27 Temmuz 2021 Salı

BOLU BELEDİYE BAŞKANI NE DEMEK İSTEDİ

Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan'ın sonuna kadar arkasındayım.
Tanju Özcan Bey'in göçmenlere karşı aldığı tavır ırkçılık olmayıp, birilerinin otoriter ve popülist hevesleri uğruna hala kesintisiz devam eden yanlış göçmen politikasının bedelinin sürekli Türk milletine ödetilmesi nedeniyle; "Yeter artık, bu yükü kaldıramıyoruz" demeye matuf dikkat çekmeye yöneliktir.
Tanju Özcan
Savaşın olduğu yerlere tatile gidilmez. Binlerce Suriyeli göçmen ülkelerine bayram tatiline gittiklerine göre demek oluyor ki iç savaş bitmiş, savaş kaçkını sıfatlarını kaybettikleri için de gittikleri yerlerden dönmemeleri gerekir.
Ezcümle; bugün takip edilen göçmen politikası ile Türk milletinin demografik yapısı, cumhuriyet değer ve kazanımı olan milletleşmenin aksine ümmetleşme ve ümmet bütünlüğüne evirilmesi üzerine sürdürülüyor.
Sürdürülen bu fetö'vari göçmen politikası; ülkenin ekonomik şartlarının en kötü olduğu bugün, çaktırmadan zihinlere zikredilerek millete kabullendirmenin nihai varacağı son aşama; demografik yapısı tamamen değiştirilmiş bu coğrafya üzerinde Osmanlı gibi çok uluslu bir yapıya dayanan; H.Kaplan'ın dizayn ettiği gibi yeni bir isim, yeni bir bayrakla yeni bir devlet inşa etmektir.
Ensar, muhacir kavramlarına gelince; geçiniz onları. Suyu görünce teyemmüm bozulduğuna göre Suriye'ye gidince de muhacirlik biter. Dolaysıyla, Türk milletinin acıma ve merhamet duygularının sömürülmesine yeter artık.
57. hükümetin, altına imza atıp AKP'nin kucağına bıraktığı, onun da kundaklayıp meclisten belki de bu günler için geçirdiği, muhtevası "Bir ülkede farklı halklar ve inanç grupları isterlerse kendi kaderlerini kendileri belirler" olan kabul edilmiş ikiz yasalarımız var. Ben bu ikiz yasaları bilip hatırladığım için ülkemize göçün teşvikinin vahametinin nereye varacağını fark edebiliyorum. Tanju Bey'in de sanırım aynı duygu ve düşüncelerle Türk milletinin hislerine tercüman olduğunu düşünüyorum.

Her Lozan Antlaşmasının yıl dönümünde...?

Lozan'ın kadir kıymetini bilmeyenlerin, yetersiz görenlerin, hele ki 12 adanın Lozan ile kaybedildiği tezini savunarak istiklal savaşını; sonuçları itibariyle itibarsızlaştırma gayreti içinde olanların soylarını soplarını araştırın göreceksiniz ki; asıl nedenin Türk milleti adına bu coğrafya üzerinde yeni bir Türk devletinin tescil edilmesinin kripto etnik özürlüler üzerinde yarattığı rahatsızlıktır.
Eğer tescillenmiş bu devletin adı "Osmanlı" veya "Yeni Osmanlı" ya da "Anadolu" olsaydı bu kripto etik özürlü sinsi güruh "Lozan Antlaşması"ndan hiç rahatsız olmayacaklardı.
Velhasıl kelam; sonuç itibariyle çok uluslu Osmanlı sonrası Türk milleti adına bir ulus devletin inşasının yarattığı rahatsızlık her yıl bu zamanlarda nüksediyor. Ama önemli değil, biraz kaşıntı oluyor sonra da geçiyor(!)
Bu vesile ile verilen İstiklal Savaşı ve devamında kurulan "Türkiye cumhuriyeti Devleti"nin inşası sürecinde başta kurucu başbuğumuz Mustafa Kemal Atatürk, İsmet İnönü ve diğer kurucu kadrolar ile onların emir ve komutasında emeği geçen herkesi minnet ve şükranla anıyor ruhlarına Fatihalar gönderiyorum. Ruhları şad mekanları cennet olsun.

Suriyeli göçmenlerin hatırına Türkistan'a mı göçeceğiz

Yeter artık...!
Ne bu cüret yahu. Neymiş; etnik özürlü kripto birisi Suriyelilere sormuş, onlar da demişler ki; "Önce bizden evvel gelenler geldikleri yerlere gitsinler sonra bizler de yol yordam öğrenir aynısını yaparız".
Hadi ortadan "Etnik rahatsız" adam. Oturduğun yerde k.çından uydurduğun bir ankete dayanarak hükümetinizin sabrımızı taşıran yanlış Suriye politikasına meşruiyet kazandıramazsınız.
Şunu unutma ki; Suriyeliler buraya bizimle savaşıp, kazanıp gelmediler. Bu coğrafyayı önce savaşarak fethettik sonra Türk yurdu yaparken gelenlerimiz ile birlikte üzerinde yaşayan insanları da kucaklayarak hep beraber bir millet olduk, onun adı da Türk milleti dir.
Sonra kendi insanımızı fethedilerek genişleyen coğrafyamızın sınır boylarına iskan politikası dahilinde yerleştirdik.
Osmanlı'nın çöküşü ile misak-ı milli sınırlarımız dışında kalan soydaşlarımız kendi istekleri ile veya gördükleri zulüm nedeniyle tekrar ana yurtlarına göç etmek zorunda kalmışlarsa; soydaşlarımız ile ülkesi için savaşmayıp terk eden Suriyeliler nasıl aynı görülebilir.
Etnik sorunlu adam; şimdi sen hangi cüretle kendi ata toprağına göç eden soydaşlarımızı Suriyeli kaçkınlar ile bir tutarsın. Ahmak adam, bu insanlar her şeyden önce ev sahibi; kimleri nereye gönderiyorsun hadsiz. Etnik özrüne binaen gizli heveslerine taban oluşturma gayreti içindeysen eğer; ya geldiğin yere sen git veya edebinle otur oturduğun yerde.
Ne bu yahu; bu tahammül, tepkisizlik ve iğdiş edilmişlik böyle devam ederse gün gelecek kendi yurdumuzdan "Burada kaldığınız yeter gidin artık" dendiğinde adeta razı olacağımız bir psikolojiye doğru sürükleniyoruz.

''Taliban ile inanç yönünden ters düşmüyoruz daha iyi anlaşabiliriz'' demek de ne oluyor

"ABD Taliban ile görüştüğüne ve Türkiye'nin Taliban ile inanç yönünden ters bir tarafı olmadığına göre biz daha kolay anlaşırız" diyor bay muktedir.
Yani böylece kadim Afgan-Türk dostluğu değil zihniyet benzeşmesi öne çıkarılıyor. Böylece, ülkemizin Taliban zihniyeti seviyesine düşürülmüş olunduğunun itirafına da şahit olmuş olduk.
Bu ifadelerle kendi askerimizi Taliban'a doğrudan hedef göstermiş oluyoruz. Oysa Taliban direnişi karşısında çekilmek zorunda kalan ABD istedi diye değil, doğrudan kendimize ait olan, kadim Türk-Afgan dostluğuna dayanan orijinal bir projemiz ile orada olmalıydık.
Trol ve troliçe müptezelleri sabah akşam ABD'ye küfür ederler ama heladan çıkan her ABD projesine havlu tutmayı da onur sayarlar. Bakalım bu absürtlüğe nasıl bir kılıf uydurup anlatacaklar göreceğiz ama iktidarın da, yandaşlarının da tüm atraksiyonları günü kurtarma ve ABD'nin koruma ve kollaması ile siyasi iktidarlarını muhafazaya matuf.

Sosyal medya üzerinden adalet arayışı ve mahsurları

M.Anlı, katledilmiş bir karıkocanın katillerinin kim/kimler olduğu üzerine günlerce süren canlı yayın programları yaptı.

"M.Anlı katili yine buldu" payesi için nerdeyse tüm kardeşlerin katil olabilecekleri, tüm kardeşlerin yasak aşkları olabileceği, tüm kardeşlerin akrabaları ile yasak aşklarının ve husumetlerinin olabileceği, tüm kardeşlerin birbirlerine karşı eşlerinden dolayı gizli gizli husumet ve ilişkileri olabileceği ve daha nice şüphe ve ithamlar günlerce sürdü. Velhasıl kelam; birbirlerinin canı ciğeri olan insanları yine karşılıklı olarak birbirlerinin yüzlerine günlerce bakamaz hale getirdi.
Oysa tespit edilen esas katillerin bu süreç içinde bir defa olsun isimleri geçmedi. Başarı kime ait; kardeşlerden birisinin feryadı sonucu jandarmanın bu işe özel bir ekiple müdahil olmasıyla çifte cinayet çözülmesi devlete ait. Yani devlet istediği için başarıyı da beraberinde getirdi.
Peki bir hakkın, hukukun yerine getirilmesi ve adaletin eşit dağıtılması için o delikanlının feryadında olduğu gibi farkındalık yaratıp dikkat çekerek, sorunu halletmek için ille de böyle arayışlar içine girmek mi gerekiyor.
Çok tuhaf; adalet arayışı bu şekilde sosyal medya, TV ekranları ve hatta mafya üzerinden yürütülmesi gibi paralel adalet dağıtımının geleneksel hale gelmesi durumunda ortada ciddi bir huku devletin varlığından söz edilemez. Yakın zamanda "Adalet TV", "Mahkeme TV", "Hakem TV", "Aldatanlar TV", "Aşk TV" gibi TV kanalları açılırsa hiç de şaşırmam.
Devlet gücünü gösterip hak, hukuk ve adaletin adil dağıtıldığı hissiyatını verdiği sürece bu abuk sabuk programlar da muhakkak ekranları terk edecektir. Sosyal dokuyu bozan, akla hayale gelmeyen ama birilerinin aklına gelmiş olup da yaşanmışlıkların sürekli konuşulur olması yaygınlığının artması dışında ne gibi faydası olabilir sormak isterim. İnanın ki şimdiye kadar zinanın cezasının olduğunu sanan milyonlarca insan bu programlar sayesinde artık cezasının olmadığını öğrendiler.
Velhasıl kelam; bu programların yayınına son verilmeli ve insanlar adaleti ve sahip çıkanını devletinin kurumlarında aranması gerektiği inancı yaygınlaştırılmalı ama çok haklısınız; hangi yönetenlerle. En makul seçmen, bu programları çekirdek çıtlatarak izleyenler ise; çok zor galiba.
Mehmet Soral

17 Temmuz 2021 Cumartesi

DAYATMA ALGILARLA 15 TEMMUZ


Dayatma algılar üzerinden 15 Temmuz'u anlama ve yorumlama

Sizin Türk milletine dayattığınız 15 Temmuz anlatımınıza da oluşturduğunuz algıya da itiraz etmeye devam edeceğim. Bir masalı anlatırken kendinizden bir şeyler ekleyip veya çıkarabilirsiniz, mümkündür, nihayetinde o bir masaldır ama hep beraber yaşayıp şahit olduğumuz olaylar silsilesini de istediğiniz eklemelerle, çıkarmalarla anlatamazsınız, anlatsanız bile inandıramazsınız çünkü biz de oradaydık.
Darbeyi size akrabanız haber verecek, o gün devletin birinci derecede istihbaratından sorumlu, güvenliğinden sorumlu, ordusundan sorumlu kişilere "Sizler ne halt ediyordunuz ki; haince yapılan bu hazırlıklardan hiç haberiniz olmuyor, bana da bilgi gelmiyor. Şüphe götürmeyen bir gerçek var o da; görev ihmalinizin olduğudur. Sizleri azlediyorum" deyip devamında soruşturma açmayacaksınız ve bu günlere kadar geleceğiz öyle mi. Devletin kümesine nöbetçi diktiğiniz adamlar kapısını açıp, tavukları salmışlar, el insaf yahu; azarlanmalarına bile müsaade etmediniz. Niçin, çünkü o tavukların tek tek senin kümesine doğru yol alacaklarını çok iyi biliyordun da ondan.
Saldığınız algılarla aklımızı, zihnimizi ve muhakeme gücümüzü esir alıp, 15 Temmuz ihanetini kendi meşrebinize göre okuyup sonra da milletin zihnine üfürerek alayımızı efsunladığınızı sandınız ama tılsımınız tutmadı ancak algı dayatmalarınızdan da vaz geçmiş değilsiniz, devam ediyorsunuz. Benim vicdanımı teslim alamayacaksınız, bunu bilin.
Şunu unutmayın ki; korku salarak sesini kesip konuşturmadığınız çocuk kendini güvende hissedip anlatmaya başladığında dayattığınız tüm algılar değişecek, maskeleriniz düşecektir.
Ve başkalarını bilmem ama kendi adıma söylüyorum; ahmaklığı kabul edip, Allah'ın bana bağışladığı en büyük nimet olan aklıma ihanet etmeyeceğim, "15 Temmuz"a dair dayatma algınıza hiç bir zaman teslim olmayacağım.
Siz ve aveneniz, şunu bilin ki; çocuklarıma da vasiyetimdir; sizin bu ihanetin içerisinde olmadığınıza dair yeterince ikna edici tarafsız bir sorgu sürecine müsaade etmediğiniz sürece fetö'ye karşı verilmekte olan mücadele kendi aldatılmışlığınızın intikamını almaya mı matuf yoksa devlete karşı yapılan ihanetin bedelini ödetmek mi, ondan emin değilim. İhanetin siyasi ayağının araştırılmasına müsaade etmediğiniz sürece önce sizi sonra da siyaset kurumunu vicdanımda mahkûm etmeye devam edeceğim.
Siz ve siyaset kurumu; yüreğiniz yetiyorsa 15 Temmuz ihanetinin siyasi ayağının araştırılmasına müsaade edin. Böylece kendinizi aklama fırsatı da bulmuş olursunuz; ne kadar uzak, ne kadar yakınsınız anlatırsınız.
Hodri meydan.
"15 Temmuz Allah'ın bize bir lütfu" diyeceksiniz ve devamında Kuleli Askeri Lisesi'ni kapatacaksınız öyle mi. Taş duvarlardan ne istediniz. Verdiğiniz reklam arası mı sona ermişti.


Liderlerin karşılıklı ağır ithamları ve sonrası her şeyi unutma ayıbının gelenekselleşmesi

Devlet Bahçeli, Numan Kurtulmuş Süleyman Soylu gibi bazı isimler Recep Tayyip Erdoğan ile hiç bir zaman bir araya gelmelerini mümkün kılmayacak düzeyde ifadelerle karşılıklı olarak hakaret ve ithamlarda bulunmuşlardı.

Bugün ne görüyoruz; o günlerde karşı karşıya geldiklerinde artık birbirlerinin yüzüne bakamazlar dediğimiz bu insanlar daha sonra Recep Tayyip Erdoğan'a inanmışlık ve adanmışlık anlamında adeta karşılı yarışır oldular. Hele ki Devlet Bahçeli önümüzdeki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde kendi adayının Recep Tayyip Erdoğan olduğunu hala niyetinin ne olduğunu bilmediğimiz Erdoğan'a rağmen açıklamıştır.
Dolayısıyla; siyasette böyle bir seviyesizlik ve ilkesizliğin gelenek haline gelip oturmaması için aynı zamanda genel başkanım olan Meral Akşener Hanımefendiye diyorum ki;
"Sayın genel başkanım, yukarıdaki örnek isimler üzerinden ifade etmeye çalıştığım kötü bir geleneğin Türk siyasetinde alışkanlık haline gelmemesi için her türlü inanmışlığınızı ve adanmışlığınızı ortaya koyacağınıza dair davranışlarınıza bugünlerden itibaren hep beraber şahit olmak istiyoruz"
Çünkü cumhur ittifakına karşı siyasi zekanızı ortaya koyarak sonuç alıcı mücadelenizi görüyor, takdir ediyoruz. Geriye kalan; ifade etmeye çalıştığım ve bir siyasetçide görmeye çok ihtiyaç duyduğumuz duruşunuzdur.
Mesela; "Devlette küskünlük olmaz" şeklinde başlayan cümlelerle AK PARTİ ile yürütülecek hiç bir diyaloğu kendi adıma kabul etmeyeceğimi bu günden beyan ediyorum. Çünkü bunu başarabilirsek ancak o zaman siyaset seviye kazanır, kullanılan kirlenmiş dil cezalandırılmış olur. Yani demem o ki; öyle bir misyon yüklenin ki son yirmi yıldır siyasi parti liderlerinin bir masa etrafında toplanmasına izin vermemiş, o asgari düzeyde dahi medeni cesarete cüret edememiş yüreksizliği artık Türk siyasetinden tasfiye edin.
Şunu çok iyi biliyoruz; ülkede düzenin bozulması, ekonominin tarumar olması sadece parasızlıktan, hele ki üretimsizlikten hiç değil, hepsinden önemlisi bozulan dil ve kontrol edilemeyen, sürekli cehaletten beslenen ego tatminsizliği olmuştur. Ülkemiz bir kazaya uğramış olsa da artık bu mantaliteyi tasfiye etmek sizin önderliğinizde hepimizin boynumuzun borcudur.


Bu bir gaf değil

AKP’li Bülent Turan; “Osman Öcalan TRT’ye çıkmadı, TRT Kürdi’ye çıktı!” diye açıklama yaptı.
Yıllar önce TRT Kürdi yayına başladığında "Bu resmen BOP dahilinde kurulması planlanan Kürdistan projesi için lehçe farklılığını ortadan kaldırarak dilde birliği sağlamaya matuf Beşir Atalay marifeti ile AKP'nin programına alınmış bir projedir" demiştim.
Oysa kendilerini Türk milletinden ayrı görmeyen vatandaşlarımızın böyle bir beklentisi yoktur. İşin aslı, bunun fetö-ABD koalisyonunun birlikte yazmış oldukları senaryoda BOP eş başkanına verilen bir görevlendirmeydi.
Anlaşılan, Bülent Turan ve AKP bu ayrışmayı o kadar çok içselleştirmiş olmalı ki; TRT Kürdi'yi bizden ayrı, sanki kurulmuş ve genel kabul görmüş bir devletin TV'si olarak görüyorlar. Bülent Turan'ın cümlesinden çıkan budur.
Allah'ım bilerek veya bilmeyerek kontrol dışına çıkmış, kendisine dahi mukayyet olamayan bu zihniyetin tasallutundan Türk milleti ve devletini kurtar. Bu anlamda çaba içerisinde olanların yar ve yardımcısı ol.
Mehmet Soral

11 Temmuz 2021 Pazar

İÇİME SOLCULUK KAÇMIŞ ADAM ÖYLE DİYOR

Efendim neymiş; benim içime solculuk kaçmış

Efendim neymiş; içime solculuk kaçmış, böyle yazılar(Tarzımı biliyorsunuz) nasıl yazarmışım.
Nasıl mı oluyor; önce insan sonra kendimiz, biraz da yürekli olunca.
Değnekle dürtülen akıl ile hareket etmeyeceğiz. Her türlü, ideolojiler de dahil olmak üzere ön kabul ile hiç bir kimsenin azatlık kabul etmeyen iflah olmaz kölesi olmayacağız.
Hiç kimseye keramet atfedip, kutsamayacağız ama takdir etmesini bilecek kadar da asgari düzeyde adam olacağız.
Empati yapabilecek yüksek karakterli insan olunduğunda; evet, insan içine bazen solculuk, bazen dindarlık hatta bazen de dinsizlik bile kaçabilir; bırakalım kaçsın. Biz kendimiz olup, aynı zamanda fikir sahibi isek, sokma akılla bu dünyada bir yer işgal edip yaşamıyorsak; korkmayalım.
Aslında içimize kaçanların toplamı değil midir; ne kadar zengin adam olduğumuz.


Cumhur ittifakı ve trolleri adeta yalvarıyorlar

Cumhur ittifakı ve trolleri yalvarırcasına Kılıçdaroğlu'nun cumhurbaşkanı adayı olmasını istiyorlar.
Millet ittifakı ise inadına cumhurbaşkanlığına aday ismi somutlaştırıp buna dair sır vermiyorlar. Meral Hanım da Kemal Bey de müthiş bir stratejisi yürütüyorlar, çok da iyi yapıyorlar.
Yahu hepimiz bu ülkede yaşıyoruz ve yirmi yıllık AKP iktidarı süresince her türlü siyasi entrika ve kumpaslara şahit olmadık mı. Böyle tek adamlı yüksek düzeyde otoriter bir yönetim sürecinde yirmi yıllık tecrübeden sonra aynı hataların tekrarını yapmak ahmaklık olmaz mı.
Dolayısıyla Kemal Kılıçdaroğlu veya Meral Akşener şimdi ne diye ittifakları adına cumhurbaşkanı adaylarını açıklasınlar ki. Açıklanacak cumhurbaşkanı adayının başına her türlü entrika ve kupasın boca edilebileceğini tahmin etmemiz çok mu zor.
Altı yıl önce Meral Hanım hakkında açılmış, gizlilik kararı alınmış soruşturma hala açıldığı gibi duruyor. Meral Hanım, bu soruşturmanın üzerindeki gizlilik kararının kaldırılarak kendisinin ifadeye çağrılması için her ay dilekçe veriyor ama bir türlü icraat oluşmuyor.
Bu davanın açılış nedenini tahmin edebiliyorum; günü geldiğinde kendisine karşı kumpasa dönüştürmek. Ama ne garip ki; Meral Hanım siyasi zekasını kullanarak partisini ve kendisini öyle bir konuma taşıdı ki; bunun faydası sadece kendisine değil CHP ve Kılıçdaroğlu'na da olmuştur.
Velhasıl kelam; soruşturma ellerinde patladı. Soruşturma görüşülmeye başlansa konjonktür Meral Hanım'ın lehine işler, vaz geçilse niçin açıldı denir gene Meral Hanım'ın lehine işler...
Hadi bakalım başlatın soruşturmayı, görelim o zaman manzarayı.
Ben Meral Hanım'ın siyasi zekasına güvenmeye devam ediyorum. Siyasette var olmak maddi imkanları olanlar için hiç zor değil ama zeka; siyasette kalıcılığı sağlar, hele ki bu zeka bir de bilgi ve birikim ile bezenmişse kişiyi devlet adamlığına taşır.
Cumhur ittifakı ve trolleri tarafından Meral Hanım ve Kılıçdaroğlu üzerine HDP sopası kullanılarak büyük bir taciz söz konusu ama her ikisinin de sabrını takdir ediyorum, süreci son derece iyi yönetiyorlar.


Lafa bakar mısınız?

lafa bakar mısınız; "Tosuncuk nasıl hesap verecekse Kılıçdaroğlu da öyle hesap verecek" miş. Devlet Bahçeli meclis grup toplantısında böyle söyledi.

Sanki tosuncuğu peydahlayan Kılıçdaroğlu iktidarı.
Bu vicdansızca ithamda bulunan irade sahibi ve yekdiğerinin siyasetteki varlıkları cumhuriyetimizim bütün değer ve kazanımlarını iğdiş ederek devletimizi en az otuz yıl geriye götürmüştür.
Böyle bir kıyaslama ile iç barışın sağlanarak, milletimizi oluşturan her fert üzerinde nasıl bir toplu sinerji yaratarak emperyalist tuzaklara karşı eylem birlikteliği sağlanacaktır.
Bu kadar insafsızca yapılan kutuplaştırma siyaseti size ne kazandıracak ülkeye ve millete ne kazandıracaktır.
Sayın Kılıçdaroğlu hiç aldırış etme;
Türk milliyetçisi ve ülkücü birisi olarak bu orantısız itham ve suçlama karşısında sonuna kadar senin yanındayım. Biliniz ki benim gibi binlerce Türk milliyetçisi aynı şeyi düşünüyorlar.
Sen ki; Türkiye ortalamasını fark ederek ona karşı en akıllıca siyaset üretmeye çalışan sol lidersiniz ve takdir ediliyorsunuz. Onun içindir ki; kendi nefsiniz için cumhur başkanı adayı olmayı bile düşünmediniz. Ne garip değil mi; sana orantısız ithamda bulunanlar ne kadar da çok aday olmanı istediler ve hala da istiyorlar.
Meral Akşener ile aynen devam; birilerine sıkıntı veren, korku salan da beraber ürettiğiniz akılcı siyasetinizdir.
Sizi ve Meral Hanım'ı tebrik ediyorum.


Muharrem İnce ce artık Sol'a kazandıran değil kaybettiren konumunda konuşlanmış durumda

''Muharrem İnce'ye siyasi yasak talebi". Geçen gün basına böyle bir haber düştü. Benim tahminim o ki; mağduriyet yaratarak kendisine halk desteğinin artmasına matuf bir organizasyonun olduğunu düşünüyorum. Amaç muhalefeti parça parça ederek kolay yutulabilir hale getirerek millet ittifakının aleyhine konjonktür oluşturmak.
Neden böyle düşünüyorum. Geçtiğimiz cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yandaş medya ve TRT, muhalif cumhurbaşkanı adaylarından sadece Muharrem İnce'nin programlarını canlı vermişler, TV programlarında seçim öncesinde besleme troller yine sürekli millet ittifakı adayının Muharrem İnce'nin olması gerektiği algısını pompalamışlardı. Hatta bir TV tartışma programında muhalif gazeteci yandaş beslemeye "Muharrem İnce'ye bu kadar muhabbet beslendiğine göre oyunu da verirsiniz" şeklinde ironi yapmıştı.
Mehmet Soral

FETO MAHKEMELERİ NE ZAMAN ÖZELLEŞTİRİLDİ

Fetö mahkemeleri ne zaman özelleştirildi.

S.Özışık ne diyor; kendisine uğrayan ve masum olduğuna inandığı binlerce fetö tutuklusunun dosyalarını inceleyerek isimlerini S.S'ye verip tutukluluk halelerinin veya haklarındaki davaların düşürülmesine vesile olduğunu söyleyerek, bundan onur duyduğunu açıklamasını yaparak anlattı.
Bu adam fetö'den yargılanan binlerce insanın önce avukatı olmuş, sonra savcı olmuş, dosyalar hazırlayıp mahkeme kurmuş, hakim olup kararını vererek hükmün gereğinin yapılması için de SS'e talimat vermiş ve binlerce fetö'cünün beraatlarını sağlamış
Ya diğerleri; bu adamlar gibi elini iktidarın yanaşma ve beslemelerine uzatamayan, onlara ulaşmak için belirlenmiş olan "Fetö borsası beraat bedeli"ni temin edememiş diğer mağdurlar, onlar ne yapacak. Adamlar resmen itiraf ediyorlar. Fetö borsasını kurmuşlar ama adını ne koymuşlar; ne kadar İslami ve ahlaki değil mi; ''Mağdur insanlara sahip çıkıp onların eli ayağı olmak''(!)
Ve ne garip; nerdeyse cumhur ittifakı trolleri ve siyasileri tarafından fetö'nün siyasi ayağı olduğu şeklinde her vesile ile arsızca haksız ithama maruz kalan CHP, kurulmuş böyle bir fetö borsasının üzerine gidemiyor. Oysa cumhur ittifakının yakasından tutup sarsarak ayağını yerden kesmesi gerekmez mi. Keza İYİ PARTİ'm de dahil olmak üzere diğer muhalefet partileri de aynı şekilde.
Bir an için S.Özışık'ın fetö borsacılığını CHP'li bir gazetecinin, mesela sözcü veya cumhuriyet gazetesinden birisinin yaptığını düşünelim; inanın ki gündeme tek hakim olan bu mevzu olurdu.
Muhalefet, iktidarın ithamlarına tepki geliştirmekten ziyada (Pekala bunu da yapacak) kendilerinin sürekli Cumhur ittifakına karşı aksiyoner duruşlarını diri tutacak, yukarıda bahsi geçen mevzu gibi gündemi sarsacak itiraflar üzerinden siyaset geliştirmek zorundadır ama görüldüğü üzere son derece sansasyonel bir itiraf neredeyse gündeme gelmeden unutulup gidecek niçin; muhalefetin yetersizliği.
Unutmayalım; bir insanın dayısı fetö tutuklusu diye o kişinin siyasi ömrünü bitirmek istediler, partisini zan altına soktular, genel başkanının partiyi fetöcü'lere teslim ettiğini iddia ettiler. Amma velakin binlerce fetö'cünün beraatını sağladığını itiraf eden yandaş, besleme fetö borsacısı üzerinden cumhur ittifakının üzerine gidilemiyor; çok garip değil mi.


''Organize suç örgütü liderinden temiz eller operasyonu''

Ülkemin haline bakar mısınız; cari hukukumuza göre yargılanıp suç örgütü lideri olduğu şeklinde hakkında hüküm verilen birisinin; ülkemizde yaşanmış ve yaşanmakta olan arsızlık, hırsızlık ve namussuzluktan mütevelli ifşa, itiraf ve ithamlarına dayanan; temiz toplumun inşası için umudumuzu motive eden youtbe paylaşımlarına ara vermesinin hüznünü yaşıyoruz. Çok garip değil mi; "Temiz toplum" için verilecek olan savaşın öncülüğüne aynı ülkenin yargısınca "Organize suç örgütü lideri" denilen bir insanın soyunmuş olması neredeyse "Milletin umudu" haline gelebiliyor.

Buradan cumhur ittifakı da muhalefet de kendi paylarına düşen gerekli dersleri çıkarmaları gerekir.
Cumhur ittifakı; hak, hukuk, adalet ve temiz toplum adına yönetimde tek muktedir olmalarına rağmen niçin itibar ve güvenin kendilerine olmayıp da bir "Suç örgütü liderine" olmasının nedenini sorgulamaları gerekir.
Yine benzer sorgulamayı muhalefet veya millet ittifakının yapması gerekir ki; "Eğer hak, hukuk, adalet ve temiz toplum adına arsızlık, hırsızlık ve namussuzlukların ifşası, üzerine gidilmesi ve deşifre edilmesi inisiyatifliğine bir "Suç örgütü lideri" soyunmuşsa; peki bizler ne iş yapıyoruz" demelidirler. Bunun anlamı; muhalefetin milletin nezdinde hala güçlü bir alternatif olduğu güvenini veremiyor olmasıdır. Dolaysıyla anlaşılan o ki; millet arsızlık, hırsızlık ve yolsuzluk üzerine çok öfkeli. Bunlarla ilgili sorgulama yapmaya cüret eden her kişi veya kuruma sarılıp destek vermeye hazır. Muhalafet milletin bu hazır bekleyişinin değerini bilmelidir.
Temiz toplum adına umudun adresi eğer "Bir suç örgütü lideri"nin gayretleri ise vah ki vah halimize. Bu durumda sadece S. Peker'in suç örgütü liderliği değil diğer siyasi liderlerin de liderlikleri tartışılır.
Bugün S.Perker parti kursa bu ülkede başbakanlık yapmış, bakanlık yapmış, vekillik yapmış insanların kurmuş olduğu partilerden daha çok oy alma potansiyeli varsa; o zaman millet nezdinde suç ve suçlu kavramları bir başka türlü değerlendirilip, yorumlanıyor demektir. Bu durumu "Çocuk pornocusu da parti kursa o kadar oy alır" diyerek açıklanamaz değil mi.


Tiksindirici borç ne demek

Tiksindirici borç, iğrenç borç, gayrimeşru borç ya da korkunç borç; bir ülkenin despotik hükümetinin yerine gelen demokratik hükümetin kendinden önce gelen yönetimin edindiği borçların devletin yararına değil; mevcut ulusal ve uluslararası kanunlara uymayarak veya kanunları kendi işine yarayacak şekilde esneterek yolsuzluk içinde diktatörün kendisinin veya bir zümrenin çıkarlarına yönelik yapıldığını öne sürerek geri ödemek istemediği borçları ifade eder. Uluslararası yasalar çerçevesinde bu borçlar, devletin borcu olarak kabul edilmez ve kişisel borç kapsamına girer. Tiksindirici borçlanma yapan despotik hükümetlerin temsilcileri büyük oranda kişisel olarak da zenginleştiği için alacaklılar, borç tahsilini söz konusu dönemin yöneticilerinden tahsil etme yoluna gider. Borçların kesinleşmesi durumunda ise "devleti zarara uğratmak" hakkında yargılanır. Uluslararası hukukta bu tarz borçlar, zorlama altında imzalanan sözleşmelerin geçersizliğine benzer.
Diğer yandan diktatöryal yönetimlerle işbirliği yapan ticari kuruluşları da sorumluluk altına alır.
Tarihte Meksika, Küba, Kosta Rika, Irak, Ekvador, Haiti gibi ülkeler bu hukuktan yararlanarak diktatörlerin yaptığı tiksindirici borçların devlete ait olmadığını öne sürerek İspanya, Birleşik Krallık, ABD gibi ülkelere veya bu ülkelerden olan şirketlere karşı olan borçlarını ödemedi. Bu tür borçların halef hükümetlere yüklenmesi söz konusu devletlerin birçok yönden gelişimini engellediğinden diktatöryal rejimleri finanse eden kurum ve kuruluşlarla mücadele kapsamında ABD bu tür davaları destekledi.
Özellikle Haitili Diktatör Jean-Claude Duvalier'in devrilmesinden sonra ülkeyi %78 oranında kişisel borca soktuğu ortaya çıktı ve Haiti'nin bu borçları ödememek için yaptığı uluslararası mücadelesi dünyaya örnek oldu. (Alıntı)


''Uluslararası Tahkim'' Türk milletinin milli çıkarlarından üstün değildir

Sen demiyor musun (Birleş milletlerin 5 ülkeye veto hakkı tanıdığı halde) dünya beşten büyütür deyip, muhataplarına destur çekiyorsun ya; eyvallah, çok da haklısın, kabul ediyoruz.
Allah'ın izniyle inşallah sen "Addaya" gittiğinde, giderayak uluslararası tahkim yasasının teminatına sığınarak 5'li çetene ve diğer yanaşma ve beslemelerine uzun vadeli sağladığın veya sağlayacağın (Kanal İstanbul da dahil) menfaatlerin iptali için Türk milleti de "Benim hak ve menfaatlerim senin 5'li çetenin menfaatlerinden ve uluslararası tahkimden daha büyüktür" deyip aynen sizin PKK ile masaya oturup bedelini binlerce şehit vererek ödediğimiz açılım sürecine "Bu bir devlet politikası" dediğiniz gibi "Kanal İstanbul" prosesi de iptal edilip buna da "Bu bir devlet politikası" demek mümkün olacaktır.
Ne yani; en kötü ihtimal kazılan çukurların hafriyat bedeli ödenir yerine de kentsel dönüşüme ilişkin devlet politikasına dönülür, buradan çıkan molozlar kazılan çukurlara doldurulur.
İstersen erken seçim kararı al sonra olup bitecekleri izle; gör bakalım neler olacak.


İYİ PARTİ yönetimi ahde vefayı gözetmezse akıbeti MHP olur

Ahmet Uğur Terzioğlu 'nu, özgür düşünceli demokrat Türk milliyetçilerinin sistem değişikliği için yapılan referandum oylaması öncesinde verilen "Hayır kampanyası"
mücadelei sürecinde sosyal medyadan tanıdım.

İYİ PARTİ'nin kurulması fikrinin oluşmasından tutalım da kuruluş meşruiyetinin hangi gerekçelere dayandığının Türk milletine anlatılması ve nihayetinde partinin kurulması, ete kemiğe bürünmesi, kurumsal kimliğe kavuşmasında karşılıklı danışarak, görüş alış verişinde bulunup inanmışlığımızı ve adanmışlığımızı paylaşarak büyük emek sarf etmiş bu değerli insanın İYİ PARTI'den kesin ihraç talebi ile İzmir il teşkilatı disiplin kuruluna verildiğini öğrendim.
Şundan çok eminim ki; bu insan her gününün en az üç beş saatini İYİ PARTİ için siyasi çalışmalara ayırıyor ve her daim partinin başarısı için emek sarf eden birisi. Neredeyse parti lehine paylaşım yapmadan geçirdiği gün yoktur. Eğer olur da ihracı gerçekleşirse benim bu karara yapacağım yorum başarılı insanın cezalandırıldığı şeklinde olacaktır.
Bir insanın partiye zarar verip vermediği bugün için öncelikle sosyal medyadaki paylaşımlarından anlaşılır ki; parti kurulduğundan beri tüm paylaşımları incelensin, görülecektir ki; Ahmet Bey'in partiye verdiği emek, kattığı sinerji, inanmışlığı ve adanmışlığı dışında zerre miskal hiç zararı olmamış, olmasının da mümkün olmayacağı anlaşılacaktır.
Hadi diyelim inadına hüküm verildi, ipi çekildi; bilinsin ki bu karar olumsuz bir sinerji olarak başta ben olmak üzere İYİ PARTİ'nin hikayesinde emeği geçen herkesin üzerinde olumsuz etki yapacaktır.
Ahmet Bey'in bir paylaşımındaki muradı ters yüz edilerek olumsuz anlam yükleyip sonra da disipline sevki için gerekçe oluşturulmuş.

LGBT meselesi özel bizim meselemiz haksızlık hukuksuzluk yolsuzluk yoksulluk ve demokrasidir.

LGBT meselesini ciddi bir problem görüp, her evden bir LGB'teli çıkacakmış gibi yaygara koparanlar vakıf yurdunda çocuk istismarlarına "Bir kerecikle bir şey olmaz" demekle yetiniyorlar.
Her LGBT'li yetişmiş birer birey olup, kendi kararlarını kendilerinin verdikleri yaştalar. Onların ne duyup ne hissettiklerinden hiç kimse sorumlu değildir ta ki; toplum düzenine ve genel ahlaka müdahale etmedikleri sürece.
Ne yani; bunlar sokakta yürüdükleri zaman çevredeki ahalinin hep beraber "Biz de sizdeniz, biz de sizdeniz" diyerek naralar atarak onlara katılıp "Acaba hanginizden olsak, karar veremiyoruz, bize yardımcı olurmusunuz" şeklinde toplu bir talebin zuhur edeceği gibi devlet erkanının evhamı mı söz konusu.
Meselenin özü nedir biliyor musunuz; dünya üzerinde otoriter tek adamlı yönetimler her zaman sokakta toplu yürüyüşlerden ve konuşmalardan korkmuşlardır. Toplu yürüyenleri ve konuşanları; etraflarında dolaşarak kendilerini ölüme çağırmak için fırsat kollayan Azrail gibi görürler.
Niçin LGBT'liler ahlaki ve toplum değerleri bahanesi üzerinden yürüyüşleri sorun olarak gürlüyor da çocukların tecavüze uğramaları ciddi sorun olarak görülüp, cezai müeyyideleri insan yüreğini
rahatlatacak düzeyde olmuyor.
Çocuklar tecavüze uğradıklarında yürüyüş yapamıyorlar, yetişkin değiller. Hak ve hukuk ihlalinden haberleri yok, suskun kalmaları da resmi otoritenin işine geliyor. Ama LGBT'lilerin yürüyüşlerinin toplu gösterişe ve resmi otoriteden hesap sormaya dönüşme riskinden korkulduğu için görüldükleri yerde şiddet kullanılarak anında dağıtılması yoluna gidiliyor.
Siz bakmayın genel ahlak ve toplum değerleri üzerinden LGBTlilerin üzerine gidildiğini. Hiç de alakası yok. Resmi otoriteden kaynaklanan arsızlık, hırsızlık, yolsuzluk, kayırmacılık gibi her türlü ahlaksızlığın toplumun her tarafına sirayet ettiğine, tarafların itirafları ile hep beraber şahit olurken, çocuk istismarcısı iğrenç yaratıklar tutuksuz yargılanırlarken; LGBT yürüyüşlerini toplum ve genel ahlak üzerinden risk olarak görüp öne çıkarmak ancak ve ancak toplumun esas muhatap olduğu sorunları görünmez kılmak için perdeleme operasyonundan öte bir şey değildir. Bu yürüyüşler toplum için herhangi bir risk teşkil etmediği gibi aksine resmi otoriteye karşı hak arama için cesaret verici eylemlerdir ki; aslında risk olarak görülen ve korkulan tarafı da budur.

Mehmet Soral
soralmehmet@gmail.com