30 Ekim 2019 Çarşamba

BU YAZININ MUHATABI İYİ PARTİ'LİLERDİR

Bu yazının Muhatabı İYİ PARTİ'liler dir
Yahu yapmayın Allah aşkına. Çekinerek söylüyorum ama gene de söyleyeceğim; biraz ahlaklı olun lütfen. Alayınız Meral Hanım'ın etrafına atama delegeler iradesi ile "Atanarak" dizilmediniz mi. Yani hiç biriniz biz tabanın irade beyanının tecellisi ile oralara seçilmiş gelmiş değilsiniz.
Değişen bir usul yok. Aynı usulde daha önce atanmış birisi yeni bir tercih ile görevinden veya görevlerinden alınıp, yerlerine başkaları atanıyor. Peki öyleyse ne diye kazan kaldırılıyorsunuz; kendi bölgene ilişkin tasarruf hakkını kullanmanın sana ait olduğunu düşünüyorsun da ondan. Peki parti hayrına mı; elbette değil, gelecek kongre için arka bahçende ayrık otu yetişmesin diye. İşin gerçeği aynen bu değil de nedir.
Bak beyefendi; (Sözüm muhatabına) kendi bölgende tasarruf hakkına sahip olmak istiyorsan veya olduğuna inanıyorsan; Meral Hanım nezdinde imtiyazlı olduğuna güvenmeyeceksin. Anladığım o ki; Meral Hanım ilkesel olarak karar almış, birilerine tanıdığı bütün imtiyazları sıfırlamış durumda. Dolayısıyla, sen ilk önce bölgene gidip, Meral Hanım'ın; parti üst yönetimine artık bundan böyle tabandan gelen irade ile şekil verileceği kararı doğrultusunda sınırsız üye kaydı kampanyasına katıl. Eğer bölgende arka bahçe oluşturmak istiyorsan, seni yukarılara taşıyacak üyeleri kayıt ettirir. O üyelerin iradesi ile seçilen delegelere kendini teslim et. Gün geldiğinde eğer takdir görmüşsen, o delegeler seni alır Meral Hanım'ın baş ucuna oturttular.
Diğer bir husus ise; partinin uğradığı kumpas ve kalleşlikler karşısında çok zekice bir strateji yürüten Meral Hanım; partiye doğrudan zarar verdiğine kani olduğu insanlara bile tahammül ederek sabırla stratejisini bozmadı. Parti kuruldu ama emekleme döneminde çok korumacı oldu. Bir çok insanı eksikliklerine rağmen yanında tuttu, hatta devam da ediyor. Şimdi Meral Hanım şuna kani ki; emekleme bitti, bebek ayağa kalktı, yürümeye devam ediyor. Artık çocuğun öz güveni oluşmuş, kendi başına yürüyebileceğini düşünüyor. İşte tam bu noktada artık doğrudan anne duygusu ile korumacılığını bırakıp, çocuğu hane halkına emanet etmek istiyor.
Emaneti teslim alacak olanlar kim; hukuki zorunluluk gereği her mahallede delege seçimini zorunlu kılacak asgari üye sayısı ile şekillenecek İlçe delegeleri; onların belirleyeceği il delegeleri; onların belirleyeceği Büyük Kurultay delegeleri dir.
En çok eleştirilen, Meral Hanım'ın fetöcü olduğu algısını yaratıp, sonra yaymaya çalışan alçakların yaratmış oldukları algı tuzağına düşerek fikir beyan eden benim de İYİ PARTİ'ye geldiğinde eleştirdiğim Koray Aydın Bey bile anlıyorum ki; Meral Hanım tarafından sadece kendisi değil, etrafındaki ilk halkada olanların hepsinin imtiyazlarının sıfırladığını fark ederek artık il il teşkilatları dolaşıp, bu sefer kendisi hakkındaki negatif algıyı sıfırlama ve itibar kazanma stratejisini yürütme zorunluluğunu hissetti.
Yani demem o ki; Meral Hanım artık çevresindeki ilk halkanın şekillenmesini tamamen ve tamamen taban iradesine bırakmıştır. Şimdi vuku bulan bir takım "İstemezük" çıkışlarının temelinde yatan; Meral Hanım'ın ifade etmeye çalıştığım stratejisi ile "İmtiyazlı olma" durumunu kaybedip, çalışma zorunluluğunun fark edilmiş olmasıdır.
Şuna inanıyorum ki; Meral Hanım özellikle bugünlerde ülkemizin en çok ihtiyaç duyduğu seviyeli bir siyaset dili, üslubu eşliğinde aklı ve zekası ile belirlediği bir stratejiyi özenle yürütüyor. Çok Cesaretli ve yürekli buluyorum.
Lütfen; başlatmış olduğumuz cesurlar hareketine mensup ilklerden çok sayıda darılan, küsenler olduğunu biliyorum. Gelin partiyi, gönlümüzden geçen bir yapının oluşması sürecine sokmuş olan Meral Hanım'a bu desteğimizi esirgemeyelim. İnanın ki bu süreç o kopmalara ve küsmelere neden olan unsurların parti üzerindeki tasarruflarını ortadan kaldıracaktır. Eğer bu hareketin başlamasının vebalini taşıyorsak; gelinen bu aşamada Meral Hanım'ı "İmtiyazlı halka" nın tasallutundan kurtarmamız lazım, bunun için de arkasında dimdik durmamız gerekiyor.

Demokrasiyi ilk önce kendi nefsimizde içselleştirmemeliyiz ki; sonra başkalarından demokrasi gereği demokratik haklar talep edebilelim.

Türk Tarih Kurumu Eski Başkanı Yusuf Halacoğlu ve Ermeni Meselesi
Türk Tarih Kumu(TTK) eski başkanı Yusuf Halacoğlu kendi başkanlığı döneminde özellikle 1915 Ermeni meselesine ilişkin müthiş bir mesai harcadığını yapmış olduğu özel bir sohbette dinlemiştim.
Kendi dönemine kadar söz konusu "Ermeni meselesi"ne dair Türk devletinin argümanlarını güçlü delillerle destekleyecek belgeleri; bizatihi öncelik Rus ve ABD arşivleri olmak üzere Avrupa devletleri arşivlerine bazen para ile bazen bilimsel çalışma, bazen de kişisel dostluklarını devreye sokarak, bir de Devlet Bahçeli'nin sağladığı özel ödenek ile aylarca çalışma yürütmüş. Hatta kendi cebinden harcadığı cüzi paralarla çok önemli belgeler toplamış.
Bu özveri ve gayret; inanmış ve adanmışlıkla dünyanın çeşitli arşivlerinden topladığı belgeleri yine ABD'den satın aldığı özel arşivleme programları ile devletimiz arşivine kazandırmış.
Özelikle 1915 yılı Ermeni tehciri üzerine toplanan güçlü belgeler ile "Ermeni Diasporası"na adeta "İstediğiniz yerde, istediğiniz masa etrafında, istediğiniz adamlarınız ile ne kadar belgeniz varsa getirin karşılıklı tartışalım" denilerek; ilk defa bu vefakar, cefakar Türk milliyetçisi bilim adamı sayesinde devletimiz özgüven dolu şekilde kendini savunup, ifade edebilmiştir.
Nitekim böyle bir teklife olumlu cevap vermeye yüreği yetmeyen veya kendilerince güçlü belgeleri olmayan Ermeni Diasporası "Sözde Ermeni soykırımı" palavrasını bugün de olduğu gibi çeşitli devletlerin parlamentolarına taşıyarak, oralarda Türkiye aleyhine karalar aldırma yoluna gittiler. Bu alınan kararlar elbette hukuki değil, siyasi olup hukuki bir yaptırımı da yoktur. Yaptırım olması için soykırım yapıldığına dair uluslararası bir mahkeme kararının olması lazım.
Esas söylemek istediğime gelince. İşte topladığı güçlü belgelerle Ermenilerin uluslararası hukuki yollarla elde etmek istediği sonuca gitmesine mani olan Türk milliyetçisi TTK eski başkanı Yusuf Halacoğlu; sahip olduğu bilgi, birikim ve tecrübesi ile atıl vaziyette siyasetin cezalandırdığı bir bilim adamını olarak kendisinden hala faydalanılmamaktadır.
Bir çok fuzuli adamın egolarını tatmin ve kendi siyasi partilerine karşı herhangi bir "Yaramazlık" yapmasınlar diye devletin danışma kurullarında istihdam edilirlerken; Yusuf Halacoğlu'nun istihdam edilmemesi içimi sızlatıyor.

Özgür Düşünen Türk milliyetçileri ve Milli Sol'un işbirliği
Özgür düşünen demokrat Türk Türk milliyetçisi olarak tespitim o ki; sağ zihniyetin Atatürk'ün hedeflerine ulaşılması konusunda büyük engellemeleri olduğu gibi biz Türk milliyetçileri olarak milli sol ile kavgayı değil işbirliğini tercih etmiş olsaydık; Türkiye bugünkünden çok çok modern farklı bir ülke olurdu.
Siyaset üstü düşünerek; gerek milli sol gerekse özgür düşünen demokrat Türk milliyetçileri kendi iç dünyalarında yapmış oldukları muhasebe ve empati ile artık bir ortak çalışma sürecine girilmiştir. Bunun tetikleyicisi ise; özellikle ülkemizi bugünkü sıkıntılara taşıyan AKP iktidarı ve onun müsebbibi olduğu 15 Temmuz ihanet sürecidir. Yine bu siyasi işbirliği süreci için eylem, düşünce ve hoşgörüleri ile zemini müsait hale getiren Kemal Kılıçdaroğlu ve Meral Akşener'in haklarını da teslim etmek lazım.

Bağdadi önce yaratıldı, sonra görev yaptırılıp şimdi de yok edildi.
ABD kendi projeleri için inşa ettiği terör örgütlerine önce lider belirliyor, sonra o lider önderliğinde terör örgütü ile ne yapmak istiyorsa onu yapıp, düşündüğü operasyonunu tamamladıktan sonra da o lideri cesedi bulunmayacak şekilde ortadan kaldırıyor. Taliban lideri Usame Bin Ladin örneğinde olduğu gibi.
Bundan sonra ki süreçte kanaatim o ki; ABD, PYD'yi benzer konuma getirip, görevlendirme yapacak ve bizim başımıza musallat edecektir. 30 km derinliğe çekilme planı PYD'yi koruma düşüncesinden başka bir şey değil. İşte bu nedenle operasyon durdurulmayıp, PYD'nin kökünün kurutulması düşüncesi ile devam edilmeliydi.

Kısa Kısa...
Her namaz kılan makbul insan değil, her ahlaklı insan makbul insandır.
Niçin bu yorumu yapma ihtiyacı duydum. TV'de tartışma programını izliyorum. AKP'li Tosun mu dur, boğa mı dır her neyse; CHP'lilerin namaz kılmadığı gibi bir algıyı pazarlama basitliğine, şirretliğine düşünce ilk aklıma geleni ifade etmek istedim.
...
Ümitsizliğe gerek yok, çağımız nasıl olsa bizden yana. Hissettiğimiz sızılar mı; onlar ana karnındaki bir çocuğun "Ben hala yaşıyorum" diyen tekmeleridir. Doğum yakın.
...
Ne mutlu Türküm diyebilen herkesin Cumhuriyet bayramını en kalbi duygularımla kutluyorum.
...
Cümle alem de sanacak ki; Türk milliyetçiliğine inanmış ve adanmış yetişmiş, yaşayan tek gazetecisi Metin Özkan. Oysa o artık siyasal İslamcılığa evrilmiş bir gazeteci.
Yanarım yanarım da; Türk milliyetçisi nice yetişmiş duayen gazetecilerin de varlığına dair; kendilerini öne çıkarma ve ifade etme imkanına ambargo konmasına yanarım.
...
"Bizde siyasal güç, sizde de kadro" deyip iş birliği yaparak bu ülkeye en büyük ihaneti yapanları not almayan tarih de, vicdanlar da utansın.
...
Bırakın tıraşı, karşılık verin. Sizin bizim gibi canınız acısa, asabınız bozulsa; anında 13 Kasım görüşmesini iptal ederdiniz.
Edemezsiniz; zira sırtınızda ayıplarınızla dolu öyle bir küfeniz var ki; yere bıraksanız pislik akacak.
...
Üç büyük şehirde iktidar kaybetti ama öyle bir değişim oldu ki; sanki cumhuriyet yeniden ilan edildi. Coşku, heyecan ve yarınlara dair umut.
Evet, bu ne demek oluyor; kaybedilmiş cumhuriyet değer ve kazanımlarına susamışlığın bir anlamda yarattığı hararetin dışa vurumudur.
Ha gayret, az kaldı. Sıraya geçin, kabınıza hararet doldurun; çünkü kana kana demokrasi içeceğiz.
...
Türklük, Türkçülük öyle kıç sıkışınca sığınılacak liman değildir. Hissedeceksin, sonra yaşayacaksın; gerekirse her daim Türklükle hemhal olup, acısını taşıyacaksın ama dedim ya; kıçın sıkışınca değil.
Türk olunca doğal reflekslerin de ona göre olmalı. Nasıl mı; o mektubu aldığında; "Hs.tir ulan! O mektubu alır, senin münasip bir yerine..." diyebilmektir.
soralmehmet@gmail.com

26 Ekim 2019 Cumartesi

ARIZALI ''FETÖMETRE''

Hainlikle itham edilip şehitlikle aklanmak
Hainlikle itham edilip, şehitlikle aklanmak; sonra da al bayrağa sarılıp toprakla kucaklaşmak.
Bugün toprağa verilen şehidimiz için ne bahtsızlık değil mi. Bu garabeti şehidimize yaşatanlar için ise ne utanılası bir durum.
Hain dediğin ismi polislikten atacaksın. Yani devletin kendisine güvenini kaybettiği için kamu hizmetinden uzaklaştıracaksın. Burada bir çelişki söz konusu değil.
Peki aynı güvensizliği doğaldır ki askerlik yaparken de üzerinde taşımaya devam edecek olan bir insanı cepheye niçin sürüyorsun. Bu bir çelişki değil mi.
Dolayısıyla fetö nedir, terörist nedir, hain nedir, puşt nedir; bu kavramları gözden geçirip yeniden bir tanım mı yapmak lazım(!) Ne yapılacaksa yapılsın ama ortada garabet bir durumun varlığı söz konusu.
Adam fetö üyesi ise; teröriste silah verip nasıl askerlik yaptırıp, namusumuzu şerefimizi korumakla görevlendirirsiniz; şerefli bir asker olacak vasıflarda görüldüyse aynı kişi niçin tekrar KHK ile polislik mesleğine iade edilmemiştir.
Bu fetö meselesinin anlaşılan "fetömetre"sinin " Vicdan ayarı"nda bir yanlışlık var arkadaş. Adama teröristin deyip, elinden silahını alacaksın ama yine bir başka kamu güvenlik kurumu olan askerlik görevi için tekrar eline silah vereceksin.
O yiğit delikanlı gitti şehit oldu. Ruhu şad mekanı cennet olsun olsun. Ya siz; vicdan ayarı bozulmuş muktedirler; Allah'a nasıl hesap vereceksiniz.

Cumhuriyet Değer ve kazanımlarını koruyan vesayetin yerine siyasal İslamcı vesayeti oturtma düşüncesi 
Özellikle Ergenekon ve Balyoz kumpasları ile başlayıp 15 Temmuz ihanet süreci ile devam etmekte olan zaman diliminde; çevremde olup da tanıdık bildik tüm rütbeli askerler hakkında şu veya bu şekilde soruşturma açılmış, görevlerinden uzaklaştırılmış oldukları konusunda bir gözlemim sözkonusu; ya sizlerin.
Bu gözlemime binaen "Bu kadar tesadüf olabilir mi" sorusu aklıma gelmiyor da değil. Çünkü AKP; kuruluş meşruiyetini ve süregelen güçlü iktidarını geçmişten gelen ordu vesayetinin demokrasimize dayattığı yaptırımlardan dolayı milletin bu vesayetten hesap sorması olarak görüp, anlatıp; propagandalarını bu minvalde yaptılar
Dolayısıyla, diyorum ki; şahsen bu kadar da tesadüf olduğunu "Sanmadığım" yukarıda konu ettiğim, aslında cumhuriyet değer ve kazanımlarını koruma refleksi olan ama AKP ve siyasal İslamcıların "Ordu vesayeti" dedikleri; meşruiyeti Cumhuriyetimizin kurucu iradesi "Ordu millet" iradesine dayanan bu refleks halini ığdış edip yerine "Siyasal İslamcı" kendi vesayetlerini oluşturup, sonra da oturtma düşüncesi olabilir mi. Neredeyse ordumuzda belli bir dönem öncesinden gelen rütbeli askere rastlayamayacağız gibi.
Askerlik yasası ve düzenlemesinde yapılan her türlü değişiklikler adeta bu şüpheme meşruiyet kazandıran özellikler taşıyor. Yeni düzenlenen askerlik sisteminin gençlerde yarattığı ruh hali, maalesef eğlenceli asker uğurlamalarını da ortadan kaldırdı. Çünkü süregelen, geleneksel o ruh halini öldürdüler. Gençlerdeki böyle bir ruh halinin "Ordu millet" tanımına uymayacağı aşikar.
Tanrı Türk'ü ve O'nun ordusunu her daim var edip, muzaffer eylesin.

Katil Esad ile masaya oturmak istemiyorsak ABD ile niye...?
"Cemaat" (Fetö) sunumu, ABD paketlenmesi ile ülkemiz siyasetine damardan enjekte edilen AKP ve O'nun lideri; hiç bir zaman kan dökmekten çekinmemiş, hep eli kanlı katil olmuş ABD ile her türlü görüşme ve işbirliğini devam ettirmiştir. Yani ABD'ye "Eli kanlı bir devletle BOP projesi için eş başka olmam" dememiştir.
Ancak ne var ki; eli kanlı ABD'nin BOP projesi gereği eş başkanı olma hasebiyle "Esad"a eli kanlı "Esed" dendi ve bundan hiç bir şekilde vaz geçilmediği gibi Suriye'de Arap Baharı operasyonu için de meşruiyet olarak görüldü. Muhalefetimizin bütün ikazlarına rağmen Suriye ile ikili görüşmelere gidilmediği gibi katille işbirliği istendiği şeklinde ağır ithamlarda bulunuldu. Oysa aynı insanlar yani devletimizi yönetenler dünyanın tescilli eli kanlı katil devleti ABD'nin BOP projesi eş başkanı olmaktan imtina etmediler.
"Eli kanlı Esed ile görüşmem" inadının temelindeki esas gerçek; Büyük Orta doğu Projesine sadakatle bağlılıktır. ülkemizin terör sorununun katlanarak bugünkü seviyesine gelmesine neden olan da bu inat olmuştur.
AKP iktidarının 2002 yılında sıfır noktada aldığı terör olayları; BOP projesinin nihai amacı doğrultusunda ülkemizle ilgili istenen amaca yönelik kıvamın tutturulması o da yetmeyip meşruiyet kazandırılması için ülkemiz içinde bulunduğu terör sarmalına adeta bilerek ve istenerek taşınmıştır.
Peki Rusya bu işin neresinde; göbeğinde şüphesiz. ABD sel akıtıyor, yakıyor yıkıyor Rusya da selden kütük kapıyor, biz ise yaratılan sel ile harap olmuş bağ ve bahçelerimizi izlemeye devam ediyoruz. Bu süreçten ise neredeyse hiç zayiat vermeden en kazançlı çıkan Rusya olmuştur.
Putin; adeta hesabı, kitabı yapılarak, tam donanımlı olarak KGB'de başlayan bilinçli bir süreçle yetiştirilmiş gerçek Rus milliyetçisi bir devlet adamı olup, BOP projesini; kurgulayanların aleyhine kendisinin de lehine çevirmeyi başarmış bir adamdır. İşte Rus devletini böyle bir devlet adamı yönetirken bizleri de; siyasi olarak kendisini en güçlü hissettiği günlerde Türk milliyetçiliğini ayakları altına almış bir devlet adamı yönetiyor.
Dolayısıyla, benim Türk milliyetçiliğimi ayakları altına almayı aklından geçirmiş, dili ile de ikrar etmiş bir devlet adamının; ülkemin içinden geçmekte olduğu sürecin Türk milliyetçiliği motivasyon kaynağına en çok ihtiyaç duyulan bir süreçte, Türk milliyetçiliği atraksiyonlarına girişmiş olmasına kanmam, kendi siyasi durumunu kurtarma refleksi olarak görürüm. Bu ruh halini iyi tanır ve bilirim; hiç bir zaman güvenmedim, güvenmemeye de devam edeceğim.
Yandaşlar sürekli malum mektubun üzerimizdeki ağırlığını ve ezikliğini hafifletme çabası içindeler. Mektubun iade edileceğini söylüyorlar. Ancak anlayabildiğim kadarıyla muhterem mektubu değil ekini sorun yapacak ve soracaktır "Bu nedir" diye. Çünkü mektubun mahiyetinde, kendi özelini ilgilendiren bir durum söz konusu, dolayısıyla konuyu deşmek işine gelmez.
Trump'a "Mektubunu da mahiyetini de üslubunu da aynen sana iade ediyorum" şeklindeki bir tepkiyi göstermek öz güven ister. Peki öyle bir öz güven var mı; hayır. Zaten böyle bir öz güven olsaydı 13 Kasım görüşmesinin anında iptal edilmesi düşünülürdü.
Ahan da buraya yazıyorum; mektubun iadesi falan olmayacak ama yandaşlar PYD generali terörist Mahsun Kobani denen adamın isminin tartışılmasını mektubun iadesi yapılmış gibi anlatacaklardır.

Hep ''Esed Esed'' dediniz durdunuz ne oldu yine ''Esad''a döndük  mü.
Muhalefetin ilk dediği noktaya gelindiğini itiraf edecek içinizden bir delikanlı çıkacak mı bakalım. Üstelik 40 milyar dolarımız da cebimizde kalacaktı.
Ruslar ile ortak devriye yapacağız. Artık "Esed" denmeyecek "Esad" denecek; anlaşılan bu. Sevindirici bir durum.
Bu arada "Suriye Milli Ordusu" denen unsur ne olacak. Ülkemizde dinlenmeye mi alınacaklar. Aman dikkat edelim; sonra onlar da lahmacun ısmarladıklarımızdan olmasınlar.
PYD/YPG'ye bizim dışımızda sadece Esad terör örgütü diyor değil mi. Yani her iki ülkenin güvenliği için ortak bir sorunumuz söz konusu. Oysa biz O'na "Katil Esad" değil, gel şu ortak sorunumuzu beraber halledelim diyebilirdik.
Rusya ile de; ABD ile de Suriye toprakları üzerinde ortak çıkarımız yok, onlar emperyalist devletler olup orada bulunuyorlar, biz ise komşuyuz. Ah o BOP projesi eş başkanı olarak Arap Baharı rüzgarında sörf yapma tutkusu yok mu; işte o arzu ve ego tatmini ülkemizi de, milletimizi de maf etmiştir.
Eğer biz "Komşu komşunun külüne muhtaçtır" atasözümüze değer verip, zerre kafa yorsaydık; komşuluk hukuku çerçevesinde Suriye ile pekala anlaşabilir, hatta demokrasilerinin gelişimine katkıda bulunabilirdik. Aksine, olamadığımız gibi kendi demokrasimiz nitelik olarak çok şey kaybetti.
soralmehmet@gmail.com

22 Ekim 2019 Salı

SURİYE BATAKLIĞINDAKİ VARLIĞIMIZ BOP GEREĞİDİR

15 Temmuz da Suriye operasyonu da Büyük Ortadoğu Projesinin bir uzantısıdır
Birileri düşünüp doğruları yazmamıza mani olmak üzere sürekli üzerimizde tehditlerini hissettirirlerken; ne olur sizler de iki üç cümle ile izah edemeyeceğimiz kadar önem arz eden konuları uzun yazılarla anlatıyoruz diye okumamazlık yapmayınCümlenize selam olsun.
Gelelim mevzumuza.
AKP kurulduğundan bu yana ne olup bitiyorsa anlaşılan o ki; BOP projesi dahilinde oluyor ve bitiriliyor.

Bu projesinin alt zeminin oturması için yaklaşık 2007 yılına kadar AKP'nin yeterince muktedir olması için ABD her türlü desteğini verdi. Bunda özellikle "cemaat-Fetö"nün lobicilik gücü en etkin şekilde kullanıldı.
Düşünülen siyasi güç elde edildikten sonra da; sıra geldi muhtemel milliyetçi, ulusalcı Atatürk sadakatlı sivil ve asker direnişine karşı tedbir almaya. Bunun için de; AKP siyasi desteğiyle Ergenekon ve Balyoz kumpasları ile muhtemel direniş gösterecek unsurları bertaraf edilip, kalanlarını da yıldırma sürecine gidildi.
Sonra sıra neye geldi, BOP projesine mani olan devletin yönetim şekline ve organizasyonuna müdahale edilerek, sitemim değiştirilmesine. O iş de nasıl halledildi; 15 Temmuz ihanet kalkışması ile.
Şimdi sıra neye geldi; Türk askerinin şehitler vererek Suriye'nin kuzeyinde sağladığı güvenlik alanında; tüm sosyal ihtiyaçların sağlandığı, alt yapıları ile inşa edilecek olan köyler, ilçeler ve şehirlere. Zaten geçtiğimiz günlerde Erdoğan bu projesinin tanıtımını yapmıştı. Hatırlayın lütfen Kuzey Irak özerk bölge yerleşkesinin inşasını da biz sağlamıştık.
Kim ne derse desin; mevcut aklımla bildiklerime, gördüklerime dayanarak düşünüp vardığım hüküm o ki; Barış Pınarı Hareket'miz sınır güvenliğimizden öte BOP projesinin bir uzantısı gibi görünüyor. Eğer sadece sınır güvenliği operasyonu olsaydı; hiç bir Allah'ın kulu ya da devleti o terörist çeteyi gidebildikleri yere kadar kovalayıp, bulundukları yerde imha edilmelerine mani olamazdı. "Kürt devleti" için alt yapısını Erdoğan'ın anlattığı güvenli gölge için gerekli böle boşaltılmış olduğu için operasyon durdurulmuştur.
PYD/PKK adına, ABD inisiyatifinde, BOP projesi dahilinde sağlanan binlerce tır dolusu silah ve 70 bin kişilik savaşacak insan gücünün bugünkü varlığı sadece ve sadece kurulacak Kürt devleti için aynen zamanında Suriye'nin parçalanmasına bahane olsun diye inşa edilen ISID vari unsurlardır. Girdiği her yeri yerle yeksan edip, süpürüp alan ISID'dan geriye ne kaldı, hiç bir şey. Çünkü ISID'ın devamına gerek kalmadı, zira görevini yaptı; Suriye parçalandı.
Yani ABD; PYD/PKK'nın arkasında diye kurulacak olan Kürt devleti de onların inisiyatifine terk edilecek, onların da varlığı devam edecek diye bir şey olmayacak. Onlar da devre dışı bırakılacak; aynen ISID gibi. Sonra biz Türkler maalesef bir gerçekle baş başa kalacağız; kendi ellerimizle kurduğumuz yeni komşumuz, İsrail uzantısı bir "Kürt Devleti".

Anlaşılan bir "Esir olma" veya "Şantaja uğrama" hali var.
Onca twit'i yedik yuttuk, yetmedi; Türk milleti olarak tek tek her birimizin onuruna dokunan, adeta önceki twit'ler üzerine sos olan mektubu da görmeyen, duymayan, bilmeyen muhterem; istediğini alan Trump'ın teşekkür twit'ine nihayet karşılık verdi. İyi niyetlerini bildirdiler.
Anlaşılan o ki; muhteremin tek isteği Trump'ın övgüsüne mazhar olmakmış. Övüldü ve her şey yoluna girdi. Öyle ya; Trump'ın o twit'leri ve mektubu muhteremi yeterince tahrik etmediğine göre başka ne anlam çıkarabiliriz.

Bana ne de kolay "Zillet illet" diyorsun değil mi. Dışarıya esip gürlemen için ille de seçim arifesi mi olması lazım. Yahu tam da zamanı deği mi; Trump'a okkalı bir giydirme yapman için. Beni "zillet, illet; kandan beslenen, ayaklarının altına alınası güruh" gördüğün gibi aynısını Trump'a da yapabilirsin. Hangi hatıranıza veya vefaya binaen çekinip, yapamıyorsun.
Hani sen ancak "Muadilin" ile yani Trump ile görüşebilirdin. Ne oldu şimdi; "ABD Başkan yardımcısı" ile görüşeceksin. Bu adamla görüşecek olanın senin yardımcının olması gerekmez miydi.
Şimdi senin için "Otoriter tek adam" desem beni mahkemeye verirsin; onun için demeyeceğim,Trump ile görüşmeyip, O'nun yardımcısı ile görüştüğüne göre; ya o adamın ya da kendi konumunun tanımını bizlere yeniden yapman lazım.
ABD'nin muhatabına yedirdiği mektubu; sanki esir alınmış bir askerin cebinde sakladığı, devlet sırlarını taşıyan bir mektupmuş gibi buruşturup, ağzına atıp, çiğneyip yutmak gibi bir fedakarlığı, bir zekayı anlatır gibi zaferle taçlandırarak anlam yükleyip, anlatmaları yok mu; evlere şenlik. Bunların alayı besleme.
Hep diyorum ya; arsıza kütük çakmışlar bu gürültü nereden geliyor demiş.

Anlaşılan bir "Esir olma" veya "Şantaja uğrama" hali var.
Anlaşılır gibi değil. Muhterem esiyor, gürlüyor ancak her defasında süreç belli bir noktaya gelince ne istenirse veriliyor. Buna bir defa değil, kaç defa şahit olduk.
Demokratik Parlamenter Sistemde olsaydık, kuvvetler aylığı prensibi çalışıyor olacağından; devletin tek adama değil, kurumların kurumlara karşı sorumlulukları gereği; olup bitenleri devletin istihbaratı başta olmak üzere bir çok kanalından haberdar olma imkanımız olacaktı. Maalesef bu devlet geleneği artık olmadığından; bilinenler de, söylenenler de tek adamın iki dudağı arasında saklı olanlardan ibaret.

Bu arada Türk milliyetçiliği kurumsal kimliği patentinin kendilerine ait olduğunu iddia eden tek adama meftun kimselerin üzerlerine giydikleri vebal gereği yaşanan bu yalpalamalara, tavizlere açıklama getirmek durumundadırlar.
ABD; tek adamın Arap baharı rüzgarında sörf yapma tutkusu ve ego tatmini isteğine karşılık BOP eş başkanlığı vazifesini kendisine dikte ederek Suriye bataklığına dahil edildik. Şimdi de; tek adam ve diğerlerinin mal varlıklarının teminat altına alınması karşılığı, bataklıktan kurtulmak için yapılan operasyonun durdurulmasına razı edildiğimiz anlaşılıyor.

Önce lahmacun ısmarladık sonra terörist dedik
Bütün bu başımıza gelenler BOP projesi eş başkanlığı vazifesi ile Arap Baharı rüzgarında sörf yapma tutkusu değil mi.
Evet, ordumuzun arkasındayız, zaferi için elbette sonuna kadar yanındayız, millet olarak duacıyız ama inşallah zaferden sonra Arap baharında sörf yapma tutkusunun da; PYD'ye ısmarladığımız lahmacunların da illaki hesabı sorulmalıdır.
CHP sözcüleri niçin muktedirlere şunu söylemeyi akıl etmezler; "Biz koskoca TC Devleti'nin lahmacun ısmarladığı PYD için onlar bize mi saldıracaklar" dedik.

Öyle ya; muktedirler CHP'yi böyle dedi diye lince tabi tutuyorlarsa PYD'ye niçin lahmacun ısmarlayıp, topraklarımızdan geçirerek mihmandarlık yaptılar

soralmehmet@gmail.com

16 Ekim 2019 Çarşamba

SİYASİ GÜNDEME DAİR DEĞERLENDİRME

Siz milliyetçi olamazsınız ancak görünürsünüz ama inandıramazsınız
Şimdi hazır olun; aynı güruh bundan böyle her akşam yine aynı TV'ler de, yine aynı simalarla bizlerin ne kadar milliyetçi olmadığımızı; kendilerinin ise ne kadar milliyetçi, Türkçü ve Turancı olduklarını anlatacaklar. Dinleyip, izleyeceğiz.
Bunların cinsleri cibilliyeti budur. Fethullah Gülen'i eleştirdiğimiz günlerde resmen yine aynı isimler bizleri tükürüğe boğarcasına saldırıyorlardı; "Bu mübarek adamdan ne istiyorsunuz" diyerek.
Şimdi ise onlar Fethullah Gülen'e en ağır küfrü ettiklerinde kendilerine geriye dönük hatırlatma yaptığımızda "Siz geçmişte de aynı güruhtunuz" dediğimizde; bu sefer bizi fetöcü ilan ediyorlar.
İşte bu nedenle diyorum ki yarınlara hazır olalım; bunlardan ne kadar milliyetçi olmadığımızı dinlemeye.

Ayağını üzerimizden ne ara çektin ki "Altı devlet bir millet" diyebiliyorsun
Milliyetçiliğimi ayakların altına alacaksın sonra dönüp "Altı devlet blr millet" diyeceksin öyle mi.
Acıyorum haline biliyor musun. Senin o reisci kölelerin bundan böyle TV'le benden çok milliyetçi, benden çok Türkçü, beden çok Turancı olup ahkam kesecekler değil mi. Arsızlık kanınızda hakim unsur, yaparlar mı; yaparlar.
Allah kimseyi dalından düşen yaprak misali; rüzgarın nereye savuracağı belli olmayan bir akıbete doğru sürüklemesin.

Sen o gün, muktedir olmanın gücü ile söylediğin şeyden o kadar çok emindin ki; benim inancımı, ideolojimi ayaklarının altına alarak, derin bir haz ile attığın naran hala kulaklarımı tırmalıyor.
Şimdi ise savrulan yaprak gibi sen bizim ayağımızın altına geldin ama korkma, biz üstüne basıp geçmeyeceğiz. İbret olsun diye seni itina ile yerden alıp "Türklük gurur ve şuuru, İslam ahlak ve fazileti" kitabımın sayfaları arasına koyacağım, ta ki; sen o sayfalarda anlatılanı anlayana kadar.

Siyasal İslamcıların huyudur bu
Ergenekon ve Balyoz kumpasında mağdur olmuş, hapis yatmış olan Ahmet Yavuz Paşa bir TV programında diyor ki; "Suriye'de bulunmamızı anlatırken fetih kavramını kullanmayalım, çünkü fetih ile savaş örtüşen kavramlardır. Bunu niçin söylüyor. Çünkü hükumetimizin resmi açıklaması da, milletimizin bildiği de; bu operasyonun savaş değil barış harekatı olduğudur.
AKP eski milletvekilleri Resul Tosun ve Mehmet Metiner, Yavuz Paşa'ya hemen karşılık veriyorlar; "Milletin ekseriyeti Müslüman böyle düşünemezsiniz" o da yetmiyor; "İslami literatürü bilmek lazım" diyerek de Yavuz Paşa'yı din cahili gösteriyorlar.

Oysa her iki eski vekil de; Suriye'de bulunma amacımıza göre fetih kavramını yanlış kullananlar bizatihi kendileri. Bunu bilmediklerinden değil kasten yapıyorlar. Çünkü onların huyudur; böyle durumlarda İslam'ı devreye sokup, onun üzerinden seçmene mesaj göndermeyi amaç edinirler. Çünkü onlar milleti cahil görüp, dini söylemler üzerinden her yanlışı millete yutturabileceklerini düşünürler. Millet de "Madem ki sözün içinde İslam geçiyor, ne diyorlarsa doğrudur ön kabulu ile bir teslimiyet içinde hareket ederler.
İşte "Siyasal İslamcılık" böyle bir şey. O'nun mantalitesi anafor gibidir. Kişiyi de toplumu da dibe çeker. Onun içindir ki; tüm İslam toplumları geri kalmışlardır. Siyaset ve din ilişkisi sosyal hayatımızda karşılıklı olarak birbirlerinden soyutlanamadığı sürece toplumu dibe çeken anafordan kurtulmak mümkün değil.
Sizi gidi fırıldak siyasal İslamcılar sizi; "Arap alemi niçin bizi arkamızdan vurdu" diyoruz. El cevap "Yöneticilerin kararı o devletin milletini bağlamaz" diyorlar.
İslam coğrafyasının bu kadar kazığını yeyip hala "Bu gürültü nerEden geliyor" arsızlığına, aymazlığına bürünmek, o coğrafyaya toz kondurmama refleksinize; pes doğrusu....
Zaman zaman "Acaba bu siyasal İslamcıları özel psikolojik eğitme tutup, sonra da sahaya mı sürüyorlar" diye düşünürüm.
Üç beş oy devşirmek için tüm Avrupa ülkelerinde kurgulanmış eylemlerle; "Eytttt, meytttt" naraları üfürüp, gereksiz yere milletimize, devletimize düşman kazandıran bizim yöneticilerimizin, devletimize yaptıkları bu kötülükleri; "Bize ne, onlar sadece yöneticilerimiz olup, bizleri bağlamaz" diyerek kendimiz için aynı şeyleri düşünebildik mi; elbette hayır.
İşte bu akıl, vicdan ve empatiden yoksun insani ve ahlaki kültürden beslenen inisiyatifin belirlediği yöneticilerin mantalitesi ile yönetilen devletimizin başı beladan, milletimiz de kazalardan kurtulamıyor maalesef.

Tezkereye "Yabancı askerin ülkemize gelmesi" ifadenin konmuş olması
Tezkereye "Yabancı askerin ülkemize gelmesi" ifadenin konmuş olması; neye, hangi durum ve hallere binaen ihtiyaç duyulduğunda; kimin askerleri, kimler için çağrılacaktır.
Benim ilk aklıma gelen; AKP iktidarının kozmik odayı CIA yönlendirmesi FETÖ hainlerine teslim etmiş olması ve sonrasında başımıza gelenlerdir.
Dolayısıyla, herkese sormak istiyorum; sizler tezkerede geçen "Yabancı askerin ülkemize gelmesi" kabulünün AKP'nin yetkisinde olması "Kozmik oda faciası"ndan sonra sizi ürkütmüyor mu.
Yoksa sizler hala AKP'ye güvenenlerden misiniz. Ben henüz birinci "Kandırılma"nın dahi hesabını görmeden ikinci bir Kandırılmaya teşne olamam, yol veremem.

Uğur Mumcu'nun hakkını teslim etmek
Uğur Mumcu'ya; "siyasal İslam"a daima döl yatağı olup, hain yetiştiren sağ zihniyet üzerinden bakıp komünist dedik, Allah'sız dedik; onu dedik, bunu dedik, şunu dedik ama bugün anladık ve gördük ki; imanını bilemem ama bir mümin gibi adil, ahlaklı ve samimi vatansever olduğuna en azından kendi adıma hüküm verebiliyorum.
Şimdi bana gene "Ulusalcı Komünist" diyen biatcı köleler olacaktır. Hadi oradan! Ben "Özgür düşünen, demokrat Türk milliyetçisi"yim. Güzel ahlakı temel alan, din ötesi bir mantalite ile insanların tutum, düşünce ve davranışlarını dikkate alarak haklarında hüküm veriyorum.

''Eyyy Trump'' diyememenin nedeni nedir 
Her vesile ile "Bay Kemal" narası atan, zillet illet ithamını muhalefet üzerine insafsızca boca eden muhterem.
Türkiye'yi hor gören, zaman zaman da aşağılayan ve twit bombardımanı yağdıran Trump denen gerzeğe bir kez olsun "Eyyy Trump.." demene mani olan çekincenizin arkasında Türk milletinden saklanan ne gibi bir ilişkiniz muhabbetiniz olabilir.
Mesela aynen bize hiç zorlanmadan dediğin gibi Trump'a da "Zillet ve illetliği şahsında bütünleştirmiş bir adamsın" diyebilirsin. Niçin demiyorsun ya da diyemiyorsun.

Mecliste HDP var diye gizli görüşme yapılamıyor
AKP'li Mehmet Metiner diyor ki; "Mecliste HDP olduğu için gizli görüşmeler yapmıyoruz"
Nasıl bir mantık, nasıl bir devlet anlayışıdır ki; maaşlarını ödediğimiz, içlerinden birisine meclis başkan vekili olarak meclis oturumlarını yönettirdiğimiz, millet vekili özlük haklarından yararlandırdığımız, ülkemizi temsilen Parlamenterler heyetine dahil edilerek yurt dışına gönderdiğimiz bu insanların meclisteki varlıklarından çekinildiği için meclis güven içinde çalışamıyorsa sormak istiyorum; HDP'nin meclisteki varlığını bizlere dayatan Türk Devleti dışında başka bir güç mü var.

Devletin ali menfaatleri için tehlikeli olan bir parti nasıl olur da mecliste yer alıp, varlığını sürdürebiliyor. Devlet çok ciddi bir kurum olup kendisi ile çelişemez. Çelişmemesi için de anayasası ve buna bağlı yasaları vardır.
O zaman bundan çıkarılacak sonuç; HDP'nin meclisteki varlığı birilerine bir şekilde yarıyor olmalı ki; HDP'nin de yer aldığı meclis gizli oturumlarının dahi yapılmamasına yeğleniyor.

İYİ PARTİ ve CHP ittifakını ayrıştırma gayretleri
Siyasal İslamcılar CHP üzerine öyle bir bagaj yüklemişlerdi ki ne yapsa üzerinden atamıyordu. Üstelik de bu ülkeye en büyük ihaneti siyasal İslamcılar ve bunlara döl yatağı olmuş sağ zihniyetler olmasına rağmen. İşte CHP, İYİ PARTİ ile kurduğu millet ittifakı ile bu bagajını sırtından atma fırsatını bulduğu bir sürecin içine girdi.
Artık CHP oldukça milli çizgide bir siyaset yürütüyor. Bizler 1980 öncesi CHP'yi de çok iyi biliriz. O zamanki CHP bugün olsaydı; mesela, Andımızın okunması ve TC'lerin söküldükleri yerlere çakılması mücadelesini vermeyeceği gibi karşı bile çıkardı. Bugünkü CHP için düşündüklerimi de o yıllarda ben düşünmezdim doğrusu.

Siyasal İslamcılar ve bunlara döl yatağı olmuş sağ zihniyet bunu fark edince; CHP'nin sırtına yeni bir bagaj yüklemek ve onun üzerinden vurmak için inadına HDP/PKK ile ilişkilendirerek adeta itibarsızlaştırma kampanyası yürütülüyor.
Çünkü CHP siyasal İslamcı ve sağ zihniyetin en büyük argümanı başörtüsü meselesini yerle yeksan etti. Sıradan bir CHP'li Kuran'dan ayet okuyabiliyor. Camide, Umre'de, Hac'da görülebiliyorlar. İftar sofralarında bağdaş kurup yemek yiyorlar.
İşte böyle bir CHP'nin genel başkanı Kılıçtaroğlu olunca; artık siyasal İslamcı sağ zihniyet bu konjonktüre tahammül edemeyerek sürekli Kılıçtaroğlu düşmanlığı yapıp, sanki "CHP kalsın ama Kılıçtaroğlu gitsin" der gibiler. Çünkü Kılıçtaroğlu giderse CHP tekrar onların suistimal edebilecekleri alana kayacak da ondan. Tabiki bu arada diğer bir önemli faktör ise Meral Hanım'ın siyasi güvenirliği ile sağladığı ittifak ruhu Kılıçtaroğlu'na rahat siyaset alanı açarak yüreklendirmiştir.
CHP'li Sezgin Tanrıkulu: "Bu Kürtlere karşı yapılan haksız bir savaştır" demiş.
CHP, kesin ihraç istemi ile bu kambur sırtında iyice belirmeden tez elden def edip atmalıdır.
Bir kaç yazımda vurgu yapmıştım, bir kez daha tekrarlıyorum. CHP'yi oldukça milli çizgiye çekmiş olan ve bunun da meyvesini toplamış olan Kılıçtaroğlu'nu güç durumda bırakarak, itibarını sarsıp, partiyi HDP'leştirerek onunla adeta bütünleştirmek isteyen bir damar var.

CHP'li değilim ancak günlük siyasi söylem, tutum ve davranışlar üzerine yorum yaparken; doğal olarak CHP üzerine de değerlendirmeler yapıp, hasbelkader doğru yaptıklarını da yanlış yaptıklarını da dile getiriyorum.
Bunun üzerine bizim cenahtan birisi der ki; "Sendeki bu CHP sevdası nedir"
Benimkisi elbette CHP sevdası falan değil. Benim uğraşım veya sevdam bu ülkeyi her geçen gün uçuruma sürükleyen; başına önce belalar açıp sonrada o belalar ile boğuşan ülkemin; tüm imkanlarını, yaptıkları hataları telafi etmeye yönelik, devletin bekası için zorunlu hale gelen harcamalarının müsebbibi AKP'ye alternatif olabilecek güçlü bir ittifakın oluşturulmasıdır. Sonra bu güçlü ittifakın demokratik seçimlerle Cumhur ittifakının inisiyatifinden devletin yönetimini devralmasıdır.
Tasavvur ettiğim ittifakın içinde CHP'nin olması benim görüşüme göre olmazsa olmazdır. Dolayısıyla, CHP'nin hatalarını hatırlatmak, iyi yaptıklarına da dikkat çekmeye matuf yapmış olduğum yorumlarımdaki amacım; Cumhur ittifakına alternatif olarak tasavvur ettiğim güçlü millet ittifakının zarar görmemesidir.

Yaşasın Macaristan, var olsun Turan ülküsü
Avrupa Birliği'nin, Suriye'nin kuzeyine yapılan Barış Pınarı Harekatı öncesinde Türkiye’yi uyarmak için hazırladığı bildiri Macaristan tarafından veto edildi. AB'nin 28 üyenin ortak imzası ile yayınlamak istediği bildiriyi onaylamayan Macaristan, "ülkeler sınırlarını savunabilir" diyerek imzalamadı.
Atilla'nın torunları Anadolu Türklüğüne sahip çıktı. Ümmet ümmet diye yırtınanlar; ümmetten olan İslam ülkeleri söz birliği ile Barış Pınarı Harekatı"mıza karşı çıkıyorlar, kınıyorlar.

Demek oluyor ki; bize sahip çıkacak olan ümmet değil bizden olan Türk dünyasıdır.
Macaristan(Hun diyarı) Turan Partisi sloganı" Aynı Allah'ın kullarıyız, Atilla'nın torunlarıyız"
Yaşasın Macaristan, var olsun Turan ülküsü.

Kısa kısa...
Türk'ün kaderi mi dir; hainlerin baş olması.
KKTC Cumhurbaşkanı, sen ne utanmaz bir adamsın ki; haksız yere kan dökülerek inşa edildiğini ima ettiğin
 bir devletin Cumhurbaşkanı olmaya devam ediyorsun.
...
...
Siz ancak "Rabia"dan "Bozkurt"a dönen parmaklarınızla burnunuzu karıştırabilirsiniz.

"Bozkurt"un yelelerinden çekin artık o kirli parmaklarınızı.


Mehmet Soral
soralmehmet@gmail.com

9 Ekim 2019 Çarşamba

SINIRIMIZ GÜVENDEYDİ AMA...?

Sınır Güvenliğimiz ve Suriye Bataklığı
ABD binlerce tır dolusu silahı PYD'ye vererek eğitip, donattıktan sonra; kendisine bağlı sadık bizim de başımıza bela potansiyel donanımlı bir gücü başımıza sarıp gitmek istiyor.
Herhalde Trump'ın Erdoğan'a "Gel Emevi camisinde namaz kılalım. Böylece senin de bizim gibi heves ettiğin bir şey gerçekleşmiş olur. Biz Kürdistan uydu devletimizi kurduk, sen de huşu içinde murad ettiğin namazını kılmış olursun" diyecek hali yoktur.
Şu anda ABD'nin bıraktığı çöp enkazından işe yarar moloz toplamak yerine, Suriye resmi devleti ile doğrudan diyalog kurarak gerek Suriye gerekse ülkemiz adına güvenliği sağlamaya yönelik tabirlerini alarak; PYD yapılanmasına her türlü katkı sağlayıp ete kemiğe büründüren ABD ihanetine bir anlamda misilleme yapmanın fırsatını yaratabiliriz.
Suriye resmi devleti anlaşmamız durumunda; PYD'ye karşı sınır güvenliğimizi sağlamak üzere Suriye topraklarında varlığımızın devamını kabul edecektir veya bu minval üzerine kendileri ile anlaşma sağlamak gerekir diye düşünüyorum.
Tabi ki bu arada Recep Tayyip Erdoğan'ın BOP projesi eş başkanlığını bıraktığını da ilan etmesi lazım. Çünkü bırakmamak; bölgede ABD ile amaç birlikteliği devam ediyor demektir.
Suriye bataklığına dahil olmamızın nedeninin başlangıcında sınır güvenliğimiz falan yoktu.
Tüm mesele; narsist bir egonun tatmini için içine sürüklendiğimiz bir süreci yaşıyor olmamızdır.
Adamın birisi milletine onu yapıyormuş, bunu yapıyormuş, şunu yapıyormuş. Sana ne, bana ne, kime ne. Önce o devletin halkı karar verecek; yönetiminden memnuniyetsizliğini. Peki kim karar verdi; BOP projesi gereği onun eş başkanları. Bedelini kim ödedi; masum Suriye halkı ve Türk milleti.
Bu milletin en az yarısı da; hak, hukuk, adalet demokrasi ve insan hakları anlamında yılardır sizden memnuniyetsizliğini dile getiriyor değil mi. Türk Ordusu dahil olmak üzere sivil milliyetçi, ulusalcı Atatürk'e sadakatle bağlı nice kişi ve sivil toplum örgütlerine kumpaslar kuruldu, üstelik de siyasi iktidarın gözleri önünde, hatta gözetiminde. Ama hiç birimiz dışarıdan "Gelin duruma el koyun, bu işleri düzeltin" demedik, demiyoruz öyle değil mi. Böyle niyet, düşünce ve temennide olanları hep beraber lanetler, gerekirse hadlerini bildiriyoruz. Peki kendimize yapılmasını istemediğimizi biz niçin başkalarına yaptık. Esad ile sabah kahvaltıları seremonileri verilirken; ne oldu da düşman olduk ve sofraya tekmeyi vurma ihtiyacı duyduk.
Dolayısıyla, Suriye'de de bir şeylerin değişimine ve dönüşümüne ihtiyaç duyulmuşsa şayet buna Suriye halkı karar vermeliydi, BOP projesinin eş başkanları, hamileri değil.
Neyse; bizler şu anda böyle bir sürecin müsebbibi olanların siyasi olarak arkasında değil; onların devletimizin başına musallat ettikleri sınır güvenliğimizi sağlamaya matuf olarak Türk Ordu'sunun her türlü harekatının ve inisiyatifinin arkasındayız. Siyasi hesaplaşması er veya geç elbette olacak ama bunu bir süreliğine erteliyoruz.
"Ayşe tatile çıksın" sözünü rahmetli Turan Güneş ve Rahmetli Ecevit kaç defa tekrar etiler; bir defa. Sonra ne oldu, gereken yapıldı ve devamında yeni bir Türk devleti kuruldu. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti.
Ya şimdi. Kaç aydır aynı tekrar; "Bir gece ansızın gelebiliriz". Ama tekrarlanan o anın ne gündüzünü ne de gecesini yaşadık. ABD kendince bölgeyi istediği kıvama getirene kadar aynı nakaratı tekrarladık ama o geceyi bir türlü tutturamadık. Teneke çalarak av bekledik.
57 yaşımdayım. Böyle gayri ciddi bir devlet yönetimine şahit olmadım. En zayıf halimizde; evet, tüpgaz kuyruklarında bekledik ama aynı zamanda savaşıp devamında bir de devlet kurduk.
Yine aynısını yapabiliriz. En büyük gölge mevcut iktidar. Türk milleti öyle veya böyle; yönetenleri gafil olsa da; yanlış süreçlere sürüklenmiş olsak da; yek vücut halde geçmişte olduğu gibi daima devletinin arkasındadır.
Tanrı Türk'ü korusun ve yüceltsin.

Araçlarımızdaki ''Türk Bayrağı arması'' Ağır Kusur görülüyor
Biz Türk milliyetçileri olarak "Türk Bayrağı" armasını vatandaşın aracından "Ağır kusur" gerekçesi ile söktüren Allahsız, kitapsız vatan haini güruhu araştırıp, sorgulayacak bir "Takip komisyonu"un kurulmasını beklerdik.
Bu kadar kripto Allahsız kitapsız vatan hainleri etkin ve yetkin kurumları işgal etmişlerken; Türk oğlu Türk olan Kılıçtaroğlu'nun vatan ve millet sevgisinden şüphe duyup, o da yetmeyip kendisini takip ve tetkik komisyonu kurulmasını şiddetle kınıyorum.
Kemal Kılıçtaroğlu genel başkanlığındaki bir CHP'nin; HDP ile kuracağı ilişkiler ile HDP'yi makul bir çizgiye çekme konusunda bir şans olduğunu düşünüyorum.
Eğer CHP gün gelir de radikal sol unsurların inisiyatifine geçerse; işte böyle bir CHP'nin HDP ile korkulan işbirliğine girerek bu ülkenin başına gelebilecek musibetleri düşünmenin yanında aksine Kılıçtaroğlu'nun CHP üzerindeki siyasi gücünü daha da güçlendirmesi için yardımcı olmak gerekir. Ben de bir anlamda bireysel olarak bunu yapmaya çalışıyorum.
Kılıçtaroğlu CHP'yi merkeze çektikçe Cumhur ittifakı bundan müthiş rahatsızlık duyuyor. Böyle bir CHP'den kurtulmak için O'nu HDP'leştirme gayretine girerek, radikal solun hakimiyetine doğru iterek, HDP ile iç içe geçmiş bir CHP olsun istiyorlar. Ancak ne var ki; solda biat kültürü olmadığından böyle bir yönlemdirmede başarılı olmaları mümkün değil.
"Özgür düşünen demokrat Türk milliyetçisi" olarak düşüncem budur; arz ederim efendim.

Devlet Bahçeli'ye Allah'tan şifalar Diliyorum
Her bir siyasi liderin bizatihi özelini ilgilendiren hal ve durumları beni ilgilendirmez ama siyasi kişiliği elbette ilgilendirir. Biz istesek de istemesek de zaten ilgilendiriyor.
Sayın Devlet Bahçeli'nin siyasi kişiliği ve verdiği kararların üzerime çeyrek asırdır boca ettiği siyasi mutsuzluğa rağmen; şu anki rahatsızlığından keyif devşirmek gibi bir zafiyete düşmem, kendime de yakıştırmam.
Peki kendisi benim için ne düşünür acaba. Hiç önemli değil. Önemli olan "Mehmet Soral" karakterinin ne adam olduğu, hangi durum ve hallerde ne yaptığı veya yapacağıdır.
Sayın Devlet Bahçeli'ye geçmiş olsun der, Allah'tan acil şifalar diliyorum.
Ancak;
Siyasi umutlarımı maf eden; çoluğumuzu çocuğumuzu ihmal ederek kendisine inanıp, güvenerek peşinden gittiğimiz Devlet Bahçeli'ye; bütün muhalifliğime rağmen sağlığı üzerinden kendisine kötü dilek ve temennileri dillendirenleri insani bulmayıp, haddi aşmak olarak gördüğümüzü ifade ederek; bu insanları Allah rızası gibi makul vicdani bir çizgiye davet ederken; maalesef Devlet Bahçeli bu sefer de bizleri siyasi inançlarımız üzerinden değil, insanlığımız üzerinden yanıltmaya, mahcup olmaya zorluyor.
Hepinize sormak isterim. Kılıçtaroğlu, dokunulmazlığının kaldırılmasını gerektirecek hangi günahı, hangi suçu işlemiştir Allah aşkına. Her gün HDP'ye PKK'lı lar deyip de; milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılıp yargılanmasını talep etmeyen Devlet Bahçeli'nin, Kılıçtaroğlu'nun yargılanmasını talep etmesi; geçelim siyasi olmasını, ahlaki hiç değil.
Bir de tutup bizlere çağrıda bulunuyor; MHP'ye dönelim diye. Allah'ın beni böyle kin ve öfke sarmalına kapılmış hiç bir kimse ile yan yana getirmemesini dilerken; aynı zamanda Devlet Bahçeli gibi kin ve öfke kusan insanların sağlıkları için dahi şifa dileme vicdan ve erdeminden de mahrum etmesin inşallah.

HDP Sopası ile Muhalefeti Terbiye Etmek
HDP, AKP için çok lazım olan bir argüman. O'nu sopa olarak kullanıp, gelene geçene vuruyorlar.
Şimdi de millet ittifakını HDP üzerinden vurarak dağıtmak istiyorlar.
Ben onu bunu bilmem; HDP hiç bir şartta bu ülkenin istikbaline kement atamaz ama AKP'nin bu ülkeye şimdiye kadar kaybettirdiklerinden, verdiği zarardan anlıyorum ki; bundan sonra da devletimizi dahi kaybedebiliriz. Benim şahsi endişem budur. Cumhuriyet tarihinin en aşağılık ve hain kalkışmasına döl yatağı olmuş sürecin müsebbibi olmuş bir parti burada dururken; kimse bana HDP sopasını göstererek korkutamaz.
Dolayısıyla HDP onu demiş, bunu dememiş; CHP, HDP ile yanyana gelmiş, yöresinden geçmiş kışkırtmaları ile millet ittifakının altını oymaya matuf tezgahlara gelinmemesi gerektiğine inanıyorum.
HDP ancak ve ancak CHP marifeti ile makul bir çizgiye gelmesi sağlanabilir. İşte Cumhur ittifakı böyle bir ihtimalden korkuyor ve her akşam trolleri marifeti ile HDP üzerinden felaket tellallığı yapıyorlar. Hatta %40+1 polemiğini de muktedirliklerini kaybetme korkusu üzerinden götürüyorlar.
Ben Cumhur ittifakı ve onların yandaşlarının dediklerine aldırış etmiyorum, siz de etmeyin.
Mehmet Soral
soralmehmet@gmail.com

3 Ekim 2019 Perşembe

50+1 OLMADI MI 40+1 VERELİM ABİ

%50+1 Olmadıysa %40+1 Verelim Abi
Tek adam ya; bir de ona bağlı sınıf ve goygoycu takımı var. Emir veriyor hemen gereğini yapıyorlar.
Kendisinde sürekli engelleri aşma hastalığı nüksetti. Her gördüğü engeli aşma çabasına giriyor. Mesela son zamanlardaki huyu; sıra sıra dizilmiş arabaların üzerinden atlamak. Etrafa verdiği zararın haddi hesabı yoktur. İsyan edene "Yapacak bir şey yok, bu bir hastalık hali" deyip geçiştiriliyor.
Muhteremin birisi "Yahu madem ki bu adamı yerinde tutmak mümkün değil, öyleyse duvarı bizim bahçeye yapalım, ha bire atlayıp dursun" deyince genel kabul gördü ve duvar yapıldı.
Adam genç ve zımba gibi. Gerildi gerildi, zıpladı; hop öbür tarafta. Bu seremoniyi günlerce sürekli tekrarlayıp durdu.
Duvarın yüksekliğini ölçtüler tam da 50+1 ölçüm geldi. Keyif mükemmel. Kıskandıracak ölçüde tezahürat ilgi, alaka. Tüm goygoycu ve yalaka takımın arasında "Kıymetlimize bu duvarın yüksekliği az bile geldi, biraz daha mı yükseltsek acaba" diyenler bile oldu.
Kıymetlimiz her gün bu egzersizlerin verdiği moral ile kendisini çayıra yeni salınan sıpa gibi hissediyordu; alabildiğine koşmak, zıplamak oynamak, oynaşmak istiyordu.
Neyse bu atlama zıplama süreci keyifle devam ederken zaman zaman duvara vurup geriye düşmeler başladı. Öyle ya; aradan epey zaman geçmiş ve kıymetlimiz takatten kesilmiş, dizlerinin bağı çözülmüş, güçten düşmüştü.
Ve yine o bilinen kahramanımız inisiyatifini konuşturarak; "Kıymetlimizin üzülmesine gönlümüz razı olamaz. Madem ki artık duvar yüksek geliyor; üstten yıkalım 40+1 ölçeğe düşürelim, o da olmazsa 30+1 ölçeğe çekeriz.
Bu konuşmaları sessizce kendi iç dünyasında sorgulayarak takip eden afacan bir çocuk hiddetlenerek; "Yahu sizler ne kadar aptal insanlarsınız. Hiç mi utanmazsınız böyle çocukça işler yapmaya. Zamanında ağaç dikilmesi gereken bu yere hangi ihtiyacınız için duvar diktiniz, şimdi ise niçin yıkıyorsunuz"
Sonuç; kıymetlimiz mutsuz, etrafı çaresiz, çocuk ise öfkeli...
Not: Çocuk "Kıymetlimizin" hastalığından habersiz.

Sözüm O Kaltağa
Tüm kadınlarımızdan özür dileyerek özellikle o kaltağa diyorum ki; be hey kaltak...!
Hani içeride yatan ekürin ile beraber müridi olduğun salya sümüklü adamı kutsayan sözlerinizin devamında; yazılmış senaryolar üzerinden kin ve öfkenizi bu milletin en nadide yetişmiş asker ve sivil inisiyatifleri üzerine boca ediyordunuz ya.
Bu haksızlıklar karşısında kendilerine savunma ve ifade etme hakkı tanınmadan, yiğit bir Türk askerini Türk Ordu'sundan tasfiye etmek için karısına iftira atmak gibi alçakça yazılmış bir senaryonun dahi orasında burasında figüranlık yapan kalleş karakterli şerefsizler diniz ya..
Sonra bu kalleşliğinize dayanamayıp intihar eden, hastalanıp ölen, aklını yitiren insanlar üzerine kurgulanan; müsebbibi olduğunuz Ergenekon ve Balyoz kumpaslarının maaşlı kalemşörleri; kaltakları, orospuları, puştları pezevenkleri olduğunuz günler...
Be hey kaltak! şimdi sana diyorum ki; bu olup bitenlerin olduğu dönemdeki devlete ne diyeceğiz peki.
Dolayısıyla ne bu olup bitenlerin olduğu dönemdeki devletimiz "Katil devlet"di, ne 1990'lı yıllardakİ, ne de bugünkü devletimiz. Ama şunu da biliyoruz ki; her dönemde devletimize sızıp, çökerek hatta yerleştirilerek hem devletten maaş alıp, koltuğunu işgal edip hem de söven, altını oyan kaltağı da, puştu da pezevengi de olmuştur; aynen sizler gibi örnekler de olduğu gibi.
Onun için özellikle yazımın başında bayanlardan özür diledim ki; zira böylelerine kaltak ve puşt demenin "Benim itikadımca" sevabı vardır diye.

Mansur Yavaş'ı Dinlerken...
Mansur Yavaş'ı dinlerken bir an için Türkiye'nin sanki el değiştirdiğini düşündüm.
Sanki yüzyıllarca boşa akıp giden bir akarsuyun önüne bend çekilerek; sulak bahçeler içinde bin bir çeşit meye, sebzenin yetiştirildiği hissiyatına kapıldım.
Aman Allah'ım! Ankara Belediyesi'nin ne kadar parası, nerelere boşuna harcanmış. Bitmez tükenmez ne kadar parası varmış ki; kayıra kayıra dağıtılmış, bir türlü de bitirilememiş.
İnşallah İstanbul ve Ankara'da yeşeren umut filizleri tüm ülkemize sirayet edecektir.
AKP'siz bir Türkiyeyi hayal etmek artık daha kolay ve mümkün. Hayal etmeye devam; çünkü hepimize ilaçsız tedavi gibi gelecektir.

Cumhurbaşkanı Yardımcısı Siyasi Değil Atanmış Devlet Memurudur
Cumhurbaşkanı yardımcısının benim kadar bile siyasi değeri yoktur. Zira ben bir partinin üyesiyim.O bir atanmış devlet memuru olarak siyasilerin siyasi eleştirilerine cevap veremez. Sadece devlet memuru olduğu için ancak sorulan sorulara cevap verebilir.
Dolayısıyla ne Ekrem İmamoğlu ile ne de Kılıçtaroğlu ile siyasi polemiğe giremez. İsterse her topa girebilecekse, bu da ucube sitemin abzurtluğundandır.

Yerli Tohumu Korumak da Bir Güvenlik Meselesidir
Mesela MHP Cumhur ittifakının bir ortağı olup, AKP'nin bütün yapıp ettiklerinin vebaline ortak ise; tüm yerli tohumların korunması, üretimi, hatta ticareti konusunda merak edip de bir gün olsun Cumhur ittifakı tarım bakanının icraatlarını takibe almış mı dır.
Vatanı ve milleti koruma ve kollamak sadece nutuk atmakla olmaz. Toprağımıza ektiğimiz bize ait tohumumuzun satışı yasaklanıp, hibrit ithal tohumlara olabildiğince izin veriliyorsa ve MHP bunun sorgulamasını yapmıyorsa; PKK üzerinden HDP'yi lanetleyerek vatan sevgisi gösterisi sahici olmaz; olsa olsa siyasi olur. HDP/PKK ihanetinin izahı için zaten bir tercümana da ihtiyaç yoktur.
Zira her bir insanımız vatan yaptığımız bu coğrafyanın kıymetlisidir, her yerli tohumumuz da bu toprakların kıymetlisidir. Peki insanını koruma refleksi niçin toprağı, tarımı ve tohumu korumada kendisini göstermez.

''Yeni Sitem''de Alın İşte Çift Başlılık
"Partili Cumhurbaşkanlığı Hükumet Sistemi"nin mahsurlu taraflarından bir örneğini hayati ortak bir sorunumuzda yaşadık, gördük.
İstanbul'da deprem oluyor; hükumet adına Cumhurbaşkanı yardımcısı başkanlığında AKOM'da toplantı yapılıyor ancak bu toplantıda Belediye başkanı Ekrem İmamoğlu yoktur, çünkü o muhalefet partisinin bir belediye başkanı.
Öte yandan İstanbul Belediye başkanı Ekrem İmamoğlu da aynı konuda partisinin genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ile bir başka toplantı yapıyorlar.
Allah sonumuzu hayır eylesin inşallah.

Yediğim Zeytinlerden Sana Tespihler Yaptım''
Nazlı Ilıcak Cumhurbaşkanı Erdoğan'a affedilmesi için yazmış olduğu mektupta "Yediğim zeytinlerden size tesbih yaptım" diyor, devamında özür diliyor.
Ancak Ergenekon ve Balyoz kumpaslarının medya kalemşörlerinden birisi olarak hapishanelerde ölen, evinde intihar eden ve aileleri ile beraber mağdur olan yüzlerce insandan özür dilemeyi yine aklına getirmemiş.
İşin garibi "Benim bir de ekürim vardı, o niçin bir kez olsun hakim karşısına çıkmadı" da demiyor. Anlaşılıyor ki; zerre kadar dik duracak takati kalmamış.
"Size tespihler yaptım" derken sanki "Sana şiirler yazdım" der gibi. Çok hazin olduğu kadar ibretlik de bir durum.
Demek ki insanlar kendilerini en güçlü hissettikleri anlarda bile gün geldiğinde en aciz hallere düşebileceklerinin hesabını yapmak durumundalar.

Kısa kısa notlar...
Bu kadar da dil sürçmesi olmaz ki canım. Cumhurbaşkanı her defasında Doğu Türkistan diyecekken hep Filistin diyor(!)
---
Cumhurbaşkanı "Onbinlerce toplanma yerleri var" diyor. Şöyle sordum, araştırdım Cumhurbaşkanının ikametgahının bulunduğu sitenin bahçesi dışında toplanma yeri yoktur.
Artık bizim mahallelinin toplanma yeri belli; Kısılıklı'da Cumhurbaşkanının malikanesi
---
ülkemizde her defasında Cumhurbaşkanlığı adaylığı için bir çok kişinin adı geçer veya yakıştırılır ama sadece bir kişinin geçmez; Devlet Bahçeli.
Peki siyasi partiler niçin vardır. Hele ki partili Cumhurbaşkanlığı sisteminde parti genel başkanı aday olmayacaksa; niçin o partinin genel başkanlığını işgal eder.
---
Siz yoksa hala Erdoğan AKP'sinin, dolayısıyla da; O'nun iradesine amade olmuş "Cumhur İttifakı"nın eşbaşkanlık sorumluluğundaki BOP projesinin devam etmediğini sananlardan mısınız.
---
Bedenlerine dahi uygun ölçüde bir elbiseyi alabilmeyi beceremeyen bir zümrenin tahakkümü ve tasallutunda bir ömür sürdürmek...
Ceket kollarını geriye doğru katlayan bir "Bilge" olsa da...
soralmehmet@gmail.com