24 Mart 2016 Perşembe

ERDOĞAN İÇİN RIZA ZARRAB BELASI

ABD nasıl ki Tayyip Erdoğan'ı Başbakan yapmak için ilk önce Cemaat ile anlaşıp, alt yapıyı hazırladıysa;
Rıza Zarrab'ı yargılamak için ve O'nun üzerinden Türkiyeyi ve dolayısıyla Erdoğan'ı vurmak için de lazım olan tüm delilleri bişekilde çoktan temin etmiş, aynen Baransu'nun eline verilen valizler gibi hazırda tutuluyordur. 
...
ABD belkide tarihinde ilk defa Türkiye ile ilgili olarak Tayyip Erdoğan konusunda yanıldı. Kendi elleri ile "yarattığı" gücün tehlikesini fark etti. Bu insanı cemaat denen koltuk değneģi ile ayağa kaldırdı ve yine onun sayesinde yürüttü. Ancak bu ''güç'' kendisini ayağa kaldıranın da, yürütenin de hatta koşturanın da kim veya kimler olabileceğini hiç düşünmedi; her olup biteni kendi meharti sandı; birilerinin projesinin ürünü olduğunu düşünmedi veya unuttu. Bu durumda üzerine onca yatırım yapanlar (ABD, İsrail, Cemaat) "bu ne yapmak istiyor yahu" deyip, 2010 yılından beridir başlattıkları operasyonları aralıksız devam ettiriyorlar ve bunu yaparken de ne yazık ki bedelini de Türk milletine ödettiriyorlar.
...
Ancak Erdoğan, sürdürdüğü karşı mücadeleyi; benim Türk milliyetçiliğimi ayakları altına alarak; özbeöz Türk oğlu Türk Alevi vatandaşlarımızı din dışı görerek onların sorunlarına ilgi ve alakası bir Suriyeli göçmene olduğu kadar olmayan; yandaş bir sınıf yaratmak adına " havuz gücü"oluşturarak akil insanlar müsveddelerini Türkiye'nin her yerine salıp, Kürt mağduriyeti edebiyatı ile oy devşirme hesapları yaparak; hemen bunun akabinde Güney bölgemizde vali ve Kaymakamlara "terör örgütüne aman elleşmeyin" talimatı vererek; oy.devşirme uğruna adeta kendileri tarafından İslami sembol haline getirilen "başörtü"lü bir bayanın üzerine yetmiş gencin işetilmesi senaryosu yazılarak; yine oy hesabı uğruna cami imamını tehditle ''camide içki içtiler'' yalanına zorlayarak; on yıl boyunca "ne istediniz de vermedik" dediği cemaat ile birilerinin uçkuruna kamera takıp, muhatabın kendisine ar ve namusu üzerinden siyasi suikastlar düşünürken ailelerinin dağılıp, perişan olmalarını hesap etmeden bilerek, isteyerek ve düşünerek yaptıkları, ettikleri her şeyi sadece cemaat yapmış gibi anlatarak ve yine malum cemaate savaş açarak devletin tüm kadrolarını tarumar ederek, ehil veya değil kolundan tuttuğu her yandaşı makamlara atayarak ve nihayet onlarca erkek çocuğa tecavüz edilmiş vakıf hakkında soruşturmaya engel olunarak; milletten tamamen kopmuş, şahsileşmiş, otoriterleşmiş; ne ulusal ne de uluslararası hukuku tanımayan hatta bilmeyen yönetim anlayışına güven duyulmadığı için Tayyip Erdoğan'ın aslında ABD'ye karşı verdiği mücadelede kimse yanında olmak istemiyor. Bütün siyasi hayatı boyunca bir kez olsun muhalefet ile aynı masa etrafında bir araya gelmeyi becerememiş (oysa lider denilebilecek, ABD'ye madik atacak insan bunu becerebilmeliydi) "Lider"e güven duyulmadığı için yanlızlığı aslında kendisi seçti diyebiliriz. Elbette eninde sonunda Türkiye ABD'ye karşı "bağlantısızlığı" için mücadele etmeliydi ama bunun kaynağında şahsi çıkarları ve iktidar gücünü koruma güdüsü değil tamamen milli çıkarları koruma ve kollama güdüsü olmalıydı. Eğer 17/25 Aralık operasyonu o malum dört bakan ve oğlu üzerine yönelik olmasaydı ABD ile ilişkiler bu kerteye gelirmiydi hiç; sanmıyorum. Unutmayalım "ben BOP'un eşbaşkanıyım" sözlerini. Ne gariptir ki bu söz söylendikten sonra gelinen bugünkü aşamada gerek ABD açısından gerekse ülkenin iç muhalefeti açısından kendisi için oluşan güvensizliğin yegane ayağı olmuştur. Aslında tamamen görevini anayasal sınırlar içinde yapsa, biraz sesini kesse sanırım muhalefetin tavrı da değişecektir ancak görülüyor ki nafile.
....
Ve şimdi birileri bana diyecek ki "sen heç gömüyon mu yapılan yolları te be ya..." 
Gardaş tek gorebildiğim arsızlık, hırsızlık acı ve gözyaşı.
Mehmet Soral

soralmehmet@hotmail.com