26 Ekim 2014 Pazar

OYLA OYNAŞAN, YOSMA İLE FİNGİRDEŞEN NAMERTLER...?

Kanları ile kucaklaşan yiğitlerimiz

Açılımın saçılımın mimarları, akıl hocaları; sizler ''oylarla'' oynaşıp, yosmalarla fingirdeşirken duyamazdınız tabi ki dışarıda ırzına geçilen körpeciğin feryadını. Günaha ortak oldunuz, ''kirlettiniz'' hep beraber genç kızın namusunu. Irz düşmanı deyyus, birazdan kapınıza dayanıp, sizleri de isteyecek, bilesiniz.

Üç vatan evladı; canımız, ciğerimiz kalleşçe ve en namertçe arkalarından kurşunlanırken, sizler bu kurşunları sıkanlarla izdivaç yapıp, gerdeğe girmeye hazırlandınız namertler.
Bütün bunlardan habersiz sabahı bekleyen ey ahali; gün ışıdığında seni bekleyen felaketin farkında mısın; ''uyuya kalmışım, nasıl sabah oldu bilemedim'' demek seni kurtaracak mı?
Oysa mahallenin delisi sabaha kadar bir şeyler söyledi; feryat etti ama duymadınız; dinlemediniz nede olsa ''deli'' dediniz umursamadınız. ''Oylarla'' oynaşıp, yosmalarla fingirdeşen ahali; buna siz sebep oldunuz,siz istediniz.

Kalleşçe ve namertçe vurulup toprağa düşen, kendi yalnızlığında kanı ile kucaklaşan yiğidim; şimdi senin için diyecekler ki ''kanın yarde kalmayacak'' oysa sen zaten kanını kucaklayıp, bohçalayıp gitmişsin; sahip çıkanım olmaz diye.
Helalleşirken musalla taşında;
''haydi gidin ulan başımdan; sahtekar münafıklar'' deyip, hakkını helal etmeyeceksin biliyorum; ille de ''oyla'' oynaşan, yosma ile fingirdeşenlere.
Mehmet Soral
soralmehmet@hotmail.com

22 Ekim 2014 Çarşamba

YÜKSEKLİĞİN YARATTIĞI ''ALÇAKLIK''

Türk devlet adamları sanki geleneksel hale gelen bir huy edindiler. Yurt dışına çıktıklarında, ne halt ediyorlarsa; dönüşte özel uçaklarında fazla yüksekten uçuyor olmalarından olsa gerek; yüksekten atıp, tutarak; Türk Milleti ve Devlet geleneğine ters düşen beyanlarda bulunup, demeçler veriyorlar. Genellikle uçaklarında yalaka basın erbabı kişiler bulunur ve devlet adamının kıçının çıplaklığını ''aman efendim blue jeen'iniz de üzerinize ne güzel oturmuş'' diyecek kadar övgüler arasında gerçeği saklayarak gaz verirler; tahmin edilmeyen, bazen cesaret isteyen, zaman zaman da aptallığa delalet eden abuk sabuk beyanatlar verdirirler.
Bunun en son örneğine ''cüce adam erdegen''in Afgan-ı Diyardan dönerken verdiği demeçte gördük.
''Biz PKK'yı da, PYD'yi de terör örgütü olarak görüyoruz; dolayısıyla PYD'ye yardım yapamayız, ABD' de yardım yapamaz.''
Aradan iki veya üç gün geçiyor, bir de öğreniyoruz ki Türkiye üzerinden açılacak bir koridor ile Peşmergeler PKK'nın Suriye kanadı PYD'ye silah ve insani kuvvet sevkiyatı yapacakmış.
Bu işin varacağı nokta şu; ABD'nin PYD'ye verdiği silahlar PKK'ya aktarılacak; PKK-PYD birlikteliği çözüm sürecinde Türk Devletince (maalesef) muhatap kabul edilecek ve barış süreci bir başka boyuta taşınmış olacak. Zaten Demirtaş demedimi ki ''eğer PYD saflarında ölen bir gerillanın cenazesi Türkiye de kalkıyorsa, barış sürecinin ilgi alanını Türkiye ile sınırlayamazsınız''
Hani sorunumuz Türkiye de Kürt sorunuydu. Oysa esas sorunun ''Ortadoğu'nun Kürt sorunu'' olduğunu bugün geldiğimiz nokta itibariyle daha iyi fark edebiliyoruz. Özellikle ABD tarafından yapılmak istenen şey malum sorunu Türkiye ile sınır komşusu olan Ortadoğu devletlerinin müşterek sorunu haline getirip, özellikle Türkiye'yi çaresizlikten zorunlu kabullenişe doğru iterek, bedel ödettirilerek nihayetinde bir Kürt devleti kurulması isteniyor.
Anlaşılan şer planı başkaları yapıyor; kabul edilişini de gerek havada gerekse karada fark etmiyor, devlet adamlarımıza beyan ettiriyorlar.
Bu kadar çelişkiyi yaşayıp, yaşatacak adamı da çok kolayca buluyorlar.
Kendisine yapılan emrivaki ve dayatmalar karşısında;
Bunu söylemek,
Bunu yapmak,
Bunu kabul etmek bana yakışmaz;
Söyleyemem
yapamam,
kabul edemem;
diyebilecek; prensipli, dirayetli ve dik duruş sergileyebilecek vatansever devlet adamlarını ne zaman görebileceğiz.
Mehmet Soral
soralmehmet@hotmail.com

17 Ekim 2014 Cuma

BİR İNTİHARIN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ



Bugün sosyal paylaşım sitelerinde birisinin intihar etmeden önce yaptığı konuşmanın videosunu izledim. Öyle bir konuşma yapmış ki sanki konuşmasının başında ‘’bu bir intihar notudur’’ diye belirtmese konuşmanın akışı ve şahsın mimikleri insanda hiçbir şüphe uyandırmıyor. Zaman zaman hepimizde olduğu gibi oldukça düzgün cümlelerle mutsuzluğunu anlatmaya çalışmış. Belki de ‘’gerçek nedene’’ inat böyle bir konuşma üslubunu seçmiş olabilir.
Biraz sonra intihar etmeye karar vermiş bir insanın bu kadar düzgün cümlelerle konuşmasına hayret ettim doğrusu. Şahsın ismini yazmadım zira intiharlar için ‘’model ’’ olmasın diye.
Anladığım kadarıyla imrenilecek kadar bir insanın mutlu olması için lazım olan asgari maddi imkanlara sahipmiş. Oldukça yakışıklı; kariyer sahibi; saygın bir mesleği var ve anlaşıldığı kadarıyla da entelektüel birisi.
Bu insan niçin intihar etmiş olabilir? Cinnet hali yoktur; yaptığı konuşmadan anlıyoruz. Oysa onun imkanlarına sahip olamadıkları için, bu gerekçelerle intihar etmiş çok insan vardır muhtemelen.
Benim tahmin edebildiğim ve videodaki konuşmalarından çıkarabildiğim tek eksikliğin ‘’inanç’’ eksikliği olduğunu düşünüyorum. İnanç derken illaki İslami manada inanç ve imanı kastetmiyorum.
Bütün mesele insanın cevabını bulamadığı sorun ya da sorularının hallini birisinin veya birilerinin takdirine veya sorumluluğuna havale ederek o sorun ya da sorulardan kurtulma ihtiyacı duymasıdır. İşte bunun için fizik ötesi bir alemde varlığına inanılan bir şeye; tanrıya ihtiyaç var. Tanrı'ya, Allah veya puta bağlanarak, Onunla rabıtaya geçilerek iç huzur yakalanabilir. Mesela nefsimize tamamen uymayan bir olayın neticesini İslami manada Allah'ın taktirine veya bir başka inançta birisi için güneş ve ateş tanrısının taktirine bırakmak; insanın iç dünyasında oluşan fırtınaların dinmesini ve rahatlamasını sağlıyor.
İnanmak veya inanmamak; akıllı ve düşünebilen insanın bunlardan en azından birisinin tercih etmesi gerekiyor.
Şahsen kendim için belirtmek isterim ki, mümkün mertebe insan olarak sorumlu olduğum; kendim, ailem, çevrem, tabiat ve Allah için yapabildiğim, becerebildiğim ölçüde sorumluluklarımın gereğini yerine getirmeye çalışırım ve gerçekleşen bütün sonuçlara; olumlu, olumsuz da olsa Allah'ın taktiridir der, teslim olurum. İslami manada iç huzuru yakalama ve kendin ile barışık olma hali ancak bu şekilde mümkün olabiliyor. Bu ‘’iç huzur’’ hali sanırım cinnet hali dışında insanın aklına kolay kolay intihar etme düşüncesini getirmeyecektir.
İnanç, aynı zamanda yanlış yapıldığında kendisine karşı mahcubiyet duyulabilecek fizik ötesi bir taktir edici, gözetleyenin varlığını kabul ediş değil midir?
Kanaatimce yalnızlık insan için en büyük sorun ve tehlikedir. ''inanç''lı olmak aslında hiçbir zaman yalnız olunamayacağı anlamına gelmektedir. Dua, şükür Allah ile konuşmak değil midir? İnsan için tehlike, yalnızlıkla başlıyor maalesef.
Belki bu manada ''zorunlu din dersi'' şu veya bu şekilde; ne şekilde tanımlanırsa tanımlasın; insanın gerçek manada ihtiyaç duyduğu ''inanç'' dersini alması gerekiyor, maalesef başka alternatifler bunun yerini ikame edemiyor.
Mehmet Soral
soralmehmet@hotmail.com

12 Ekim 2014 Pazar

KIÇIN NABZI ARTINCA; YUSUF YUSUF DERMİŞ


Yahu nasıl bir millet olduk; riyakarlık, sahte gözyaşları yalan yere methiyeler; daha neler neler...
Milletin kıçı sıkışınca, bir şekilde üzerine üzerine gelen tehlikeler artınca; yani demem o ki can derdi tehlikesi baş gösterince, bir çok ağızdan aynı sözler sarf ediliyor.
''Bu Bahçeli var ya, bu Bahçeli; tam bir devlet adamı, ülkücüleri sokağa salmıyor, çok sabırlı davranıyor, biraz sorumsuz davransa, ortalık kan gölüne döner''

En son bir kaç gündür olduğu gibi, geçmişte de zaman zaman sıkıntılı dönemlerde; cami avlusunda, kıraathanelerde, ev sohbetlerinde Bahçeli hakkındaki bu methiyeleri sık sık duyar olduk; seçimler geldi geçti ama MHP'nin kaderi hiç değişmedi.
İnsan sormadan edemiyor; ''kıçınız yusuf yusuf deyince mi Bahçeli'nin iyi bir devlet adamı olduğunu hatırlıyorsunuz.'' İşler yoluna girip, ortalık sakinleşince aynı adamlar bu sefer;
''Bırakın şu adamı yahu, Ecevit'in karşısında önünü ilikleyen, pısırık adamın teki, Apo'yu idam ettirmedi, Ah Türkeş olaydı ah...'' sanırsınız ki aynı adam Rahmetli Türkeş yaşasaydı ona oy verecekmiş gibi.
''Cüce adam Erdegen'' bence milletin bu özelliğini anlamalı, ona göre de tedbirini almalı. Henüz milletin bu özelliğinin tecrübesini yaşayıp, kazığını da yemediği için o hala başına bir sıkıntı geldiğinde birilerinin kefen giyip kendisine siper olacaklarını sanıyor ama bence hiç güvenmesin anında satışa geleceğinin teminatını ben şimdiden verebilirim. Bu nedenle boyundan büyük laflar edip, sonra altında kalmasın.
Yaşadıklarım ve gördüklerimden...
Mehmet Soral
Soralmehmet@hotmail.com

10 Ekim 2014 Cuma

SAYIN BAŞBAKAN


Az önce Kürt damadımıza ‘’Selamün aleyküm, gel seni öpeyim, kucaklayayım’’ dedim; çocuk şaşırdı; ‘’hayırdır dayı’’ dedi.
Vallahi bana göre anormal bir durum yok ama sınırlı sorumlu; ‘’Cummadabaşbakan’’ Davutoğlu’na göre ben Türk , sen Kürt olarak birbirimize düşmanmışız da haberimiz yokmuş.
Bugün Başbakan son günlerde olup biten anarşik olaylara atıfta bulunarak; yarından itibaren hepimizin güne başlarken‘’selamünayleyküm, aleyykümselam’’ deyip, kucaklaşmamızı öneriyor, hatta ‘’yalvarıyorum’’ diyor.
Sayın Hocam, tavsiye ve temennilerinizin çok güzel, bir o kadar da samimi olduğuna inanıyorum ancak şifa niyetine yaptığınız tavsiyenin muhatabı ben, sen, bakkal amca veya bizim Kürt damat değil; akıttığı kanı, aldığı canı varlık sebebi sayan terör örgütü PKK dır.
İlk düğmeyi yanlış iliklediğiniz için diğer düğmeleri de yanlış iliklemek zorunda kaldınız; yani yaptığınız ilk hata; malum soruna birilerinin kırk yıldır hatta belki de yüz küsur yıldır Türkiye Cumhuriyeti Devleti hükumetlerine söyletmek isteyip de söyletemediği ‘’Kürt sorunu’’ sözünü sihirli bir lafmış gibi söyleyip, kabul edişinizdir. Oysa bütün mesele, yaratılmak istenen sorun için Kürt kardeşlerimizin seçilmiş olunmasıdır. Bunun kararını yıllar önce verenler vermiş. ‘’Derin strateji’’ kitabını yazan birisi ve bilim adamı olarak kurgulanan tezgaha gelmeniz için Allah aşkına malum kitabı yazmanız mı gerekiyordu?
Sayın Hocam, sorun Kürt sorunu ise, Türk milliyetçisi birisi olarak ben yeğenimi hangi akılla bir Kürt’e gelin verdim. Eğer sizin iddianız doğru ise biz her iki aile olarak birbirimizi düşman mı edindik? Eğer ben Vanlı Kürt Mehmet ağabeyimin düşmanı isem, gece yarısı eşini hastaneye yetiştirmem için hangi akılla benim kapımı çaldı.
Sayın Başbakan hangi kitabı yazmış olursan ol bu ülkede Kürt kardeşlerimiz üzerinden yaratılmak istenen kargaşa ve terörün adına ‘’Kürt sorunu’’ dediğiniz sürece ancak ve ancak beni Kürt damadımızla, yeğenlerimle, Vanlı Mehmet ağabeyim ile hasım kılar düşman edersiniz.
Sizlere akıl vereceklerini sandığınız, sorunun şöyle veya böyle tarafı ve hatta yönlendiricileri, kaşıyıcıları olan 63 akılsız adamın gazına gelerek yaptınız bir hata ama bundan vazgeçmeniz de mümkündür.
Okulumuzda, semtimizde, trende, vapurda, işyerimizde beraberken; aşımızı, işimizi, sevgimizi paylaşırken; aramızda bir sorun yokken; birileri dayatıyor veya istiyor diye sorun mu yaşamamız gerekiyor Allah aşkına.
Kusura bakmayın, malum soruna ‘’Kürt sorunu’’ dediğiniz sürece sizin hatırınız için kimseye istediğiniz selamı vermem de almam da. Sizin aklınıza uyarak Kürt akrabamla hasım olamam. Gelin şuna ‘’Kürt kardeşimizin muhtelif mağduriyetlerini suiistimal ederek, bir kısmının aklını çelip, onları devletine milletine hatta kendi kardeşine düşman etmek isteyen; geçmişten günümüze kadar devam eden emperyalist egemenlerin niyetleri var’’ deyin ve böylece tüm kesimlerin desteğini alın.
Hangi akla hizmet ‘’gelin yarın birbirimize selam verelim, kucaklaşalım’’ demek; kim kiminle kavga etti ki.
İradenizi tutsak almış olan ve size göre bir sorunun başı kabul ettiğiniz muhatabınızın esaretinden kurtulmanız; Türk-Kürt kardeşliğini şiar edinerek; devlet adına ülkenin her yerinde hak, hukuk ve adaleti temin etme gayretinde olup, bunu ülkü edinirseniz; ondan sonra yazacağınız kitapların bir manası olacaktır şüphesiz.
Mehmet Soral
soralmehmet@hotmail.com

HEY LİBOŞ! BURDA BİR KEMİK KALMIŞ


Son günlerde; hani şu kemik yalayıcı, arsız köpekler gibi defalarca kovuldukları kapılara bir şekilde yanaşmayı becerebilen kaypak ''yanaşmalar'' yani liboş takımı var ya;
AKP 'nin kurulması ve kurumsallaşması süresince millete ümit dağıtıp iktidara gelmesine kadar her türlü desteği sağladılar. Bu süreçte özellikle Cumhuriyetin kurulması ve seksen küsur yıllık tecrübe ve kazanımları süresince yaşanmış ve yaşanması doğal olan olumsuzlukları sürekli işleyerek adeta AKP ve onun güçlü iktidarını ayakta tutabilmek adına geçmişimizle hesaplaşma ve yüzleşme adına her türlü acımasız eleştirileri yapmışlar daha da ileri giderek; sözde Ermeni soykırım suçlamasını bile kabullenmemiz gerektiği konusunda gündem oluşturarak; Ermeni diasporasına yalakalık yapıp, onların uluslararası siyasi ve ekonomik lobilerinden destek almak ve iktidarını muktedir hale getirmek isteyen AKP'ye açık çek vererek, uzun vadede kendilerine yetecek miktarda erzağın, kemiğin teminini sağlamışlardır.
Bütün bu haltları yaparlarken Türk'üm demekten adeta imtina ettikleri gibi, bu şerefli kimliği sahiplenenleri de aşağılayarak, çağdışı gösterip, yeni Türkiye de yeni bir kimlik icat etmeye kalktılar. Geçmişten AKP iktidarı dönemine kadar antidemokratik uygulamaların yaşanmışlığından tutun da; belkide hiç birisinin dindar olmamasına rağmen dini özgürlüklerin olmadığından hareketle, adeta dinsiz imansız bir tarihi geçmişimizden bahsederek; önlerine konan kemiğin hesabını yaparak, AKP'ye hiç de hak etmediği desteği sağlamışlardır.
Bugünlerde ''yala'' koşan bu takım çok şaşkın. ''Yal''larının teminatı olan kapıda bir sıkıntı var ve akıbetleri konusunda tedirginler. Yırtık büyük, yama küçük; böyle bir donu giymeleri de mümkün değil; zira kıçları gözükecek.
AKP'ye omuz verirken refere ettikleri, kullandıkları bütün değerlerin tam tersinin icrasını gördükçe, güzelim ''yal'' da kapıda hazır olunca çaresizlik girdabında şaşkın vaziyette dönüp duruyorlar. İnşallah merkezkaç kuvveti ile yalın çekim alanından sıyrılıp, savrulacaklar ve def olup gidecekler.
Vah zavallılar vah.
Mehmet Soral
soralmehmet@hotmail.com

DERİN STRATEJİNİN SIĞLIĞI

Dış işleri Bakanı iken "derin strateji" deyip, adeta elindeki ipin uzunluğunun hesabını yapmadan ülkemizi dipsiz bir kuyuya iten Davutoğlu'nun; bugün özellikle dış politikada yaşadığımız hüsran ve tükenmişliğin müsebbibi olarak görülmesi gerekirken beyefendi Başbakanlığa terfi ettirildi.
Sürekli çırpınıp, anlatmaya çalıştık ki; mesele Kürt meselesi değil, terör meselesidir ancak karşılığı, bu iddiayı ileri sürenler olarak "kan içiciler" olarak nitelendirildik. Mesele Türkiye deki Kürtlerin meselesi ise Türkiye disindaki Kürtlerin sorunları nedeniyle niçin bizim ülkemizde yakıp, yıkmalar ve can almalar oluyor. Esat'ın veya ISID'ın zulmünün hesabı niçin bizden soruluyor.
Anlaşılıyor ki mesele Turkiyede ki Kürtlerin hak ve hukuklarini arama neselesi değil, tamamen terör meselesidir. Hükümet de aynen PKK'nın siyasi oyununa gelerek soruna "Kürt sorunu" olarak bakıp teşhisi de yanlış koyduklarından bugünkü vahim noktalara geldik.
Türkiye, Suriye de rejimi değiştirme kahramanlığına soyunarak; başta ISID olmak üzere birçok Esat karşıtı örgütlere kontrolsüz silah yardımın da bulunması ülkemizi bugünkü Ortadoğu bataklığına sürüklemiştir. Bugün belli ki gerek PKK gerekse PYD ISID'ın zulmunden ISID'a silah yardımı yapan Türkiye'yi sorumlu görüyor; ülkemizi yakip, yıkıyorlar. Bütün bu hesapsız kitapsız hükumet politikalarının nedeni BOB eşbaskanı olduğunu kendi ağzı ile söyleyen Recep Tayyip Erdoğan ve ''sığ'' politikacı Davutoğlu dur..
Maalesef bir nal gerektiğinde bir orduyu kurtarırken; bir komutan bir orduyu maf etmiştir.
Muhalefet özellikle Esat ve Suriye konusunda hükümeti uyardıkları zaman hükümet surekli yapılan çift yönlü yolları hatırlatarak, başka bir unsurla kabahatlerini örtmeyi yeğlemişlerdir.
Yani demem o ki; Arab'ın derdi, seni mi gerdi ki onlar için kahramanlığa soyunup, ülkemizi bataklığa çekmek isteyenlerin tuzağına düşüyorsun. Sınırlarımızı açmışız, aşımızı paylaşmışız ama kusura bakmasınlar, canımızı da vermeyiz artık. Otuz yıldır ülkemde terörün nenden olduğu (üstelik de bu Arap ülkelerinin yataklık yaptığı) kan ve göz yaşı karşısında, hangisi acılarımıza ortak olup da müsebbibi olanlara ''yapmayın, etmeyin'' demişlerdir.
Yetti gayri;
Bir insanın ilk önce parti lideri, sonra başbakan, sonra cumhurbaşkanı olması; egosunun tatmini için yeterli bir süreçtir. Tatmin olamayan bu egonun arzuları için bu millet, bu devlet başka riskleri kaldıramaz artık; adabı usulünce birileri bunu hatırlatmalıdır; özellikle kendisinin yürüyüşüne meftun olanlarca...
Mehmet Soral
soralmehmet@hotmail.com

6 Ekim 2014 Pazartesi

NİÇİN OY KULLANACAĞIM

Allah izin verirse sandığa gideceğim ve hiçbir şekil ve şartta cumhurbaşkanı olmasını istemediğim adamdan adeta intikam almak istercesine; kanırta kanırta oyumu büyük bir zevk ve heyecanla kullanacağım. 
Lehine oy kullanacağım adayı kazandırmaktan öte öfkemi dağıtmak; bütün hiddetim ve şiddetimle hedefime koyduğum insanna tokat atmayı amaç edineceğim.
Düşünebiliyormusunuz;
yemek yerken sesini duyduğumda iştahımı kesen, kimyamı bozan; dinden ve imandan bahsettiğinde içi boşaltılmış bütün kutsiyetleri; hak, hukuk ve adalet dendiğinde bütün çifte standartları; havuz gördüğümde; arsızlık, hırsızlık soygun, talan, kayırma ve hak edilmemiş kazancı; ayakkabı gördüğümde gizlenmiş paraları; ezan sesi duyduğumda ''çalıyorsa işte yapıyor'' diyerek camide namaza koşan zavallıyı; ''çalmış ama para ülke dışına çıkmamış ki'' diyen gavatı; din alimi gördüğümde ''hayır için rüşvet verilir'' diyen ''muta fetvacısı''nı; Filistin dediğinde Doğu Türkistan ve kafa derileri yüzülen soydaşlarımı; Musul, Kerkük, Telafer, Thuzumatu dendiğinde Türkmen soydaşlkarımı; Mısırlı Esma için ağladığında; PKK'lılar tarafından otobüsde yakılan Esra'yı bana hatırlatan, bütün bunları aklıma getirenlerden intikam almak ve ''OHHH BEEE...'' diyebilmek için oyumu kullanacağım, hemde kanırta kanırta kullanacağım.
Oy pusulamı; göğsünde ana memesini arayan bebek gibi hasretle elime alıp seveceğim; onu en kıymetlim, en değerlim bileceğim; şehrin en güzel kızını ben almışım gibi oy pusulama sarılacağım ve hep onu benden kıskanan ağaya karşı, ''İşte elime düştün ulan'' diyeceğim; bir daha diyeceğim, birdaha diyeceğim ve oy sandığını kırmamaya özen göstererek delikten içeriye atacağım.
İnanıyorum ki, benim oyum; hasmımın kaybetmesini sağlayan, bardağı taşıran son damla olacak.


Mehmet Soral

soralmehmet@hotmail.com
08.08.2014

2 Ekim 2014 Perşembe

TEZKERE; PİMİ ÇEKİLMİŞ BOMBA

Türk milliyetçisi birisi için her şart altında; birliğimize, bütünlüğümüze ve istikbalimize kastedecek her türlü gelişme veya şartlara karşı Türk ordusunun hazır olmasını ebetteki isterim ve bana ihtiyacı olduğunu (Allah göstermesin) fark ettiğim an canımı vermeye de hazır olduğumu ifade ederken; Tüm Türk milliyetçilerinin de aynı duygular içinde olduğunu bilirim.
Ancak, bugün mecliste oylanan ve geçen tezkerenin yukarıda ifade etmeye çalıştığım ''haller ve şartlar'' dan ziyade, Türkiye ve Türk Milleti dışında başkalarının düşünüp, dizayn ettiğini; başta BOP projesi olmak üzere başka amaçlar doğrultusunda başkalarının çıkarlarını korumak ve kollamak için çıkarıldığını düşünüyorum.

Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kurulmasından 12 yıl öncesine kadar görev yapmış hükumetler tarafından takip edilen ‘’Dış Politika’’ da hep devamlılık esas alınmış, şekli ve şemaili de ona göre kurumsallaşmıştı.
Ancak ‘’Yeni Türkiye’’ hülyası veya rüyası adına; 12 yıllık AKP hükumetleri gelenekseli kaldırıp, özele kayınca doğal olarak şahsen bende bir güvensizlik algısı oluştu.
Düşünebiliyor musunuz; gelip geçen bütün iktidarlar PKK ile gizli saklı ve üstelik bir başka devletin (İngiltere) aracılığı ile pazarlık yapma riskine girmemiş ama bu hükumet bunu yaptı ve üstelik fark edildiği an fark edenleri ‘’şerefsizlikle’’ suçlayarak inkara kalktılar.
Kaç yıldır PKK ile ‘’açılım ve barış süreci’’ yürütülürken, muhtemelen MHP’nin desteğini almak için tezkerede PKK’ya da operasyon yapılabilineceğinin ima edilmesi şeklen hoş olsa da bana göre şüphelerimin ve güvensizliğimin daha da artmasına neden olmuştur. PKK haklı olarak diyecek ki ‘’bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu, benimle barış görüşmeleri yürütürken aynı zamanda yine bana karşı gizli niyetlerinin olduğunu açıkça tezkerede belirtiyorsun’’ Keşke böyle bir niyetleri olsa ama bu durumda ne halt etmeye bu niyetini tezkerede itiraf ediyorsun be adam.
Dolayısıyla AKP’nin kendi dönemi içinde şimdiye kadar yaptığı uygulamalar; iç ve dış siyasetindeki çelişkileri, istikrarsızlıkları; tezkerenin getirdiği yetkilerin yerinde ve zamanında akıllıca kullanılmayacağı ve hatta ucu belirsiz maceralara Türkiye'nin sürükleneceği endişesindeyim. Pimi çekilmiş bir bomba gibi her an başımıza gereksiz yere bir belanın açacağı endişesi içerisindeyim.
Tezkerenin gerekliliği tedbir amaçlı doğrudur ancak AKP’nin kullanım yetkisinde olması büyük bir risktir.
Anlaşılıyor ki tezkerenin geçmesine olumlu oy kullananlar AKP ve hükumetine güven konusunda bizim kadar endişeli değiller; ne diyelim ki.
Mehmet Soral
soralmehmet@hotmail.com