milliyetçilerinin iradelerinin tecellisi olarak görmek çok yanlış olup, Türk milliyetçilerini, ülkücüleri bağlamaz. MHP adına ne olup bitiyorsa Devlet Bahçeli ve avenesini bağlar.
Ama gene de birileri Devlet Bahçeli'ye "Efendim ne yapıyorsunuz, biz de HDP ile ortak hareket etmişliğimiz var" diyerek hatırlatmada bulunmalıdır.

İş İşleri Bakanının basın toplantısı
İç İşlerini Bakanının basın toplantısından anladığımız şu ki; Kılıçtaroğlu'na yapılan saldırıyı masumlaştırma, saldırganları da korumaya matuf bir toplantıdır. Anlaşılan, dün yaşanan bu vahim olaydan sonra ders çıkarmak gerekirken, kendi ifadeleri ile "Demiri soğutmak" yerine adeta provakatörlük yapan bir tavır içinde olmakla iç barışın sağlanması mümkün değildir.
İçişleri bakanının üslubu hiç de yatıştırıcı değil, tahrik ediciydi. Hala HDPPKK üzerinden tasvir ve tanımlamalar yaparak ana muhalefet liderine suç isnat edip, yapılan kalleşçe saldırının vahametini hafife aldı.
İki saat boyunca bir evde zorunlu olarak linçten kurtarmak üzere korumaya alınan Kılıçtaroğlu'n dan "Seni yeterince koruyamadık, özür dileriz" diyeceğine; yine bir başka provokatörün "Bakanım falanca sana küfür etti" ispiyonuna binaen kendisine yapılan küfür nedeniyle duyduğu öfkesini dile getirmeye daha çok zaman ayırdı. Demem o ki; yapmış olduğu basın toplantısı Türk milletinin beklentisi açısından bir fiyaskodur.
Dolayısıyla millet ittifakını oluşturan tarafların kendi aralarındaki siyasal anlamdaki fikri ayrılıkları tamamen öteleyerek, gölge bir devlet yönetimi anlayışı ile mevcut Cumhur ittifakını yakın takipçisi olması lazımdır. 

Sivas'tan öte gidememek
Sivas'tan öteye gidemiyorsun diyerek Kılıçtaroğlu'nu daha önce eleştirmiş olan aynı Devlet Bahçeli bu sefer de "%9 oy aldığın yere hangi cür'etle, nasıl gidersin" diyor. Yine, sanki Kılıçtaroğlu'n atılan yumruğu hak ettiğini ima ederek;
"O adama yumruk attıracak kadar ne yaptın sen Kemal Kılıçdaroğlu" diyor.
Allah'ım sen devletime, milletime acı ve böyle sorumsuz insanları; ülkemiz ve milletimiz üzerinde ne kadar inisiyatif sahibi iseler o inisiyatiflerinden tasfiye et, layık olanların bir şekilde önlerinin açılmasına fırsat tanı. 

Kılıçtaroğlu'nun özellikle kendisine karşı yapılan linç girişiminden sonra devleti yönetenlerden daha sorumlu bir şekilde süreci götürüyor. Cumhur ittifakının taraflarının tüm tahrik hatta provokasyonlarına rağmen aklı selim hareket ediyor. Kendisine teşekkür ediyorum.
Mehmet Soral
soralmehmet@gmail.com

21 Nisan 2019 Pazar

KEMAL KILIÇTAROĞLU'NA YAPILAN KALLEŞ SALDIRI

Kemal Kılıçtaroğlu'na yapılan kalleşçe saldırı.
Anlaşılan muhalefetin milletin acı gününde, mutlu gününde yanında olması istenmiyor.
Kılıçtaroğlu saldırıya uğradı. Diyarbakır Meydanınında Apo'nun ''On emri''ni okutanlara saldırı olmuyorken, Harbur'da binlerce şehidimizin katili ''PKK'lıları karşılayan Devlet''i yönetenler saldırıya uğramıyorsa; bir şehit cenazesinde Kılıçtaoğlu'nun saldırıya uğraması sizce oldukça manidar değil mi.
Özellikle ''Cumhur ittifakı'' hiç ilgisi olmamasına rağmen ''Devletin bekası'' söylemi üzerinden ''Millet ittifakı'' üzerine illet, zilyet gibi çirkin sıfatlarla söylem geliştirmeleri, kin ve öfke yönlendirmesi yapmaları ''Millet ittifakı''nı belki de bu tür saldırılar için hedef haline getirmiştir.

''Cumhur ittifakı''nın küçük ortağı 1 Nisan'dan beridir değil demiri soğutmayı; hala ''Zillet'' yakıştırmasını sorumsuzca sürdürmeye devam ediyor olması ve benzeri hazımsızlıkları dışa vurma söylem hal ve tavırları elbette birilerini yine bir şeyler yapmak için yüreklendirecektir. Millet ittifakının başarısının mahalli idareler seviyesinde kalmayacağı, devamının geleceği endişesi ''Cumhur ittifakı''nda panik yaratmıştır.
Evet, er veya geç sizin gibi sorumsuzların inisiyatifinden devletin çekip alınması mücadelesi kesintisi devam edecektir. Muhalefeti ''Kontrol altındaki eylemler''le yıldırma çabanız boşunadır. Yine ''Kabataş yalanı'' aklıma düştü.
Sayın Kılıçtaoğlu siyasi görüşlerimizin farklılığını bir kenara bırakarak demokrasi mücadelemizi hep beraber vereceğiz. Hiç bir korku ve endişeye kapılmadan ülkenin her yerine gitmekten lütfen imtina etmeyin, Devlet sizi de bizi de korumak zorundadır.
Şu da fark edildi ki; İmamoğlu'nun şahsında muhalefet; millet ile iç içe olunca teveccühünü kazanıyor. Şahsen Kılıçtaroğlu'na yapılan bu adice saldırının arkasında; muhalefetin her geçen gün güçleneceği endişesini fırsata çevirip, provokasyon yaparak yıldırma niyetinin olduğunu düşünüyorum. 

Devlet Bahçeli'nin özellikle seçim sonrası kullandığı dil çok ürkütücü
Devlet Bahçeli sen ki; her gün ve her vesile ile muhalefete kin ve öfke kusarsan; her geçen gün sayenizde itibar suikastı yapılarak "Ülkücü Hareket"e dip yaptırmak isteyenlere fırsat verirsen; organize olmuş taşeron şerefsizler de Kılıçtaroğlu'na saldırıp, sonra kırılası parmakları ile bozkurt işareti yaparlar.
Tüm gönüldaşlarıma sesleniyorum. Devlet Bahçeli'nin bu gereksiz kin ve öfkesi ülkücüleri sokağa çıkarmaya matuf olup, sakın bu tezgaha gelmeyin. Ben çocuklarımı uyarıp sahip çıkıyorum sizler de sahip çıkınız.

Fikrimi anlamayanlar zikrimi okuyamazlar.
Biatcı olmayan, meselelere kafa yorup düşünen insan olarak diğer siyasal düşünceler üzerine empati yapıp, fikri dünyamdaki tekamülü yazılarımıza yansıttıkça; biatcı geleneğe bağlı, öğrenilmiş çaresizliğin girdabında debelenenler adeta şartlı refleks gereği bana artık ülkücü olmadığım, solcu olduğum hükmüne varıyorlar. Neymiş efendim; komünistin ahlaklısı, dürüstü olur mu; ben olur demişim.
Meselenin aslı nedir biliyor-musunuz; bir Türk milliyetçisi, ülkücü olarak ''Siyasal İslamcılar''ın kıçına yama olmaya şiddetle itiraz ediyor olmamdır.
Ey sözümün muhatapları; dinimizin, cinsimizin, cibilliyetimizin içini boşaltıp her bir değeri ucubeleştiren; cumhuriyet tarihinin en aşağılık terör örgütünü devlete yerleştirip, tüm mili düşünen kişi ve kurumlara kumpaslar kurarak, devletin ana direklerini kirişlerini kısaca taşıyıcılarını kırıp, ''Devlet ananın rahmine kezzap dökerek'' kadim Türk devlet geleneğinde hem Türk milletine hem de Türk devletine en büyük zafiyeti yaşatan siyasal İslamcılara; ''Size her türlü desteği vereceğiz, kaldığınız yerden devam edin'' diyenlerle beraber olmaktansa; fikri namusa sahip güzel ahlak sahibi her komünistle de, ateistle de dost olmayı yeğlerim. 

''Komünist Başkan'' kendile gel haddini aşma.
"Komünist' başkan"ın dürüstlüğüne güvenip kasayı teslim ederiz dedik ama sanki ona "Tunceli"yi" Dersim" yap demişiz gibi anlamış.
Bak başkan, ya dürüst olacaksın ya da; bir ilin adı olmaktan öte bir bölge ismi olarak "Dersim" dediğinizde; masumiyet ortadan kalkar, tarihi gerçekler devreye girer ki; bunun ne demek olduğunu bileceksin, bilmiyorsan da öğreneceksin.

"Dersim"; devletin konjonktür olarak içinden geçmekte olduğu çok ciddi kritik bir dönemde birilerinin emperyalistlerle işbirliği yaparak T.C Devleti'ne karşı yaptıkları isyanın; puştluğun, kalleşliğin adıdır. Evet, ''Dersim'' dendiğinde Türk milletinin aklına gelen tam da budur.
Süte su katmak gibi bir puştluğa ne gerek vardı. Bir ülkücü olarak senin için ''Kasayı teslim ederim'' demişim, bir çoklarımız da aynı şeyleri söyledik. Neydi amacımız; duvarları yıkmaktı. Şimdi ne gerek var; senin şahsında bir ateistin, bir komünistin de ahlaklı ve dürüst olabileceği algısını yaratmışken; bizler de bu algıya katkı sağlarken eski alışkanlıklarını devam ettiren üç beş ayrımcı puşt komüniste şirin görünmek uğruna durduk yerde Tunceli'yi Dersim yapmaya.
Ülkemizin iç barışa ihtiyaç duyduğu bir anda şahsında komünist tiplemesine bile sempati kazandırdın. Yazık değil mi; topladığın bunca sempatiyi hoyratça çar çur etmeye.
Aklını başına al Başkan. Tunceli üzerinden yara açıp, sana da o yarayı kaşıtarak akan kanda sinek besletirler, bilesin. Niçin; çünkü bir ülkücü senin şahsında "Kasayı siyasal İslamcıya değil, komünist başkana teslim ederim" demişse; bunda da siyasal görüşler arsındaki sosyolojik anlamda pozitif bir gelişme murad edilmişse; ülkemiz üzerine planlar yapan birilerini elbette ürkütmüş, ürkütecektir de ondan.
El cümle; aklını başına al, işini yap Başkan. T.C Tunceli Belediye Başkanlığınız hayırlı olsun.

İttifak mı yoksa ihanet mi
Önce ayrıştıracaksınz, sonra barışmak için "Türkiye ittifakı" denen ucube bir terim ortaya atacaksınız.
"Türkiye ittifakı" "terimi aslında bir suçluluk psikolojisinin dışa vurumu, bir anlamda itirafıdır. Çünkü bu milletin ayrılığı, gayrılığı yoktu. Eğer bu terimi bugün kullanır olduysak bay ayrıştıranları olarak Devlet Bahçeli ve Recep Tayyip Erdoğan; sizlersiniz.

İddia ediyorum ki; Devlet Bahçeli ve Recep Tayyip Erdoğan'nın Türk milletinin sosyolojisine soktukları "İttifak" kelimesi gün gelip gene Türk milletin başına bela olacaktır. Türk milletinin kendi içinde ittifaklar icat etmek kadar tehlikeli bir şey olabilir mi. Örnek mi; "Güney illeri ittifakı" denen bir oluşum gündeme gelse bu terimi sosyolojimize sokanlar ne diyecekler.
Ülkemizde ittifaklara değil, kucaklaşmaya ihtiyaç vardır. Ancak bunun öncüleri; hele ki Devlet Bahçeli ve Recep Tayyip Erdoğan hiç olamazlar. "İttifak" sözünün geçtiği her durumda ayrışmanın varlığı kabul ediliyor demektir.
Daha şurada kaç gün geçti ki; meydanlarda bana "Zillet, illet" demediler mi. Bu sözler hafızama mıh gibi çakıldı kaldı. O mıhın çaktıkları yerden çıkması için laf değil eylem üretmeleri gerekir. Gözlem yapıp hüküm vermemiz lazım. Balkon konuşmalarının hepsi de çok güzeldi ama sonra ne oldu...
Onları asla af etmiyorum. Kendilerine kesinlikle güvenmiyorum. Zira her iki muhterem de; özellikle birbirlerine her türlü hakareti yapıp sonra da kanka olan insanlar değil mi. Peki bu kişilik yapısındaki iki insanın barış, demokrasi ve kardeşlik adına yaptıkları çağrı ne kadar inandırıcı olabilir ki. Onlar kenara çekilsinler, bizler kucaklaşmasını biliriz. 

Ahmet Davutoğlu'ndan hiç bir halt olmaz
Ahmet Davutoğlu'ndan hiç bir halt olmaz. Kendisi başbakanken resmen darbe yapılıp, istifa ettirildi, üstelik de kendisinden daha az oy ile başbakan olmuş Erdoğan tarafından.
Yahu adam gördüğü muamele karşında "Ih" bile diyemedi, sünepece çekildi kenara. Böyle bir kişilik mi liderliğe soyunacak..
Türkiye'de liderliğe soyunmak biraz da yürek ister. Adamda bunun emaresine bile rastlayamadık. Akılda kalan en dikkat çekici hüneri Suriye bataklığı ile Süleyman Şah türbesini korumak adına kaçırtmasıydı. Türbe geldi, toprak kaldı. Böyle bir acizlik mi kendisini liderliğe taşıyacak.

Başbakan iken kulağından tutulup kenara atılması girişimi sırasında bu günler için çok güzel bir hikayesi oluşabilirdi; Recep Tayyip Erdoğan karşısında dik durabilmeliydi.
O kadar basiretsiz bir süreç yürüttü ki; dış politikaya dair AKP hükumetine ilham kaynağı olan "Stratejik derinlik" kitabının bile hiç bir faydası olmadı. Belki de Erdoğan karşısında umulan dik duruşu sergilemesine mani çok handikapları vardı. Mesela onun "Stratejik derinlik" kitabını bana ilk tanıtan ve met eden (Muhtemelen 2007 yılı) zamanın cemaat'inden "Sandığım" birisi olmuştu. 

"İllet ittifakı", "Zillet ittifakı"ndan "Türkiye ittifakı"na evrildik öyle mi.
Hadi oradan. Kaybettiğim sevdiklerim mezardan çıkıp gelseler; sen değil misin ki; güçlü olduğunda tek bıraktığın yer kulağımızın arkası kalmışken; tokatı yeyip, güç kaybına uğradığında "Türkiye ittifakı" geldiyse aklına şayet; söylediğin hiç bir sözün anlamı da, hükmü de yok; umurumda da değil tamam mı.

Kızgın demiri soğutmak değil, suya sokup çelik yapıp gene bana karşı kullanacağın şüphesi aklıma ilk gelendir muhterem. 

Kazandığın zamanlar yaptığın balkon konuşmaları hep demiri soğutmaya yönelikti. Gele gele son geldiğin noktada kızgın demiri soğuttuğunuz için mi; milletin yarısını illet ve zilyetlikle itham ettiniz. Hele kaybetme psikolojisi ile bundan sonra ne yapabileceğinizi düşünmek bile istemiyorum. 



Neymiş efendim bir Yunan Gazetesi İmamoğlu lehine manşet atmış. 
Yunan'a da o manşetleri kendileri attırıyordur. Neden mi; kumpascılık onların genel hali de ondan.
Cumhuriyet tarihin en aşağılık iki terör örgütünden birisi ile devleti Oslo'da masaya oturtup, muhatap kılan üstelik de İngiltere gibi bir devletin hakemliğinde; onlar değil miydi.
Bir diğerini; "vesayeti kaldırmak" zırvalaması ile muktedir olabilmek adına devletin tüm kurumlarına yerleştirip, cumhuriyet değer ve kazanımları ile yetişmiş kurum ve kişilere karşı beraber kumpas kuranların; kimse kusura bakmasın yapamayacakları hiç bir kötülük yoktur.

Ya bir diğeri; bunlar değil miydi; Kabataş'da kucağında bebeği ile ışıklarda karşıdan karşıya geçmekte olan başörtülü bir kadını yerlerde tekmeleyerek, üzerine üstleri çıplak, altları deri pantolonlu yetmiş erkeği işetmeleri(!)
Bunlar değil miydi "Camide içki içtiler" yalanını; güzel ahlak ve hak din İslam'ı anlatmakla görevli din adamına söyletmeye zorlamaları ve kabul etmeyince de tayin etmeleri. 

Seçim sonuçlarının yabancı sermayede oluşturacağı algı
Artık ekonomide, AKP hükumeti marifeti ile değil millet ittifakının 31 mart mahalli seçimle elde etmiş olduğu sonuç itibarıyla ''Tek adamlı yönetim''in yarattığı risk algısının dağıtılmasına vesile olacağı için kısa vadeli de olsa bir rahatlama olacaktır.
Nasıl mı; özellikle yabancı sermaye açısından bu çok önemlidir. Yabancı sermaye istikrarlı ortamları sever ve oralara yatırım yapar. Millet ittifakının ekonomimizi yönlendiren büyük şehirleri alması ile ister istemez yerel politikaların da ekonomiye katkısının olabileceği düşüncesi bir anlamda genel ekonomi politikasına da olumlu katkı sağlayacağı gerçeği yabancı yatırımcıya güven verecektir.

Diğer bir husus da; yine bu seçim sonuçları yabancı devlet ve yatırımcılarda; ''Türk milleti büyük destek verdiği partilere; onların kendilerini en güçlü hissettikleri anlarda bile desteğini çekerek, kibarca uyarısını yapabilmektedir'' algısını oluşturmaktadır.
Yani millet ittifakı bir anlamda devletin ekonomi ile ilgili riskini kısmen de olsa paylaşarak riski azaltacak, güveni artıracaktır. Bu da millet ittifakının cumhur ittifakına bir kıyağı olsunNitekim dövizin artışı durdu, hatta düştü bile diyebiliriz.

31 Mart Mahalli seçimler sonrası Hanımın bana öğüdü
Hanım diyor ki; çok sevindirik olma, makul karşıla ki; gün gelip kaybettiğin zaman üzülmeyesin.
Ben de; "Baraj altında kalmak da dahil olmak üzere kaybetmenin üzüntüsünü her türlü şekilde kırk yıldır yaşıyorum. Bundan ötesi ne ola ki" dedim
Vallahi ne diyeyim bu günü yaşadım ya; isterlerse geri alsınlar "Baraj altı kabusu" yanında ne ki.  Dokunmayın keyfime.
Mehmet Soral
soralmehmet@gmail.com

17 Nisan 2019 Çarşamba

31 MART MAHALLİ SEÇİMLER VE YANSIMALARI

Kazanmanın doyumsuz hazzı
İYİ PARTİ'ye sağır, kör ve dilsiz olanlar; şimdi gidin evinize, çekilin bir köşeye ve düşünün bakalım İstanbul elinizden nasıl kaydı gitti.
Yandan bakın, sağdan bakın, soldan bakın; hoplayın, zıplayın, aksırın, tıksırın; o da olmadı meydanlara çıkın yırtının; ne yapsanız yapın; "İYİ PARTİ gerçeği"nin tokatını suratınızda hissettiniz şimdi değil mi.
Artık İYİ PARTİ'yi gözünüze değil, rüyalarınıza bile soktuk mu; soktuk. Haydi şimdi güle güle.
El cümle; İYİ PARTİ kazandırmıştır. Şimdi diyecekler hangi ili; "İstanbul, Ankara, Mersin, Adana, Antalya. Daha sayayım mı?

İstanbul'da seçimler yenilenmeyecek
AKP Genel Başkan yardımcısını dinliyorum. Anlattıklarının hepsi argo deyimle tıraş
Anlattıklarına göre elbette dikkat çektiği şeyler kesinlikle olmaması gereken hususlar ama düzeltilmesinin seçim sonrası değil seçim öncesi, seçmen listelerine itiraz sürecinde yapılması gerekirdi. Aslında seçim öncesi de fark edilmiş ama anlaşılan o ki; seçim sonrası "Durumumuza göre lehimize kullanırız" düşüncesi ile üzerine gidilmemiş.
Yine anladığım o ki; kaybeden her partiye AKP'ye tanınan araştırma imkanları verilse onlar da mazeretlerine delil olacak valizler dolusu belge toplanabilirler. Mesela İYİ PARTİ'ye de aynı imkanlar tanınsın bakalım Balıkesir'de sonuç ne olur.

Dolayısıyla dosyaları toplamak, eksik imzalar olan ihaleleri tamamlamak; yola çıkanları göndermek, gelecekleri karşılamak, süpürgeyi tutup pislikleri temizlemek için AKP çok güzel zaman kazanıp, süreci yönetmiştir. Kesinlikle ve kesinlikle seçimin tekrarını istemelerinde samimi değiller, seçmenlerini "Biz elimizden geleni yaptık" diyerek gazlarını alma senaryosunu uyguluyorlar. Onlar da çok iyi biliyorlar ki; AKP kurulurken meşruiyetine mazeret teşkil eden en büyük unsur mağduriyetleri konsolide ederek topladığı güç sayesinde kısa zamanda partileşip, iktidar olmuştur. Böyle güçlü bir argüman olan "Mağduriyet" sihrini kendi elleri ile muhalefetin kullanımına sunmak istemez.
Dolayısıyla diyorum ki; İstanbul'da seçimlerin yenilenmesi ile 13 bin değil 100 binlerce oy farkı ile AKP kaybeder; sonrasında hem erken seçim hem de tek adamlı partili Cumhurbaşkanlığı sistemi tartışması gündeme gelecektir. Bunu hiç bir zaman istemeyecek olan da Cumhur ittifakıdır.
Şimdi MHP'den Ankara Belediyesi meclis üyeliğine seçilen üyeler harbi ülkücü oldukları için mi Mansur Yavaş'a güvenmeyip, badem bıyıklılarla işbirliği yapıp, görevini yapmasına mani olmaya çalışıyorlar.
Vallahi ben onu bunu bilemem. "Ülkücülük hukuku" dediğimiz bir kavramı ülkücüler olarak içselleştirmişsek şayet; Allah rızası için hak, hukuk ve adaletin o mecliste tecellisi için hiç bir ülkücü doğruyu söylemekten de, yapmaktan da imtina etmez.
Dolayısıyla, Ankara Belediyesi meclisinde olup bitenler belki siyasi ahlakın kaldırabileceği bir durum olabilir ama ülkücü edep, adap ve ahlakın kaldırması kesinlikle mümkün değil. 
O halde neyin farkına varmış oluyoruz; ülkücü siyasetçi olmak için değil adam olmak için yetişmeli, başarırsa; ancak o zaman siyasetçi olmalıdır.
Farkında mısınız; ülkücüler tarihi bir sınavdan geçip, tasnif oluyorlar. Biatcı olup siyasal İslamcılığa evrilmiş olanlar ve hür düşünceli öz güven sahibi ülkücü kalanlar.
Ankara Belediye meclisinde bunun en güzel fotoğrafını gördük. Eğer ülkücü olmak adam olmaksa; yani bir rahmetli Ali Güngör olmaksa; MHP'den belediye meclisine girmiş olan "Ülkücüler" Mansur Yavaş'ın yanında olmalıydılar. Bunu becerebilselerdi; ileriye dönük ülkücülerin tek çatı altında bütünleşmelerinin (Lider sultasına rağmen) yolu açılmış olacaktı.

Öncelikle ülkücüler siyasetin değil, siyasetin ülkücünün kontrolünde olması gaye edilmelidir. Örneğin ucube sistemin zorladığı şartlar gereği Mansur Yavaş her ne kadar CHP'den belediye başkanı seçilmişse de; kim ne derse desin, aslında harbi bir ülkücü kimliğini ortaya koyduğu için Ankara'da siyasetin bir ülkücü üzerinden dizayn edilmesinin öncüsü olmuştur. Hatta Ekrem İmamoğlu dahi; klasik bir CHP'li olmasından ziyade daha çok ülkücü duruş ve niteliklerine sahip olduğundan teveccüh görmüştür.
Yani demem o ki; ilk önce birileri siyaseti dizayn ettikten sonra ülkücüler de gidip dizayn edilen o siyasetin figüranı olmamalıdır. Devlet Bahçeli daima başkalarının dizayn ettiği siyasete Türk milliyetçilerinin kurumsal kimliği MHP'yi hizmete amade kılmıştır. İnisiyatifini kullanarak, öncüsü olduğu her kırılmadan sonra Türk milliyetçiliği adına yaramıza merhem olacak hiç bir önceliğimiz olmadı. Rahmetli Başbuğ zamanında MHP'nin oyu %3'dü, hükumetlerde de değildik ama iç işleri ve milli eğitim bakanlığı sanki MHP'nin uhdesindeydi. Peki bunun temeli neye dayanıyordu; DYP'de bir Meral Akşener, Ayvaz Gökdemir, Gökhan Maraş olması; ANAP'da Halil Şıvgın, Mustafa Taşar, Namık Kemal Zeybek, Ercüment Konukman, Sadi Somuncuoğlu gibi hemen aklıma gelen isimlerin olmasıydı.
Yani demem o ki; siyaseti ülkücüler dizayn ederse; ancak o zaman "Hareket" muradına erecektir. Önemli olan şu veya bu partide olmak değil; önemli olan ülkücü olarak nerede ve hangi şartlarda olursak olalım ülkücü olmanın gereğini yapmaktır.

Erdoğan'ın 1989 yılında söyledikleri ile bugün sergilediği çelişkiler
Muhteremin 1989 yılında yaptığı bir konuşmasında neler söylemiş neler. Bulgaristan devlet Başkanı Jirkov'un Türklere uyguladığı asimilasyon politikası nedeniyle zorunlu göçe zorlanan Türklere "Onlar Türk oldukları için değil, Müslüman oldukları için gönderiliyorlar" diyerek adeta Türklüklerine değil de Müslümanlıklarına sahip çıkarak, zamanın hükumetinin milliyetçi yaklaşımlarından rahatsız olduğunu ima ediyordu.
Niçin böylece zihnindekini dışa vurma ihtiyacı duymuştu biliyormusunuz; ANAP hükumetinin Türk milliyetçisi bir bakanı olan Ercüment Konukman'ın Bulgaristan'dan göçe zorlanan insanları kabul edip, sahip çıkılması anlamında "Onlar bizim soydaşlarımız" demiş olmasıdır.

Sonra devam ediyor; "Bu kadar 300 bin insan geliyor da; bunlarla nasıl ilgileneceğiz. Bakın bu insanlar geliyorlar, zor şartlarda kontrolsüz ve dağınık bir şekilde yaşıyorlar. Sonra bunlar; mesela Bursa'da kadınlar, genç kızlar parklarda satılıyorlar" diyor. Yani adam soydaşlarımızı kabulümüzü istemiyor. Bu ifadeleri söylemiş o günün aynı insanının bugün Suriyeli göçmenler için söylediği sözler ve sarf ettiği çabayı görünce siyasal İslamcı bir insanın değişimi, dönüşümü ve aynı zamanda insanlığa dayalı çifte standardının güzel bir kişilik örneğini görüyoruz.
Dolayısıyla bugün İstanbul seçimleri, buna bağlı Büyükçekmece ve Maltepe'de; siyasal gücü muhafaza etmek uğruna demokrasimize yaşatılan zulme şahit olunca; geleceğimizde iktidarda kalabilmek uğruna savunmaktan vaz geçebilecekleri değerler ile işbirliğine girebilecekleri dış güçler aklımıza geliyor.
Dolaysıyla karamsar olmamak mümkün değil. Hele bunlar bir de cumhur ittifakı marifeti ile siyasal İslamcılığa evrilmiş Türk milliyetçilerini de yanlarına alınca, akıbeti onlara göre belli ama bizce meçhul olan bir yolculuktayız. Aklımızı başımıza alıp bu "Millet ittifakı"nın kadir kıymetini bilmemiz gerekiyor.
Klasik anlamda, siyasal İslamcı zihniyet ile baş başayız. Bu zihniyet için millet, vatan, coğrafya kavramlarının hiç bir önemi yoktur. Onlara göre çok zorda kalırlarsa "Hicret" ederler olur biter. Esir kalsalar bile seccadelerini serip namaz kılabilecekleri bir yer gösterilsin yeter. Onun içindir ki; Süleyman Şah türbesinin yerinden taşınması, Ege'de Yunanistan tarafından işgal edilen; bazılarının da Aydın kütüğünde kayıtlı olan 18 adanın Yunanistan tarafından işgal edilmesini milli bir sorun olarak görmediler.
Bütün meseleleri "İslam"ın üzerine oturttukları tahta yayılarak oturup, tüm siyasal güçlerini konsolide ederek iktidarlarını sürdürmektir. Bu gücü korumak adına gerekirse bir iç savaşı, Karbela'yı dahi göze alabilirler. 

Ülkücülerin kimlerle siyaset yapabileceği inisiyatifi Balgat'ın uhdesinde değildir
Balgat biatcıları topluma öyle bir peşin kabul işliyorlar ki; sanki ülkücülerin en doğal kabul edilebilir işbirliği yapabilecekleri parti AKP'miş gibi.
Hadin oradan; cumhuriyet tarihinin en büyük ihanet şebekesini devlete yerleştirip sonra da onlarla işbirliği yapan ve ihanetleri hiç kesilmemiş "Sağ" ve "Siyasal İslamcılar"la işbirliği yapmak her bir ülkücü için zul olmalı.
Artık anlaşılan o ki; bu kutsal dava tek bir kişinin iradesine teslim edilecek kadar yükü ve sorumluluğu hafif bir dava değildir.
Konjonktürü okumasını bilen, öz güven sahibi her ülkücü yine içinde bulunduğu veya bulunacağı konjonktürde kararını verip gereğini yapacaktır. Bugün için bu anlamda özgür düşünen en azından bir kısım ülkücü İYİ PARTİ'yi ete kemiğe büründürmüş ve alınan sonuç; ülkücülerin de günahına ortak edilmek istendiği "Tek adamlı partili Cumhurbaşkanlığı sistemi"nin müsebbibi olanların burunlarının sürtülmesini sağlayan bir ittifakın oluşmasını sağlamıştır. Yarın İYİ PARTİ de kadir kıymet bilmezse; ona karşı da gerekli tepki gösterilecektir. Çünkü İYİ PARTİ kurmayları biliyorlar ki; parti kuruluş meşruiyetini bu temel sorgulama kültürüne dayanarak elde etmiştir.

Suriyeli göçmenler
Ülkemizdeki Suriyeli göçmenlerle gönül bağı kuranlar, onların ülkemizdeki varlıklarından hoşnut olup, destek verenler; kurulacak bir fona yatırılmak üzere çalışanlar işverenlerine, emekliler de maaş aldıkları bankalara talimat vererek; maaşlarından kendi belirleyecekleri kesintilerle biriken fondan masrafların karşılanması yoluna gidilebilir. Böylece yapılan yardımlar gönül rızasına dayanmış olacağından, üzerinden yapılan tartışmalar da sona erecektir.
Böylece benim adıma ahkam kesenler; kendi ceplerinden çıkana güvenerek ahkam kesmiş olacaklardır. 

''Millet ittifakı''nın yarattığı sinerjinin yansımasını nasıl okumak lazım
Önce AKP, yakın zamanda da Cumhur ittifakının bu ülkede yaşanmasının müsebbibi oldukları musibetlerin bir hayrı olmuştur o da; 12 Eylül 1980 öncesi karşı karşıya geldiklerinde gırtlak gırtlağa kavga eden ülkücü ve ideolojik sol kimliğe sahip yeni iki belediye başkanı; ilk icraatları olarak AKP'li belediye başkanları tarafından yerlerinden sökülen "TC" tabelalarını tekrar yerlerine çakmaları olmuştur.
Buradaki geçek; iki görüşün düşünen, okuyan, yazan entelektüellerinin empati yapmaları ve bu öz güven çıkışını yine kendi camialarının zihinlerine nakşetmiş olmalarıdır.

Şüphesiz bu empati kültürünün temeli; ideolojik taassupları terk ederek "Güzel ahlak temelli, vatan ve millet sevgisi ortak paydası asgari müştereğinde bütünleşme"ye dayanıyor.
Bu "Milli çizgide siyaset" zeminin oluşmasına katkı adına "Sağ ve siyasal İslamcıların ihanetlerini göre göre, solu anlamaya başladım" şeklinde ürettiğim slogan ile empati yolunu açmaya çalışmıştım. "Millet ittifakı" ruhunun da bu anlayış üzerine bina edilmiş olmasından son derece mutlu oldum. 

Muharrem İnce CHP'ye soracağı soruyu Nagihan Alçı aracılığı ile soruyor
Muharrem İnce TV programındaki Nagihan'a twit atıyor, diyor ki; "CHP'yi Kürtlere teşekkür etmeye davet ediyorum"
Değerli dostlar bu seçim sürecinde çok gariptir ki; tuhaf bir dil kullanıldı. Neredeyse, Türk "Milliyetçisi" Devlet Bahçeli başta olmak üzere siyasiler tarafından "Kürt vatandaşlara teşekkür" etme kuyruğuna girilerek, adeta yeni bir siyasi gelenek oluşturuldu.
Bence bu ayrımcılığa ilk önce itiraz etmesi gerekenler; bu ülkenin asli unsuru Türk milletinden olan Kürtler olmalıdırlar. Kendilerini azınlık statüsüne sokan bu dile kesinlikle itiraz etmelidirler.

Muharrem İnce, CHP bir hata yaparak seni Cumhurbaşkanı adayı yaptı, tekrar senin aklına uyarak ikinci bir hatayı yapmayacaktır. "Kürt vatandaşlarımıza teşekkür ederiz" demek fitne ve fesata davetiyedir. Hem ulus devlet olma iddiasında olacaksın, hem de iyi niyete binaen de olsa; millet bütünlüğünü ayrıştıracak dili kullanmak çelişkidir.
Bu devletin kurucularının ete kemiğe büründürdüğü CHP'nin ilk genel başkanı Atatürk eğer Kürtleri Türk milletinden ayrı görmüş olsaydı; T.C Devleti kurulduğunda esas kendisi ayrıca Kürtlere teşekkür etme ihtiyacı duyardı, duymadı; çünkü onları Türk milletinden hiç bir zaman ayrı görmedi.
Senden hiç bir halt olmaz; hele ki CHP genel başkanı hiç olmaz. Sana Kılıçtaroğlu bir şans verdi ama sen değerlendirmesini bilemedin. Bir de İstanbul Belediye Başkanı adayı olmak istemiştin. Allah korumuş. 

Meral Akşener Recep Tayyip Erdoğan'a soruyor
"Fetö ile mücadele komisyonu bilgime baş vurmak üzere şahsıma davetiye çıkarıp, sonra da evime ulaştırılmak üzere davetiye yoldayken; hangi saiklerle bana ulaşmasına mani olunuz"
Devam ediyor;
"Senin cemaate hiç bir zaman yakın olmadığını, hatta karşı olduğunu biliyorum. Peki bu cemaatin mensuplarını yargıya, emniyete ve orduya yerleştirilmesini senden kim ya da kimler istedi, kimler seni o masaya oturttu.
Bu sorumuzun cevabını verme zorunluluğu ile yüzleşmekten korktuğunuz için mi; İYİ PARTİ'nin vermiş olduğu iki önergeye de küçük ortağınız ile red oyu verdiniz"
Devam ediyor;
 "AKP'nin kurulması çalışmalarına yönelik ilk toplantı benim evimde yapıldı.
O zamanlar çok iyi biliyorum ki; zamanın" cemaat"i, şimdinin de "fetö"sü denen yapıya çok mesafeli ve karşıydın.
Şimdi soruyorum; kim ve hangi güçler sizi o yapı ile masaya oturttu. İYİ PARTİ olarak fetö'nün siyasi ayağının ortaya çıkarılması önergesine küçük ortağınız ile red oyu vermenizin temelinde; siyasi ayağının içinde kendinizi bulmanız mı var. Lütfen açıklayınız"

İYİ PARTİ  ülkücüler ve Balgat(MHP demiyorum)
Maalesef "Kurumsal iradesi gasp edilmiş MHP" siyasal İslamcıların önce devleti ele geçirme, (Fetö kumpasları ile başardılar) sonra da onların fantezilerine yönelik değiştirme ve dönüştürme sürecine payanda yapılıyor.
Özgür ve demokrat düşünceli Türk milliyetçileri buna itiraz etmek adına; MHP'nin gasp edilmiş kurumsal kimliği ile bu sürece mani olunmayacağı düşüncesinden hareketle en azından bir kısmı olarak İYİ PARTİ projesini geliştirdik.
Şimdi zaman aktıkça niyetler tek tek tek hasıl oluyor.
Andımızın; çocuklarımızın körpecik yüreklerinde Türklük şuurunun yeşermesi ve yerleşmesi için okullarımızda tekrar okutulması konusunda kurumsal iradesi gasp edilmiş MHP'nin tavrına da; İYİ PARTİ nin tavrına da Tüm Türk milliyetçileri hep beraber şahit oluyoruz. MHP'nin "Andımızın" tekrar okutulmasına mani olmasının; "Oturan Boğa"nın kişisel egolarını tatmin etmenin dışında izah edilebilir başka bir tarafı var mı. TC'lerin söküldükleri yere tekrar çakılmasına mani olacak yine o malum şahsın "Ego"sunu tatmin etmenin dışında ne olabilir.

Temel varlığı, kuruluş gerekçesi Türk milliyetçiliği üzerine bina edilen bir parti, yani MHP; nasıl olur da daha önce "Siyasal İslamcıların" kaldırdığı Andımızın tekrar okutulmasına ve yine aynı zihniyetin yerlerinden döktüğü TC'lerin söküldükleri yerlere tekrar çakılmasına karşı çıkar. Hangi akıl sahibi, düşünen insan bunu bize izah edebilir.
İYİ PARTİ yüzünden MHP orada onu kaybetmiş, burada şunu kaybetmiş hikayelerinden gına geldi. Bırakın siz onu bunu da; Türk milliyetçilerinin iktidarına engel olmuş ve MHP'nin kuramsal iradesini gasp etmiş Balgat mukimi ve avenesinden MHP'yi kurtarmaya bakın. Bunu başardığınız an tüm İYİ PARTİ camiası sizin yanınızda olacaktır şüpheniz olmasın. Ama bu arada sanki son üç yılda MHP iktidar olacaktı da; İYİ PARTİ kuruldu da buna mani oldu gibi Balgat mukimi ve avenesinin Türk milliyetçilerini; içine sürükledikleri kaotik ortamın müsebbibi gösterme gayreti kin ve öfkesini de anlamak mümkün değil.
Daha ne istiyorsunuz; MHP önce AKP'ye entegre sonra da asimile olması sağlanıp, iki kutuplu/partili sistem devreye girdiğinde; yine Türk milliyetçilerinin projesi olan İYİ PARTİ varlığını sürdürüyor olacaktır. 

Ekrem İmamoğlu'nun kişiliğine ''Tehdit ediyor'' iftirası oturmaz
İmamoğlu'nun ne kişiliğine ne de duruşuna; birilerini tehdit ettiği şeklindeki saptırma çirkefliğiniz tutmaz tamam mı.
Ama sizin "Alo Fatih hattı" ile şu anda koruma altına aldığınız basın kuruluşunu tehdit ettiğinize geçmişte şahit olmuştuk. Ancak ne gariptir ki; o gün TV'ye çıkarılmasından rahatsızlık duyup eleştirdiğiniz, aşağılayıp, hakaret ettiğiniz insanla bugün sarmaş dolaş iç içesiniz. O da, siz de ne güzel birbirinizi bulmuşsunuz. Ne denli ahlak temelli bir aşk hikayeniz var değil mi(!)

İmamoğlu'nun ahlakı toplum nezdinde tescil edilmiş ancak sizin ne kadar ahlaksız ve edepsiz olduğunuzu; İmamoğlu'nun sözlerini ne derece saptırmakla göstermiş oldunuz hünerinizden belli.
Bir ülkeyi yönetme konumda olacaksınız, sonra da İmamoğlu'nun sözlerini; amacını aştırarak, çarptırıp toplumu hiç umursamadan sorumsuzluk örneği ile siyasi rant uğruna gereceksiniz. İşte bu sorumsuzluk örneklerinizdir ki; Türk milleti "Millet ittifakı"nı tercih ederek, mahalli seçimler kanalı ile gücünüzü kırdı ama tahammülsüzlüğünüz davam ediyor. Kolay değil elbette; 25 yıllık rant kapısının bir gecede elden kayıp gitmesi söz konusu. 

İYİ PARTİ açısından seçim analizi
Bir kısım insanlar İYİ PARTİ'de Genel Başkan Meral Akşener otoritesini sarsmak ve de; muhtemel siyasi yapılanmalara İYİ PARTİ'den malzeme aşırmak, bir kısım insan ise sadece İYİ PARTİ adına tescil edilmiş bir başarıyı görmek arzusundan olsa gerek; İYİ PARTİ'nin bu seçimde başarısız olduğunu ifade ediyorlar.
Bu mahalli seçimlere kısmen ittifaklar adına, kısmen de partiler adına girildiği için sonuçları hiç bir parti kendi hanesine başarı veya başarısızlık olarak yazamaz.
CHP İzmir hariç; İstanbul, Ankara, Adana, Mersin, Antalya'yı örnek alarak veriyorum; bu şehirlerde tek başına girseydi belediye başkanlıklarını alabilecek miydi; elbette hayır. Ancak CHP'nin bardağı bir damla kalana kadar doldurmasından sonra, İYİ PARTİ'li seçmenin son damlayı da ilave etmesi ile seçimlerin kazananı millet ittifakı olmuştur. Olup bitenleri bir de bu pencereden bakmak, görmek lazım.

İYİ PARTİ de, CHP de seçime ülke genelinde ayrı ayrı girmiş olsalardı; İYİ PARTİ yine hiç bir şehirde belediye başkanlığını kazanamayacak, CHP de İzmir gibi açık ara kuvvetli olduğu illerde kazanacaktı ama pek değişen bir şey olmayacaktı.
Dolayısıyla, şekerin bir baklavada hacim olarak varlığından veya tuzun bir yemekte hacim olarak varlığından ziyade fonksiyonları ne ise İYİ PARTİ'nin millet ittifakındaki konumu da o olmuştur. Baklavaya da, çorbaya da tadı veren malzemelerin birbirlerine uyumu ve oranıdır.
İYİ PARTİ başarılı bir süreç götürmüş olup, bu başarının büyük bir ekseriyatı da Genel Başkan Meral Akşener'e aittir. Parti kurmaylarını pek heyecanlı görmedim; olsa da olur, olmasa da olur şeklindeki bir tavır içinde izledik kendilerini. Bu da taban olarak gözümüzden kaçmış değil. Meral Hanım, sürdürdüğü strateji ile taban nezdinde güvenini tazelerken, aynı zamanda aday tespitinde inisiyatif tanıdığı kurmaylarını da izleme ve değerlendirme fırsatını bulmuş oldu. Dolayısıyla, parti içinde bundan sonraki süreçte, Meral Hanım'ın kendisine olan bu sahiplenme ve teveccühün değerini bilip, hiç bir şekilde atama yönetimlere gerek duymadan, tabandan gelen, hür iradeye dayanan yeniden teşkilat yapılanmaları için kongreler sürecini başlatması gerekir. Kendi kurmay heyeti dahil olmak üzere herkesin tabandan gelen iradenin sınavından geçmeleri gerekir ki; parti kurumsallaşmasını tamamlayabilsin. Bu süreç başlatılmazsa, İYİ PARTİ'nin geleceği için olumlu şeyler söylemek mümkün değil.
Mehmet Soral
soralmehmet@gmail.com

7 Nisan 2019 Pazar

SÖZÜM İYİ PARTİ"NİN "EKABİR KURMAYLARI"NA

Ayrı ayrı isim vermek istemiyorum, bir İki tane ismi de tenzih edebilirim. Şu kadarını söyleyeyim; İYİ PARTİ'nin "Ekabir-Kurmay" takımı artık Meral Hanım'ın bir genel başkan olduğunu kabullenin ve ona göre de sahiplenin.
Hepinizin üzerinde ihtiyatlı hareket etme sinsiliği hissediyorum. Nedir bu Allah aşkına. Oyunlarınızı açık oynayın ve netleşin. Tüm yükü bir kadının sırtına yükleyip, konumunuzu koruma telaşı içindesiniz. Sizlerin her birinizin ayrı ayrı meziyetleriniz olsa da; Meral Hanım'la birlikteliğiniz ile bir anlam kazandığınızı da unutmayın.

Bir genel başkan valizini hazırlayıp, hapse girmeye hazırlanırken; tehditler karşısında muktedirlere karşı sizlerden beklentimiz; "Bizim valizlerimiz de hazır" çıkışını yapmanızı, etrafında kenetlenmenizi bekler, iki çift kelamınızı duymak isterdik ama sesiniz, soluğunuz çıkmadı. Böyle inanmışlık ve adanmışlık da olmaz, genel başkana itaat da olmaz.
Evet, şimdi çok şeyi bahane edip, çalkantılar içinde mide bulandıran atraksiyonlar içinde olmanız da muhtemel ama sakın ha sakın buna kalkışmayın, hiç bir şekilde itibar görmeyeceksiniz. Unutmayın ki Türk milliyetçileri burada da gerekirse sizlerden hesap soracaktır.
Aklınızı başınıza toplayıp partinin iyice kurumsallaşması yolunda, iltimas ve kayırmaya dayanmayan, tüm teşkilatlarda kayıtlı üyelerin hür iradeleri ile tecelli edecek ve kesinlikle "Atamaların" olmayacağı yeni bir yapılanma sürecini başlatarak, artık ayakları emin şekilde yere basan bir parti kimliğinin oluşmasına gayret gösterip, katkılarınızı sağlayınız.
Yarın bir şeyler olacakmış, sizler de gardınızı almış, bekliyor pozisyonunda olmanız gözlemlerimizden kaçmıyor. Lütfen Genel Başkanı yalnız bırakmayın. Eğer kendisine karşı samimiyseniz bir şeyler yapın, hareketlenin istiyoruz. Sizlerin bile parti kimliği aidiyet duygunuz sallantıda görüntü verirken, tabana söylenecek ne sözünüz olabilir ki. Artık gayri samimi görüntü ve duruşlarınızı terk edip, kendinize gelin lütfen. 

Cesurlar Hareketi ve Meral Akşener'in siyasi arenada oluşturduğu sinerji
Cesurlar hareketi ve bu hareketin ete kemiğe bürünmüş hali İYİ PARTİ ve onun genel başkanı Meral Akşener'in Türk siyasetine kattığı sinerjinin yansımalarını tek tek görmeye başladık.
Her şeyden önce "Cesurlar Hareketi"; Türk milliyetçilerini iki farklı tercihe yönlendirdi.
Türk milliyetçilerinin bir kısmı; biat kültürüne sadık kalarak Balgat mukimi ve avenesinin yönlendirmesiyle "Siyasal İslamcılar"a destek verip; kendileri ve siyasal İslamcıların ortak projesi olan "Tek adamlı partili Cumhurbaşkanlığı sistemi"nin kalıcılığını sağlamak üzere Erdoğan-Bahçeli vesayetinin oturmasını sağlamaya yönelik mücadelelerini sürdüreceklerdir. Bunlara "Siyasal İslamcı"lığa evrilmiş ülkücüler diyebiliriz. Bu evrilmenin en belirgin şeklini; "Andımızın" tekrar okunmasına AKP ile mani olmalarında gördük.

Türk milliyetçilerinin ikinci kısmı ise; Türk siyasi tarihinde yaşanmış bütün ihanetlerin beslendiği kaynağın "Sağ siyaset" ve "Siyasal İslam" olduğunu düşünerek; "Sol siyaset" ile "Güzel ahlak ve etik değerler temelli" asgari müştereklerdeki birlikteliği "Millet ittifakı" şeklinde bir güç merkezi haline dönüştürerek; karşılarındaki siyasal İslamcı "Cumhur ittifakı vesayeti"ne karşı mücadele etmeye yolunu tercih etmişlerdir.
"Millet ittifakı"na destek veren değişik kesimler olsa da; şeklinin ve ruhunun ortaya çıkmasının öncüleri CHP ve İYİ PARTİ'dir.
"Millet ittifakı"na ruh veren iki ana kaynak; empati kültüründen beslenen "Biatcı olmayan, özgür düşünen ülkücüler" ile "Millici Sol"un karşılıklı yapmış oldukları empatidir. O da ne; "Geçişte ülkemizin iki dinamik, düşünen siyasi görüşleri olarak çok kavga ettik ama muktedir olan hep sağ siyaset ve siyasal İslamcılar olmuştur. Öyleyse "Sağ siyaset" ve "Siyasal İslam"ın sonu gelmeyen ihanetlerine karşı artık bir şeylerin yapılması gerekiyor, onu da pekala beraber yapabiliriz" dediler. Bu ruh halinin ete kemiğe bürünmüş hali ise "Andımız" oylamasında "Andımız okunsun" diyen, yani "Millet ittifakı"dır.
Sonuç itibariyle radikal unsurların tahakkümünden kurtulmuş "Milli düşünen sol" ile "Siyasal İslam"a tavır koymuş "Özgür düşünen ülkücüler"in işbirliği ile Türk siyasi kültürü yeni bir mantalite ile tanışmış oldu. İşte bu mantalitedir; aslında İmamoğlu'nu bulup, ortaya çıkaran. İşte bu mantalitedir; Ankara, İstanbul, Adana, Mersin, Antalya'yı AKP'den koparıp alan.
Dolayısıyla, İYİ PARTİ Genel Başkanı Meral Akşener ile CHP Genel Başkanı Kılıçtaroğlu ve onların etrafında bulunan aklıselim insanların inşa ettikleri "Millet ittifakı" ruhunun bu devlete ve millete kazandırdığı yeni bir siyasi kültür ile gelecekte isimleri en çok konuşulacak siyasi kahramanlardır. Bizler de bu yeni siyasi kültürün ete kemiğe bürünmesinde emeği geçenler olarak gelecek yıllarda geçmişimizle övünmeyi elbette hak edeceğiz.

Helal olsun sana İmamoğlu
Helal sana İmamoğlu. Allah'ın safları senin Anıtkabir ziyaretini; zekana değil, bilgisizliğine bağlıyorlar.
Oysa senin zekanın ürünü olan 31 Mart gecesi takip ettiğin stratejiyi de gördüler ama hala o zekanın daha nelere kadir olabileceğini kestiremiyorlar.
A, be saflar; İmamoğlu elbette mazbatayı almadan seçimi kazandığının tescil edilemeyeceğini biliyor. Siz bir şeyin farkında değilsiniz; her zaman oyunu kuran, algıları oluşturan sizdiniz ama bu sefer İmamoğlu tersini yaptı; algıları o oluşturuyor, sizler de peşinden gidiyorsunuz.

Siz ne yapıp edip, CHP'yi algılarla peşinizden götürüp, Muharrem İnce'yi istediğiniz gibi karşınıza aday çıkarttırmayı başarıp sonra da "Ne yapalım arada 10 milyon fark var, adamlar kazandı" dedirtmiş olsanız da; Çepni uşağı sizin tüm planlarınızı bozdu, kimyanız da ayar tutmuyor artık.
Anıtkabir ziyareti bir inanmışlık ve adanmışlığın ifadesi adına kurgulanmış bir seremoni olup "Sakın ha sakın; bir tezgahın peşinde olmayın. Kazanmış olmanın dışında hiç bir ikinci seçeneğe hazır değilim, kabul de etmiyorum. Kazandığım sonucu değiştirebilecek hiç alternatif yok, olması için de sebep yaratmaya matuf çabalarınız boşunadır" diyerek kararlılığını göstermek istemiştir.
Alıştınız değil mi, Muharrem İnce tiplemesine

''İktidarda değiliz ama iktidar bizim istediklerimizi yapıyor'' diyenlere
Cuma çıkışı; bizden bir kuşak önceki kuşaktan, yetişmemizde emeği olan; uzun uğraşılar ve emekler verilerek elde edilen "Yeminli mali müşavir" olan, AKP listesinden BBP milletvekili adayı olan ancak kazanamayan ülkücü bir abim ile yine halihazırda MHP'ye kayıtlı üye olan bir başka "Yeminli mali müşavir" aynı kuşağa mensup altmış yaşlarında iki farklı ülkücü ağabeyime aynı soruyu sordum; "Abi herhangi bir görevlendirmeniz oldu mu"
Malesef iki ağabeyim de olumsuz cevap verince, ister istemez ağzımdan "Bunlar Allah'sız kitapsızlar" deyince birisi acı acı gülümsedi, diğeri de isyanını dile getirdi.

Düşünebiliyormusunuz, AKP'ye kayıtsız şartsız amade olan MHP ve BBP'ne mensup yetişmiş nitelikli iki değerli isim; belki de kendilerine en ihtiyaç duyulan dönemde görevlendirilmemişler.
Peki kardeşim el konulan yüzlerce feötü şirketlerinden bir tanesine dahi kayyum atanamazlar mıydı bu iki ülkücü yetişmiş nitelikli insan.
Yemişim sizin devletin bekası denen palavranızı. Madem ki Cumhur ittifakının temel gerekçesini devletin bekasına dayandırıyorsunuz; o beka gereği; ender olan, zor yetişen ve konjonktürel olarak da ihtiyaç duyulan iki değerli aynı meslek mensubu yeminli mali müşavir niçin görülmez, değerlendirilmezler.
Oysa başta Devlet Bahçeli olmak üzere MHP yönetiminde bulunan veya desteklerini devam ettiren vicdanlar şunu sormaları gerekmez mi; madem ki AKP sürekli zafiyet içinde hükumet ederek, bu musibetlerin devletin ve milletin başımıza gelmesine neden oldu; ve bizler de kendilerine desteklerimizi kesintisiz sürdürüyorsak; hükumet yaptığı görevlendirmelerinde ve atamalarında niçin ülkücülere de yer verilmiyor.
Aynı soruyu ülkücü avukatlara sorsam, onların da aynı cevabı vereceklerinden eminim.
Gerek Destici gerekse Bahçeli'nin yukarıda dile getirdiğim anlamda hiç bir taleplerinin olduğunu sanmıyorum. Çünkü onlar için öncelik, konumlarını muhafaza etmektir.

Hep sen kandırılacaksın bedelini de hep biz mi ödeyeceğiz
Şimdi de "Sandıkta görev verdiğimiz insanlar bizi kandırdı" diyorlar.
Yahu bu millet sizin "Kandırılmak" gibi bir zafiyetinizin sürekli bedelini ödemek zorunda mı.
PKK kandırdı, kazılan hendeklere sığınıp, mühimmat yığdılar, güvenlik görevlileri ve askere "Onlara elleşmeyin" talimatı verip, beklediniz sonra da kazdıkları hendeklerden çıkarmak için 750 şehit verdik, yine yüzlerce gazi ve mağdurlar.

Fetö kandırdı; 250 şehit verdik, binlerce gazi ve yine binlerce mağdur.
ABD kandırdı, Suriye bataklığına gömüldük. Nüfusumuza 5 milyon insan ilave edildi, 40 milyar dolar bedel ödedik, yine yüzlerce şehit verdik.
Şimdi de feötü sandıklara sızdı diye kaybedilen her yerde yeniden sayım yapılmasını istiyorsunuz. Böylece demokrasimizin kalitesi düşüyor, itibarı sarsılıyor.
Helal olsun size; klasik Ortadoğu kültürüne yakışan şekilde demokrasimizin kalitesini de onlara benzeterek bu ülkeye hediye ettiniz ya; artık gözleriniz açık gitmez(!)

31 Mart mahalli seçimler yapıldı ama kaybeden bırakmak istemiyor
Bu kadar feryad-ı figan "Parti Devleti"nin geldiği boyutları gösteriyor. Adamlar adeta kendilerine ait bir devlet var da; sanki onu kaybetme endişesi içindeler.
Yunanistan bile 18 adayı işgal etti, gıkınız çıkmadı. İstanbul Belediye Başkanlığı için verdiğiniz mücadele eğer menfaati korumak değil de, prestijli korumak adına olsaydı 18 ada işgal edildiğinde Allah rızası için söyleyecek iki kelamınız olurdu.
O halde sonuç; çırpınışlarınızın nedeni, kaybetmekten korktuğunuz ve İstanbul Belediye Başkanlığı üzerinden temin ettiğiniz menfaat ve çıkarlarınızdır. 
Kaç gündür Cumhur ittifakının kaybettiği İstanbul'u almak için çırpınışlarına çanak tutan YSK beni geçmiş yıllara götürdü.
AKP kurulup da ilk seçime girdiğinde; Erdoğan'nın siyasi yasağının kaldırılması süreci seçime yetişmediği için doğal olarak milletvekili adayı olamamış, milletvekili de olamamıştı.

Ancak, ne var ki; partisi iktidar kendisi başbakan olamayan bir liderin durumu da çok garipti. Ne yapıp edip Erdoğan meclise girmeli ve başbakan olmalıydı.

YSK o zaman ne yaptı. Siirt'in bilmem neredeki seçim bölgesinde sandık kurulmaması, Jet Fadıl'ın almış olduğu ceza nedeniyle vekilliğinin düşmesi ve nihayet AKP'den seçilen bir vekilin istifa ettirilmesi ile Siirt seçimlerinin yeniden yapılmasına karar verildi.

Seçime gidildi. Erdoğan aday gösterildi, kazandı, vekil oldu ve amaç hasıl olmuştu; başbakan oldu.

Ancak yenilenen seçimlere ANAP, DEHAP, DYP sokulmadı, nedeni; bir önceki seçimde bu partiler baraj altında kalmışlardı.

Niçin bu baraj altında kalan patiler seçime sokulmadı. Çünkü iptal edilen seçimde %9.9 alan DYP seçime girecek olursa es kaza %10 oranında oy alırsa, belki Erdoğan yine kazanacaktı ama DYP barajı aşacağı için AKP tek başına iktidar olma şansını yitirecekti. Dolayısıyla, bu nedenle baraj altında kalan partiler Siirt'de yenilenen seçime girmemeleri gerekiyordu.

Bütün bunları niçin anlattım. Çünkü bugün İstanbul Belediye Başkanlığı için de Binali Yıldırım'ı illaki seçtirmek üzere ısmarlama yöntemler geliştiriyorlar. Mesela aynı sorun Balıkesir'de de söz konusu ama YSK Balıkesir'de oyların yeniden sayımını İstanbul'da olduğu gibi izin vermedi. Çünkü orada itirazı yapan İYİ PARTİ de ondan.

Kısaca demem o ki; zamanında nasıl ki; ısmarlama şartlar hazırlanıp Recep Tayyip Erdoğan Siirt'de milletvekili yapıldıysa benzeri Binali Yıldırım'ın İstanbul Belediye Başkanı olması için yapılıyor.
Not: Teknik bir konu olduğu için eksiğim olabilir. Vakıf olan birisi ola ki eksiğim varsa, hatırlatırlarsa sevinirim. 
soralmehmet@gmail.com