13 Kasım 2013 Çarşamba

ŞU BİZİM ACUN VE SU KABAĞI

Acun Ilıcalı;
O'nu nereden hatırlıyoruz; Yıllar önce Güney Amerika sahillerinde genç kız ve delikanlıların içini gıcıklayan görüntüler eşliğinde yaptığı çekimlerin verildiği TV'lerden. Medyatik olmanın en kolay ve kestirme yolu cinselliği alabildiğine kullanmaktan geçtiği için belki de bu yolu bilerek seçti.

Bir zaman sonra bu tip kişiler birden bire ''hidayete'' ererler, bir cemaate girerler veya dedikodusunu çıkarırlar. Ve ne hikmetse daha sonra Allah bunlara; ''yürü kulum'' der.
Tabi ki, Allah’ın kim hakkında ne düşündüğünü bilmeyiz amma, sorulduğunda böyle izah ederler.

Şimdi öğreniyoruz ki TV8’i satın almış. Yahu, aklım sırrım ermiyor. Bu nasıl bir iştir ki, son on sene içinde bir adam neredeyse patronunu satın alacak güce erişebiliyor. Evet, TV8 de program yapmadı ama biraz daha zorlansa Star TV’yi de alabilir pekala.

Taraf gazetesinin eski komünistlerce kurulup, zaman Gazetesi tesislerinde de basılıp, Ergenekon, Balyol Davaları belgelerinin bu gazete üzerinden yazarı tarafından deşifre edilmesi süreci; hidayete erip cemaate giren ve daha sonra hormonlu kabak gibi sürekli büyüyüp, zengin olan birisinin TV8’i satın alması bana çok manalı geliyor, ya size?

Cemaatin TV’leri var, hem de birkaç tane ama onların konsepti başka. Ne alakası var demeyiniz lütfen. Cemaat sadece dini bir grup ya da oluşum değil artık; ekonomik ve hatta siyasi bir güç haline gelmiştir. Bu gücü sadece inançsal boyutu ile korumanın mümkün olmadığını biliyorlar. Dolayısıyla liberal, kapitalist sermaye yapılanmalarından da faydalanmayı düşünmüş olabilirler. Bu yapılanmaların siyaseten fikir izdüşümünde olan yazar çiz erleri de bünyelerine alarak, yelpazeyi geniş tutarlar. Bu yelpazede sadece Türk milliyetçileri ve ulusalcılara yer vermezler, ekmek yedirmezler. Çünkü milliyetçi ve ulusalcıların güçlü sermayeleri yoktur, yabancılarla menfaate dayalı işbirliğine(!) yatkın değildirler.

Kabak ve kavak bile bu kadar hızlı büyümeyince aklıma bunlar geldi.

Mehmet Soral-13.11.2013
soralmehmet@hotmail.com
@soralmehmet

OYLARIN ÖZGÜL AĞIRLIĞI

Başbakan yardımcısı Bülent Arınç, Başbakanın ''kızlı-erkekli öğrenci yurtları'' meselesi nedeniyle ters düşüp, kendisinin ve demeçlerinin Başbakan tarafından hiç kale alınmayıp, hep beraber şahit olduğumuz malum gelişmeler olunca, kendisi ile yapılan bir söyleşide ‘’benim bir özgül ağırlığım var, bunu dikkate almak zorundasınız’’ diyerek, hükumetteki ve partilerindeki ağırlığını başbakana hatırlatmak, hissettirmek istedi.

Sayın Arınç ''özgül ağırlık'' kavramını kullanınca ister istemez benimde ''oyların özgül ağırlığı'' aklıma geldi. Sayın Arınç'a sormak isterim; ''oyların da özgül ağırlığı'' var mıdır?
Bence oyların özgül ağırlı en az kendi özgül ağırlığı kadar önemli, hatta daha da önemlidir.
Kendisinin özgül ağırlığı belki partisini ve hükumetini ilgilendiriyor ama ''kullanılan oyların özgül ağırlığı'' bir milletin ve ülkenin her şeyini etkiliyor.

Mesela, gene Sayın Arınç'a sormak ve cevabını da almak isterim ki, partilerin aldıkları oyları, özgül ağırlıklarına göre değerlendirecek olursak sonuç ne çıkar acaba?

Demokrasilerde kullanılan oyların özgül ağırlıkları da hesaba katılmalıdır. Bir kilo ıslak buğday ile bir kilo yaş buğdayı tartacağız ve her ikisine de aynı parayı vereceğiz. Adalet bunun neresinde?

Bence, ''Ortalama bilinç düzeyi'' testinden geçebilenler ancak oy kullanabilmelidirler. Demokrasilerde böyle şey olur mu, bu bir absürt düşüncedir diyenler çıkabilir. Bu düşüncemin nedeni; demokrasinin nimet ve fırsatlarından yararlanarak iktidara gelenlerin absürtlüklerine, olabildiğince fırsat vermemek içindir. Demokrasinin gelişmesi ve uygulamasının daha adil sonuçlar vermesi için bu ilave unsurun eklenmesini doğru buluyorum.
Mehmet Soral
soralmehmet@hotmail.com