25 Temmuz 2020 Cumartesi

AYASOFYA'DA ATATÜRK'E YAPILAN SAYGISIZZLIK

Ayasofya'da cuma hutbesinde Atatürk'e saygısızlık yapılmıştır
Bugün de cuma hutbesinde yine tüm cemaat olarak Ayasofya mevzusu üzerinden diyanetin usturası ile imam tarafından tıraş edildik. Öte yandan Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş'ın Ayasofya'da okuduğu cuma hutbesi ile biz cumhuriyet değer ve kazanımlarını önemseyip, hassasiyet gösterenleri çileden çıkardı. 
Sanki 1453 senesinde henüz İstanbul fethedilmiş ve akabinde Ayasofya'nın camiye dönüştürülmesi kararının yaşandığı gündeydik.
1453-2020 arası yaşanmışlıklar ve zaman dilimi makasla kesilip atılmış. Fatih yapacağını yapmış kalanı da sanki Erdoğan tamamlamıştı.

Cumhuriyet dönemine sinsice öyle bir göndermeler yapılıyor ki; alttan alta dönemin tüm kazanımlarına kin ve öfke var. Başta İstanbul'un işgali olmak üzere İstiklal savaşı ve Atatürk gerçeğini bilerek ve istenerek görmezden geldiği gibi kullandığı bir cümlede Atatürk'ün Fatih'in vakıf senedine uymadığını ima ederek zımnen kendisini lanetliyordu. Oysa ki; Murat Bardakçı'nın bir TV kanalında canlı yayında söz konusu vakıf senedini göstererek, herhangi bir lanetleme maddesinin olmadığını söylemişti. 
Ne, yıllar önce Ayasofya'nın bulunduğu şehri İngilizlere tek kurşun atmadan teslim eden Vahdettin'in ihanetinden bahsedildi; ne de, o ihanetin Türk milletine ödettiği bedelleri telafi için verilen İstiklal savaşı mücadelesinin kahramanı Atatürk ve O'nun arkadaşlarından bahsedildi. Aksine O'nun almış olduğu kararın adeta "Zulmüne" atıf yapılarak, seksen yıl sonra bu zulme karşı elde edilmiş bir zaferden bahsediliyordu(!)
Diyanetin bu bilinçli ama haksızca hazırlamış olduğu metini imamlar tüm camilerde okudular, bizlerde dinledik. Seccademi toplayıp camiyi terk edip etmemek arasında gelgitler yaşadım ama nihai olarak öfkeme galip geldim. Şeytanın gazabına gelerek namazımı kılmayı başardım. Allah kabul etmiştir inşallah.
Diğer bir husus; aynı gün Lozan Antlaşmasının yıl dönümü olmasına rağmen cuma hutbesinde hiç bir şekilde atıf yapılmadı. Yazıklar olsun...! ne diyeyim.
Allah'tan bunlara vahiy mi geldi ki; Ayasofya'da ne sosyal mesafe ne insan aklı, ne de vicdanı var. Corona onların dünyalarını terk etmiş öyle mi(!)
Kim ki oradan virüsü alıp da öyle veya böyle gelip bana veya aileme bulaştırırsa; kendi adıma diyorum ki Allah'ın laneti ona olsun.
Sağlık bakanının özverili çalışması, bilim kurulu ve diğer sağlık mensuplarının her türlü riske katlanarak toplum sağlığı için mücadele edip hatta şehit olmaları, iş verenlerin elamanlarının işsiz kalmamaları için işletmelerine kilit vurmamak adına her türlü fedakarlıkları yapmaları herkesçe malumken; izan, insaf ve irfandan yoksun şekilde sosyal mesafe ve diğer tedbirlerin gözardı edilerek, Ayasofya'nın ibadete değil adeta Corona'ya açık alan haline getirilmesi Corona'ya karşı verilen mücadeleye ihanet olduğu gibi sağlık ordusuna yapılmış bir kalleşliktir.

Senin kıldığın namaz bizatihi senin sorumluluğunda olan bir şey ve sevabı da günahı da seni ilgilendir ama orada bitişik nizam namaz kılıp sonra da ulaşım araçları ile İstanbul'un dört bir tarafına dağılarak masum bir insanın virüs kapmasına neden olduğunuz an; orada kıldığınız namazın zerre miskal o masum insan ile helalleşmediğiniz sürece size bir fayda sağlamayacaktır, bilesiniz.
Kim ki ben böyle düşünüyorum diye namaza niyaza karşı olduğum şeklinde iftira atmaya kalkarsa ben de peşinen onları Allah'a havale ediyorum.
Ayasofya'nın yeniden yeniden fethedilmesi bir ego tatmini olup insanları algılarla oraya buraya sürükleme operasyonudur.
"Yanımızda Sultanahmet var, orayı doldurdunuz mu ki Ayasofya'yı cami yapalım" diyen insan; hangi kızı, ne zaman, nerede ve kime istedik ki düğün yapmaya kalkıyorsun.
Sizin algı operasyonlarınız beni ırgalamaz. Ayasofya üzerine oluşturduğun konjonktürü siyasi tehdite dönüştürerek, cumaya gelmeyen siyasiler üzerine ne de güzel linçler senaryosu yazsanız da; ben olayım muhalefetin yerinde, yanınızda saf tutmam. Artık inançların suistimali üzerinden ödenmesi gereken ne bedel varsa ödensin ve bu hesap da bitsin. Siyasi "Linç"in tehditi ile aynı safta yan yana gelmek riyakarlık olmayacak mı.
İYİ PARTİ'nin iradesi bende olsaydı; mensupları kendileri adına istedikleri tercihi yapabilirlerdi ama İYİ PARTİ adına tek bir kişinin dünkü Ayasofya seremonisine iştirak etmesini istemezdim.
Katılmamanın siyasi linci göze alınamadığı için Meral Hanım Corona'yı bahane etti, Yavuz Ağıralioğlu ve Buğra Bey ise siyasi riski göze alamadıkları için iştirak etmişlerdir.
Maalesef yine cumhur ittifakının dizayn ettiği siyasi seremonide İYİ PARTİ olarak yerimizi aldık.

Oysa ne kadar isterdim; "Biz birilerinin emri-vaki ettiği show'larda figüran olmayız. Yapılmak istenen bir siyasi show'dur, iştirak etmeyeceğiz" diyebilmeyi.
Oysa bu siyasi oyunlara yüreklice karşı çıkmak İYİ PARTİ'nin veya bir başka partinin farkındalığını ortaya koyması için iyi bir fırsat değil miydi. Keşke "Katılmayı gerekli görmedik" diyebilmiş olsaydık.
Gündemi cumhur ittifakı belirleyip, arenayı hala onlar dizayn ediyorsa; kimse kusura bakmasın kazanmaya yakın olan da onlar dır.
Siyasal İslamcıların fikri kanaat önderlerinden olup, AKP ve Erdoğan'ın da feyiz alıp, danıştığı İslamcı yazar Diilipak'ın şu cümlelerinden anlaşılan o ki; T.C Devleti ve Türk'e dair her türlü bütünü parçalamak gibi bir niyetin olduğu aşikar değil mi. Ayasofya'ya atıf yaparak bakın nasıl bir ihanetin pimini çekiyor.

"Bu konu sadece Müslümanlarla sınırlı kalmayacak. Ortodoks birliği de kurulacak. Üniversitelerini, bankalarını da kursunlar. Süryani Patrikliğini Hz. Ömer kurdu, Ermeni Patrikliğini Fatih kurdu. Fatih Rum Ortodoks Patrikliğinin de başıdır. Osmanlı dediğimiz onun içinde bir Ortodoks dünyası var. Sadece Hilafet, ya da Ortodoks Cemaatinin daimi temsilcilik Konsülü değil, bir de Osmanlı Milletler Topluluğu olacak." diyor.
Cumhur ittifakının Balgat birleşeni; (Özellikle MHP demiyorum) bu adamların hangi ihaneti sizin aklınızın başınıza gelmesi için yeterli olacaktır. "Fındığın kabuğu" üzerinden ceza kestiğiniz kendi evlatlarınıza karşı bu kadar cüretkar olabiliyorken cumhur ittifakının diğer bileşenine kıyamamanızın aslı astarı nedir, itiraf edin artık.
Din adamları ilahiyat bilgisi ile bilikte müspet bilimlerle ilgili formasyon dersleri almalıdırlar
Nasıl ki bir fizik mühendisi lise öğretmeni olmak için formasyon dersleri alması gerekiyorsa bir din adamının da hitap ettiği çağdaş insanlara daha inandırıcı ve ikna edici olabilmesi için pozitif bilimlerle ilgili formasyon alması gerekir diye düşünüyorum.
Klasik din öğrenimi ve öğretimi daha önce "Paketlenmiş" peşin kabuller üzerine yapıldığı için hele ki bu "Z kuşağı" için bir anlam ifade etmediği gibi ikna edici de olmuyor. Zaten ancak ikna ile birlikte iman oluştuğu için her ne hikmetse bu usulle bir neslin yetişmesi istenmiyor.

Bugün İslam dini denince; öyle bir algı baskısı altındayız ki; ilk akla gelen ezan'lar, sela'lar, camiler, tarikatlar, badem bıyıklı insanlar ve bir de gözler önüne gelen "Başörtülü kadın silueti". Çünkü din adına konuşulanlar hep bunlar değil mi. Oysa imanın yeterli olmadığı bir İslâm inancında dini ritüelleri yaşıyor olmanın ne anlamı kalıyor ki.
Aynen Osmanlı'da matbaanın geciktirilmesinde olduğu gibi bugün için de din eğitimi ve öğreniminde özellikle öğretenler kapsamında bu işin içine müspet bilimlerin imanı kuvvetlendirebilecek somut verilerinden faydalanmak lazımken sanki bilerek uzak duruluyor.
Bunun önünü açacak olan da siyaset kurumdur ama hiç bir zaman buna fırsat tanınmayacaktır; beslendiği ana kaynak "Menfaat sosuna batırılarak paketlenmiş şekilde sunulan klasik islam öğretisi" de ondan.

MHP Ordu milletvekili Cemal Enginyurt kesin ihraç isteği ile disipline sevk edildi
Cemal Enginyurt'un siyasi dilini ve üslubunu hiç tasvip etmedim. Cumhur ittifakına yaranmak adına bizler gibi Türk milliyetçilerini haksız ithamlarla sürekli rencide etmiştir.
Ancak bir milletvekilinin kendisini meclise gönderen bölge insanının sorunlarına sahip çıkması kadar doğal ne olabilir ki. Cemal Enginyurt belki de yaptığı çıkışlarında alışık olduğumuz sert ve hırçın üslubunun aksine oldukça makul sayılabilecek yumuşak bir dil ile tarım bakanının fındık politikasını eleştirdiğinden dolayı MHP'den ihraç istemi ile disipline sevk edildi. Milletvekilliğinin doğal tanımı ile çelişen oldukça aykırı bir cezalandırma olup ne insani, ne de vicdanidir.

Balgat'ı (MHP demiyorum. Zira MHP'nin kurumsal kimliği gasp edilerek, o haliyle AKP'ye entegre edilmiş bir yapıya dönüştürüldü) anlamak mümkün değil. İnsanlar vekillerini hizmet etsinler diye seçip meclise gönderirler üç beş insana biat edip, onların köleleri olsunlar diye seçilmezler.
Ama şu gerçeği de hepimiz biliyoruz ki; Balgat'ı bu usule teslim eden, ona sadakat göstermeyi alışkanlık haline getirip kurumsallaştıranlar da Cemal Enginyurt gibi biatcılar olmuştur.
Ali Güngör vakası; aslında ülkücü vicdanı susturmaya matuf Devlet Bahçeli'nın bugünler için ülkücü refleksi test ettiği bir çalışmaydı.
O zaman Ali Güngör'ün yanında saf tutanlar; ne mutlu onlara. Başkalarını bilemem ama o yıllardan bu güne telafisi olmayan bir utancın girdabında hala kıvrım kıvrım kıvranmaya devam ediyorum. Eğer birileri feryadımı duyup da bu adam ne demek istiyor diyorsa bilinsin istiyorum; rahmetli Ali Güngör'e yapılan vefasızlık safında yer almış olmamdır.
Nitekim Devlet Bahçeli o test sonucunda istediği sonucu aldığı için inanmış ve adanmışlığımıza her türlü operasyonu çekme gücünü kendisinde hissederek, Türk milliyetçiliği kurumsal kimliği MHP'nin iradesini gasp ederek T.C Hükümetlerinin her türlü ihtiyacını gidermeye matuf alternatif milli güvenlik kurulu ile görevlendirilmeye amade kılmıştır. Bunun da bizim misyonumuzla, yani "Milliyetçi Türkiye"yi inşa etmekle uzaktan yakıdan bir ilgisi yoktur.

Fetöcülük ithamı ile yürekli insanları korkutmak
Sizi gidi sahtekar, düzenbazlar sizi. Ulan hepiniz kurbanlarınızı kesip, derilerini paketleyip akşama kadar vermek için fetö'nün müritlerini beklemediniz mi.
"Ülkü ocaklarına verelim" teklifimize "Onları da nereden çıkardınız canım, bunlar hizmetin namazında niyazında çocukları" demediniz mi.
Şimdi bu kadar hemhal olmuş halinize başkalarını bulaştırmak gibi bir algı peşindesiniz ama her türlü alavere dalavere ve kumpaslarınıza karşı öyle bağışıklık kazandık ki; ne yaparsanız yutmuyoruz artık.

Hiç bir ilinti bulamayınca "Ama siz de Abuzuddin köprüsünden geçerken senin atının kuyruğu onların eşeğin semerine değdi" diyorsunuz. Olum değse ne olur değmese ne olur; semerin altında ne var sen ona baksana.
Neymiş; 17/25 Aralık öncesi ve sonrası şeklinde devam eden açıklamalarla savunma refleksi göstermeler ve devamında cart curtlar...
Hangi mahkeme milad'a dair karar verdi; muktedirin paşa gönlü öyle istedi de ondan. Çünkü öncesi, alayını içine alır da ondan.
Hüseyin Gülerce'ye "Muz" 18 yaşındaki askeri öğrenciye ise "Nah"...öyle mi.

Fetö ile ilgili bir açılım mı düşünülüyor
Mümtazer Türköne'nin yeniden yargılanması talebi, istifa eden Türk Tarih Kurumu başkanının fetö mensuplarına af talep etmesi, Bülent Arınç'ın KHK mağdurlarından bahsetmesi gibi arka arkaya yapılan çıkışlar fetö ile ilgili düşünülen bir açılımın kamuoyunun twpkisini ölçmeye matuf bir test çalışması olabilir mi. 
Cumhur ittifakı ile Fetö'nün; adını ne koyarlar bilemem ama bir açılım yapıp, bunun açıklanmasını da Devlet Bahçeli'ye (Bilerek MHP demiyorum) yaptırıp, gerekçesi için de "Devletin bekası" derler mi...?
Gerekçesini insan mağduriyetlerine değil, yurt dışına kaçırılan yüklü miktarda fetö parasının getirilmesi pazarlığına dayandıra bilirler mi...?
Dikkat ederseniz fetöcü iş adamları öyle veya böyle hapishaneleri ziyaret ettirip bırakıldılar. Şamil Tayyar bunu "Fetö borsası"na bağlamıştı. Ben de buradan hareketle yurt dışına kaçırılmış yüklü miktarda fetö sermayesinin de bu şekilde yurda getirilmesini düşünülebilirler diye düşünüyorum. Borç çok, para yok.

İşte muhtemel ki; böyle bir hata (Apo'dan ısmarlama mektupla talep edilen yardım) yapılırsa fetö'nün toparlanmasına neden olabilirler. Sonra ne olur; yine olan olur ve yine "Kandırıldık, Allah bizi affetsin" deyip devam ederler.
Peki bu ihtimaller niçin aklımıza geliyor; tamamen ve tamamen milletimize yaşatılan tecrübelerden.


Önce korkutup sonra ''Superman'' olmak ne yaman bir çelişki
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan devreye girdi. İçinde kıdem tazminatlarının emekli olduktan sonra emekli maaşlara eklenerek peyderpey ödenmesi ve part-time çalışma gibi tartışmalı düzenlemelerin bulunduğu geniş kapsamlı çalışmaya “Bu konuları taraflara sorarak uzlaşma arayıp daha sonra getirin” dedi.
Bu çalışmayı başlamadan niçin yaptırmadı. Yine benzer şey; önce korkutma, sonra superman rolünde kurtarıcısı olmak.
Kanaatim o ki; AKP'nin zihninde var olan erken seçim gereği, söz konusu düzenleme geri çekildi ama şunu bilmeliyiz ki hükumet kendilerini güçlü hissettikleri zaman hiç düşünmeden bu düzenlemeyi kanunlaştıracaklardır. Çünkü bu düzenleme; birikmiş ve birikecek kıdem tazminatlarının devlete maliyetsiz kredi temini demektir.

Çalınan sorularla memur olanlar ve mağdur olanlar
Çalınan sorularla devlet memuru olanlar işlerine devam ederlerken, o sınavlarda hakları gasp edilenler belki de hala iş arıyor olabilirler.
İstanbul seçimleri AKP lehine sonuçlanmayınca; "Hiç bir şey olmasa bile bir şeyler olmuş" gibi aklın, vicdanın kabul etmeyeceği bir mazeret ile seçim yenilenmek üzere milletin cebindeki ekmeğine aşına ayırdığı parası gasp edilerek yenilenen seçime harcandı. Hiç bir şekilde de vicdani rahatsızlık duymadılar. Çünkü kaybeden AKP'yedi ve kendilerine göre kaybetmemeleri gerekiyordu.

Peki memurluğu hak ettiği halde başkalarına dağıtılan sorularla hakları gasp edilerek ellerinden alınan mağdurların ve mazlumların hakları niçin aranmadı. Eğer bu sınavda AKP'yi ilgilendiren bir mağduriyet söz konusu olsaydı; hiç şüphesiz malum sınav iptal edilirdi.
Ve kıssadan hisse; Allah'ım sana şükürler olsun ki; beni böyle bir vebalden sorunlu tutarak, ahirette hesabını verecek bir ülkenin en muktedir kulu yapmadın.
Mehmet Soral
soralmehmet@gmail.com

15 Temmuz 2020 Çarşamba

ALEVİ SÜNNİ KIZILBAŞ

Alevi, Sünni, Kızılbaş
Ta ezelden hür milletiz,
Soyu sopu gür milletiz,
Kandan, candan bir milletiz,
Bir temel, bir duvar, bir taş
Alevi, Sünni, Kızılbaş!
Aynı mayadan yoğrulan,
"Türk", "Türkmen" diye çağrılan,
Aynı kıbleye doğrulan,
Secdeye konan aynı baş
Alevî, Sünnî, Kızılbaş!
Dedemiz bir, torunlarız,
Dün, bugün ve yarınlarız
Yüceleriz, derinleriz...
Yunus Emre, Hacı Bektaş
Alevî, Sünnî, Kızılbaş!
Oğuz'un yirmi dört boyu,
Yüce Türk'ün şanlı soyu,
Dede, baba, amca, dayı,
Bibi, teyze, bacı, kardaş..
Alevî, Sünnî, Kızılbaş!
Olmaz ayrılıkta huzur,
Olmaz münafıkta özür,
Olmaz karavaştan vezir...
ALKAEVLİ, KINIK, YAZIR
Bir temel, bir duvar, bir taş
Alevî, Sünnî, Kızılbaş!
Soysuza verirsen değer
Döner ecdadına söğer...
Haydi haykır, Türk'sen eğer!
YAPARLU, DODURGA, DÖGER
Bir temel, bir duvar, bir taş
Alevî, Sünnî, Kızılbaş!
Fitne, fesat, bir kör kuyu
Bir olmaktır Türk'ün huyu
Vatanımın kırk bin köyü
KARAEVLİ, BAYAT, KAYI
Bir temel, bir duvar, bir taş
Alevî, Sünnî, Kızılbaş!
Gönlüm küskün, bağrım ezik
Ne fidanlar düştü, yazık
Unutma ey sütü bozuk!
EYMÜR, SALUR, ÇEPNİ, KIZIK
Bir temel, bir duvar, bir taş
Alevî, Sünnî, Kızılbaş!
Bu gök, bu deniz, bu hava,
Bu yayla, bu dağ, bu ova...
Kanımızla geldi tava!
ALAYUNTLU, BÜGDÜZ, YIVA
Bir temel, bir duvar, bir taş
Alevî, Sünnî, Kızılbaş!
Birlikte bayrak açana,
Koş birlik andı içene..
Lanet birlikten kaçana!
ÇAVULDUR, İĞDİR, BEÇENE
Bir temel, bir duvar, bir taş
Alevî, Sünnî, Kızılbaş!
Öz kardaşlar olmaz dargın
Dargın olsa, düşer yorgun
Haydi, ey YÜREĞİR, KARGIN!
Haykır gece, gündüz hergün:
Bir temel, bir duvar, bir taş
Alevî, Sünnî, Kızılbaş!
Bir gövdede bir can yaşar
Çetin yollar dağdan aşar
Haydi, durma sen de başar..
BEGDİLİ, BAYINDIR, AVŞAR
Bir temel, bir duvar, bir taş
Alevî, Sünnî, Kızılbaş!
Bilsin bunu ar edenler.
Söz, canına kâr edenler...
Soyunu inkâr edenler
Haramzadedir, ey kardaş
Alevî, Sünnî, Kızılbaş!
Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu

OLUP BİTENLER ÜZERİNE DEĞERLENDİRMELER

15 Temmuz derken....
251 kişinin şehit olduğu, yüzlerce insanın gazi ve mağdur olduğu 15 Temmuz ihanet kalkışmasından; "Bu bize Allah'ın bir lütuf dur" diyerek pay çıkarmak; rezervde tutulan ve aynı amaca matuf bir hevesin gerçekleşmiş olmasının itirafıdır. Allah isterse kulun hesaplarını altüst eder, suç mahallinde de böyle bir delil bıraktırır.
Yani, kontrollü mü kontrolsüz mü, millet olarak bilmemiz mümkün değil ama anlaşılan o ki; Allah'tan böyle bir lütufu hazır bekliyorlarmış.

İstediğiniz kadar kendi gönlünüze göre, yaşanan süreçleri bizlere dayatabilirsiniz. Bunu azatlık kabul etmez, iflah olmaz, algılarla iradelerini teslim aldığınız biatcı kölelerinize istediğiniz şekilde dayatıp, yutturabilirsiniz ama bizlere asla.
İbadet sadece namaz kılmak, oruç tutmak vs. değildir. Aklımızı kullanmak da bir ibadettir; hele ki toplumu ilgilendiren bir konuda belki de en güzelidir. Dolaysıyla, 15 Temmuz ihanetini sizlerin dayatması üzerinden degil, elbette "15 Temmuz Allah'ın bize bir lütfu dur" sözü üzerinden okumayı; kullanılmasının Allah'a ibadet olduğuna inandığım aklım gereğidir.
Fetö cemaat olarak yıllardır vardı. Ancak AKP siyasi olarak iktidara gelmiş olmasına rağmen yeterince muktedir olmadığını düşünüyordu. Buna mani olanın da "Ordu vesayeti" olduğunu düşündü. Dolaysıyla ordu vesayetini ortadan kaldırmak ve muktedir olmak için onların kadrolarını devletin rahmine yerleştirmiştir. 16 Temmuz günü 3500 fetöcü hakim ve savcının anında görevden alınmaları bir anlamda bunun tescilidir. Sonuç olarak 15 Temmuz bu izdivacın peydahladığı çocuktur.
Anası da belli, babası da belli olan çocuğa sahip çıkmamak; sadece izdivacın yaşattığı zevkin dışında diğer veballerine sahip çıkmamaktır.
Vallahi ne kadar kaçarsanız kaçın; uygarlığın sağladığı bunca imkanlar dahilinde çocuk büyüdüğünde sizi bulacak ve kendisini nüfusunuza kaydettirecektir bilesiniz.

Yasaklanan Andımız ve Ayasofya
Andımızın okullarımızda okunmasını kaldıranlar Ayasofya'yı camiiye çevirdiler; umurumda bile olmaz.
Türklüğüm ile problemi olanlarla işim olmaz. Andımız tekrar okunana kadar Ayasofya'da namaz kılmayı düşünmüyorum.
"Andımız" her sabah okunduğunda körpecik Türk çocuklarının zihinlerine Türklük şuuru nakşediliyordu. Bundan niçin rahatsız olundu.

İslamiyet ruhumuz ise Türklük bedenimiz dir. Ruhumuzun bedenimizi terk etmesine özel çaba gösterenler biliniz ki; o ruh o bedende olmasaydı siz ne İstanbul'u alır, ne de Ayasofya'da da namaz kılardınız.
Başımıza çuval geçirilmesinden Süleymanşah Türbesi'ne, oradan papazın bostanında eğleştikten sonra Almanya'ya fetöcü gazeteci teslimatına, oradan bir başka Nasa'lı fetöcü piçine ABD'ye yolculuk için nezaret etme ve nihayetinde Ayasofya'nın kubbesine tünemek...
Tüm bunlar Türk milletine Emevi zihniyeti parelelinde yaşatılan savrulmalar dır. Siyasal İslamcılık adına emevi mantalitesini her vesile ile dayatacaksın ama Türklük şuurunun pekişmesi ve perçinlenmesi için ihtiyaç duyulup metin haline getirilmiş olan ANDIMIZ'ı Türk çocuklarının okumalarını gereksiz görüp kaldıracaksın. Ve en kahrolası olan da; sözde Türk milliyetçiliği kurumsal lığının bu savrulmalarda rüzgar gülü ile vazifelendirilmiş olmasıdır.

Andımızla problemi olanın Türklüğümüzle de problemi var demektir.
Andımıza karşı çıkanlar, etnik kaşıntısı olan kriptolar dır.
Soylarını soplarını araştırın göreceksiniz. Bunlar tüm azınlıklara sahip çıkarlar, onların gönlüne hoş gelecek şeyler söylerler ki; Türklük karşıtlığında potansiyel bütünlük oluşsun diye.

Bunun o kadar çalışmasını yaparlar ki; "Kurbağanın kızgın saçta haşlanması" misali her Türk'ü "Ne var canım, biz de bu halkın genelinde diğerleri kadar aynı oranda varız " kabulüne doğru sürükleyip, nihayetinde bunun tüm Türkler nezdinde içselleştirilmesini murad ederler. "Osmanlıcılık" depreşmesinin altında da bu gizli niyetleri vardır.
Türk milliyetçileri olarak bu sinsi niyetin takipçisi olup, Başbuğ Atatürk'ün Türk milleti adına kurduğu bu devlete ve onun değer ve kazanımlarına sahip çıkmak boynumuzun borcudur.
Türk milliyetçiliğini kendi uhdelerinde bilip cumhur ittifakının birleşeni olanlar; Türklüğümüz fetih ruhundan çıkarıldığında Ayasofya'da namaz kılıyor olmanın ne anlamı kalır.
Şimdi buna mukabil daha önce milliyetçi aklın, fikrin ve mantığın kabul etmediği; Adımımızın Türk çocukları tarafından mani olduğunuz okunmasına tekrar dönülmesini sağlamak boynunuzun borcudur.
Ya yeni ikametgahınızı güncelleyin, ya da andımızın okunması için gereğini yapınız. Türk milliyetçileri açısından andımızın okunmasının kaldırılmış olmasının arka planındaki düşünce; Türk Devletinin değiştirilmesi ve dönüştürülmesine karşı Türk milliyetçiliği doğal refleksini daha önceleri çeşitli vesilelerle yapılmış olan testlerden en sonuncusudur. Türk milliyetçileri, İYİ PARTİ projesi ile bu ve benzer diğer testlere karşı oldukça güçlü bir mukavemet göstermiştir.
Dolaysıyla, Türk milliyetçiliğini istedikleri gibi dizayn etme, terbiye etme düşüncesi bugün için akamete uğratılmış olsa da yarınlar için bundan kesinlikle vaz geçilmiş değil dir. Bu bilinç ile duruşumuzu her halükarda muhafaza etmek zorundayız.

AKP'leşmiş devletin  bizlere dayattığı resmi fetö görüşü
Tabi bu arada AKP'leşmiş devlet kendi belirlediği hatta dayattığı politikalar doğrultusunda fetö'yü anlatıyor bizler de dinliyoruz.
"Hayır bu izah tarzınız makul ve mantıklı değil, tatmin olamadık" diyecek olsak, anında fetöcü ithamına maruz kalmanın da tehdidi altındayız.
Mesela hep merak ediyorum; Fethullah Gülen'nin kendisi veya etrafındaki ilk halkada yer alan birisi ile ülkemizden bir gazeteci gidip röportaj yapacak olsa; o kişi acaba fetö'nün AKP ile ilişkileri hakkında neler anlatacaktır. Mesela "Ben falanca kişi ile fianca tarihte başbaşa oturduk, hatta yanımızda Manisali ağlak da vardı; şu şu kararları almıştık" şeklinde bir cümle kullansa... değil mi.

Hiç bir zaman, hiç bir gazeteci AKP iktidarda kaldığı sürece böyle bir röportaja cür'et edemeyecektir. Velev ki etti; yeni ikametgahı anında Silivri olacaktır. Adı da ne olacak; "fetö'nün medya yapılanmasının yeni bir oyunu" olacaktır.
Vallahi ben fetö ile ilgili yaşanmış ve yaşanmakta olan süreçle ilgili olup bitenleri; AKP'leşmiş devletin dayattığı şekliyle belki gözlerimle takip ediyor gözükebilirim ama aklım çok çok başka yerlerde, başka sorularla başka cevaplar peşinde.
15 Temmuz'da darbe olacak ama 16 Temmuz'da Cumhurbaşkanı, başbakan ve bakanlar kurulu kimlerden oluşacaktı bilinmiyor öyle mi. Bunun cevabının olmadığı şeklindeki bir ifadeye inanmak; Allah'ın bana bağışladığı en büyük nimet akıl'a ihanet, Allah'a da saygısızlık olur.

''Çoklu Baro'' yarım kalmış bir fetö projesi mi dir.
Evet, yaşadığımız tecrübelerden çıkardığım sonuç o ki; "Çoklu Baro" dayatması fetö'nün yarım kalan işini tamamlaması gibi görünüyor. Neden mi; çünkü Ergenekon ve Balyoz kumpaslarına meşruiyet kazandırmak için fetö'nün basın ve medya ordusu ile beraber canhıraş çalışmış olan AKP'li milletvekili aynı zamanda avukat olan C. Özkan, yine aynı inanmışlık ve adanmışlıkla bugün de "Çoklu Baro" yasasının ete kemiğe büründürme çalışmasının mimarı olan isimdir.
Haddime düşmez ama mevcut avukatlara ve bundan sonra yetişecek avukatlara tavsiyem; AKP'nin yönlendireceği hiç bir baroya üye olmayın.

Geçmişte ne olmuştu; AKP'ye yakın olup, dağıttığı iltimaslardan yararlanmak isteyenler fetö'nün(Cemaat) dernek ve sendikalarına üye oldular, 15 Temmuz ihanet sürecinden sonra onların ne niyetle üye olduklarına bakılmaksızın alayı işlerinden güçlerinden oldular, hatta hapislere atıldılar. Muktedir olanlar "Kandırıldık" deyip kendilerini kurtardılar ama kalanlar bedel ödemeye devam ediyorlar.
Siz siz olun AKP'nin yönlendirmesi ile O'na güvenip orada burada gruplaşmayın başınıza ne geleceği belli olmaz, gün geldiğinde menfaatleri gereği "Kandırıldık" deyip kendilerini kurtarırlar ama sonra da alayınızı satışa getirirler.
Çoklu baro ile İstanbul'da ayrımcı Kürt avukatlardan 2000 kişiyi bir araya getirip "Mezopotamya Avukatlar Barosu" adı altında teşkilatlandıklarında kim itiraz edebilecek.
PKK'nın milli bütünlüğümüz içine itelediği HDP, O'nun da içimize iteleyeceği aşikar olan "Mezapotamya Avukatlar Bürosu"
Sonra, siyasi olarak mecliste, yargı süreçlerinde baro yapılanması ile mahkemelerde kendini gösterecek olan etnik ayrımcı Kürt yapılanması; emperyalistlerin el atabileceği en kıvamlı hale geldiğinde cumhur ittifakının ebeliğinde Türk milletinin kucağına nur topu gibi bir sorun verilmiş olacak.
Sonra söz konusu baronun her kuruluş yıl dönümlerinde protokolün en ön sırası minnet ve şükran duyguları ile Devlet Bahçeli, Recep Tayyip Erdoğan'a tahsis edilirken, konuşma metinlerinin ilk cümlelerinin mana ve önemi de her iki isime atfen söylenecek sözler olacaktır.

''Kılıç Hakkı'' çağ dışı olmaz. O zamanın ruhuna uygun düşen bir kavramdır
"Kılıç hakkı" muhabbeti olunca beni afaganlar basıyor. Çünkü zamanında bu tanımın hakkını vermiş olan iradenin zamane torunu olarak utanç içindeyim de ondan.
Bu ifadenin söylendiği cağda elbette büyük bir anlamı, karşılığı vardı ve kullanılıyordu. Çağa hükmetmenin bir öz güveni vardı ve söyleyen de sözünün arkasında duracak dirayete sahipti.
Yahu bu medeni dünya sana beleşten verdiklerinden kılıç hakkı istese ne yapacaksın Allah aşkına. Bunu hiç düşündün mü.

Bugün "Kılıç hakkı"ından bahsedebilmen için medeni aleme, dünya ekonomisi ve kalkınmaya katabildiğin dikkat çekici bir katma değerin olması lazım. Aynen AB, Çin, Japonya, Güney Kore, ABD ve dahaları gibi olup dünya devletlerini sana bağımlı hale getiren patenti sana ait bilim, teknoloji ve sanayi ürünlerinin çokça üretimi ve bunların dış dünyaya satımının olması lazım.
Çağlar öncesi gereği yapılmış, hakkı verilmiş bir dönemin kazanımları üzerinden tatmin yoluna gitmek size çok beleş gelebilir ama farkında mısınız; çok da gülünç oluyorsunuz.
Gavur dediklerinizin himmetine muhtaç halde corona'nın ilacını bulacaklar bizler de kullanabileceğiz diye kıvranıp, beklerken; "Kılıç hakkı" diyerek sahiplendiğin değeri gerçek anlamda manası ile bir bütün olarak koruyabilmem için bu meredin ilacını bulmuş veya bulmaya namzet konumda olman gerekmezmiydi. Sen bugün neredesin; "Gavur" ilaç bulacak diye bekliyorsun.
Daha papazı bile elinde tutamamış bir irade ile hangi "Kılıç hakkı"ından bahsediyorsun.
Aydın ili tapu kayıtlarında olup da Yunanistan'ın işgal ettiği ege adalarından bihaberken mi "Kılıç hakkı"ndan bahsedeceksiniz.
"Başımıza çuval geçirilmesi" gibi bir utancın yıl dönümünde hangi yürekliliğe binaen "Kılıç hakkı"dan bahsedebiliyorsun.
Cumhuriyet tarihinin en büyük ihanet örgütünün tezgahına gelip devleti onlara kaptırma gibi bir aciziyetin müsebbibi olarak mı "Kılıç hakkı"ndan bahsedeceksiniz.
Devamını getirmeyeceğiniz bir yiğitliğe niçin efeleniyorsunuz. Artık hiç bir "Duruşunuzun" sahiciliği kalmadı, kimse de inanmıyor zaten.
Adam bir oda içinde bir "Chip" ütetiyor senin tarımdaki bütün üretimine eşdeğerde gelir elde ediyor. Bu adamlara karşı mı "Kılıç hakkı"ndan bahsedeceksin.
En azından sesini kes; dedelerimizin kredisini heba etme yeter.

İYİ PARTİ İstanbul İl Başkanlığı seçimi yaklaşırken
İYİ PARTİ İstanbul il başkanlığı seçimlerine yönelik adaylar isimlerini açıklıyorlar. Şimdilik iki adayın ismi belli oldu. Bir tanesi kurucu il başkanımız Sayın Ersin Beyaz ve diğeri ise mevcut il başkanımız Sayın Buğra Kavuncu.
Zaman zaman bu konuda adaylara ilişkin düşüncem sorulduğunda; il delegesi olmadığım, dolayısıyla da fikir beyan etmemin ne derece doğru olduğu hususunda şüphelerim var diyerek geçiştirmeye çalışıyordum.

Ancak camiamızdan fikir ve düşüncelerine değer verdiğim arkadaşlarımın "İYİ PARTİ'nin fikri alt zemininin oturduğu temellerin gözle görünür ve sonra da güvenilir hale getirilip tanıtımı ve devamında kurumsallaşmasında yazı, söylem ve telkinlerinizle büyük katkılarınız oldu. Dolayısıyla, mevcudiyetine ortak olduğunuz bir hususa dair olup bitenler üzerine kanaatinizin olması beklenir" denilerek, bir anlamda kanaat açıklamaya zorlanmış durumdayım.
Buğra Kavuncu Bey'in karizmatik bir tarafının olduğu aşikar. Bu özellik elbette siyasetçi için bir avantaj. Ancak beni daha çok ilgilendiren tarafı; İYİ PARTI'nin kurulma gerekçesi ve üzerine oturtulduğu temel argümanları içselleştirerek, siyasi arenada yaratılmak istenen farkındalığın farkında olduğunu gözlemlediğim bir insan olmasıdır. Bu da şahsen partimiz için sürekli yapmak, başkalarının da buna vakıf olmalarını istediğim bir husus.
Buğra Kavuncu'yu; ülkemizde düşünce, eylem ve mantalitesi ile varlığını hissettiren "Z kuşağı" sürecine kendi kuşağının alan açanlarından olduğunu düşünüyorum.
Çağdaş siyasetçi modelini üzerinde taşıyan birisi. Bu gün Danimarka'da herhangi bir partinin Kopenhagen il başkanı olsa, onun da hakkını verecek, başarılı olabilecek öz güvene sahip olduğu görüntüsünü verebiliyor.
Ersin Beyaz kardeşimi de oldukça başarılı geçen ilk İstanbul il kongremizden tanıyorum. Meral Hanım'ın özellikle kendisi ile ilgili değerlendirmesi ve takdirinin; İstanbul İl başkanlığından ziyade genel merkezde kendi yanında olması kararına kesinlikte "Biat etmelidir" demiyorum ama abi sıfatımla da dikkate almasını naçizane tavsiye ediyorum.
Evet, kanaatim budur, arz ederim efendim.

Gülen sadece Necmettin Erbakan ile yanyana gelmemiş öyle mi(!)
Efendim neymiş; liderler içerisinde sadece Necmettin Erbakan Fethullah Gülen ile yanyana gelmemiş.
Niçin gelmemiş; devletin ve milletin geleceği için bu yapıyı tehlikeli gördüğü için mi. Bu gün olmuş bitmişleri o günlerde tahmin ettiği şeklinde kedisine bir üstünlük ve kahramanlık atfetmek elbette mümkün değil.
Peki "Keşke Yunan galip gelseydi" diyen aşağılık zihniyeti tehlikeli görmemiş de; yine aynı dönemde "Namazında niyazında; kurban derileri toplayan, yurt dışında istiklal marşımızı okutan ve ülkemizde bütün Türk dünyasından çocukları toplayıp, Türkçe olimpiyatları düzenleyen" "Cemaat"in mi tehlikeli bir yapı olduğunu düşünmüş. Şimdi Necmettin Erbakan'a helal mı olsun diyeceğiz.

Vallahi ben zamanın cemaatini o günlerde hem dini anlamda hem de Türklük anlamında eleştirebileceğim tarafını pek görmedim diyebilirim. Ama şunu gözlemliyor ve çok da emindim ki; dünyanın hiç bir yerinde arkasında emperyalist destek olmadan bu denli teşkilatlanmış Türk menşeli bir sivil toplum örgütünün olması mümkün değildi. "Cemaat"in arkasında da ABD'nin olduğunu düşünmüştüm. Benim "Tehlikeli oldukları" şeklindeki kanaatim bu acizane tespitime dayanıyordu.
Dolaysıyla belgeye dayanmayan ama kesine yakın şüphem nedeniyle ve de sivil toplum örgütçüsü birisi olarak sürekli bana çengel atma düşüncesinde olmalarına rağmen hiç bir zaman sempati duymadım, şüphelerimle daima direttim.
O zaman kendime basit bir soru sormuştum. Rahmetli Prof. Dr. Turan Yazgan'ın başkanı olduğu "Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı" zaman zaman devletimizin desteğini aldığı halde Türk dünyasında ve dünyada bu kadar dikkat çeken tanınırlığını artırıp, etkinliğini yayamamışken; nasıl olur da "Cemaat" bu kadar hatırlı, güçlü ve yaygın bir sivil toplum örgütü olabilmişti.
Velhasıl kelam demem o ki; Necmettin Erbakan, Fettullah Gülen'i; kendisinin dini otoritesini paylaşmak ve yine kendisine ait tarlaya ekin ekmek isteyen bir kişi olarak gördüğü için yanyana gelmek istememiştir.

Cumhurbaşkanı Baş Danışmanı M. Akış fetö'yü görsel çizimlerle anlattı
Cumhurbaşkanı baş danışmanı Mustafa Akış Bey CNN Türk'de fetö'nün yapılanmasına ilişkin organizasyon şemasını o kadar konuya vakıf şekilde anlatıyor ki; yapılan katolog evliliklerde seçilen kızların bile A,B ve C grubu kızlar olarak katagorize edilip onların aracılar vasıtasıyla talipleri ile buluşturulmalarına kadar süreçleri detaylı bir şekilde anlattı ama topu evirdi çevirdi bir türlü siyasi ayağı anlatmaya gitirmedi.
Dolayısıyla, bizler de anlatılanları dinleye dinleye tam da ikna olup, inanacağız ki; hay Allah, hemen de aklımıza "Yahu bu işin siyasi ayağı olmadan, bütün bunlar nasıl olmuş" diyoruz. Haylaz çocuklarız ya...
Bu şeytan yok mu, bu şeytan; hep bu abuk subuk soruları aklımıza getirir durur.
Bir diğer aklımıza takılan husus ise; bu şerefsiz fetö il imamları her türlü puştluğu yapmayı becerebilmişler ama her ne hikmetse kafaya almak için bir tane olsun "NAMUSSUZ" bir siyasetçi bulamamışlar(!)
E, o zaman diyebiliriz ki; fetö ile irtibatı olmayan en şerefli kurum siyaset kurumuymuş(!)
"Siyasi ayağını da bir daha ki programda anlatacağım" demediğine göre varılacak hüküm bu dur.

Kısa kısa
Bugün Recep Tayyip Erdoğan isteyip AKP ne yapıyorsa, MHP'de tereddütsüz bütün bunlara uyuyorsa, hatta Erdoğan'a olan bu inanmış ve adanmışlığı daha da ileriye taşıyıp cengaverliğine dahi soyunuluyorsa bu, MHP'nin kurumsal varlığına ve kimliğinin temellendirildiği Türk milliyetçiliğinin tanımına bilerek ve isteyerek yapılan suikastır.
Mehmet Soral
soralmehmet@gmail.com