30 Haziran 2019 Pazar

HEPİMİZ MERAL AKŞENER'İZ

Hepimiz birer Meral Akşener'iz
Meral Hanım hakkında 2016 yılında "Sözde fetö ile ilişkisi" üzerinden açılan bir dava varmış ve Meral Hanım dahil kimsenin haberi olmadan bugünlere kadar gelmiş. Bu arada CHP ve İYİ Parti "Fetö'nün siyasi ayağının açığa çıkarılması" önergesi veriyor ancak "Balgat mukimi ve avanesi ile AKP tarafından red ediliyor. (Lütfen dikkatinizi çekerim MHP demiyorum; zira MHP'nin kurumsal iradesinin gasp edildiğini düşünüyorum). Muhtemeldir ki; kendilerinin fetö ile ilişkileri ortaya çıkmasın diye verilen meclis önergesine red oyu verdiler.

Şimdi öğrenmiş olduk ki; davanın geldiği son aşamada soruşturmada gizlilik kararı alınmış.
Düşünebiliyor musunuz, davanın bu aşamasına kadar Meral Hanım'ın bir defa olsun ifadesine ve bilgisine baş vurulmamış. Anlaşılan o ki; suç siparişi verilmiş delil toplanıyor ama belli ki istedikleri kıvamı tutturacak malzemelere de bir türlü ulaşamıyorlar.
Vallahi kim ne derse desin; fetö cismani olarak belki etkisiz hale getirilmiş olabilir ancak usul ve yöntemleri muktedirlerin elinde istenildiği şeklide kullanılıyor. Dolaysıyla, öyle sanıyorum ki; söz konusu davada Meral Hanım'ın aleyhine delil diye gösterilecek unsur olsa olsa İlker Başbuğ'un zamanında basına gösterdiği elindeki "Plastik boru" benzeri delilden öte bir şey olmayacaktır. Hiç bir sonuç alamazlar, istiyorlarsa deneyebilirler. İşin garibi 28 Şubat sürecinde bu cesur kadının yanında dik durmayıp sinenler, kaçanlar Meral Hanım'ı siyasette yıldırmaya çalışıyorlar.
Şunu herkes bilmelidir ki; bu kumpas davası ciddiye alınıp, davam ederse Meral Hanım 2023 de Cumhurbaşkanı olacaktır. 6 Mayıs YSK darbesine İstanbul halkı nasıl cevap verdiyse Türk milleti aynı tepkiyi Meral Hanım için de gösterecek ve kendisini Cumhurbaşkanı seçecektir. Bilinen fetö algısı; maalesef iktidarın her vesile ile işine geldiği şekilde olur olmaz her şeyi fetö ile ilişkilendirmesinden dolayı başkalaşarak belki de böyle giderse gün gelecek fetö'nün tanımı değişecek.
Meral Hanım'a yapılmak istenen; güçlü bir siyasi figürün siyasi arenadan tasfiyesi için uzun vadeli tezgahlanmış bir kumpastır.
Kısaca elinizden geleni arkanıza koymayın, zira bütün kumpaslarınız Meral Hanım ve ona inanmış, güvenmiş bizlerin ağrılarımıza iyi geliyor. Üzerimize üzerimize gelin ki işimiz kolaylaşsın. 
17/25 Aralık hukuki değil siyasi bir milad dır.  Kamu Vicdanında kabul görmüyor
Fetö soruşturmalarında milad 2004 tarihli milli güvenlik kurulu kararı ve rahmetli Kamer Genç'in "Fethullah Gülen cemaati devleti ele geçirmek istiyor" tespitinden itibaren değil de; AKP'nin paşa gönlü öyle istiyor diye 17/25 Aralık olarak belirlenmiştir.
Lütfen 2004 tarihli Milli Güvenlik Kurulu kararı altındaki imzalar kimlere aitmiş görelim.
Cumhur ittifakına karşı cumhuriyet ve demokrasimize sahip çıkmak için işe buradan başlamak gerekiyor. Zira, 17/25 Aralık hukuki değil siyasi bir milad dır. AKP'nin kendisini masum kılmak için dayattığı bir milad olup, bu milad-ı geriye çekme mücadelesi cumhuriyet ve demokrasimizi kurtaracaktır. 

İYİ PARTİ ve CHP yönetimine sesleniyoruz. Fethullah Gülen ile yan yana gelmiş, ona övgüler düzmüş; en tepelerinden başlayarak tüm AKP'li yöneticiler hakkında sırasıyla fetö üzerinden suç duyurusunda bulunulmalıdır.
17/25 Aralık her ne kadar AKP'nin kendilerini sorumsuz ve masum kılmak için belirlemiş oldukları bir milad olsa da; hak, hukuk, adalet üzerinden uluslararası hukuk normlarına göre belirlenmediği için vicdanlarda kabul görmüş bir milad değildir. Dolayısıyla milad-ı, AKP'nin kuruluşu ve iktidara gelişi ile başlatmak lazımdır. Çünkü AKP "Cemaat"in siyasallaşarak "Fetö" haline dönüşmesine vesile olurken bilerek ve isteyerek Ergenekon ve Balyoz kumpaslarının icrası için her türlü şekilde yol vermiştir.

"Cemaat"in AKP öncesi varlığı "Sivil toplum örgütü" hüviyetinde iken kendisi ile bir şekilde yolları "İbadet" kısmı ile kesişmiş olanlar; "Yeter artık bitsin bu hasret gel artık" veya Ergenekon, Balyoz kumpasları sırasında hukuk cinayetleri işlenirken elde edilen sonuçlara binaen "Mevlam verdikçe veriyor" diyenlerden çok çok daha masumdurlar.
Dolayısıyla Meral Hanım'a karşı kurgulanmış "Psikolojik işkence"ye karşılık; fetö ilişkisi belgelenen ve AKP'nin kuruluşundan itibaren var olan her AKP yöneticisi için peş peşe fetö davaları açılmalıdır. 

Ülkücü tepkisini bulunduğu yere ve makama göre değil vicdanına göre gösterir
Ekrem İmamoğlu 18 günlük Belediye başkanlığı görevi sırasında Atatürk'ün bir köylü ile sohbetini resmeden tabloyu makam odasına asıyor ama mazbatası elinden alınınca yerine ikamet edenler o tabloyu yerinden kaldırıyorlar.
Allah bu nankörlüğü yapanları öyle bir eğip, büküp buruşturup attı ki; yenilenen seçimde yine Atatürk'e karşı ahde vefa duygusuna sahip olanları güçlü kıldı, galip getirdi ve İmamoğlu'nu tekrar kazandırdı, malum tablo da tekrar kaldırıldığı yere kondu.
Bizlerin; ülkücüyüz deyip, İmamoğlu'na desteğimizi açıklamamızı haddimizi aşmak olarak görüp, kalleşçe pusu kurdukları her yerde kafamızı gözümüzü kıranlar; Atatürk'ün o malum tablosu kaldırılıp, indirilirken siz kimselere patentini vermek istemediğiniz Ülkücülük adına ne yaptınız.
Bizim Ülkücülüğümüz; öyle veya böyle Başbuğ Atatürk'ün tablosunu kaldırıldığı yere tekrar koymuştur ya sizin ülkücülüğünüz....? 

Tarihte önemli gelişmeleri tetikleyen unsurların nereden geleceği belli olmaz
Kim derdi; gün gelecek, 16 yaşında bir çocuk, Berkay Gezgin, "Her şey çok güzel olacak" diyecek, o dediği olacak ve iki kibir abidesine haddini bildiren tarihi olayı topluma yaşatacak.
Helal olsun sana delikanlı. Kendisi oy kullanacak yaşta değil ama oy kullanan büyüklerine ve iki kibir abidesi narsist insanda ete kemiğe bürünmüş olan kralın çıplaklığını hatırlattı.
Şimdi hak, hukuk ve adaletin dağıtımında; 16 yaşındaki bu delikanlının inanmış ve adanmışlığı kadar vicdan sahibi olan, kral çıplak diyebilecek yürekli hakim ve savcı örneklerine ihtiyacımız var, görmek istiyoruz. 

Kısa kısa...
TRT'nin ''Reyting kaygısı'' Meral Hanım'ı TV'ye hiç çıkarmadı ama aynı TRT'nin ''Reyting' arzusu'' Osman Öcalan'ı TV'ye çıkarınca cumhur ittifakını İstanbul'da sandığa gömdü.
Tabi ki; Allah'ın da bir hesabının olduğunu bilmeyenler nereden bileceklerdi akıbetlerinin böyle olacağını.
...
İYİ PARTİ'nin tüm ilçe ve il genel meclisi üyeleri ile İYİ PARTİ Genel Başkan Yardımcılarına çağrımdır.
...

Pazartesinden itibaren üyesi olduğunuz meclislerin İlk toplantısında ve TBMM'inde Meral Hanım hakkında 2016 yılında açılmış ve gizli yürütülmesi kararı alınmış olan fetö soruşturması üzerinden yapılmak istenen ''Psikolojik işkence''yi gündeminize alarak protesto edilmesi yönünde tepkilerinizi göstermenizi bekliyoruz.
...
Sorun bakalım muhtereme; İmalı'da Apo canisinin varlığından haberi var mı?
Mehmet Soral
soralmehmet@gmail.com

27 Haziran 2019 Perşembe

GÜNDEME DAİR ORADAN BURADAN ŞURADAN

Devlet Bahçeli'nin seçim sonrası yaptığı değerlendirme üzerine...
Sayın Bahçeli; "Sandık oy hırsızlarından korunmuş ve arındırılmıştır" diyor ve devam ediyor. "Bize göre İstanbul ehline emanet edilmemiştir. Sonuçlarını ilerleyen dönemlerde görmemiz kuvvetle muhtemeldir" diyor.
Tabi canım, senin harikalar yaratan "Derin varlığın" varken, ne gerek var seçime meçime. Paşa gönlün ne istiyorsa millet şak diye yapmalıydı değil mi. Milletin haddine mi düşmüş; kendi iradesi ile sandıkta tercihi ortaya koymaya.
Şaka bir yana; bir siyasi parti liderinin bu kadar gerçeği görmeme ısrarını anlamak mümkün değil. Ne demek "Sandık oy hırsızlarından korunmuştur". Bu cümleden düz mantıkla anlaşılması gereken; 31 Mart seçimlerinde eğer bir hırsızlık söz konusu olmuşsa o hırsızlık sizin için yapılmış olmalı ki; 13 binlik oy farkı 23 Haziran'da 800 bine çıkmış.
Hazımsızlığın neden olduğu öfkenin akıl ve mantığı devre dışı bırakmasıyla içine düşülen psikolojik hal ile sarf edilen iki cümle.
Aslında her zaman, her olay ve durum karşısında ülkücülerin ne düşündüğü umurunuzda olmadı ki. Onları "İradeleri peşin satın alınmış biatcılar" olarak gördüğünüz için bir sıkıntı görmediniz. Sizin tek özen gösterdiğiniz husus MHP kurumsallığının devam etmesi ve en tepe koltuğunda da kendinizin oturmasıydı. MHP'nin alıp almayacağı oy umurunuzda bile olmamıştır. "Peşin satış"a itiraz olunca sadece kendi kendinize kurgulayıp, sonra yine kendinizin ve dar çevrenizin inandığı sihir bozuldu.
Eğer demokrasiye inanmışlık ve adanmışlığınız olsaydı ülkücüler üzerine kurguladığınız sihrin ne denli batıl olduğunu görecektiniz. Hala sizin açınızdan değişen bir şey olmasa da; zaman denen gerçek sizi eninde sonunda kendi gerçeğinizle baş başa bırakacaktır.

Kuvvetle muhtemel seçim öncesi planlanmış olmalı.
Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ve İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener ile bir araya gelecek. Akar'ın Devlet Bahçeli ile görüşmesi bugün saat 14.00'te gerçekleşecek.
Anlaşılan AKP kibiri terk ederek makul çizgiye gelme ihtiyacı duydu. Bu görüntü özlenen bir tablo ama güvenilir mi, meçhul. Zira Recep Tayyip Erdoğan her seçimi kazandığında çok uzlaşmacı, mütedeyyin balkon konuşmaları yaptı ancak devamında yine başa dönerek; oylarını konsolide etmek için ayrıştırıcı sert üslubuna devam etti.
Dikkat ederseniz ilk defa muhalefet partilerini doğrudan bilgilendirme nezaketi gösteriyorlar. Umarım AKP aklının yetmediği bazı sorunları aşmak için "Devlet aklı"nın gerekliliğini müşahede etmiş olmalı ki; muhalefet liderleri ile bir araya gelme ihtiyacı duydu. Diğer bir husus ise; Recep Tayyip Erdoğan, Devlet Bahçeli'nin kendisi için yeterince doğru yönlendirici veya işbirlikçi olmadığına kanaat getirmiş de olabilir.
İnşallah bu uzlaşmacı üslup ile verilen görüntü iç siyasi konjonktür gereği değil, ülke gerçekleri gereği duyulan ihtiyaca binaen dir.

Binali Yıldırım AKP'den güzel bir hatıra olarak kalacak
AKP'den geriye kalabilecek en güzel hatıra belki de Binali Yıldırım olacaktır.
Zaman zaman sarf ettiği kem sözler genel AKP siyaset anlayışının dayatmasıydı. Gördük ki; doğal hali ile çok sevecen ve babacandı. Bu seçimin kaybedeni kesinlikle Binali Yıldırım değil "AKP+Balgat" dır. Belki de AKP'deki tüm isimler sırası ile sayılacak olsa sadece Binali Yıldırım dendiğinde tüm yüzler tebessüm edecektir.
İstediği için aday değildi, emrivaki ile aday yapıldı. İtiraz edebilir miydi; edemezdi zira tüm gemilerinin kumkapıya demirlenmesi tehditi ile karşılaşabilirdi.

Üyeliklerin hangi partide olduğu önemli değil Ülkücü irade seçim sonucunu belirlemiştir.
Türk milliyetçilerini her halükarda "Güdeceklerini" hesabını yapanlar, yine Türk milliyetçilerinin zekaları ile ne yapabileceklerinin hesabını yapamamışlar, hüsrana uğramışlardır.
Artık Türk milliyetçilerinin "Gasp edilen iradesi" değil "Özgür iradesi ile hareket edenlerinin" verdiği kararlarla siyasette başarılı sonuçlar alınmaktadır. Bunun en güzel tecellisine İstanbul Belediye Başkanlığı seçiminde hep beraber şahit olduk.
Balgat mukimi ve avenesi kaybetmiş, Türk milliyetçileri kazanmıştır. 

Millet ittifakı kazandı Türkiye rahatladı
Gerim gerim gerilip, kutuplaşan ülkemde iç barışa ihtiyaç duyulan bir konjonktürde "Millet ittifakı"nın İstanbul başarısı; milletin derin nefes almasına vesile olacak, gelecek günler için umut ve güven vaad eden itici güç, pozitif enerji olacaktır.
Dış dünyada ise; medeni alemden her geçen gün tecrit edilmiş ülkemiz hakkında "Türk halkının gerektiği zaman ülkenin tek sahibi olduğunu sanan tek adam anlayışına haddini bildirme olgunluğuna sahip olduğu anlaşılmıştır" düşüncesi oluşacaktır. Yine onlara göre "Tek adama" güvenme konusunda çekinceleri devam edecek olsa da; Türk milletinin ferasetine güvenilmesi gerektiği inancı hep devam edecektir. Bu da ne demek; kaçmak isteyen yabancı sermaye belki de kaçmayıp Türk milletine güvenerek, yatırımlarına devam edecektir.
Türkiye derin bir nefes almıştır. Yağan yağmurun sele dönüşme riski kalmamıştır. Gözümüz aydın olsun.
Tanrı Türk'ü korusun ve yüceltsin. 

Türk milliyetçilerinin vebal altına sokulduğu yeni bir açılım mı?
Cumhur ittifakı resmen; APO'nun düşünce dünyasında gelişmeler olduğunu, hatta yanına gönderdiği akademisyen vasıtası ile de milli çizgiye geldiğini yandaş TV kanalının birisine canlı bağlanan söz konusu akademisyenden öğrenmiş olduk. Açıkça Apo'yu Türk siyasetine dahil etmek istiyorlar. Belli ki cumhur ittifakı yeni bir açılım sürecini başlattı veya başlatmak üzere. Yalnız bu sefer yeni açılımın vebaline MHP'nin kurumsallığı altında ülkücüleri de dahil etmek istiyorlar.
Cumhur ittifakının bu atraksiyonları elbette İstanbul Belediye Başkanlığı seçimine yönelik algı operasyonuydu. Ancak artık Kürtler diyorlar ki; "Sadece bana şirin görünmeniz yetmez önce insana şirin gözükeceksiniz". Dolayısıyla, HDP Apo'ya rağmen cumhur ittifakı karşıtlığını sürdürdü. Cumhur ittifakı bu atraksiyonlardan bir sonuç alamadı, umulan gerçekleşmedi, süreç tersine işledi.

Demokratlık ülkücüye nitelik kazandırır
"Demokrat" denince benim anladığım; bir insanın karşısındakini tüm siyasi, dini, etnik veya bir başka aidiyetinden azade görüp, sadece ve sadece insan oluşuna değer veren duygu düşünce ve davranış biçimidir.
Dolayısıyla "Demokratlık" ülkücüye zenginlik katar, itibarını artırır. Kavramların ırzına geçerek meram anlatamazsınız. Kavganızın amacı ne halt olursa olsun ama kavramların namusunu kirletemezsiniz.
Bırakalım ülkücünün demokrat olup olmayacağını; oraya gelmeden önce demokrat olmayanın insan olup olamayacağını tartışalım.

Apo'ya ısmarlama mektup...?
Cumhur İttifakı "Aman ne yap et bize yardım et, İstanbul elden gidiyor" diye Apo'ya ısmarlama mektup yazdırıp devlet eli ile basına servis ettiriyor.
Zaten, mektup ısmarlamadan önce onun alt yapısını Devlet Bahçeli "Apo avukatları ile görüşebilir" diyerek oluşturdular.
Cumhur ittifakı sadece İstanbul için bu kadar atraksiyonlar geliştirebiliyorsa; düşünün genel seçimler olsaydı; herhalde Apo'ya doğu illeri "Eyalet başkanlığı"nı vaad ederlerdi(!)
Önce İnsan, sonra demokrat insan olduğum için "Demokrat Ülkücüyüm" diyebilme bahtına sahip olmuş birisi olarak; bugün ülkemizin içinden geçmekte olduğu süreci öngörüp çok öncesinde kendi siyasi ve politik anlayışımda güncellemeleye gitmiş olmamı Allah'ın bana bir lütufu olarak görüyorum. Ülkeyi bu sürece taşıyanların siyaseten veballerine ortak olmadım.
Allah'ım beni bu günahtan koruduğun için şükürler olsun sana.
Terörist başı Apo'yu ülkemiz siyasetinde bir "İnisiyatif" haline getiren "Cumhur İttifakı"nın şahsında Devlet dir.
Her defasında siyasi konjonktür gereği Apo'yu kullanarak devleti aciz duruma düşürmek utanç vericidir. Yine benzer şeyler oluyor. Apo'dan mektup getirenler, mektup götürenler gelen mektup veya gelecek mektup. Bu adam her defasında Türk siyasetinde bu kadar etkin olacaksa sokun meclise, ekleyin Cumhur ittifakınıza daha rahat çalışın öyle değil mi(!)
Apo rica ediyor, devlet izin veriyor ve bir akademisyen içeri girip kendisi ile röportaj yapıyor sonra dışarı çıkıp APO'nun fikir ve düşüncelerine millilik atfederek açıklama yapıyor. Bunun tam da böyle olduğuna inanalım mı şimdi. Daha önce cumhur ittifakının bir diğer kanadı Balgat mukimi APO'nun avukatları ile görüşebileceğini söylemişti.
Yaşanan bütün bunlar Cumhur ittifakının içine sürüklendiği çaresizliğin neden olduğu saçmalıklardır. Öcalan'ın mektubu; cumhur ittifakını düştüğü derinlikten yukarıya çekmek için atılan bir iptir.

Beylikdüzünde ''Makaryos Heykeli''
Beylikdüzünde; "Makaryos Heykeli" denilerek taşıdığı anlamın çok dışında mana yüklenerek lanse edilip, siyasi emellerine alet etmek isteyen; sanattan ve sanatçı psikolojisinden bihaber; akıllarının değil, edindikleri bir efendinin yarattıkları algılarının peşinden gidenler ne anlar heykel üzerinde anlatılmış olan kompozisyondan.
O heykel; "Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti"nin ilanı sürecine kadar yaşanmış gerçekleri anlatıyor. Kazanılmış zaferler ile o zaferlerin başta Rauf Denktaş olmak üzere diğer kahramanları anlatılmıştır. Kaide üzerindeki Makaryos ise bu kahramanların; aynı zamanda Makaryos ile sembolize edilmiş, zamanın "Haçlılarına" karşı verilmiş olan savaşı anlatmaktadır.
Heykelin yapımındaki niyetten "Rum hayranlığı" çıkarmak; okuyan, yazan, çizen ve düşünen her insan için hiç bir şekilde ciddiye alınacak tarafı yoktur ama kendi yandaşlarını yarattıkları algıların peşinden giden ahmaklar olarak gördükleri aşikar. 

Kısa Kısa...
Meşhur Kabataş yalanını hatırlayalım lütfen. Hani, muktedir olanlar oylarını konsolide etmek için ne yapmışlardı. Üstleri çıplak, altları deri pantolonlu yetmiş erkeği, kucağında bebeği olan başörtülü bir kadının üzerine yalan haberle işetmişlerdi.
İmamoğlu kazanınca camilerin duvarlarına içki fırlatmak veya camiler karşısında içki masaları kurup, kadeh tokuşturma söylencesi bana yine o meşhur Kabataş yalanını hatırlattı. Yaparlar mı; yaparlar arkadaş. Fetö ile yatıp kalkanların onlardan almış oldukları mikrobik bir hastalık.
...
Meral Akşener ve "Cesurlar Hareketi" gizli kapaklı karanlık odalarda alınan kararlarla adeta "Mal benim değil mi" keyfiyeti ile peşin satışa çıkarılan "Ülkücü irade"ye sahip çıkarak, tarihi bir misyonu üstlenmenin gereğini yapmıştır.
...
İmralı'da oluşan hortum, adaya atılmış mitili havalandırarak Ankara semalarında bir süre dolaştıktan sonra Balgat'da bir binanın çatısına takılıp kaldı. Bina yetkilileri Ankara itfaiyesinden yardım istedi.
soralmehmet@gmail.com

20 Haziran 2019 Perşembe

17 YIL SONRA BİR İLKİ YAŞADIK

17 Yıl sonra ilk defa iki siyasi arasında siyasi münazara yapıldı
Milletimiz iki siyasinin; Ekrem İmamoğlu ve Binali Yıldırım'ın münazarasına kilitlendi.Herkes randevularını iptal ettiler saat 21:00'i başladı ve münazara yaklaşık 3 saat sürdü.
Peki bu heyecanın nedeni neydi. Çünkü geleneksel haldeyken, demokrasimizin kazanımı olan "Siyasi münazara"ya 17 senedir ara verilmiş olmasından kaynaklanan özlemdir.
Peki bu siyasi münazara geleneği niçin kalktı. Çünkü gerek Erdoğan, gerekse Bahçeli; canlı TV programlarında siyasi muhatapları ile münazara için yeterli öz güvene sahip olamadıkları için yüzleşme korkusu nedeniyle sipariş üzerine kurgulanmış TV programlarına çıkmayı yeğlemişlerdir. Diğer siyasi liderler için hiç bir zaman böyle bir çekince söz konusu olmamıştır.
Evet, millet olarak uzun yıllar sonra çok güzel bir geceye tanık olduk. Böyle bir siyasi görüntüye ne kadar ihtiyacımız olduğunu her iki belediye başkanı adayının ortaya koymuş oldukları üslubun biz izleyicileri rahatlatmış olduklarını, yapılan yorum ve paylaşımlarından anlıyoruz.
Bir ara bu iki siyasinin yanında Devlet Bahçeli ve Recep Tayyip Erdoğan'nın da olduğunu düşündüğüm an inanın ki daraldım.
Yine Binali Yıldırım'ın kendi doğal yapısına döndüğü anlar daha sevecen bir görüntü verdiğini müşahede ettim. Mesela Binali Yıldırım dese ki; "Ben AKP'den istifa ediyorum, adaylığıma bağımsız olarak devam ediyorum" dese belki de daha başarılı olacaktır. Sanki sürekli Recep Tayyip Erdoğan'nın gölgesini üzerinde hisseden bir psikolojik görüntü veriyor. Sadece bu geceye mahsus değil, sürekli böyle.
Ekrem İmamoğlu son derece kendisini rahat hissederek, partisinin genel söylemleri üzerine hata yapmak gibi bir endişesi söz konusu değildi. CHP üstü söylemlerle meramını anlattı.
Velhasıl kelam; siyasi parti liderlerinin bu geceki münazaradan ders çıkararak; bundan sonra mevcut üsluplarını değiştirme gerekliliğinin toplumsal ihtiyaç haline geldiğini fark etmiş olmaları en büyük temennimizdir.
Recep Tayyip Erdoğan, Kemal Kılıçdaroğlu, Meral Akşener, Devlet Bahçeli, Temel Karamollaoğlu ve Doğu Perinçek'i; ülkemizde iç barışı sağlamak, kutuplaşmayı gidermek adına TV canlı ortak yayınında siyasi münazaraya davet ediyoruz.
Böyle bir teklif yapıldığında görüntü vermekten kaçacak siyasi lider; öz güven sahibi olmayıp, yüzleşmekten korkuyor demektir.
Birileri şunu diyebilirler; "Efendim Erdoğan özel günlerde davet ediyor ama bazı liderler katılmıyorlar". Bizim kasdettiğimiz, münazara için bir araya gelmeleridir, elbette Recep Tayyip Erdoğan'nın yanında sıraya dizilmek değil.

Mursi'nin ölümü üzere
Cumhurbaşkanı vefat eden Mursi için "Şehidimiz" diyerek ortak bir bağa vurgu yaptı.
Sayın cumhurbaşkanı hangi "Ortak bağlarına" istinaden böyle bir sıfatı layık gördü bilemiyoruz ama beni ve ülkemizi ilgilendiren bir şehitliğin söz konusu olduğunu düşünmüyorum. Ancak ülkesinde vermiş olduğu demokrasi mücadelesini takdir ediyor, Allah'tan rahmet diliyorum.
Mısır'da; kendi ülkesinde inanmışlık ve adanmışlıklar adına "Şehit" görülebilir, gayet doğal ama o sadece Mısırlıları ilgilendirir,Türk milletini değil.
Neymiş; demokrasi mücadelesi vermiş Mursi için ülkemizde, üstelik de diyanet işleri başkanının imamlık edeceği gıyabi cenaze namazı kalınacakmış.
Peki ülkemizde demokrasi mücadelesi verirken; siyasi iktidarımızın, yani AKP'nin gözetimi ve denetimi altında fetö'nün Ergenekon ve Balyoz kumpasına maruz kalıp hapislerde ölen, intihar eden, ocakları sönen insanlarımız için ne yaptınız. Utanmadan, sıkılmadan hala "Hani, yoktu da diyemeyiz" diyenleriniz bile var.
Önce Ergenekon ve Balyoz kumpasları mağduru olup da ölenlerin gıyabı cenaze namazlarını kılalım sonra Mursi'ye bakarız.
Diyanet denen bu kurum, rahmetli Başbuğ Mustafa Kemal Atatürk için ne doğduğu güne, ne verdiği mücadeleye ne de vefatına atfen dini anlamda hiç bir şekilde etkinlik düzenlemek aklına gelmiyorken; başkanının Mursi için gıyabında cenaze namazı kıldırmasını anlamak mümkün değil. Mesela, niçin bir 10 Kasım günü mevlit okutmak akıllarına gelmez.
Diyanet işlerini artık milli kurum olarak görmüyorum. Kaç defa test ettim; mesela bir gün veya iki gün sonra milli bayramların kutlaması olacak ama o gün cuma hutbesinin konusu anlamında Diyanet İşleri kör, sağır ve dilsiz olabiliyor ama Arap dünyası ve özelde Filistin davasına atıf yapan cuma hutbelerini çok dinledik. Hiç bir zaman Atatürk ve O'nunla elde edilen cumhuriyet değer ve kazanımlarına, milli bayramlara atıf yapılan hutbeye rastlamadım. Zaman zaman Çanakkale zaferini konu ediyorlar, nedeni de muhtemelen "Osmanlıcılık" adına olsa gerek.
Artık benim mabedim evimin mütevazi bir köşesidir. Camiler size kalsın, imanım bana yeter.
Bir dini kurum her şeyden önce mensuplarına nankör olmamayı anlatır, öğretir. Nankörlüğü bizatihi kendisi yapıyorsa; tuz da kokmuş demektir. İşte Diyanet'in yansıttığı bu çelişkidir; Deizm'e kundak hazırlayan.
Bunlar o kadar bilinçsizdirler ki; 1974 yılında "Kıbrıs Barış Harekatı"nda T.C Devleti'ne yardım eden Kaddafi'nin linç edilerek katledilmesine katkı sağlamak gibi bir utancın müsebbibi iken aynı zamanda T.C Devleti'ne ne gibi hayrı olduğu meçhul Mursi'ye ağıt yakıp, göz yaşı dökerler.
Kaddafi'ye linç edilerek ölümü, Mursi'ye ise şehitliği uygun görmek, öyle mi...?
Allah bütün bunlara şahit ise; (Şüphesiz) size hak olan abad olmak değil, bürünmektir.

Mursi mağduriyeti üzerinden Binali Yıldırım'a oy devşirme gayreti; kaybetme endişesinin yarattığı aciziyetin psikolojik yansımasıdır.
Ne demek Allah aşkına; muhterem diyor ki "Pazar günü Sisi mi diyeceksiniz, Binali Yıldırım mı".
Devletin ve milletin istikbali için zerre endişe duyan hiç bir kimse bu denli ayrıştırıcı cümleyi telaffuz edemez.
Söyler misiniz lütfen; ne yapmak istiyorsunuz. Sisi veya Mursi; kimdir bunlar ve bizi niçin ilgilendirirler. Ergenekon ve Balyoz kumpaslarında zulüm görenler, ölenler ve mağdur olanların hangisi Mursi'yi veya Sisi'i ya da Mısır halkını ilgilendirmiştir.
Her şeye kadir olan Allah'ım; sen Türk milletine acı. İhtiras ve hırsları "Akıllarının" önünde giden insanlara milletimize hükmetme ve üzerinde muktedir olma fırsatını verme. Çünkü bunun sonu; gözü dönmüşlükle kardeşin kardeşe zulmetmesine kadar gidecek olan bir iç çatışmaya varacaktır. Endişeliyiz, kaygılıyız. 

Sivil Türk milliyetçiliği
ABD+FETÖ el birliği, iş birliği ve gönül birliği ile ete kemiğe büründürülmüş BOP projesinin eş başkan olarak düşünülmüş Recep Tayyip Erdoğan; ve onun bu görevini ifa için araç olarak kurulmuş AKP'nin kesintisiz iktidarını sağlayarak onun üzerinden "Tek adamlı partili Cumhurbaşkanlığı sistemi"ni Türk milletine bir şekilde" Kakalanmasının" yollarını düşünüp, taşlarını döşeyen ve bu anlamda görevini tam anlamıyla yerine getirmiş iyi bir taşoran olduğudur.
Hala bu "Aldatılmışlığımızı" fark edemeyip, kendilerini Türk milliyetçisi olarak tanımlamaya devam edenler olsa da; biatcı olmayan, özgür düşünceli Türk milliyetçileri "Sivil milliyetçi duruş"larının gereğini yapmaktadırlar.
Mesela İstanbul'da "Sivil milliyetçi duruş" Ekrem İmamoğlu'nun yanındadır. Ankara'da Mansur Yavaş'ın yanında olmayı tercih etmiştir. Şimdi kaç tane nitelikli ülkücü; itilmiş, kakılmış sünepece bir yerlerde beklemeyip Ankara Belediyesi'nde görev ifa etmektedirler. Bu bir anlamda "Milliyetçi sivil duruş"un siyasi başarısıdır. Elbette "Birisinin" ayağı altında olmayı tercih edemezdik. 

Mehmet Barlas ne buyurmuş ki
''İmamoğlu kendisine sorulan sorulardan hoşlanmadığı zaman tersleşiyor ve çok sinirleniyor. Eğer bu yarın yapılacak açık oturumda İmamoğlu kendisine sorulacak olan can acıtıcı sorularla karşılaşırsa, bazılarına göre CHP adayının elinden kaza da çıkabilir. Bu açıdan moderatör İsmail Küçükkaya’nın güvenliğinin korunması da, mutlaka gündemde bulunmalı, deniliyor” demiş.
Bu adam her zaman muktedir olanın yalakalığını yapmış bir adam. Kenan Evren rejimine övgülerini daha dün gibi hatırlıyorum. Ana, baba ve bir de yavruları var ki; tüm sermayeleri yalakalık. Bunların ''Sıçırtması''nın Meral Hanım'a iftira atarak algı oluşturma tezgahlarını da unutmadık.
''Ekrem İmamoğlu''na; duruşuna ve karakterine bu kadar ters düşen bir kişilik atfetmesi de bir başka tahrik oyunu olabilir. Çünkü yandaş bir araştırma şirketi ''Ekrem İmamoğlu'na ciddi bir yanlış yaptırmanız dışında Binali Yıldırım'ın kazanma şansı yoktur'' demiş. Bu rezilane yorumun arka planında da tahrik etme niyeti olmalı. Umarım İmamoğlu onlara böyle bir fırsatı vermeyecektir.

Hayvancılığın bitişine bir örnek
Bunlar iktidara gelmeden önce bizim köy ile civardaki üç beş köyün insanları kurbanlık için hayvan yetiştiriyorlardı. En az 500-700 arası hayvan İstanbul'a kurbanlık olarak getiriliyordu. En son kurban bayramında bir tek olsun hayvan getirilmedi.
İşin garibi bu hemşehrilerimiz hala %70 AKP'ye oy vermeye devam ediyorlar. İşin içinden çıkmak gerçekten çok zor. Olaylar ve sonuçlarını değerlendirdiğimizde sosyolojinin mantığına bile uymuyor.
Temel de dini inançların siyasi amaçlara alet edilmesi gibi bir süreç ile ekonomik yıkım fark edilmez kılınıyor. Ancak bu sefer de dini tahribat nedeniyle inançlar sarsılıyor ve "Deizm"e kayma oluyor, nedir o; "Din yok, peygamber yok, sadece Allah var". AKP'den kurulduğu yıllarda bu "Deizm" denen kavram neredeyse dilimizde yok gibiydi. Maalesef şimdi dilimize girdiği yetmiyormuş gibi bir de yeni neslin zihinlerine girdi.
Mehmet Soral
soralmehmet@gmail.com

13 Haziran 2019 Perşembe

SİYASİ MULAHAZARA MI UZAYIN KEŞFİ Mİ

Uzayı mı keşfediyoruz Allah aşkına. 
Ekrem İmamoğlu-Binali Yıldırım canlı yayın buluşmasını adeta uzayda bir keşifmiş gibi günlerdir konuşuluyor olması; bir anlamda demokrasimizin gelişmişlik düzeyi açıdan utanılası bir durumun dünya aleme ilanı gibi bir şey.
Vatandaşın bunda elbette bir kusuru yok ama siyasi liderler arasında şimdiye kadar böyle bir buluşmanın yapılamamış olması veya böyle bir medeni davranış şeklinin icra edilmesi için gerekli ortamın sağlanamamış olması; Türk siyasetinde tamamen ve tamamen AKP ve Erdoğan'ın inisiyatifinde geleneksel hale getirilen siyaset yapma biçimidir.

Bu geleneksel hale gelen siyaset yapma biçiminin temelindeki unsur, öz güven eksikliğinden kaynaklanan "Yüzleşme korkusu"dur.

Bu tür program siyasiler arasında en son yine Deniz Baykal ve Recep Tayyip Erdoğan arasında yapılmıştı. Ancak unutmayalım ve o günleri hatırlayalım; Recep Tayyip Erdoğan'ın siyaset yapma yasağını kaldıran Deniz Baykal, malum programda aynı zamanda Erdoğan'ın tanıtımını yapmak için görev ifa etmiştir. Yani "Yüzleşme-Tartışma"dan ziyade tanıtım amacı güden, riskin söz konusu olmadığı bir "Mülakat"dı. 

Ahde vefa Turan Birliği Derneği
Konya'dan Harun Meral Başkanımın şahsında Ahde vefa Turan Birliği Derneği'ne ve tüm mensuplarını can-ı gönülden tebrik eder, başarılar dilerim.
Bu değeli insan ve gönüldaşları ile hiç bir şekilde yan yana gelmişliğim, tanışmışlığım yoktur. Ancak sosyal medyadan takip ettiğim kadarıyla siyasi handikapları hiç bir şekilde umursamayarak; samimi ve içten duygularla sürekli hem hizmet ediyorlar, hem de üretiyorlar. "Ahde vefa Turan Birliği Derneği" örneğinde olduğu gibi Türk milliyetçisi sivil toplum örgütlerinin bir ağ gibi ülkeyi sardığını düşünelim; o zaman kimin gücü yeter ki bu ulvi hareketi ığdış etmeye.

Kendileri ne düşünüyorlar bilemem ama kanaatim o ki; ülkücü olmak ve ülkücü kalarak yaşamak için ille de bir parti, ille de bir lider gerekmiyor.

Buradan da şuraya varıyoruz ki; "Sivil milliyetçilik" ile ülkücü hareket bu millete ve devlete hizmetlerin en güzelini sunabilir.
Bayram Meral başkanım ve O'nun şahsında tüm "Ahde vefa Turan Birliği Derneği" mensuplarına saygı, sevgi ve hürmetlerimi sunarım.
Tanrı Türk'ü korusun ve yüceltsin.

Ülkü devleri bildiğimiz ağabeylerimiz niçin susuyorlar
Devlet Bahçeli'den çok çok daha inanmış ve adanmışlığına inanıp, değer verdiğim "Ülkü devi" abilerim var. Onlar beni çok üzdüler.
O kastettiğim inanmışlık ve adanmışlık gereği kendilerinden Binali Yıldırım'ın "Lazistan, Kürdistan" sözünü duydukları an doğal refleks halinde eleştiren tepkilerini duymak, görmek isterdim.
Bazılarının sayfalarına özellikle girdim baktım yorum yok. İnanmışlık ve adanmışlığın yerini "Biat et rahat et. Nasıl olsa yukarıdaki düşünüyor" İlkesi almış. "Hareket" "öyle veya böyle kendi haline terk edilmiş değil. Her gün üç beş Türk milliyetçisi bir araya gelip beyin fırtınası yapıyoruz. Bunu ülkemizin her köşesindeki ülküdaşlarımın yaptıklarını da biliyorum. Yani demem o ki; elbette sahiplenip, bir şeyler yapmaya çalışıyoruz. Ancak kastettiğim ülkü devlerinin haline üzülmemek de elde değil. Allah yar ve yardımcımız olsun.

Aslında gösterilen tepki milli hassasiyet değil siyasi çıkardır
Bakanlık, başbakanlık, Meclis başkanlığı yapmış bir insan Diyarbakır meydanında adeta bölünmüş bir Türkiye vaad edercesine; "Lazistan, Kürdistan"dan bahsediyor, ülkede Cumhur ittifakının küçük ortağı Devlet Bahçeli ve avanesi de dahil olmak üzere çıt yok. Ancak İzlanda'da Türk milli takımına yapılan muamele karşında hükümletin başından sonuna herkes demeç patlatma yarışına girdiler.
Size bir şey söyleyeyim mi; mesele milli onur meselesi falan değil. Yaptıkları ikiyüzlük. ABD askerimizin başına çuval geçirince; tepkisizliğe karşı tepki gösterenlere "Ne notası, müzik notası mı" diyenlerin İzlanda'da da olup bitenlere tepkilerini; seçim üzerine konjonktürü fırsata çevirme yaygarası olarak görüyorum.

Aklıma da gelmiyor değil; olup bitenler "Kabataş Yalanı" gibi bir "Gavur yalanı" olabilir mi acaba.
"Bu kadar da olur mu canım" deyip, şaşırmayın. Adamlar dördüz doğan çocukların blr tanesinin aynı babadan olmadığını öyle veya böyle bu topluma kabul ettirmediler mi(!) öyleyse...?

İzlanda'da olup bitenlere karşı canı acıyanlar belli ama bunlar kesinlikle iktidar sahibi olanlar değildir. Milli mesele üzerine hassasiyeti olanlar Binali Yıldırım'ın ağzından "Kürdistan ve Lazistan" ifadesini duyduklarında ilk tepki gösterenlerdir. Dolayısıyla, burada tepkisiz kalanların İzlanda'da olup bitenlere tepki göstermeleri sahici değildir.

Devlet Bahçeli için beka denen şey cumhur ittifakının geleceğidir
Efendim neymiş; Devlet Bahçeli Binali Yıldırım'ın Diyarbakır'da yapmış olduğu; bir anlamda vaad niteliğindeki konuşmasında "Lazistan, Kürdistan"dan bahsetmesini niçin eleştirmiyormuş.
Balık hafızalılar elbette Devlet Bahçeli'nin Binali Yıldırım'a niçin tepki göstermediğini anlamazlar.
Türkiye'nin egemenlik hakları ile üniter yapısını tehdit eden "Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme"yi 15 Ağustos 2000 tarihinde MHP lideri Devlet Bahçeli'nin iktidar ortağı olduğu ANASOL-M hükumeti imzaladı.

Muhtevası "Her etnik veya dinsel kimlikler kendi kaderlerini kedileri tayin edebilirler" olan ikiz yasaları meclis komisyonlarından geçirerek AKP'nin eline verip sonra da yapılan oylama ile yasallaştıran bizatihi Devlet Bahçeli'nin kendisidir. Oysa Devlet Bahçeli, Türk milliyetçilerinin doğal refleksini ortaya koyup söz konusu uluslararası sözleşmeye kaşı çıkmış olsaydı akabinde gidilen seçimde MHP baraj altında kalmayacaktı. Ama bunu yapmadı. Çünkü 2001 de BOP projesi dahilinde kurulan AKP'nin tek başına iktidar olması için siyasi arenanın boşaltılması gerekiyordu. Nasıl olsa MHP'nin misyonunda bir şeye talip olmak gibi düşüncesi yoktu. Baraj altında kalsa da kalmasa da fark eden bir şey olmayacaktı.

Dolayısıyla, Binali Yıldırım'ın dile getirdiği Lazistan, Kürdistan meselesi Devlet Bahçeli'nin müsebbibi olduğu ikiz yasaların ruhuna ters değil. Doğal olarak da tepki göstermesi beklenemez.
Dikkatinizi çekiyor mu acaba; aslında ülkemizde yaşanan, başımıza gelen musibetlerin müsebbibi Devlet Bahçeli olmasına rağmen altına imzayı başkasına attırıyorlar. Bunlardan en bilineni Erdoğan dır. 

Recep Tayyip Erdoğan'ın arkasındaki güç Devlet Bahçeli dir diyenler...?
Devlet Bahçeli kayıtsız, şartsız AKP ve Tayyip Erdoğan'ın arkasında; hatta bazılarına göre de Erdoğan'ı yönlendiren arkasındaki esas güç olduğu söyleniyor. Bu daha çok; izahat güçlüğü çeken biatcı ülküdaşlarımızın avuntusu.
Peki Devlet Bahçeli bu kadar güçlü bir konumda ise; niçin devlet kademesi ve bürokraside diyelim ki; bir Cumhurbaşkanı yardımcısı, bir iki bakan, üç beş bakan yardımcısı ülkücü değil veya Abdul Kadir Aksu yerine bir ülkücü herhangi bir devlet bankası yönetim kurulunda değil. Cumhurbaşkanlığına bağlı onlarca kurul var; lütfen birisi bana bu kurullarda görevlendirilmiş bir tek ülkücü ismi versin. Kayyum atanan yüzlerce fetö şirketi var, şimdiye kadar bir tek ülkücü ismin bu şirketlere atandığını duymadım. 17 yıl boyunca ilk defa basında ülküdaşlarımızın göreve atandıklarını duyduk, okuduk; Ankara Belediyesi ülkücü Mansur Yavaş dönemi.

Peki Devlet Bahçeli'yi, ülkücülerin her yerden tecrit edilmesi gerektiği gibi bir görev anlayışına iten nedir. Devlet Bahçeli'nin Recep Tayyip Erdoğan'a "Beyefendi, biz sizin kendi adamlarınızdan daha sadakatle arkanızda durarak destek veriyoruz ama aynı zamanda görevlendirme de bekliyoruz" diyerek talepte bulunmuş olsaydı; Erdoğan'ın itirazı olacağına kesinlikle inanmıyorum ama bir o kadar da Devlet Bahçeli'nin herhangi bir isteğinin olmuş olduğunu da sanmıyorum.

O zaman soruyorum; ötelenen, itilen, kakılan; eş ve çocuk sahibi olup, herkes gibi yiyen, içen; mutlu, huzurlu yaşamak isteyen ülküdaşları için kayıtsız şartsız ortağı olduğu AKP hükumetinden bir şey istemeyen Devlet Bahçeli ülkücü camiaya rağmen Türk milliyetçilerinin kurumsal kundağı olan MHP'de genel başkan olarak nasıl kalabiliyor. Hangi hakla ve bilmediğimiz hangi güç kendisini o makamda tutuyor.
İstemeden verme düşüncesi hayır hasenat işlerinde güzel de; kerizliğe de kimsenin talip olması beklenmez öyle değil mi.
Ülkücü kadrolar ile bu hükumet eğer takviye edilirse belki de toplumda güven artacak, yaşamakta olduğumuz siyasi ve ekonomik kriz kolayca aşılacaktır. Ancak "Hareketin engeli Devlet Bahçeli" sayesinde ülkücü kadrolar atıl vaziyette bekletiliyor, başka arayışlara baş vuranlar da zilletlikle itham ediliyorlar.
MHP tabanındaki derin sessizliğin; hesap sormak için 23 Haziran İstanbul seçimlerini bahane edeceğini düşünüyorum.

Canlı Yayın istediği 17 yıl sonra AKP'den geldiğine göre dikkat etmek lazım
Binali Yıldırım-İmamoğlu canlı yayını TRT'de olsa bile moderatör kesinlikle TRT mensubu olmamalıdır.
İmamoğlu'na zorla aleyhine bir yanlışı yaptırmaları dışında hiç bir seçenekleri kalmadı çünkü.
Peki yaptırabilirler mi; elbette. Bunlar değil mi ki; İslam'ın beş şartının dahi önüne geçirerek, daha öncelikli kutsiyet atfettikleri "Başörtüsü" üzerinden oy konsolidasyonu yapabilmek için tarihe "Kabataş Yalanı" diye geçen; Kabataş'ta kucağında körpe çocuğu olan "Özellikle başörtülü" bir kadının üzerine; üstleri çıplak, altları deri pantolonlu yetmiş erkeği işetmediler mi.

Dolayısıyla, onların kontrolündeki canlı bir yayında her türlü tezgahı kurabilirler. Sonra da "Kabataş Yalanı"nı kurgulayan " Hatun kişi"nin dediği gibi arsızca "Aynı durum söz konusu olursa yine benzerini yaparım" derler. Çünkü arsızlıkta sınır olmayınca tüm iğrençlik ve tuzaklara da hazırlıklı olmak lazım.

"Cumhur İttifakı"nın, kendilerine muhaliflikleri alenen bilinen iki gazeteciye moderatörlük önermeleri öz güvenden kaynaklı değil; aksine, daima algılarla konsolide olmuş Cumhur ittifakı seçmenini yine" "Muhalif gazeteci ya, bize hıyarlık yaptı" potansiyel algı ile bir başka mağduriyet için zemin hazırlığına yönelik düşünülmüş stratejidir.
İsmail Küçükkaya açık oturumu fevkalade yönetse bile değil mi ki; İmamoğlu'nun yandaş medyadaki bir açık oturumda "Recep Tayyip Erdoğan ile bir araya gelip hep beraber çalışalım" sözünü "PYD ve PKK ile çalışırım" şekline dönüştüren bir güruh var; onlar neler yapmazlar ki.
İmamoğlu illaki bunun hesabını yapmıştır, yapacaktır da. Müthiş bir öz güven duygusuna sahip. Bu İmamoğlu'nun en büyük avantajı. Dolayısıyla, şahsen kendisine güveniyor, üstesinden geleceğine inanıyorum. Allah yar ve yardımcısı olsun inşallah.

Demokrasi var ama tek adam ve onun partisi için istediği kadar
Bu "Tek adamlı partili Cumhurbaşkanlığı sistemi" denen ucube istemin ayıplı bir tarafı da; "Partili Cumhurbaşkanı"nın atadığı" "Atanmış bakanların" her birisinin siyasi kişiler olarak Cumhurbaşkanının siyasi çalışmalarına katılıyor olmalarıdır.
Aslında bakanlar bir anlamda bürokrat sıfatındadırlar. Keza valiler, kaymakamlar da öyle. Peki devletin her türlü imkanı Cumhurbaşkanı ve onun partisinin kullanımına tahsis ediliyorsa; böyle bir yarışta muhalefet nasıl başarılı olabilir. Böyle bir sistemde HDP'yi katalizör konumuna sokan ucube istemin bizatihi kendisi değil mi. Vebali de birinci derecede Bahçeli sonra da Erdoğan ait değil mi.

Peki hangi siyasi etik anlayışı HDP seçmeninin "Muhalefet"e oy vermesine mani olabilir. HDP seçmeninin oy kullanmaması mı gerekiyor? Eğer durup dururken benim keyfim öyle istiyor diyerek "Demokrasimize" tecavüz ederseniz peydahlanan çocuğun vasisi de siz olursunuz. HDP'nin tercihlerini sizin demokrasimize yapmış olduğunuz tecavüz belirlemektedir.

Buradaki esas "Ahlaksızlık" bu ucube sistemde; HDP gibi partilerin varlığının kabul edilmesi ama siyasi faaliyetlerinin seçim sonuçlarına etki etmemesi gerektiği gibi abzurt bir niyetin saklı olmasıdır. Peki böyle bir dayatma yerine muktedirler daha delikanlı olsalar da; bu tür partilerin varlığına cevaz vermeyen yasal bir düzenleme yapsalar ya.
Hala öbür tarafta duran (Özelikle dikkat edelim lütfen; MHP demiyorum) ülküdaşlarım bizi sık sık uyararak; "Siz Bahçeli'yi Erdoğan düşmanlığı üzerinden değerlendirdiğiniz için ne yapmak istediğini anlamıyorsunuz" diyorlar.
Yahu Halep oradaysa arşın da burada. Devlet Bahçeli'nin yirmi küsur senedir süregelen; müsebbibi olduğu, yüzleştiğimiz ve yaşadığımız gerçekleri ortadayken; hala kendisinden keramet beklemek akıl karı mı dır. Ne yani; Türk analar başka evlatlar doğuramadılar mı ki; İlle de Devlet Bahçeli'den keramet beklemeye devam edeceğiz. En büyük hüneri yeni sistemin mucidi olmasıdır. Ne faydası oldu? Milleti karpuz gibi ikiye ayırıp, hasım hale getirdiler. 

Kısa kısa...?
Peygamber Ocağı Müslüman Türk Ordusu'nda doğru dürüst namaz kıldırabilecek bir imamın olmadığı (Elbette var ve binlerce) görüntüsü Türk Ordusu'na halel getirmeyecek; asla. Ama "Cumhur İttifakı"nın öncülüğünde Türkiye'yi siyasal İslam ile değiştirme dönüştürme projesinin iflasına yüce Allah'ın (C.C) yaptığı bir katkı olarak görmek mümkün.
Allah ayetinde ne diyor; "Sizin şer bildiğiniz hayır, hayır bildiğiniz şer olabilir". Dolayısıyla, "Cumhur İttifakı"nın icraatları ile siyasal İslam'ın üstesinden ancak böyle gelinebilirdi
...
"Etnik piç"in birisi ne demişti; "Bizim sayemizde herkes Türk olmaktan kurtuldu". Şimdi aynı etnik piçler Ekrem İmamoğlu'nun Türk olup olmadığını sorguluyorlar. Bunlar böyle bir güruh işte.
...
Binali Yıldırım'ın moderatör olarak tüm TV kanallarından uzaklaştırılan Uğur Dündar'ı önermesi; aslında kendi iktidarları sayesinde Türk medyasının ne kadar güvenilmez, aciz, vasıfsız, niteliksiz; kısaca ne denli rezil duruma düşürüldüğünün bir itirafı değil de nedir.
...
Çebni çocuğu Ekrem İmamoğlu'nu Yunan yapanlar; sizlerde zerre kadar şeref ve haysiyet varsa; Binali Yıldırım'ın Diyarbakır meydanında Kürdistan ve Lazistan vaadi için söyleyeceğiniz sözünüz olmalı değil mi.
...
Bir insan önce arsız, bir de üstüne üstlük vicdansız olursa; ve bu insan aynı zamanda milleti de algılarla oradan oraya sürüklenebilen ahmaklar olarak görürse; elbette KKTC ve Denktaş anısına tasarlanmış olan heykelin kaidesindeki kompozisyonu Makaryos üzerinden tarif eder, okurlar. Oysa Makaryos'un o kaidedeki varlığı; Denktaş'ın kahramanlığını daha iyi anlatabilmeye matuf bir niyettir.
soralmehmet@gmail.com

5 Haziran 2019 Çarşamba

TEKRARLANAN BU HAİNLİK BİR PROJE Mİ DİR?

''Keşke Yunan galip gelseydi'' deme hainliği niçin devam ediyor
Devlet memuru, cumhuriyet imamı; daha doğrusu imam kılıklı birisi Antep'te bayram namazında, camide konuşmuş.
"1. İnönü, 2. İnönü, Sakarya muharebesi falan filan hepsi yalan, ne zaferi. Yunan'lıları denize dökmüşüz; yalan. Kimsenin denize döküldüğü filan yok. Keşke Yunan galip gelseydi de; Osmanlı yıkılmasaydı" buyurmuş.
Bu tür; benim deyimimle Türk'e öfke duyan, etnik kimliğini gizleyen ama aslında etnikci olan "Etnik piçler"in zaman zaman çıkışları oluyor. Peki o gün o camide bu sözleri duyan halk nasıl oluyor da o camiyi terk etmiyorlar; anlamak mümkün değil.

Bakınız, söylediğim şaka falan değil. Bilerek ve istenerek Türk milletinin refleksini ölçmeye matuf bir operasyon süreci yürütülüyor. 15 Temmuz da Türk milletine sıkılan kurşun ile şanlı İstiklal savaşı tarihine ve onun kahramanlarının hatıralarına sıkılan kurşunun ne farkı var. Cemaatin söz konusu camiyi terk etmemesi demek; dini yaşama müdahale edilmediği sürece herhangi bir işgal durumunda halkın mukavemet göstermeyeceği anlamı çıkar ki; Allah korusun.
İhanet sadece yaşadığımız güne değil, geçmişe yönelik olursa da cezası kesilmelidir. Bu imam vatana ihanetten yargılanmasının yanında herhangi bir istihbarat örgütüne çalışıp çalışmadığı araştırılmalıdır. Ben diyorum ki; bu olup biten milli refleksi ölçme operasyonudur.
Bugün kendilerini bayram ziyaretine giden Ekrem İmamoğlu'na "Yunan" yakıştırması yapanlara nasıl ki Trabzon halkı büyük bir nümayiş ile protesto edercesine sahip çıkmışsa "Gazi" Antep halkı da kendisine emanet edilen tarihine, sahip çıkma refleksini gösterebilmeliydi. 

Siyasi parti liderliğinde öz güven meselesi
Devlet Bahçeli; Ekrem İmamoğlu-Binali Yıldırım'ın TV'de karşılıklı siyasi münazara yapmalarının çok iyi olacağını söyleyerek, bunu düşünen Didem Aslan Yılmaz'a teşekkür etmiş.
Kendilerinin siyasi hayatları boyunca yapamadıklarını başkalarından beklemek nasıl bir duygu acaba. Bunun bir tercih meselesi olmaktan ziyade öz güven meselesi olduğunu düşünüyorum.
Eğer, bu çok eskilerde kalmış; hatta "12 Eylül 1980 darbe yönetimi" zamanında bile kısıtlı demokrasi imkanlarında medeni cesareti göstermiş olan zamanın siyasi parti liderlerinin yaptıklarını Ekrem İmamoğlu-Binali Yıldırım yapma yürekliliğini gösterecekler ise; o zaman sizlerin de liderliği tartışılır. Niçin mi; liderlik sıfatlarından belki de en belirgin olanı; siyasi mevkidaşı ile karşı karşıya, canlı olarak münazara yapabilme öz güvenine sahip olmaktır.

Mesela hayal edelim. Herhangi bir akşam, saat 21:00'de, ulusal yayın yapan TV kanalında Recep Tayyip Erdoğan, Devlet Bahçeli, Meral Akşener, Kemal Kılıçtaroğlu, Temel Karamollaoğlu ve Doğu Peki Perinçek'in ülkemizin iç ve dış meselelerini tartışmak üzere bir araya geldiklerini düşünelim.
Aklımıza bile getiremiyoruz değil mi. Otuz sene önce belki kör topal da olsa, sahip olduğumuz demokrasimizde bunu becerebilen siyasi liderlerimiz vardı ama bugün böyle bir manzaranın hayalini kurmak bile mümkün değil.
Bunu bile beceremeyen siyasi liderlerin varlığı; bırakalım demokrasimize yakışıp yakışmadığını bizler için utanç vesilesi değil mi dir. Peki ne hakla "Bu ülkeyi ille de biz yöneteceğiz" diyorlar. Çünkü bizler tek tek hiç bir zaman bizatihi kendimizi onlar karşında adam yerine koymuyoruz, belki de aciz görüyoruz da ondan.
Ancak haksızlık olsun istemem. Yukarıda zikrettiğim isimler içerisinde çizdiğim tabloda özellikle iki ismin; Devlet Bahçeli ve Recep Tayyip Erdoğan yer almak istemezler. Keşke demokrasimiz için böyle bir jesti yapsalar da bana da anırmak düşse; keşke, razıyım.
Otuz yıl öncesinde yaşadığımız demokrasimize tekrar kavuşmak dileğiyle. 

YSK ne yapmak istiyor
YSK, İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanlığı seçimlerinin iptali için gerekçe görüp, sorumlu tuttuğu ve suçladığı insanlar için 23 Haziran İstanbul seçiminde tekrar görev yapabilirler diye karar vermesi yapılacak seçimler hakkında şimdiden şaibe oluşturmayacak mı.
YSK böyle bir karar almakla aslında 31 Mart İstanbul Büyük Şehir seçimlerinin iptalinin keyfi ve taraflı 
olduğunun itirafı olmuyor mu. 

YSK üyelerinden sadece başkanını yolda görsem tanırım. Diğer üyelerini tanımam bilmem ama birbirleriyle çelişen almış oldukları kararlar ile ne yapmak istedikleri meçhul.
İlk aklıma gelen; amaçları ülkede kaos yaratmak olabilir mi diyorum ama kimin işine yarar. İşte "Kimin işine yarar" sorgulaması hiç bir zaman yapılmasın diye de onları yargılayacak bir üst mahkeme tanımlanmamış.
23 Haziran'da kaybeden için itiraz gerekçesi şimdiden hazır. Hayır demek mümkün mü. Hangi hak, hukuk ve adalet anlayışı bize yeterince güven verebiliyor. "Fiili durumlar" yaratıp sonra hukuki kılıfını uydurmak AKP döneminin genel alışkanlığı oldu, YSK'da bundan nasibini almıştır. 

Tövbe etmek için Allah'a şart koşmak
Şah damarlarınızı patlatırcasına ne okursanız okuyun, ayet bile olsa; Allah artık sizden yana değil, mazlum ve mağdurdan yana.
Allah, yüce dinini ayaklara düşürenleri sürüm sürüm süründürmek varken niçin yardım etsin ki. Sergilediğiniz çırpınışlarınız aslında çaresizliğinizdir. Sürekli kıçınızla suya dalıyorsunuz ama bir türlü gerçeği fark edemiyorsunuz.
Allah'a şart koşuyorsunuz; "Sen bizi 23 Haziran'da galip kıl ki; biz de senden af dileyip, tövbe edelim" 
Haşa, Allah'ın sizin tövbenize ihtiyacı mı var. Siz tövbe edince Allah'ın eksik olan bir sıfatı mı güçlenecek. Cehennemin dibine kadar yolunuz var demesi çok mu zor sanki.

Devlet Bahçeli kadrolu müsteşar mı?
Devlet Bahçeli'yi bir siyasi parti lideri olarak görmekten ziyade; MHP'nin siyasi iradesini Türk milliyetçilerine rağmen bizatihi devletin ergleri ile gasp ederek, hükumetlerin hizmetine amade kılarak adeta müsteşarlık yapan bürokrat olarak görmek lazım. Bu görevi sadece AKP hükumetleri için değil, geçmiş hükumetler için de ifa etmiştir.
Siyasi lider olarak hiç bir zaman ne başbakan, ne de Cumhur başkanı olmak istemediği gibi; alternatif olabilecek hiç bir Türk milliyetçisine de fırsat tanımamıştır.

İYİ PARTİ de; bu kısır döngüyü durdurmak üzere alternatif arayışlar sırasında Türk milliyetçilerinin geliştirip, ete kemiğe büründürdüğü bir projedir.
Ancak geldiğimiz noktadan geriye doğru baktığımızda İYİ PARTİ hareketinin ne kadar da hayırlı bir inisiyatif olduğunu daha iyi görüyoruz. Anlıyoruz ki; yukarıda bahsettiğim üzere hükumetlere müsteşarlık görevi ifa eden Devlet Bahçeli; Türk milliyetçilerinin firesiz olarak AKP ve Erdoğan'nın siyasal İslamcılık adına devleti önce değiştirme sonra dönüştürme fantazilerine hizmet etmelerini sağlayabileceğine inanıp, güveniyordu ama büyük ekseriyatımız bu biat beklentisini red ederek, "Cumhur İttifakı"nın ileriye dönük kurgusunu bozmuş olduk.
Türk milliyetçileri kendi ideolojik siyasi geleceği açısından böyle bir açılım sergilerken aynı zamanda "Millet İttifakı"nın inşasında doğrudan yer alarak da; ülkemizin genelinde faklı bir siyasi kültürün yeşermesine vesile olmuştur. O da ne; "Millilik paydasında bütünleşerek ortak sinerji yaratmak". Bunun gerekliliğine inanan CHP, İYİ PARTİ ve SP bir araya gelerek "Millet ittifakı"nı inşa etmişlerdir.
İşte bu "Millilik paydasında bütünleşme" niyeti Mansur Yavaş, Ekrem İmamoğlu gibi çok güçlü isimleri ortaya çıkardı ve sonuç da alındı. Siz bakmayın YSK marifeti ile yapılan darbeye; 31 Mart'da kazanan Ekrem İmamoğlu olmuştur.
İki yıl önce başlayıp da 23 Haziran seçim sürecine kadar uzanan, daha sonra da şartlara göre devam edecek olan zaman diliminde; tüm plan ve projeleri alt üst eden, kadük kılan İYİ PARTİ ile İYİ PARTİ'nin siyasetteki yerini çok iyi görüp okuyan Sayın Kılıçtaroğlu ve Milli düşünen sol olmuştur. Cumhur ittifakı bu gelişmelere direnmeye çalışırken en çok da korktuğu; kendisinden kopacak olan millet vekilleri ile yeni bir partinin kurulması ve Cumhur ittifakının mecliste azınlığa düşme ihtimalidir.
İşte bunun için AKP sermayesine ve yandaşlarına büyük imkanlar sunan İstanbul Belediyesinin imkanlarını kaybetmemek için maksimum çaba sarf ediyorlar ki; İmamoğlu'nun kazanması durumunda AKP marifeti ile İstanbul Belediyesinden nemalanan yandaş mütahitler yeni kurulacak partiye kaymasınlar. Kurulacak parti bir anlamda AKP'nin altını oyacak, belki de erken bir genel seçim ile ömrünü kısaltacaktır.
Bütün bunları niçin anlattım; biatcı olmayan, özgür düşünen, öz güven sahibi Türk milliyetçileri olarak iki yıldır ortaya koyduğumuz inisiyatifin ne kadar hayırlara vesile olduğuna dikkat çekmek içindir.

''Çaldılar'' yalanı
Adam iftar sofrasında Türk milletinin gözünün içine baka baka "Çaldılar" diyerek yalan söylüyor.
Nasıl bir cür'ettir anlamak mümkün değil. Yahu YSK iptal gerekçesini oluşturan nedenleri belirtti, içinde "Çalma" diye bir şey yoktur. Peki niçin yalan söylersin be adam; sen de Allah korkusu yok mu.
Peki; bırakalım sana kem söz söylemeyi, ima edenleri bile anında tutuklatırken; bu çalma işini hangi şerefsiz veya şerefsizler yaptıysa niçin bir tutuklama haberi duymuyoruz.

Yine Trump telefon etti Cumhur İttifakı gereğini yaptı
Biatcı ülküdaşlarıma sesleniyorum. Hani, sizler 31 Mart öncesi beka beka diye ülküdaşlık hukukumuzu da hiçe sayarak; Balgat mukimi ve avenesine biat etmeyi red eden bizlere; "Zillet" diyerek aşağılayan "Oturan boğa"ya kanarak o bize ne yakıştırdıysa, sizler de aynısını yakıştırıp söylemiştiniz ya.
Şimdi Trump'ın telefon talimatı ile ne isterse adeta emir telakki edilip, gereğini yapılması hali Devletimiz ve milletimiz açısından gerçek anlamda bir beka sorunu değil de, nedir. Düşünebiliyormusunz; ABD telefon ederek talimat geçiyor, ülkemizdeki istediği mahkümü serbest bıraktırıyor.

Şimdi anladınız mı; zillet sıfatının bizim üzerimize değil, asıl Trump'ın emir kulu olan "İttifak"ın üzerine oturduğunu.

Kısa kısa 
Özelikle Atatürk ve Türk Ordusu'na fütursuzca hakaret edip, aşağılayanların şecerelerini inceleyin; Türklüğe öfke duyan "Etnik piçler"dir.
Peki bu hakaretleri eden etnik piçler kinlerini kustuktan sonra; niçin sahibinin avlusuna kaçan itler gibi iktidarın arkasına saklanma ihtiyacı duyarlar.
...
Bak muhterem benim oyumun adresi Kostantinapol'e çıkmaz ama senin kirli siyasetinin varacağı adresin nereye çıkacağı hiç belli değil.
Bak, gene puştun birisi Türk Ordusu'na sayıp sövdü saklandığı yer neresi; senin avlun. 
...
Sayın Davutoğlu evet "Yeni bir hal lazım" ama bunun lokomotifi sen olamazsın. Senin için "Bir hikayenin oluşması" fırsatı doğmuştu ama eline kalemi alıp da yazmaya cüret edemedin.

Senin kulağından tutup bir kenara savurmak isteyen ele karşı hangi mukavemeti gösterdin ki; "Yeni bir hal" için umut olabilesin. Ama durma, devam et; yel kayadan ne koparsa kardır.

soralmehmet@gmail.com