31 Mart 2017 Cuma

GÜNDEME GELENLER VE AKLIMIZDA KALANLAR

Hukuk Fakülteleri Görüş Belirtemediler
Dikkatinizi çekmek isterim ki; hiç bir üniversitenin hukuk fakültesi bölümü getirilmek istenen ''Partili Cumhurbaşkanlığı Hükumet sistemi''ne dair görüşlerini belirtmediler veya belirtemediler. 

Yahu dirhem aklı olanın şunu düşünmesi gerekmez mi Allah aşkına; bu çekincenin kaynağı ne olabilir. Hukuk ilminin yapıldığı yerden; o ilmi ilgilendiren, ülkenin ciddi bir meselesi olan konuda görüş bildirmekten imtina ediliyor, kaçınılıyorsa; bilim de özgür değildir, bilimi yapan da.

Sistem değişikliği üzerinden gelecekteki muhtemel dikta rejiminden değil, yaşamakta olduğumuz diktadan söz etmek daha elzemdir. Bilimin dahi görüşünü belirtmeye cesaret edemediği bir ortamda sistem değişikliğine gidilmesi beyhudedir. ''Evet'' de çıksa '' Hayır''da çıksa, sonucun meşruluğu her zaman tartışılacaktır. %92 oyla kabul edilen 1982 anayasasının akibeti ne oldu.


Fötöcüler Üzerlerindeki Algıdan Kurtulmak için Kitap yazıp, Mecliste Açık Oy Kullanıyor
İ.Melih her geçen gün Fetöcülüğü üzerine yoğunlaşma arttıkça, dikkatleri başka yöne çekmek için daha önceleri alnı secde görmediğini iddia ettikleri "Sol"un güya fetö ile işbirliği üzerine kitap yazmış.

Size bir şey söyleyeyim mi değerli dostlar; hele misket havası bir çalsın, kıskanmaları depreşsin, oyunun şevkinden hop hop hoplayıp, etekler fora olsun; inanınki ki kimin kimden ödünç don aldıklarını bile itiraf edecekler.

Talep edilen sistem değişikliğinin diğer bir nedeni de; Erdoğan'ın talep ettiği yetkilere kavuşarak kendi iç bünyelerinde köklü operasyonu da yapabilmektir. Yani demem o ki fetö 'nün siyasi kanadına operasyon 16 Nisandan sonra yapılabilir diye düşünüyorum. Bugün için yapmalarının kendi ayaklarına kurşun sıkmak olacağını düşünmeleri doğaldır. Süleyman Özışık isimli hükumete yakın gazeteci bir TV konuşmasında aynen ''Erdoğan üç büyük şehir belediye başkanı için soruşturma açılmasını istemiş ancak meclis başkanı bunun zamanı olmadığını telkin etmiş'' dedi. Bunu da aynı programa katılan bir başka konuşmacının ''15 Temmuz kalkışmasının siyasi ayağı niçin açıklanmıyor'' dediğinde söyledi.

İ. Melih "Bakın ben fetöcü olmadığımı göstermek için kitap bile yazdım, bana dokunmayın" diyebilmek için kitap yazmıştır. Cumhurbaşkanının bu atraksiyonların ne manaya geldiğini bileceğini, yutmayacağını sanırım en iyi gene İ.Melih bilecektir.


Anayasa Değişikliği ile Getirilmek İstenen Yeni Maddeler Suriye Anayasası ile Aynı
Yılmaz Büyükerşen Suriye anayasası ile bizim getirilmek istenen yeni sistemin anayasasını karşılaştırmalı olarak izahını yaptı.

Tamamen örtüşen maddeler şunlar.
Cumhurbaşkanı bakanları ve yardımcılarını atayıp, görevden alabilecek ; Suriye anayasasında da aynı.

Suriye anayasasında beş üyeli anayasa mahkemesinin beşini de devlet başkanı atıyor, bizde ise 15 üyeli anayasa mahkemesinin 12 üyesini atayacak, 3 üyeyi ise meclis seçecek, onlar da meclisteki çoğunluk olan Cumhurbaşkanının partisinden seçileceği aşikar.
Dolayısıyla, tamamını cumhurbaşkanı belirlemiş olacak.

Suriye anayasasında devlet başkanı meclisi fesih edebiliyor, bütçeyi yapabiliyor; şayet yetişmezse bir önceki dönem bütçesi artırılarak devam ediyor; evet geçerse bizde de aynısı olacak..

Neredeyse Suriye anayasası kopya edilmiş. Peki bu anayasa ile Suriye abad oldumu ki; biz de abad olalım. Suriye anayasasından esinlenerek yeni bir anayasa yapmak Türkiye ve Türk milletinin geçmişi, sahip olduğu devlet geleneği ve kazanımları bakımından utanılası bir durum.

Parlamenter sistemin iyileştirilerek devamının sağlanması. Türk milleti ve devleti için en hayırlısı olacaktır.


''Fesih Yetkisi ile Meclisi Seçime Götürme Kararı'' Komedisi
Yıllarca birilerinin milleti aşağıladığı iddiası üzerinden ajitasyon yapıp, oy devşirenler şimdi de "Nasıl olsa, ne istesek millete yutturuyoruz" diyip, milletin zekası ile dalga geçerek; "Cumhurbaşkanının fesih yetkisi yok, meclisi seçime götürüp, seçimleri yenileme yetkisi var" diyorlar. Ama bütün ısrarlarına rağmen bu kelime oyunlarına aldanıp, dilimi bozup, sövmeyeceğim. Oh canıma değsin.

Siyaset Dilinde edep ve Adap Meselesi
Bir Bakanımız yine siyasi bir lider için ''Uzayda yaşamış olabilir mi bu? Uzay yaratığına benziyor zaten" demiş.

Edep ve adapsızlığın dip yaptığı durum. Bu sözü söyleyen bir bakan akşam evine döndüğünde eşinin, çocuklarının yüzüne nasıl bakabilir acaba. ''Helal olsun baba, lafı ne güzel koydun ama'' mı der. Ya da; Allah korusun akşam yine evine döndüğünde aile fertlerinden birisinin felç geçirip, kendisine melun melun baktığını fark edince ne düşünür acaba. Aaaa, ''Anne tam da uzaylılara dönmüşsün'' mü der, ne der acaba.

İşte bu dilin yok olması, özellikle AKP ve daha sonra da MHP'nin Balgat müdavimlerinin Türk siyasetine getirdikleri ''bozuk dil ve üslup''tan kurtulmak için bunların siyasi olarak bir şekilde ''Yenilmeleri'' ve istirahate çekilmeleri gerekiyor. Bunun da en kestirme yolu referandumdan hayır çıkmasıdır.


İdam Meselesi Milletin Kararından Niçin Kaçırıldı
18 yaşında seçilebilmeyi dert edineceksin ama bu milletin canını en derinden yakanların idam edilmesi meselesini dert edinmeyecesin. 
Hiç bir yerde joplanan gençler görmediğimize göre demek ki gençlerin böyle bir talepleri yoktur; olsaydı kesinlikle joplanacaklardı(!) 
Ama milletin ekseriyetinin idamın geri gelmesine dair talebi var. Şimdi akıl sahipleri kendilerine şunu sormalıdırlar; ''İdamın geri gelmesini AKP ve MHP niçin istememişlerdir.'' Dolayısıyla, niçin referanduma sunulan maddelerin arasına idam meselesi konmadı.
Mehmet Soral
soralmehmet@hotmail.com




21 Mart 2017 Salı

SİNAN OĞAN ÜZERİNDEN MEKTUP GÖNDERME

Sinan Oğan,
Özgüveni son derece yüksek, kendisini iyi yetiştirmiş, aksiyoner; aynen diğer ülkücü ağabeyleri Ümit Özdağ, Yusuf Halaoğlu, Özcan Yeniçeri gibi TV'lerde yaptıkları konuşmalar ile henüz kendilerine ambargo konulmadan öncesine kadar özellikle okuma alışkanlığı olmayan toplumumuza; Türk milliyetçiliğini ve mensuplarını tanıtma fırsatı yaratmış; ülkemiz ve dünyada olup bitenler üzerine Türk milliyetçilerinin ne düşündüklerini, değerlendirmelerini öğrendiğimiz çok kıymetli vatan evladıdır. 


Madem ki Sinan Oğan üzerinden biz ''Hayırcı Türk Milliyetçileri''ne mektup yazılıyor; biz de bu vesile ile cevabımızı yazmış olalım.

Öz güveni yüksek, güçlü Türk milliyetçisi isimler yeşerdikçe, toplumun ön safhalarında yer aldıkca ne tesadüfidir ki; bilerek ve kasten onları biçip, doğrayıp ortadan kaldıran bir süreç de aynı zamanda devreye sokuluyor.

Ne zaman ki Türkiye de önemli bir kırılma yaşandı; ilk önce milli duruş sergileyen unsurlara kumpaslar kurularak, bertaraf edilmişlerdir.

En yakın zamandan başlayalım. 15 Temmuz'a gelebilmek için ilk önce ''Milliyetçi'' ve ''Ulusalcı'' ordu mensubu askerler ve sivil isimlere kumpas kurulup, hapislere atılıp, en şiddetli karşı duracak dinamik güçler pasifize edildiler. Sonra ne oldu; ABD, cemaat marifeti ile (Ben kesinlikle inanmıyorum) hükumeti kandırıp, devletin tüm organlarına ''Paralel yapılanma''yı oturttular.

Bugün de yine bir kırılma ama geçmişte yaşananların hepsini aratacak bir kırılma yaşamanın arifesindeyiz; sistem değişikliğine gidiyoruz.

Her ne kadar Türk milliyetçileri açısından sistem değişikliğine itirazımızı MHP parti içi iç siyasetine bağlamaya çalışsalar da; asıl mesele Türk milliyetçilerinin öncülüğünde milli refleksin uyanmasına mani olmak, mevcudu da etkisiz hale getirmektir. Yani demem o ki; MHP iç siyaseti bahanedir. Onun içindir ki; Türk milliyetçisi kanaat önderlerinin ''Hayır'' kampanyaları basılıyor, konuşmacılar tehdit ediliyor, mümkün olursa evlerinden çıkmamaları isteniyor. Mesela Ümit Özdağ, Meral Akşener, Sinan Oğan MHP'den ihraç edildikleri halde, yani artık MHP'li olmadıkları halde niçin hala toplantıları sabote ediliyor.

Lütfen biraz düşünelim ve uyanalım; sistem değişikliğine giden yolu Türk milliyetçilerine açtırdılar; olup biteceklerin vebalini de Türk milliyetçilerinin omuzlarına yükleyeceklerdir. Ve sonuçta; bundan sonra tarihin her döneminde Türk milliyetçilerini, kendilerini savunamaz hale getireceklerdir.


Hayır dememiz için belki de en büyük gerekçemiz, Türk milliyetçilerine yapılan psikolojik baskı ve zulmün arkasındaki gizli niyettir.


Not:Bu yazı Ülkü ocakları başkanı Olcay Kılavuz'un; Sinan Oğan'a atfen yaptığı ağır eleştiriler üzerine kaleme alınmıştır.
Mehmet Soral

soralmehmet@hotmail.com

18 Mart 2017 Cumartesi

HAYIR DEMEMİN GEREKÇESİ

Genel de kurumlar, buna devletler de dahil; problemleri görüşmek, çözüm üretmek veya iş birliği kurmak ve geliştirmek, üzere günün bir vaktinde müşterek bir yemeği vesile kılarak fırsat oluşturulmaya çalışırlar.
...
Belli ki Hollanda Başbakanı da bu niyetle bizim başbakanımıza malum sorunlarımızı görüşmek, belki de tatlıya bağlamak üzere yemekte buluşmayı önermiş. Başbakan da "Ne münasebet, terbiyesiz adam" dememiş; "Belki veya olabilir" şeklinde geçiştirdiğini bizzat kendi ağzından dinledik. Peki Cumhurbaşkanımız Erdoğan ne diyor "Şuna bak, terbiyesiz adam; beraber yemek yiyelim diyor, dalga geçiyor". 
Oysa Hollanda Başbakanının önerisi; diplomasi diline uygun, en nezaketli cümle ile yapılmış bir teklif. 

...
Artık Cumhurbaşkanının "Terbiyesiz adam" sıfatını kullanmış olması Başbakan Binali Yıldırım'ın malum sorunla ilgili olarak inisiyatifini ortaya koyma şansını ortadan kaldırmıştır. Dolayısıyla Hollanda ile Türkiye arasındaki her türlü bürokratik işlemler kilitlenecek, Erdoğan'ın ne düşündüğü veya düşüneceği takip edilecektir. 
...
Bence asıl kullanılan bu dil devletin bekası ile ilgili sorun yaratacaktır. Bu dili kullanan insanı kimseler aralarına almak, görmek istemeyecekler ve o kimseler dediğimiz devlet adamları bir araya geldiklerinde sürekli olarak Türk Devleti ve milletine karşı düşmanlık için ortak eylem ve işbirliği geliştireceklerdir. Oysa ''Monşerler'' denilerek dışlanan, horlanan ve büyük emeklerle yetişen bu diplomatlarımızın danışmanlığında; Türk milleti ve Devletine karşı düşmanlıkta konsolide olmalarına her geçen gün vesile olduğumuz devletlerle görüşmeler yapılarak; ülkemiz adına oluşan riskleri azaltmak mümkün olamaz mı? 
...
Keşke her efelendiğimizde; aynı anda ülkemizde fabrikalar kuruluyor olsa, işsizlik azalıyor olsa, Hollanda'dan silah ithal etmeyecek duruma gelmiş olsak. Almanya'dan artık tank, helikopter almıyor, tüm bakanlıklarımızın makam arabalarını ithal etmiyor olabilsek; keşke, keşke... Ama gerçekler tam tersi. Çözüm efelenmekte ise şayet; statlar bom boş. Gerekirse seksen milyon statları doldurup, efelenmenin alasını yaparız öyle değil mi?
...
Yukarıda anlatmaya çalıştığım yaşanmışlıkları dikkate aldığımızda; getirilmek istenen partili Cumhurbaşkanlığı sistemi; tek adamlılığın gayri hukuki ve kanuni olarak fiilen uygulanmaya konulmuş şeklidir. 
...
İşte bizler, Tük milliyetçileri bilfiil daha önce yaşadıklarımızı, yaşamakta olduklarımızı dikkate alıp, düşünerek #Hayır diyoruz. Algılara teslim olmak, peşinden sürüklenmek yok. Eğer partimizin liderine vicdanımızı ipotek ettirip, bu da yetmeyip sadakat nikahı kırdırmış olsaydık; elbette aklımızdan bu tür sorgulamalar geçmez, analiz yapıp, hükümlere varamazdık. 
...
Bugün Türk milliyetçileri, ülkücüler olarak referandum üzerinden oluşan ayrışma gibi bir sorun yaşıyorsak; uğruna inanmışlık ve adanmışlığımızı içselleştirdiğimiz ülkücülüğümüzden değil; aksine ülkücülüğümüzden gelen şahsiyetli duruşumuzdan kaynaklanıyor. Birileri irademizi kendilerine ipotek ettirmedik diye bizleri ülkücülüğümüzden aforoz etmeye kalkışıyorlar. Adama ''Bu şahsiyetliliğin üzerinde senin ne kadar hissen var ki. Hadi oradan, sen de kimsin'' derler.
...
Ülkücüyü zapt etmek zordur, hele ki boynuna kement atmaya yeltenmek. Saygınlığını kazan, canını sana feda etsin; ta ki koruyana kadar. Bizi yetiştiren peşinden sürüklendiğimiz algılar değil; saygınlığın, güvenin sağladığı sadakat ve kitaplarımızdan elde ettiğimiz öğretilerdir. 
Kötü bir huyumuz var ki; öz güven sahibiyiz ve ''Düşünüyoruz''(!) 
Adam boşuna dememiş ''Düşünüyorum; öyleyse varım'' diye.

Mehmet Soral

soralmehmet@hotmail.com

16 Mart 2017 Perşembe

BİR DAYI İLE HASBIHAL

İlk okul mezunu hemşehrim diyor ki;
"18 yaşındaki torunumu bakkala gönderdim. İki ekmek, bir kilo şeker alması için. İki ekmek, bir kilo çay ile geldi. 


Ulan oğlum ben sana şeker al demedim mi? Bu çay da nereden çıktı. Bir de senin gibiler milletvekili olup, devletin ve milletin başına bela olacaksınız, öyle mi.


Kızdım, bağırdım, çağırdım. Adamın umurunda bile değil. 
"Aman be dede! büyütme. Karıştırmışım işte". diyor.

Anladım ki aslında hemşehrim içinde biriken öfkeyi dağıtmak için bahane arıyormuş. Ve devam etti sözlerine...

"Yahu her şeye Cumhurbaşkanı karar verecekse; milletvekillerinin sayısının artması neyin nesi oluyor; sayının azalması gerekmez mi? Şuraya bak! aha biraz önce ödedim. Elli liralık faturanın yarısı vergi. Bu vergi şimdi 18 yaşında, üstelik de askerlikten muaf edilmiş, milletvekili olacak olan dürzüye maaş olarak mı ödenecek; ne lan bu?

Askerliğini yapmamışa kız verilemez diyoruz ama devleti teslim ediyoruz. Böyle rezillik olmaz arkadaş. Devlet ve millet işleri ciddi işler. Ne bu yahu! çoluk çocuk; tövbe estağfurullah... neyse, ağzımı bozmayayım."
Kabahat bizde. Adam millet olarak bizden ne istediyse verdik; hem de defalarca. O bir istedi biz iki verdik. Yahu atın önünden arpayı almazsan, üstelik de tutup bir de su içirirsen çatlayıp, ölecektir. Biz galiba biraz bunu yaptık. O kadar güç verdik ki; sıkıp canımızı çıkaracak hepimizin.

''Dayı çayın soğudu, tazelensin mi'' dedim, öfkesini dağıtmak istedim.
Bir ara ''Dayı yeni sistemde Cumhurbaşkanı isterse hanımını, çoluğunu çocuğunu yardımcısı olarak atayabilecekmiş'' diyecek oldum ''Ne diyon ulan sen'' deyince irkildim. Doğrusu peşinden bir tokat bekledim. Sohbeti devam ettirmeye cesaretim kalmadı ancak son bir konuda fikrini alayım istedim;

''Dayı bir de şu anayasa mahkemesinin üyelerinin seçimi ve atanmaları usulü var, ona ne diyeceksin''. Gayet mütevazi bir şekilde ''Yeğenim benim onlara kafam ermez, onları senin gibiler bilecek ancak''.
Dayı biz bildiklerimizi söyleyince karşımızdakiler de bize sizlerin yani milletin bileceğini söylüyorlar.
Ulan oğlum, ben onlara atın nalında kaç delik olduğunu soruyor muyum? Bana sorulacak şey var, sorulmayacak şey var. Bu devlet kurulurken sorulması gereken sorulmuş, alınması gerekli cevaplar alınmış.


Dayı bir ara kulağıma eğildi ''Oğlum bütün mesele bu topraklardan Türk mührünü kaldırmaktır, sen okumuş adamsın, tüm yönetenlerimizin şeceresine bir bak hele; kaç tanesi Türk çıkacak''
Mehmet Soral

soralmehmet@hotmail.com

12 Mart 2017 Pazar

HAYIR DİYENLER TERÖRİST OLUNCA...?

Yüce Türk milletinin meclisi referanduma gidilmesine ve seçmenlerin meclis kararı ile teminat altına alınmış olan sadece Evet-Hayır seçeneklerinden bir tanesini tercih edilebileceğine karar vermiş. 

Peki sonra ne oluyor; devletin başındaki en sorumlu insan bu seçeneklerden #Hayır'ı tercih edenleri terörist olmakla itham ediyor; yüce Türk milletinin meclisinin teminat altına aldığı irade beyanını tehdit ediyor. Tabi ki bu açıkca TBMM'nin almış olduğu kararı yok farz etmek, tanımamaktır. Yine alışkanlık haline getirilen fiili durumun bir başka şekilde tezahürüne şahit olmuş oluyoruz. İşin en tuhaf tarafı da; bu dayatmalarla yürütülen bir süreç sonunda ''Büyük Türkiye'' hayali kuran anlı, şanlı sözde aydın akademisyenlerin var olmasıdır.  


Aslında Türk milleti olarak galiba Erdoğan'ın genel halini kanıksamış olacağız ki; müsebbibi olduğu anti demokratik hal ve tarzının vahametinin farkında değiliz ama dünya ülkemizde olup, bitenleri elbette takip ediyor. Sonuçta ekonomiler bağımsız değiller. Her ülkenin şu veya bu şekilde değişik ülkelerde yatırımları olabiliyor ve dolayısıyla daima menfaatlerini koruma ve kollamayı düşüneceklerdir.

İsterseniz bir sabah uyanalım ve kendimizi Almaya ve Hollanda'nın devlet yönetiminde inisiyatif sahibi olduğumuzu düşünelim.
Ülkemizde ciddi oranda Türkler var ve bunların ülkesinde belkide doksan küsur yıllık, geleneksel hale gelmiş, oturmuş olan bir sistemleri var;  değiştirilip, değiştirilmeyeceğine karar verilmek üzere kampanyalar yürütülüyor. Ancak mevcut cumhurbaşkanı ülkesinin insanının yarısını, yapacakları tercih nedeniyle terörist olmakla itham ediyor. Her geçen gün bu üslup kutuplaşma ve ayrışmaya dönüşürken, özellikle de devlet imkanlarını kullanan bir cephe, yani ''Evet'' lehine orantısız fırsat yaratılarak siyasi sonuç elde edilmek isteniyor.

Bu tehdidin gerek ülkemizde gerekse Avrupa'da ki yansımalarını tüm dünya takip ediyor; zira tüm ülkeler ve ekonomileri birbirleri ile entegre olmuş durumdalar. Özellikle Almanya ve Hollanda'da epeyce Türk olunca; Türkiye de yaratılan kutuplaşmanın kendi ülkelerine yansımasına mani olmak adına tedbir almayı düşünmüş olabilirler. Nitekim Almanya ve Hollandayı en çok rahatsız eden; Erdoğan tarafından yapılan Nazi benzetmesidir. Türkiye'de biz hayırcılara terörist denilmesi karşısında hukuk önünde hesap sorma şansımız olmayabilir, sindirilmiş olabiliriz ama elin oğlu son yüzyılın en aşağılık suçu ile suçlanmayı sineye çekmeyebilir. Burada bir şeyin farkında değiliz sanırım, o da şu; Türkiye de istenildiği an fiili durum yaratılabilir, bu alışkanlık haline de gelmiş olabilir ancak bu demek değildir ki; Avrupa'da da her istenildiğinde aynısı yapılabilir. Olup, biten meselelere bir de bu pencereden bakmak lazım.

Yabancı siyasetçilerin başka ülkelerde kampanya yapmasına ilişkin hukuku değerlendiren Uluslararası Hukuk Profesörü Ove Bring de ‘‘Temel kural olarak ifade özgürlüğü hakkı geçerlidir. Ancak Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 10. Maddesi gerekli görmeleri durumunda diğer ülkeler kaynaklı politik kampanyaları yasaklama hakkını da tanımaktadır’’ dedi.
Mehmet Soral

soralmehmet@hotmail.com

8 Mart 2017 Çarşamba

''SİSTEM''Mİ DÜZELMELİ ''DİL'' Mİ

Siz liderler; 
Yirmi senedir bir TV programında veya bir ülke meselesinin halli konusunda bir araya gelebilme yürekliliğini göstermeyecek kadar medeni olgunluğa sahip olamamış acizlersiniz. Sizler bunu başaramadığınız sürece ülkemizin modern ve müreffeh bir ülke olma yolunda ilerlemesi mümkün değildir. Bu manada cumhuriyet tarihi boyunca elde ettiğimiz kazanımlarımızı tükettiniz. 


Otuz sene öncesinde; bugün özlemini duyduğumuz "Medeni siyaset üslubu"; zamanın liderlerinin müşterek tarzıydı. Bir Sayın Ecevit vardı ki; ''Sayın'' kelimesini Türkçe'mize kazandıran insandır.

Arenaya bir adam çıktı, siyaset diline öyle bir hançer sapladı ki; yarası derin ve iyileşmesi de mümkün görülmüyor. İşin garibi diğer siyasetçileri de; kullandıkları dil itibariyle kendine benzetti. Ancak işin tuhaf tarafı, bu dili halk ödüllendirdi. Küfür, hakaret dili ödüllendirildi. Lider ''Şerefsiz, alçak, namertsin'' diyor, halk ise ''Lafı nasıl koydu ama....'' diyerek, lideri ile övündü. Bu manada lider halkı, halk lideri besledi. Böylece topaç gibi bambaşka bir siyaset dili oluştu.

Hele birisi var ki, rakip siyasi liderleri de aşarak kendi partili dava arkadaşlarına daha ağır ifadeler kullanabilmek için her gün bir başka bahane üretir oldu. Bu seviyesizlik karşısında hep beraber ''Edep ya hu'' diye haykırıyoruz.

2002 yılından önce hiç bir siyasetçinin bir başka siyasetçi için ima yoluyla dahi olsa; ulu orta "Şerefsiz, alçak, çukur, hain, müptezel.." sıfatlarını kullandıklarına şahit olmazdık. Zekayı, aklı devreye sokup; söz sanatını kullanıp; edebiyatımızın dahi kazanımlar elde edebildiği tarihe not düşülebilecek güzel sözlerle birbirlerine itirazlarını yaparlardı.
Bu eski siyaset diline dönülmediği sürece sistem değişse ne olur ki. Siyaset dili ve ahlakı değişmedikçe.

Aslında bugün ''Sistem değişimini'' millete dayatanların; yaşanan olumsuzluklara binaen sözde bahane ettikleri ''Parlamenter sistemin çalışmaması''nın çok önemli nedenlerinden birisinin de siyaset dili ve ahlakının bizzat yine kendilerince yerle yeksan etmeleridir. Oysa siyaset diline ahlaki bir seviye kazandırabilselerdi; belki de demokrasiyi demokratik bir ortamda yaşama yolunda büyük mesafe katedilmiş olunacaktı. Üzüldüğüm o ki; ülkemizin ve milletimizin geleceğine şekil ve nizam verme "kadersizliğimizin" maalesef halen bu insanların uhdesinde olmasıdır.
Mehmet Soral

soralmehmet@hotmail.com

5 Mart 2017 Pazar

''TÜRKİYE TOPLUMU'' İÇİNDE SIĞINTI TÜRK OLMAK

Değerli "Evetci" ülküdaşlarım, 
Sizin adınıza, ekranlarda sözüm ona evet'in faziletlerden bahseden Aktroller; sizlerin,benim ait olmaktan onur ve şeref duyduğumuz Türk milletini bir yağından ibaret görüp, adına "Türkiye toplumu" diyorlar. Sizler, bizler ve Tüm Türkler bu yığıntının içinde sığıntı olmak için mi evet blokunda yer alıyorsunuz. Esas ''Evetci Blok''un niyetleri; ifade etmeye çalıştığım ayrıntıda gizli olduğunu lütfen anlayın ve sizler de empati yapınız. Aktrol ısrarla Türk milleti yerine ''Türkiye toplumu'' demek için özen gösterirken; sizler ülkücü olarak bu adamın ısrarındaki ayrıntıya niçin dikkat çekmiyorsunuz?

İnanın ki sizleri anlamak için sürekli empati yapıyorum; tek gerekçeniz ''sadakatınız'' olabilir diyorum, başka da bir şey aklıma gelmiyor. Ancak sadakat çok ulvi, güzel bir şeydir; ta ki ihaneti görene kadar. Varsa beka sorunu iki yıl beklenmez ki; anında gereği yapılır. Öyle değil mi?

Lütfen #Hayır 'ı anlamak için biraz daha ülkücü vicdanla, ocaklarda kazandığınız öğreti ile empati yapmaya çalışınız. Ha, şunu da ifade etmek isterim ki; tercihlerimiz ne olursa olsun, ezelden gelip ebediyete kadar sürecek olan ülküdaşlık hukukumuz ve birbirimize sarılmışlığımızı koruyup, yaşatmaya devam edeceğiz. Önemli olan16 Nisandan sonra bir araya geldiğimizde verdiğimiz karardan utanç duyarak, birbirimize mahcubiyet hissetmememizdir.

Şunu kesinlikle bilmeliyiz ki; biz ülkücüler arasında gönül bağımız sivil toplum örgütleri vasıtasıyla devam etse bile; ''Evet'' çıkması durumunda, işin doğası gereği iki partili sisteme geçilecek; siyasi arenada sadece CHP ve AKP'nin kalacağı aşikardır. MHP'nin kurumsal kimliğinin hiç bir anlamı ve önemi kalmayacaktır. Belki bir süre AKP, CHP arasında gidip gelecek iktidarlarda ihtiyaç duyulduğunda denge sağlamak, (Dilim varmıyor ama) dolgu malzemesi olmak gibi bir misyonu üzerimize giydireceklerdir. Kaçınılmaz böyle bir akibeti; bu devleti kuran Türk milliyetçiliği iradesine yakıştırmak hangi vicdana sığar, bu vabalin altından kim kalkabilir. Lütfen bir daha düşünün; tekrar tekrar düşünün.
Allah'a emanet olunuz.
Tanrı Türkü korusun ve yüceltsin.


Tebrikler Deniz Baykal
Deniz Baykal zeki bir politikacı olduğunu Almanya toplantılarını iptal ederek göstermiştir. Eğer Almanya'daki etkinliklerini iptal etmeyip devam etseydi ve Almanya da izin konusunda bir problem çıkarmasaydı; kesinlikle AKP, CHP'nin veya #Hayır blokunun arkasında Avrupa var diyerek, kampanya yürütecekti. Baykal buna mani olduğu gibi aynı zamanda hükümete "Siz de kendi ülkemizdeki #Hayır kampanyamızı engelleyici tutum içinde olmayın" demek istemiştir.

An gelir ki, insanı kendisi ile üstelik de acımasızca yüzleştirebilir.

MHP Milletvekili Atilla Kaya'nın #Hayır kampanyasına dair Denizli de yapacağı toplantının iptal edilmesi ayıbını açıklamadığınız sürece; Almanya'nın, Bakan Bekir Bozdağ'ın yapacağı toplantıyı iptal etmesi ayıbını ne bize ne de Almanlara anlatabilirsiniz. Almanya dönüp "Sizin Atilla Bey'e gösterdiğiniz gerekçelerle iptal ettik" derse ne cevap vereceksiniz. İşte demokrasi böyle bir şey; öyle bir an gelir ki, insanı kendisi ile, üstelik de acımasızca yüzleştirebilir.

Abudik Gubidik işler

Yapmayın canım, arada sırada da abudik gubidik işler olmuyor değil.

Mesela 2002 yılında muhteremin siyasi yasaklı olması nedeniyle genel başkan olduğu halde milletvekili adayı olamadı. Sonra parlamenter sistemin nimeti ile ve her vesile ile aşağılayıp, horladığı CHP'nin katkıları ile siyasi yasağı kalktı. İşte bundan sonra abudik gubidik işler başlıyor.
...
Siirt'ten seçilen AKP milletvekili istifa ettirildi, Siirt'in bilmem neresinde sandık kurulmamış olması, bağımsız seçilen Jed Fadıl'ın üçkağıtçılığı da bahane edilerek milletvekilliği düşürüldü ve nihayetinde Siirt seçimleri iptal edildi. Seçimler yenilendi, adaylar yenilendi, muhterem aday gösterildi ve bu şekilde milletvekili seçilerek başbakan oldu.

Evet doğru söylemiş, demokratik parlamenter sistemde işte böyle abudik gubidik işler yapılarak, umudun firar edip, imkansızlığın hakim olduğu anlarda insana yeniden çare üretip, umut kapısı açabiliyor.


Allah'ım sen her şeye kadirsin.
Nasıl ki altmış bin ABD askerinin Irak'a girebilmelerini sağlamak üzere ülkemizin güneyinde konuşlandırılmasını teminen 2003 yılında "Türk Silahlı Kuvvetlerinin yabancı ülkelere gönderilmesi ve yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye'de bulunması için Hükumete yetki verilmesine ilişkin başbakanlık tezkeresi" aynen bugünkü gibi AKP hükumeti tarafından yüce meclisimize dayatılarak geçirilmek istendiğinde; bunu isteyenlerin hesaplarına karşın senin de bir hesabının olduğunu göstererek mani olduğun gibi; ne olur 16 Nisanda da bir belirsizliğe doğru götürülmek istenen güzel ülkem için benzer akıbetin tecelli etmesini yüce Türk milletinin geleceği için nasip eyle.

Allah'ım inanıyorum ki; yüce Türk milletini sevdiğin için malum tezkerenin geçmesine mani oldun. Çünkü biliyordun ki; 15 Temmuz da murad edilen neyse; o günlerde de ülkemize konuşlandırılmış altmış bin ABD askeri fetö ile aynı şeyi yapacaklardı ve çok kalleşçe arkamızdan vurulacak; üstelik de meclisimizin kararı ile adeta bu güzel ülkemizi ABD'ye ellerimizle teslim etmiş olacaktık. Belki de kandırıldığımızı dahi fark etmeye fırsatımız olmayacaktı.

Ama yeterli sayıda vekilin ellerini ve vicdanlarını mühürleyerek buna müsaade etmedin. Şimdi de yukarıda ifade etmeye çalıştığım endişelerime istinaden; halisane, bir o kadar da masumane dua ve niyazımı kabul etmeni şefaatine, merhametine sığınarak talep ediyorum, kabul eyle Allah'ım. He ne kadar çeşitli musibetlerle bize gerekli dersi her defasında verdiğin halde, hala uyanamamamızın vebalini taşıyorsak da; sen esirgeyen, bağışlayan, affedensin.

Mehmet Soral
soralmehmet@hotmail.com