19 Kasım 2016 Cumartesi

ESAS MESELE İMAMIN KİM OLACAĞI KAVGASIYDI




Türkiyemiz de her şey sadece bir kişinin heves ettiği Başkanlık sistemine kilitlenmişse ve hatta 15 Temmuz darbe girişimini dahi gölgede bırakmışsa; 150-200 yıllık askeri okul ve hastaneler kapatılıp, ordunun gen yapısı ile oynanmışsa ve bunun gerekçesi olarak da Türk Ordusu'nun genelinde %1.5 dahi olmayan hain puşt gösterilmişse; buna mukabil en az bu oranda din görevlisi Fetöcü çıkmasına rağmen Diyanet İşleri tasfiye edilmemişse; kimse kusura bakmasın, olup bitenler bizlere dayatılan algılarda gösterildiği gibi değildir. Kabul etmiyorum.
...
Şeklen 15 Temmuz gibi olmasa bile AKP-Cemaat ittifakının ruhunda önce sistem, sonra rejim değişikliğini gerçekleştirmek üzere bir sürec planlanmıştı. Ancak burada "İmam veya Halifenin kim olacağı kavgası'' Türkiye'ye 15 Temmuz'u yaşattı. Bu arada Erdoğan da Gülen de; ABD de, BOP da dahil olmak üzereTürkiye üzerine dizayn edilen ortak projede elbette ABD'nin aracı olduğundan karşılıklı olarak haberdardılar. Türkiye Başbakanı veya Cumhurbaşkanı ABD den randevu alamazlarken, Erdoğan'ın Cüneyt Zapsu marifeti ile ABD Yahudi kuruluşları ve sermayesi ile tanışmasını dün gibi hatırlıyoruz. Bu iltimaslara o zamanlar belki bir anlam yüklemek mümkün değildi ama bugün çok iyi anlayıp, yorumlayabiliyoruz.
...
Aslında yıllar önce T.C Devleti'nin tedricen Siyasal İslam Devleti'ne evrilmesine karar verip, anlaşan taraflar(Cemaat-AKP) birbirlerinin gücünün ne olduğu çok iyi biliyorlardı ve pazarlıklarını da bunun üzerinden yaptıkları besbelli.
Mesela itiraflardan öğrendiğimize göre HSYKya seçilecek 160 hakim ve savcıdan 120'nin cemaatci olması pazarlığı bunun en basit örneğidir. Yüksek yargıya seçilen cemaatçi hakim ve savcıların sayısı ve kimliklerini bizzat hükumete bildiren, hatta dayatan cemaatin; orduya ne zamandan beridir sızıp, hangi komutanlıklarda kimlerin olduğunu bildirmemiş olmalarının mümkün olmayacağını düşünüyorum.
...
Kandırıldık diyenlere sormak isterim; İslam referanslı bir cemaatin sizinle bu pazarlıkları yapıp, ısrarla kadrolaşmak istemelerindeki nihai amaçlarının daha Atatürkçü, daha Cumhuriyetçi ve daha milliyetçi bir Türkiye hayal etmelerimiydi? Buna; bırakalım sizi, sıradan sade bir vatandaşın bile inanması mümkün değildir. Dolayısıyla "Kandırılma" hikayesi; millete bir şeyler izah etme zorunluluğundan kaynaklanan; teskin etmeye yönelik çabanın hikayesidir.
...
Erdoğan 2002 de ne düşünüyorsa hala o noktadır. Sistem değişikliğini başarabilirse, elde ettiği yetkilerle rejim değişikliğine gidecektir. Atatürk'ün bambaşka saiklerle söylediği "Yeni Türkiye" sözüne atıf yapıp, kendisinin icat ettiği ''Yeni Türkiye'' ve "Osmanlıcılık" gibi sinsice algı oluşturma gayretlerinden bunu çok iyi anlayabiliyoruz. Bunu başarmak için cemaatten umduğu destek malum nedenlerle ortadan kalkınca; aynı güce olan ihtiyacını kendisinde toplamak istediği yetkilerle aşmak istiyor ki; ısrarla Başkanlık sisteminde diretiyor. Üstelik henüz 15 Temmuz'un yaraları bile sarılmamışken, etrafımız ateş çemberindeyken, her gün şehit cenazesi kaldırılırken. O'nun niyetinin ne olduğunun Bahçeli bile farkında olmadığındandır ki; her geçen gün " Ülkücülerde birlik, Bahçeli'ye de karşıtlık"artıyor.
Dolayısyla; ne yapıp, edip milletce başkanlık sistemine hayır demeli, bunu başarmalıyız.
Mehmet Soral
soralmehmet@hotmail.com
BeğenDaha fazla ifade göster
Yorum Yap