29 Kasım 2013 Cuma

TÜRK SİYASETİ YENİDEN Mİ DİZAYN EDİLİYOR?


Başbakanın baş danışmanı Yalçın Akdoğan ''Cemaat'' e yönelik 2004 yılında alınan Milli Güvenlik Kurulu kararlarının hükumet tarafından icraata geçirilmediği için ''yok hükmünde'' olduğunu söyledi. Bu durumda ben Cemaat’in yerinde olsam , ''yapma yahu… düşünme, tasarlanma aşamasının ötesine geçmemiş ihtilal girişimlerini bahane ederek siz ve biz, el ve güç birliği yaparak yüzlerce insanı Silivri’ye tıkamadık mı? Bu yüzlerce insanın tasarladığı ama gerçekleştiremedikleri eylemleri ''yok hükmünde'' saymadık, görmedik'' derim. Ama diyemezler elbette. Anlaşılıyor ki, ABD hem hükumeti, hem de Cemaat’i ters köşeye yatırmış durumda.

Artık ABD’nin gözünde AKP hükumetinin son kullanım tarihi Tayyip Erdoğan'ın siyasi ömrü ile dolmaktadır. ABD; cemaat ile başka bir siyasi parti üzerinden ''Türkiye üzerindeki egemenliğini'' sürdürmek isteyecektir. Bunu şimdilik CHP ile yapmak istediğini anlıyoruz. CHP yönetiminin bugünlerde ABD ziyareti bundan olsa gerek. Tekrar önceki yazılarımdaki iddiama dönüyorum; bütün senaryo Sarıgül üzerinedir. ABD bu işi fütursuzca, alenen yapıyor gözükmemek adına Sarıgül’ü değil, Kılıçtaroğlu başkanlığındaki CHP’ye randevu vermiştir. Daha sonra, doğal bir süreçle Sarıgül CHP genel başkanı olacak ve yıllar önce Cemaat-Sarıgül diyaloğu CHP-Cemaat dayanışmasına dönecektir. Bu nihai amaç son genel seçime yetiştirilecektir.

Diğer yandan MHP üzerine sürekli oyun tezgahlayan ABD bir türlü istediği sonucu elde edemiyor, Bahçeli’yi ABD’ye getirtemiyor. Cemaat kanalıyla ''Başbuğ Türkeş de Gülen hareketi ve Gülen hakkında iyi şeyler düşünüyor, söylüyordu'' manasına gelen video görüntülerini sosyal medyada yayınlıyorlar.

Bir Türk milliyetçisi olarak bende rahmetli Türkeş Bey’in kastettiği Cemaati tutuyor ve övüyorum. 1980 öncesi çatışmalarda hedef olmamak adına ''ışık evleri''n de apolitik sohbetlere katılıyorduk. Bazen milliyetçi duyarlılığımız gereği, gayri ihtiyari, sohbetlerde imalarda bulunduğumuzda adeta aforoz ediliyor, ''burada siyaset konuşamaz, siyasi görüş empoze edemezsiniz'' şeklinde uyarılıyorduk. Bu hümanist duygularla sadece Allah rızası için faaliyet gösteren ''Cemaat'' karargahını ABD’ye kurduktan sonra tamamen ters yüz olmuştur. ''Dalından yere düşen yaprağın haline saatlerce bakar ağlayabilirim'' diyen Gülen Hoca Efendi; benimde cezalandırılmalarına yüzde yüz inandığım üç beş asker bozuntusu, millete rağmen her şeyi dayatabileceğine inan ''güruh''un yüzünden yüzlerce vatan evladı askerin zindanlara atılmasına ses çıkarmamasına ya da buna vesile olan mensuplarını uyarmamasına şaşıyor, hayretle karşılıyorum.

Şimdi hareketin banisi rahmetli Türkeş Bey’in malum videoları sosyal medyada yayınlanarak; ABD, ''Cemaat sopası'' ile Türk milliyetçileri nezdinde cemaat sempatizanlığı oluşturmaya çalışarak, MHP’yi düşündüğü arenaya çekmek istediğini fark edebiliyoruz ama Sayın Bahçeli buna fırsat vermiyor, buradaki ketumluğuna beklide uzun zamandır ilk defa yüzde yüz hak veriyor, takdir ediyorum. Bugün geldiğimiz noktadan, 2000’li yılları okumaya çalıştığımızda; Sayın Bahçeli'nin verdiği mücadelenin değerini daha iyi anlayabiliyorum. Şaka değil; 400 küsur Türk ordusu komutanı, subayı esir durumda. Yine aynı yıllardan sonra, ABD projelerine karşı çıkması muhtemel olan bütün unsurlar, kurum ve kuruluşlar, şahıslar bertaraf edilmek için her türlü tezgahlar kurulmuş, dümenler çevrilmiştir. Rahmetli Ecevit’e yaşatılan sağlık sorunları, Deniz Baykal ve MHP’ye yönelik kaset olayları. Dervişin gelip, pırrrrrr diye gitmesi, Enis Öksüz’ün istifaya zorlanması, Hüsameddin Özkan’ın DSP’yi bölüp, kenara çekilmesi, o yıllarda ABD den randevu alamayan Cumhurbaşkanı ve Başbakanlara karşın, daha AKP kurulmadan ABD lobileri ile görüşen, Avrupayı karış karış gezen, partisini hemen kurup, bütün ülkede en kısa zamanda en lüks binalarda teşkilatlanan Tayyip Erdoğan'ın siyaset sahnesine çıkması.
İşte bütün bu süreçlerin şahidi Bahçeli, yeni politik süreci de buna göre takip ediyor, siyasetini de buna göre yaptığını düşünüyorum.
Yani Sayın Bahçeli, ''yemezler artık'' diyor.
Mehmet Soral
soralmehmet@hotmail.com

28 Kasım 2013 Perşembe

DEMOKRASİ VE DON LASTİĞİ


''Kalleşlik'' üzerine güç kazanımı ve bu güce dayalı tahakkümün ömrü; mukavemeti gerildikçe kopacak olan don lastiği gibidir. Lastik kopacak, her şey bitecek. Don düşecek, belden aşağı; seyrekle o zaman sen rezilliği. Oysa önceden hesap edilmeliydi, değil mi? o kıça o donun dar, lastiğin kısa geleceği. Peki ne yapacak şimdi bu zavallı? lastikle taşıdığı donunu eliyle taşıyacak; düşmesin diye, besbelli. İçinden de şunu geçirecek ''ne vardı sanki biraz demokrat olabilseydim'' pardon bu da nereden çıktı, ''ne vardı sanki donun lastiğini biraz uzun tutsaydım''
Mehmet Soral

23 Kasım 2013 Cumartesi

''NE OLUR VURMA BAŞVEKİLİM, BEN YAPMADIM PKK YAPTI''


Değerli Dostlar,
Hükümet ve destekçileri sürekli ''bir yıldır kan akmıyor, daha ne istiyorsunuz'' diyorlar. Etki olmadan, tepki olmaz elbette. Hükumet olarak PKK ile anlaşma yapmışsın, katillerle oturup diyalog kurmuşsun ve ''sen bana, ben sana müdahale etmeyeceğiz'' demişsin. Bu şartlar altında kan akmaması elbette ki normaldir.
Ordunun , Mehmetçiğin elini kolunu bağlamışsın, kışlasına çekmişsin. Önünden geçen PKK’lıları gördüklerinde ''sessiz film'' izler gibi kendilerini izlemelerini, herhangi bir müdahale de bulunmamalarını emir buyurmuşsun, sonra da ''akan kan durdu''diyorsun. Iğdış edilmiş boğadan, hangi inek hamile kalmış?

Aynı zihniyet istiklal savaşı arifesinde de vardı ve onlar da ''savaşmaya ne gerek var canım, biz İngilizlerle başedebilirmiyiz, yapacağımız en akıllıca iş; İngiliz mandalığını kabul etmemizdir'' demişlerdi ama Türk oğlu Türk birkaç yiğit adam çıkarak, gelecek neslin onun bunun çocuğu olmaması için İstiklal Savaşını başlatmışlardı. Allah onlardan razı olsun.(aziz ruhları için el-fatiha lütfen)

''Türk ordusuna dur, PKK'ya geç'' talimatının verildiğini 15 Kasım 2013’de Mardin/Nüsaybin’de PKK’nın devriye gezen bir birliğe saldırısı çok açık bir şekilde ortaya çıkardı.

Genel Kurmayın söz konusu olayla ilgili açıklaması;
''Mardin İl Jandarma Komutanlığınca, saat 14:30 sularında, Mardin/Nusaybin Eskihisar Köyü bölgesinde, yol devriyesi maksadıyla görevlendirilen ve Nusaybin/Üçköy Jandarma Karakol Komutanlığında bulunan iki adet Jandarma Özel Harekat Timi ve dört adet Taktik Tekerlekli Zırhlı Araç dan oluşan unsura, görev dönüşünde, anılan bölgede pusu kurdukları anlaşılan bölücü terör örgütü mensupları tarafından, saat15:20 sularında uzun namlulu silahlarla 100-150 el ateş açılmış, ayrıca konvoy gerisindeki Taktik Tekerlekli Zırhlı Araca bir adet RPG-7 roketi atılmış, roket araca isabet etmemiştir. Açılan bu ateşe, MEŞRU MÜDAFAA kapsamında Taktik Tekerlekli Zırhlı Araçlar üzerindeki makineli tüfekler ile derhal karşılık verilmiş, unsurlarımızın karşı ateşi üzerine terörist ateşi kesilmiştir. Konvoyun Üçköy Jandarma Karakolu'na dönüşünü müteakip yapılan kontrol de, unsurdaki üçüncü Taktik Tekerlekli Zırhlı Araca 30 adet, dördüncü Taktik Tekerlekli Zırhlı Araca ise 40 adet hafif silah mermisi isabet ettiği görülmüştür. Olayda personel zayiatı meydana gelmemiştir''

Sayın Prof. Dr. Ümit Özdağ da diyor ki;

''Genelkurmay Başkanlığının açıklaması başlı başına utanç vericidir. Bu açıklama Türk Ordusunun tarihine kara bir leke olarak geçecektir. Türk topraklarında bir terörist örgütün pususuna karşı''meşru müdafaa hakk'' ne anlama gelebilir? PKK meşru mudur? Peki Genelkurmay Başkanlığı bu kara leke şeklindeki açıklamayı neden yapmıştır. Çünkü AKP Hükumeti Türk Ordusuna PKK ile çatışmayı yasaklamıştır''

Yani Genel Kurmay yukarıdaki bildirisinde hükumete diyor ki; ''PKK’ya ateş açmamak kaidesine uymak için bütün çabayı gösteriyoruz ancak PKK bize karşı aynı hassasiyeti göstermiyor. Ne olur kızma bana başbakanım, mecbur kaldık ateş açtık, yoksa bile bile ölüme gidecektik''

Türk Ordusunu bu aciz duruma düşürenler vebal altında, o kesin de hala bunu fark edemeyen AKP seçmenine ne demeli? Sanırım bir gün PKK kapısına dayanırsa o zaman durumun vahametini anlayacaklardır. Feryadı Figan etseler de elimi kaldırırsam…?

Mehmet Soral

13 Kasım 2013 Çarşamba

ŞU BİZİM ACUN VE SU KABAĞI

Acun Ilıcalı;
O'nu nereden hatırlıyoruz; Yıllar önce Güney Amerika sahillerinde genç kız ve delikanlıların içini gıcıklayan görüntüler eşliğinde yaptığı çekimlerin verildiği TV'lerden. Medyatik olmanın en kolay ve kestirme yolu cinselliği alabildiğine kullanmaktan geçtiği için belki de bu yolu bilerek seçti.

Bir zaman sonra bu tip kişiler birden bire ''hidayete'' ererler, bir cemaate girerler veya dedikodusunu çıkarırlar. Ve ne hikmetse daha sonra Allah bunlara; ''yürü kulum'' der.
Tabi ki, Allah’ın kim hakkında ne düşündüğünü bilmeyiz amma, sorulduğunda böyle izah ederler.

Şimdi öğreniyoruz ki TV8’i satın almış. Yahu, aklım sırrım ermiyor. Bu nasıl bir iştir ki, son on sene içinde bir adam neredeyse patronunu satın alacak güce erişebiliyor. Evet, TV8 de program yapmadı ama biraz daha zorlansa Star TV’yi de alabilir pekala.

Taraf gazetesinin eski komünistlerce kurulup, zaman Gazetesi tesislerinde de basılıp, Ergenekon, Balyol Davaları belgelerinin bu gazete üzerinden yazarı tarafından deşifre edilmesi süreci; hidayete erip cemaate giren ve daha sonra hormonlu kabak gibi sürekli büyüyüp, zengin olan birisinin TV8’i satın alması bana çok manalı geliyor, ya size?

Cemaatin TV’leri var, hem de birkaç tane ama onların konsepti başka. Ne alakası var demeyiniz lütfen. Cemaat sadece dini bir grup ya da oluşum değil artık; ekonomik ve hatta siyasi bir güç haline gelmiştir. Bu gücü sadece inançsal boyutu ile korumanın mümkün olmadığını biliyorlar. Dolayısıyla liberal, kapitalist sermaye yapılanmalarından da faydalanmayı düşünmüş olabilirler. Bu yapılanmaların siyaseten fikir izdüşümünde olan yazar çiz erleri de bünyelerine alarak, yelpazeyi geniş tutarlar. Bu yelpazede sadece Türk milliyetçileri ve ulusalcılara yer vermezler, ekmek yedirmezler. Çünkü milliyetçi ve ulusalcıların güçlü sermayeleri yoktur, yabancılarla menfaate dayalı işbirliğine(!) yatkın değildirler.

Kabak ve kavak bile bu kadar hızlı büyümeyince aklıma bunlar geldi.

Mehmet Soral-13.11.2013
soralmehmet@hotmail.com
@soralmehmet

OYLARIN ÖZGÜL AĞIRLIĞI

Başbakan yardımcısı Bülent Arınç, Başbakanın ''kızlı-erkekli öğrenci yurtları'' meselesi nedeniyle ters düşüp, kendisinin ve demeçlerinin Başbakan tarafından hiç kale alınmayıp, hep beraber şahit olduğumuz malum gelişmeler olunca, kendisi ile yapılan bir söyleşide ‘’benim bir özgül ağırlığım var, bunu dikkate almak zorundasınız’’ diyerek, hükumetteki ve partilerindeki ağırlığını başbakana hatırlatmak, hissettirmek istedi.

Sayın Arınç ''özgül ağırlık'' kavramını kullanınca ister istemez benimde ''oyların özgül ağırlığı'' aklıma geldi. Sayın Arınç'a sormak isterim; ''oyların da özgül ağırlığı'' var mıdır?
Bence oyların özgül ağırlı en az kendi özgül ağırlığı kadar önemli, hatta daha da önemlidir.
Kendisinin özgül ağırlığı belki partisini ve hükumetini ilgilendiriyor ama ''kullanılan oyların özgül ağırlığı'' bir milletin ve ülkenin her şeyini etkiliyor.

Mesela, gene Sayın Arınç'a sormak ve cevabını da almak isterim ki, partilerin aldıkları oyları, özgül ağırlıklarına göre değerlendirecek olursak sonuç ne çıkar acaba?

Demokrasilerde kullanılan oyların özgül ağırlıkları da hesaba katılmalıdır. Bir kilo ıslak buğday ile bir kilo yaş buğdayı tartacağız ve her ikisine de aynı parayı vereceğiz. Adalet bunun neresinde?

Bence, ''Ortalama bilinç düzeyi'' testinden geçebilenler ancak oy kullanabilmelidirler. Demokrasilerde böyle şey olur mu, bu bir absürt düşüncedir diyenler çıkabilir. Bu düşüncemin nedeni; demokrasinin nimet ve fırsatlarından yararlanarak iktidara gelenlerin absürtlüklerine, olabildiğince fırsat vermemek içindir. Demokrasinin gelişmesi ve uygulamasının daha adil sonuçlar vermesi için bu ilave unsurun eklenmesini doğru buluyorum.
Mehmet Soral
soralmehmet@hotmail.com

7 Kasım 2013 Perşembe


ANNE BEN OKULDAYIM.
BİRİLERİ SOYUNMUŞ
NAMUSUMUN BEKÇİLİĞİNE,
MERAK ETME ANNE!..
BEN SENİN KIZINIM...


Haydi hayırlı olsun bakalım; ebeliğini başbakanın yaptığı nur topu gibi bir erkek çocuğumuz oldu.
Onu sevmek, tenine dokunmak için yarışacağız adeta. Birileri de hep pipisi ile meşgul olacak, sevecekler keratayı.

Çocuğumuz dediğim şey; öğrenci evleri. Tabi ki başbakanın kastettiği evler; kızlı erkekli kalınan öğrenci evleriymiş.
Vallahi de, billahi de ve hatta tallahi de benimde çocuğum üniversite öğrencisi ama şimdiye kadar başbakanın kastettiği manada öğrenci evleri olduğunu duymamıştım. Bu kadar marjinal bir ''olgunun’’ başbakan tarafından ciddiye alınarak gündeme getirilmesini anlamak mümkün değil. Bu düşünce düz mantıkla yapılabilinecek en iyimser yorumdur.

Değerli dostlar asıl mesel şu; ''gezi'' olaylarının tertip ve organize edildiği ve bundan sonra da muhtemelen edilebilinecek yerlerin ''öğrenci evleri''nin olacağı istihbaratından hareketle hükumet kendince önlem almaya çalışıyor. Çünkü hükumet edenlerin en büyük korkusu ''öğrenci hareketleri''dir. Ebebeyinlerin riske girme korkusundan kaynaklanan nedenlerle devlete ve hükumete karşı eylem bazında karşı duruş sergilemeleri zordur. Ancak öğrencilerin ''deli kanlı''lıklarından dolayı protesto kabiliyetleri daha ani, şiddetli, hesapsız, kontrolsüz ve ısrarcıdırlar . Dolayısıyla hükumetler için kontrolü en zor protesto hareketleri öğrenci hareketleridir. İşte bu nedenle hükumet ''öğrenci evleri''ni kontrol altına alma bahanesiyle bütün üniversiteli öğrencileri takibe almak, fişlemek istemektedir.
Zinayı suç olmaktan çıkarmış bir hükumet felsefesi, nasıl olur da 18 yaşını doldurmuş insanların birlikte yaşama kararlarını takip, kontrol altına alma ve sorgulamayı düşünebilir? Anlamak mümkün değil. Bu manada Türkiye de imam nikahı ile birlikte yaşayan bir çok aile var. Ayrıca yüksek öğrenim görmek için evli olmamak şartı da aranmadığına göre, herhangi bir öğrenci evine girip karı-koca halinde birileri bulunsa, anayasamıza göre ‘’konut dokunulmazlığı’’ ve yasalarımıza göre de ''zina'' suç sayılmadığına göre yapılabilinecek ne olabilir ki. Hiçbir şey. Bu evlere giden polisler, götüre götüre, başbakana ancak selam götürebilirler.
Bugün görüyor ve fark ediyoruz ki, başbakan veya hükümet bütün kesimleri korkutmayı ve sindirmeyi başardı. Medya tamamen sinmiş durumda. Yandaş medyanın spikerlerini bile biraz ortadaymış gibi hareket eden kanallara transfer ettiler. Askerin durumu malum. Hükümeti eleştiren patronların kapısına ertesi gün müfettişler gönderiliyor. Çalışanlar ekmeğinden olma korkusu ile direniş gösteremiyor. Benim gibi emekliler ise ‘’çişini tutabilme’’ telaşı içindeyiz. Kala kala geriye sadece öğrencilerimiz kalıyor. Ya partilerimiz; geçelim onları, sadece başbakanın gündeminin arkasından giderler. Onlar en kolay yolu seçmiş durumdalar.
İşte maalesef görünüşte çocuklarımızın uçkurlarının peşine düşen, aslında tüm Türk ailelerini aşağılayan başbakan ve hükumetinin düşünceleri kara mizahtan öte bir şey değildir. Sen benim ailemi ve okumaya gönderdiğim evladımın ahlakını sorgulama cür'etini nasıl gösterebilirsin? Sen kim oluyorsun? Öyle bir kamuoyu oluşturulmak isteniyor ki; çocuklarımız gittikleri yerlerde okumuyor,, sanki fuhuş yapıyorlarmış da haberimiz yokmuş. Güya hükumet bizi uyarıyor ve yardımcı olmak istiyor.
Şimdi benim daha önceki yazılarımda da ifade ettiğim iddiama devam ediyorum. Başbakan gene ''Türkiye ortalama algı düzeyi''ne oynuyor.
Başörtüsünü suistimal edemeyecek artık, üstelik seçimde yaklaşıyor. Bunun için yeni bir enstrüman lazım ''Türkiye ortalama algısı''nı yönetebilmek ve bu algının vereceği kararları kendisi lehine çevirmek. Çünkü, başbakan ve hükumet ‘’Türkiye ortalama algısı’’nın hiçbir zaman 18 yaşını doldurmuş cinsiyet farkı gözetmeksizin her insanın bir arada yaşama tercihlerine engel olunamayacağının anayasanın teminatı altında olduğunu düşünemeyeceklerini farz ederler. Yani onları tabiri caizse biraz aptal görerek aşağılamış olur.
Bütün mesele bu ''algıyı'' yönetme ve yönlendirme meselesidir.
Bütün bu olup bitenler; baş belası görülen, korkulan; öğrenci ve öğrenci hareketlerini kontrol altına alma ve ''yatağında'' yok etme düşüncesinden hareketle; aynı zamanda muhafazakarlığın gereği ''uçkura ''sahip çıkma erdeminin yaratacağı sinerjiyi yaklaşan seçimlerde oya dönüştürme hinoğlu hinliğinden başka bir şey değildir.
Sayın başbakan abdestimden şüphem yok ki, namazımdan şüphe edeyim. Benim evladımı bana bırak. Ailemin de evladımın da ahlak bekçisi olamazsın. Terörist arıyorsan ''terörle mücadele yasası’’ var, git onu uygula. Apart evler gizli çalışıyormuş efendim; maliye bakanlığın var, git denetle. Kızlar kürtaj yapıyorlarmış, yapan hekimleri takip et.
Üniversite öğrencileri için yapabileceğin daha çok şey var ey hükumet.
Her ile üniversite açmayı hüner bildin ancak buralarda okuyacak öğrencilere yurt açmayı hüner saymadın. Hiçbir gelir beyanı olmadan kendilerine kredi kartı verilen, borçlandırılan ve bunu da ailelerinden sakladıkları için zor durumda kalan öğrencilerin durumları ile ilgilensenize. Borç batağına saplanıp, gayrimeşru işlere bulaşan öğrencileri tespit edip, onların sorunları ile ilgilensenize. Bu kredi kartlarını her talep edene sanki ulufe dağıtır gibi dağıtan bankaları niçin denetlemezseniz. Bu soruyu sorduğum BDDK yetkilisi ''her 18 yaşını olduran; kararlarında ve seçiminde özgürdür, karışamayız’’ demişti. Herkese, yapılmasını cezasız bıraktığın zinanın yasası varken, bu uçkur takipçiliği de nereden çıktı. Devlet eliyle organize edilip, oynatılan atlar, beygirler, lotolar, totolar, sayısallar ve bilmem neler neler…bunlara ne demeli. Daha geçen gün borç aldığı paralarla sayısal oynayan ve borçlarını ödeyemeyip intihar eden delikanlıyı hatırlıyorum. Oynattığın bu kumarlar birilerinin uçkurundan daha mı önemsiz? Üç beş tane gayri ahlaki davranışlardan hareketle bütün aileleri tedirgin etmenin ne alemi var. Senin bütün meselen ''öğrenci korkusu'', korkunun da ecele faydası yoktur.
Yemezler sayın hükumet. Bana yutturamazsın, aklıma ve gözlerime perde geremezsin. Hep muhafazakarlığa atıf da bulunarak, Türk gelenek ve göreneklerinin yaşatılması, korunması adına bunları yaptığınızı dile getirirken, siz hiç sıkılmazmısınız; kutsadığınız/kutsadığımız değerler uğruna yüzlerce yıldır varlık, yokluk mücadelesi veren , bu toprakları yurt yapan, ülke yapan ve adını da koyan Türklüğün; horlandığı, aşağılandığı hatta isminin bile telaffuz edilmesine tahammül edemeyen lal olası dillerin konuşmasına vesile olduğunuz ortamları hazırladığınız için.
Sizi samimiyete davet ediyorum, sayın başbakan ve hükumeti. Buyurunuz…

Mehmet Soral
soralmehmet@hotmail.com

2 Kasım 2013 Cumartesi

AYNI ALLAH'IN KULLARIYIZ, ATİLLA'NIN TORUNLARIYIZ


Macaristan'ın 2. Büyük Partisi ve Macar İktidarının En Büyük Alternatifi TURANCI JOBBIK Partisi'nin Sayın Lideri VONA GABOR’i
01.11.2013 günü yani dün Marmara Üniversitesi Göztepe kampusu Konferans Salonunda ve bugünde, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfının misafiri olarak İstanbul Üniversitesi Avrasya Enstitüsünde büyük bir heyecan ve zevkle dinledim.

O’nu Türkiye-Macaristan maçında Macar gençlere açtırdığı ''bizde Atilla’nın torunlarıyız'' pankartı ile tanımıştık. ''Turan ülküsü’’nü misyon edinmiş, kendisini Atilla’nın torunu kabul eden ve tarihi geçmişe doğru iz sürüp, nihayetinde ''Ben de Atilla’nın torunuyum, ben de Türklerle akrabayım’’ demiş yollara düşmüş.

Son iki gündür kendisini dinledim. Aklımda kaldığı kadarıyla her iki toplantıda anlattıklarını sizlerle paylaşmak istiyorum.
Kendi cümlelerinden;

''Sıradan bir Macar köylüsünün çocuğu olarak dünyaya geldim. Aynı zamanda tarihçiyim ve atalarımın geçmişini ve dünya tarihini okudum inceledim. Aslında tarihçi olmanın dışında bir düşüncem yoktu. Bu yolu ben seçmedim, Tanrı beni bu yol için seçti. Bir gün bir konferansa gittim. Bütün dinleyiciler yaşlı insanlardı. Konferans bitti, profesörlerden birisi aniden beni kürsüye davet etti. Çok genç birisi olarak dikkatlerini çekmişim. Heyecandan bacaklarım titredi. O zaman kürsüde ne konuştuğumu hala bilmiyor, hatırlamıyorum. Tek hatırladığım; büyük bir alkıştı. İşte o zaman bu işi yapmaya karar verdim.

İlk önce gençler arasında dernekleşme sürecine girdik. Düşüncelerimiz bu şekilde, Macar halkına anlatmaya çalıştık. Bir süre sonra partileşerek JOBBIK partisini kurduk. Bizi sürekli ırkçılıkla suçladılar. Ne zaman Macar halkından bahsedecek olsak siz ''Macarcılık’’ yapıyorsunuz dediler . Bunlar daha çok Liberal Macarlar ve Batı Avrupa milletleridirler.

Araştırmacılar İlk seçimlere girdiğimizde partimizin oylarının ancak %1 civarlarında olabileceğini iddia ettiler ama biz %14 oranında oy aldık. Aynı araştırmacılar aynı iddialarına devam ettiler ama biz oyumuzu ikiye katladık.

İki yılda bir Macaristan da Turan kurultayı düzenliyoruz. Yani Turan Coğrafyasındaki akraba Türk topluluklarının temsilcilerini bir araya getirerek; Atilla’nın torunları olarak birbirimizi tanımaya çalışıyoruz.

Arkadaşlar olarak hep aramızda konuşuruz, Türkle bir iki saat sohbet etsek ve iki sene sonra yine bir araya gelsek aynı sıcaklıkla sohbetimize devam edebiliyoruz ancak bir Fransız veya bir İngiliz’le mümkün değil, unutur gideriz.
Macar Halkının daima doğuya yönelmesi, Türkiye ve Türklerle işbirliği yaparken diğer Orta Asya Türk akraba ülkelerle de birbirimize yanaşmamız gerektiğine inanıyor ve bunu sürekli anlatıyorum.

Bugün ben buraya siyaset yapmaya veya Macaristan-Türkiye ilişkileri için gelmedim, sadece akrabalarımı tanımaya geldim. Sanki buradaki insanlarla her zaman berabermişiz gibi, ebetteki bunun bir manası var çünkü biz akrabayız. Sizlere ‘’Gül Baba’’nın selamlarını getirdim.

Bize gerek Macaristan da gerekse Avrupa parlamentosunda sürekli sorarlar, posta kutuma mesajlar gönderirler ki, ''sen niçin Müslüman, Barbar Türklerle beraber olmayı düşünüyorsun’’. Onlara hep şunu söyledim ki, tek kutuplu küresel bir dünyada akan kanın ve gözyaşlarının sebeplerinin kim ve neler olduğu konusunda biraz düşününüz ve empati yapınız. Özellikle ABD ve Batı Avrupa’nın bu konudaki suçlarının ne olduğunu fark edeceksiniz. İslam; insanlığa gelen en son medeniyettir. Nikah şahidim Yemenli Müslüman bir arkadaşımdı. Yemen halkı çok fakirler ama Allah’a çok yakın olduklarını fark ettim. Şu anda yanımda dört tane yardımcım ve samimi arkadaşım var dördü de Müslüman. Mavi Marmara olayını ve Filistin de yapılanları kınayan tek parti bizdik. Hıristiyan Macarlar, Müslüman Türkler, yani; Dinlerimiz farklı olsa bile; Atilla’nın torunları olarak, güç ve iş birliğini ''Turan Ülküsü’’nü gerçekleştirerek bunu başarabiliriz. TEK ALLAH’IN KULLARIYIZ, ATİLLA’NIN TORUNLARIYIZ. Umarım bu güzide topluluğu bir daha ki yıl Ağustos ayında düzenleyeceğimiz Türk Kurultayına bekliyoruz.

Türkiye’nin AB’ye alınacağına kesinlikle inanmıyorum. Alınmamasına gerekçe olarak söylenegelen, Türkiye’nin Müslüman bir ülke olması yalan bir hikâyedir. Almazlar, çünkü; Türkiye güçlü bir ülke. Güçlü bir ülkeyi almakla başlarına iş açmak istemezler. Macaristan AB’ye girdi ve Macar halkı olarak perişan olduk. Zayıf işletmelerimiz özelleştirme yolu ile Batı Avrupa sermayeleri tarafından satın alındı. Bir süre sonra bu fabrikalar kapatıldılar, binlerce işçimiz işsiz kaldı. Özelleştirme yoluyla milli sermaye, gayri milli hale geldi. Bir gün Türkiye’yi alırlarsa inşallah Macaristan’ı çıkarırlar(gülüyor). İnşallah bir gün Macaristan da yönetime geldiğimizde, Başbakan olarak ilk ziyaret edeceğim ülke Türkiye olacaktır. Türkiye ile birlikte Macaristan’ı doğuya açacağız, turan ülküsünü gerçekleştireceğiz.

Bugün Dünya’nın bir çok yerinde Atilla’nın torunlarına zulüm yapılıyor. Hep Atilla’nın torunları mı bedel ödeyecekler. Özellikle bugün ''Sekel Türkleri’’ kimliklerini ve kültürlerini kaybetmek üzereler. (Romanya’nın Sekelistan bölgesinde yaşayan Türkler)Sizlerden bir ricamız da Sekel Türklerinin sesini duyurmanızdır.

Yaşasın Türk ve Macar Halklarının kardeşliği.
….
İşin doğrusu; özellikle son yirmi yıldır Turan Ülküsünden bahsedilmemişti. (Özellikle Türk Dünyası Araştırmaları Vakfını tenzih ederim) Doğrusu çok tuhaf oldum. Hem sevindim, hem utandım. Sevindim; Turan ülküsü tekrar telaffuz edilir oldu. Utandım; Türkiye Türklüğüne ne oldu da, daha Türklüğünü bile henüz kabul ettirme mücadelesi veren bir ‘’Macar delikanlı’’, ''Turan Ülküsü’’nü gerçekleştirmeyi misyon edinmişti. Ama çakmak çakmak bakışları olan bu yiğit delikanlı o kadar mütevazi ki, bu işin liderini de liderliğini de Türkiye ye bırakıyor, bu işte öncümüz, kılavuzumuz Türkiye olacak diyor.

Gabor’un her cümlesinin sonunda özellikle %80’i gençlerden olan dinleyicilerin yoğun alkışları vardı. Bu gençlerin hepisi samimiydiler, Milliyetçi ve Türkçüydüler. Gabor’a inanmışlardı. İnanmışlıktan gelen ''bağırmaya’’ hasret kalmış milliyetçisi, Türkçü gençlerin sinirleri boşaldı, adeta rehabilite oldular, ben de.
Anadolu Türklerinin ve ben liderim diyenlerin, Sayın Başkan Gabor’dan ders almaları gerekir. Öyle gözüküyor ki, ''Turan ülküsü’’ Türkiye den çok önce Macaristan da iktidara gelecek. Girdiği ilk seçimde %14 oy alan parti, bir sonraki seçimde oylarını iki katına çıkarmış. Demekki Sayın Başkan Gabor Macaristan da Macarların Türk ve Atilla’nın torunu olduklarını daha inandırıcı anlatmış. Oysa bizler Türkiye de Türkmüyüz, Türkiyelimiyiz kavgasını veriyoruz, daha doğrusu beceremiyoruz. Türkiye de Türklere Türk olduklarına inandıramamışız. Vah ki, vah… varsın vebal altında olanlar düşünsün. VONA GABOR başkanı izlemeye devam.

Aynı Allah’ın kullarıyız, Atilla’nın torunlarıyız.
Mehmet Soral