29 Ocak 2022 Cumartesi

NİÇİN İLLE DE İLİŞKİLİ VE İLTİSAKLI OLACAK

Hiç bir zaman AKP'leşmiş devletin kendi keyfi iktidarı ve iktidarının geleceği için Türk milletine dayattığı resmi algılar üzerinden fetö'yü okuyup değerlendirmedim.
Evet, kesin olan şu ki; fetö bir ihanet örgütü, ABD istihbaratının bir aparatıdır. Ancak bunun bir de siyasi ayağının olduğunu kabul etmeden üzerine tanım yapmak olsa olsa bir hekimin yine bir kadına "Hanımefendi biraz hamilesiniz" demesi kadar eksik bir tanım yapılmış olunur.
Ondandır ki; cumhur ittifakı "Biraz hamile olma" durumunu ortadan kaldıracak "15 Temmuz ihanetinin siyasi ayağının araştırılması önergesi"ne red oyu vererek mani olmuşlardır. Sizce bu refleks halinin arkasındaki neden ne olabilir. Aslında böyle yapmakla kendilerini sanık durumuna düşürmüş olmuyorlar mı.
İstifa eden adalet bakanı mümkün olduğunca kendi cenahlarında vicdanlı olmaya çalışan tek insandı ve bu halini muhalefet de fark ediyor zaman zaman da hakkını teslim ediyordu.
Peki ne oldu da istifa etti ve yerine inadına kullandığı ifadelerden bildiğimiz "Cemaat" ile İlgili ve iltisaklı" olma hali bariz olan B.Bozdoğ adalet bakanlığına getiriliyor. Fethullah Gülen için en övücü sözler yarışması yapılsa ilk dereceye bu insanın yazdıkları ve söyledikleri girer.
Sayın Devlet Bahçeli, madem ki MHP'yi AKP'nin yıkımının vebaline ortak ettiniz; yahu hiç olmazsa "Ne gerek var bu ilişkili ve iltisaklı adamı atamayın, bizden birisini atayın" demeniz çok mu zor Allah aşkına.
Velhasıl kelam; fetö'ye ilişkin bir çok gizemin dayatma algılarla üzerine gidilmesine sistemli şekilde mani olunuyor. Sormak isterim fetö'nün emellerine dair yapılmak istenip de mani olunan ne var. Fetö'ye ilişkin bir af süreci düşünülüp bu konularda oldukça mahir bir isim olduğu için mi B.Bozdağ bakan yapılmıştır.
Sahi, fetö, iktidarın orasında, burasında ne kadar var veya yok; bundan ne kadar eminiz, Erdoğan emin mi, Bahçeli emin mi.
Fethullah Gülen denince yanında hemen Hüseyin Gülerce aklımıza gelir değil mi. Nerede bu insan; AKP emzirip, kıçını bezleyip kundaklayıp besleyip, büyütüyor. Bu insan icazetli şekilde sefa sürerken, sadece AKP'nin desteği ile kurulmuş "Cemaat/fetö" sendikasına üye olmuş diye bir öğretmenin KHK ile ihracını hangi vicdan kabullenebilir.
Bana göre AKP ve Erdoğan açılım saçılım süreçlerinde olduğu gibi yine riskli alanda top çeviriyor ve yine kötü bir gol yiyeceğimizden korkuyorum. "Kürt inisiyatifi"nin belirleyicisi olarak Demirtaş karşısında Apo'yu tercih edip bunu bir anlamda dolaylı da olsa kamuoyuna açıklar açıklamaz aynı anda Fethullah Gülen takdimcisinin bakan tayin edilmesi, bundan sonra muhtemel genel af çalışmalarına zemin hazırlama olabilir mi; elbette olabilir diyorum.
Zaten AKP'nin fetö ile mücadelesi, onun devlete karşı ihanetinin bedelini ödetmek şeklinde değil, onların içinden kendilerine "Kalleşlik" yaptıklarını düşündüklerini cezalandırmak şeklinde oluyor. Mesela Ankara'yı parsel parsel satan fetöcü'ye ne oldu, hiç bir sey. Çünkü onlara göre bu adam kalleşlik yapmadı, AKP'yi ihya etti. Soruyorum; kişileri cezalandırmak mümkündür, peki Kuleli Askeri Lisesi veya Askeri alanda ihtisas hastaneleri olan GATA hastaneleri niçin kapatılarak cezalandırıldılar. Bu bir tesadüf değil, fetö de aynısını yapmak istiyordu.
Fetö ile mücadele yok, muktedir olmak ve iktidarda kalmak için strateji oyun ve yöntemleri var bizler aslında o oyunları izliyoruz; algılarla da istendiği şekilde inandırılıyoruz.
40 bin kişinin katiline, Türk milletinin birleşeni Kürtlerimizin tercihlerini belirleme ve yönlendirme inisiyatifini bahşeden bir Cumhurbaşkanının varlığı beni tedirgin ederken ister istemez ikinci bir terörist başı Ğülen ile nasıl bir diyalog ya da pazarlık halinde olunabileceği aklıma da gelmiyor değil.
Ben sağcı veya solcu değil Türk milliyetçisiyim.
Dolayısıyla, dinen "Defteri sol tarafından verilenler" ile solu özdeşleştiren, "Defteri sağ taraftan verilenler" ile sağı özdeşleştiren ahmakça bir düşünceye sahip değilim. Bu durumda ben ortada kalıp mahkeme-i Kübra'da cennete-cehenneme gidenleri izleyeceğim anlaşılan(!)
Zaman zaman, yazılarımdaki fikrime zikrime ait duygu, düşüncelerime dair cümlelerimden hareketle hakkımda hüküm verip sağcıyken sola kaydığım şeklinde tespitte bulunup bunu ifade edenler oluyor. Şahsen hiç bir zaman sağcı olduğumu söylemedim. Cumhuriyet tarihinin en büyük ihanetleri hep sağdan gelmişse, fetö dahi sağın rahminde peydahlanmışsa hangi akılla sağcı olayım ki. Darbelerin nedenlerini genelde sağ karşıtlarının taşeronluğuna bağlarlar ama aynı kesim niçin hep sağ iktidarlarda zemin bulur bunun nedenlerinin sorgulamasını yapmazlar. Çünkü sağın emperyalistlere teşne bir yapısı var da ondan.
Namus, şeref, haysiyet ve onurun değeri nerede anlam buluyor ve her kim ki bu sıfatların kendi üzerinde görünmesini istiyorsa bunun sağcılığı solculuğu olmaz önemli olan bu değerleri bilmek ve üzerimize yakıştırmaktır. Bu erdemleri üzerinde taşıyamayan namazlı niyazlı badem bıyıklı sağcı birisini değil elbette namuslu, haysiyetli, onurlu ama ateist veya komünist fark etmez olan birisini tercih ederim.

Cumhur ittifakına göre İstanbul düşman tarafından işgal edilmiş durumda

Zavallı cumhur ittifakı; İstanbul Belediyesi'nde arsızlık, hırsızlık, namussuzluk bulup üzerine gidemeyince belediye başkanına "Acıkmayacaktın, yemek yemeyecektin" deniyor, ya ne deniyor; "Kar kürümeliydin" diyor(!)

Cumhur ittifakı büyük şehirlerin muhalefete geçmesini adeta düşman işgali gibi görüyor.
Sanki İstanbul'u, Ankara'yı sel bassa, yangın çıksa, deprem olsa bu felaketlerden nasıl siyasi rant elde edebilirler onun hesabını yaparak hemen trol ordusunu harekete geçiriyorlar. Bu üslubu fetö siyasi kültürümüze kötü bir alışkanlık olarak "kazandırdı", siyasal İslamcıların onlarla beraberliklerinden mütevelli de fetö'nün bıraktığı yerden aynen devam ediyorlar.
Ö.Çelik bir de "Karın yağacağı belliydi, niçin tedbir almadınız" diyor. Olabilir, umulandan fazla kar yağdı, kaos oldu. İmamoğlu'nun haşa Allah ile pazarlık yapması mı gerekirdi.
Ama siz fetö ile bilerek ve isteyerek iş birliği yaptınız; paralel yapılanması ve devlete çöreklenmesini sizin alayınıza posta koyarak hatırlatanlara ne yapıp, ne dediniz; "fetö hukuku" ile tehdit edip "Siz bu mübarek adamdan ne istiyorsunuz" diyenleri hapse atıp, söylenenlere aldırmadan fetö ile izdivacınıza devam ettiniz.
Rezilliğe bakamısınız; belediye başkanı yemek yemeye zaman ayarınca kriz çıkmış ve bir araya gelmiş bu "akıl kümesi" 84 milyonluk koca bir ülkeyi yönetiyor. Bakanlık yapmış koskoca Ö.Çelik yarım saattir İmamoğlu'nun yemeğinden bahsediyor.
Ne diyelim; Allah kurtarsın. Bu panik sizi götürecek inşallah.

Minik serçe Sezen Aksu

Sezen Aksu'ya "Yetmez ama evet"ci olduğu için, "Açılım saçılım"cı olduğu için kendisine öfkeliyim...

Ancak "Türkiye ortalama algı düzeyi"ni dikkate almadan, insanların "Kasımpaşa mahalle dili" seviyesindeki Türkçenin hakimiyetinde meramlarını anlattıkları ve anlayabildikleri bir sosyoloji gerçeği ortadayken; Sezen Aksu'nun bir şiirinde "Selam söyleyin, O Cahil Havva ve Ademe…"cümlesinden anlaşılabilecek ile anlaşılması gereken şüphesiz aynı şey olmayacaktır.
Sezen Aksu'nun, kullandığı bu cümlede Hz. Adam ve eşi Havva validemizden bahsetmesi, elbette onların cismani özelliklerine vurgu yapmak için değil, onların her ikisinden türemiş insanoğlun bugünkü ahlaki zafiyetinden mütevelli cehaletinin yine insanoğlu ve dünyanın başına açmış olduğu bela ve musibetlere dikkat çekmek içindir.
Türkçenin gücüne vakıf olmayanların, hele ki hayatında üç kitabı okumaya başlayıp hiç birini bitirmeyi başaramamış birilerinin, bir başkasının Türkçenin gücünü kullanarak kurduğu cümleleri oranlarından, buralarından, şuralarından eksik anlamaları veya hiç anlamamaları elbette mümkündür.
Son yirmi yılda sahip olduğumuz bütün zenginliklerimizde geriledik, Türkçemizin zenginliğini kullanmada da geriledik şüphesiz. Ondandır ki; Sezen Aksu "İnsanoğlunun cehaleti"nden bahsederken Adem ile Havva'nın cisimlerinden bahşettiği şeklinde anlaşıldı(!)
Biliyorum beni de anlamayacaklar ama onların anlamama sorunları var diye biz de Türkçemizi kısıtlı kullanmak zorunda değiliz. Kusura bakmasınlar onlar cehaletlerine çözüm bulsunlar.

Daha sonra muhtereme Sezen Aksu'nun ''Açılım'' ve ''Yetmez ama evet'' süreçlerine olan katkıları hatırlatınca bu sefer neymiş; "Dilini koparmak" ifadesini Sezen için kullanmadım'' demiş.
Yersek...
İki gün önce Sezen'in Adem ile Havva'ya "Ahlaksız" dediğini trollerin gündeme getirip yaygara koparacaklar, akabinde iki gün sonra da "Kutsala dil uzatanın dilini koparırız" diyeceksin. Ve bunu Sezen için değil de Abuzittin için söylediğini anlamalıydık öyle mi.
Bunu ancak sizin azatlık kabul etmeyen iflah olmayan biatcı kölelerinize yutturabilirsin muhterem.
Acaba bu çark etme haliniz açılım saçılımcı, yetmez ama evetci Sezen sazanına vefa duygularınızın depreşmesinden olabilir mi.
Mehmet Soral

19 Ocak 2022 Çarşamba

AKP TECRÜBESİNDEN SAĞLAM DEVLET YAPILANMASINA

AKP Tecrübesinden Sağlam Devlet Yapılanmasına

Geçmişten günümüze, laikliğin sosyal dokumuz için ne derece kıymetli bir nimet olduğunun kurucu başbuğumuz rahmetli Atatürk tarafından doğru tespitinin yapıldığı kadar, maalesef aynı şekilde doğru anlatım ve uygulamasının yeterince yapılamaması nedeniyle cumhuriyet değer ve kazanımlarına karşı düşman bir güruhun taban bulmasına vesile olundu.

Ülke ve millet olarak talihsiz bir akıbete, bugünlere sürüklendik. Bugünkü halimiz o akıbetin bir anlamda tezahürüdür, nedir o; dini bir "Cemaat"in (Fetö) taban bulup siyasi zeminde karşılığı AKP ile örtüşerek devleti değiştirip dönüştürmüş olmalarıdır. Efendim şimdi denebilir ki; fetö bir terör örgütüdür, amenna, peki fetö'ye atfen "Ne istediniz de vermedik" şeklinde ifade edilen hatta itiraf edilen Fetö-AKP ilişkisine ne diyeceğiz, nasıl tarif edeceğiz. Bu sorunun cevabı elbette biliniyor ama tek adam rejiminde olduğumuz için Türk milletinin vicdanında derin dondurucuya konularak bekletilmektedir. Muhtemelen günü geldiğinde çıkarılıp açıklanacaktır.
Ancak yine gün itibariyle bütün bu yaşanmışlıklardan çıkarılabilecek, mutluluk verici bir başka sosyolojik taban ve buna bağlı bilinç düzeyinin gelişiyor olmasıdır, o da; dini argümanlar, söylem ve kavramlar üzerinden suiistimallerle elde edilen gücün aslında herhangi bir zamanda bir kalleşin elinde hançer olup arkadan sessizce yaklaşarak milletin sırtına saplanabileceği gerçeğini tecrübe edinmiş olmaktır.
Bireyler, şahit oldukları bu sosyolojik gerçekler üzerinden prensiplerini güncelleyerek şimdiye kadarki benzer olaylar ve durumlar karşısında artık farklı kararlar verme sürecine everilmişlerdir. Siyasetin dilinde kirletilmiş olan dini kavramlara atıf yapmak sempati değil artık antipati hatta nefret oluşturmaya başladı. O nedenle İslam'i bir kavram olan "Nas"tan bahsedildiğinde vatandaş (Kullananın jargonu ile) "Yemişim senin Nas'ını" diyerek tepki gösteriyor. İslam, güzel ahlak temelli bir inanç olmasına rağmen siyasette kötü insan veya partilerin çıkarları için kullanımlarına sunulan bir aparata dönüştürülünce; gelecekle ilgili en büyük endişem; İslam'a yapılan her atıfta karşı tarafın "Yemişim senin dinini" tepkisi ile umursanılmayan bir din mertebesine dönüşmesidir.
İşte yukarıda ifade etmeye çalıştığım, özellikle de son yirmi yıldır toplum olarak edindiğimiz tecrübelere bir de "Z kuşağı"nın tercihlerinin de eklenmesi ile laiklik daha da temellenerek, olduğundan çok daha genel kabul görerek ne dini cemaatlerin tahakkümüne fırsat verecek sosyolojik tabana, ne de bu tabanların AKP gibi siyasi partilerin arka bahçeleri olup varlıklarını sürdürmelerine izin verecektir.
Velhasıl kelam; önce AKP-Fetö, sonra cumhur ittifakı birlikteliklerinin Türk milleti ve devletine yaşattığı olumsuz, tahribatı büyük tecrübeler, laikliğe inanç ve güvenin artmasına neden olurken; bu arada bir iktidar değişimi ile cumhuriyet değer ve kazanımları anlamında devletin daha da temelleneceği bir sürecin önü açılacaktır.


Muhterem "Cumhur İttifakı olarak sizi önümüze katar kovalarız, 15 Temmuz'daki gibi!" buyurmuşlar

Yani, bu ifadeyi cumhur ittifakına amade olmayan, biat etmeyen, karşı çıkan biz muhalifleri fetö ile özdeşleştirmek gibi aynen kendisine iade ettiğimiz bir ithamda bulunarak söylüyor.
O gece Devlet Bahçeli ne yapmıştı; teşkilatlarına "Sokağa çıkmayın" talimatını geçmişti. O günkü; milletin devleti sokaktan toplamak gibi kahramanca mücadelesine bugün eklemlenme düşüncesi olsa olsa Devlet Bahçeli'nin üstlendiği misyon; "İktidar partilerine eklemlenme alışkanlığından'' olsa gerek.
O gece ne Erdoğan'ın, ne Devlet Bahçeli'nin ne de Genel Kurmay Başkanının ne düşündükleri umurunda bile değildi, tek dikkat ettiğim 1. Ordu komutanının ne deyip, nasıl tavır alacağıydı. 1. Ordu komutanın "Kalkışmanın karşısında, devletin yanındayız" mealindeki sözleri duymak istediğim, beklediğim bir ifadeydi ve hemen eşime dönerek "Bunlar başarılı olamayacaklar, rahat olun" dedim.
Sonra, ne kadar komik değil mi; 1. Ordu komutanının ne düşündüğü "Birileri" için de çok önemli olmalıydı ki; işi sağlama almak ve daha ikna edici olmak için komutanın kendi ağzından "Beni Devlet Bahçeli'den sorabilirsiniz" gibi bir dedikodu yaydılar. Daha sonra söz konusu komutan "Ben böyle bir ifade kullanmadım" demiştir. Yine ne garip ki; 1.Ordu komutanına güven duyulması anlamında referans gösterilen Devlet Bahçeli, "Ne istediniz de vermedik" itirafı ile sabit olan AKP+Fetö dayanışmasının bedelinin Türk milleti ve devletine ne şekilde ödetilmek istendiğini bildiği halde AKP'ye desteğini kayıtsız şartsız devam ettirmiş, bugün de ittifak halindeler.
Yani demem o ki; o gece kim kimi, kime güvenerek kovaladı biraz muamma ama bana da öyle geliyor ki; 1.Ordu komutanı Ümit Dündar Paşa, Özel Hareket ve Türk milleti devlete sahip çıkma reflekslerini ortaya koyduktan sonra ancak birileri saklandıkları deliklerden çıkıp sonra kahraman oldular(!)


Millet İttifakının Güçlendirilmiş Parlamenter sistem birinci önceliği olacak, peki devamında...
Devamında...
15 Temmuz'un öncesi, gecesi ve sonrası olup bitenler saat saat, dakika dakika, hatta saniyelik dilimlerle; devleti yönetenlerle onların yanaşmaları o gün ve gecesinde neredeydiler, ne düşündüler, ne yaptılar...
Nefes alışlarına kadar izlerinin sürülerek notlarının alınması ve devamında 15 Temmuz süreci "AKP'ye yapılmış bir ihanet" olduğu, onun intikamının alınması üzerinden değil, Türk milleti ve devletine karşı yapılmış bir ihanetin hesabının sorulması, yargılamasının yapılması üzerinden yapılmalıdır.
Başlatılmalıdır ki...
Türk milleti, kendisini yönetme yetkisi "Emaneti"ni verdiklerinin bu emaneti, hain yapılanmalarla devlete karşı ihanet süreçleri için kullanmaları durumunda sonuçlarının ne olduğunu, müsebbibi olanların akıbetlerinin ne olacağını müşahede edip, şahit olsun ki; bundan sonra hiç bir yöneten ve ona yanaşma olanların ihanetlerinin hiç bir çeşidine müsamaha gösterilmeyeceği kadim Türk milletinin tarihine ibret olsun diye not düşülsün.

CHP'nin en büyük hatası, cumhur ittifakının püskürtme operasyonu ile "Kontrollü darbe" gözlem ve tespitinden vaz geçmiş olmasıdır.
Oysa ki; AKP'nin iktidara gelişinden CHP'nin bu tespitini yaptığı güne kadar ülkemizde yaşananlar analiz edildiğinde, CHP'nin yerinde ve en makul tespitini yaptığını görüyoruz ama dedim ya; cumhur ittifakının kendi suçunu bastırma operasyonu ile devletin gücünü de arkasına alarak CHP'ye karşı yaptığı orantısız linç girişimi ona iddiasından vaz geçmeyi kabullendirmişlerdir.
CHP şunu bile diyemedi; "Kontrollü darbe olduğunun ortaya çıkmasından korktuğunuz içindir ki; cumhur ittifakı olarak 15 Temmuz ihanetinin meclis soruşturmasının yapılmasına izin vermediniz"
Cumhur ittifakı, 15 Temmuz ihanet sürecinin başlangıcı, gelişimi ve sonuçlarının sorgulanmasının yapılmaması için (Çünkü sürecin dibine kadar içinde oldukları ortaya çıkacak) CHP'nin "kontrollü darbe" tespitinin fetö söylemi olduğu iddası ile her dile getirenin "fetöcü" olduğu gibi bir silahı tehdit unsuru olarak kullanınca sadece CHP değil her kişi ve siyasi partiyi susturmayı başarmışlardır.
Arsızlığın da bu kadarına pes doğrusu; BOP projesi dahilinde, ABD'nin gözetiminde, fetö'nün dizayn ve organizasyonu ile kurulan, genel başkanının BOP eş başkanı tayin edildiği bir parti olan AKP'nin, bunca yaşanmışlıklar ve yaşattıklarından sonra taşıdığı vebali görünmez ve bilinmez kılıp, bu da yetmeyip millet ittifakının birleşenlerini HDP üzerinden PKK ile ilişkilendirme ve iltisaklı gösterme arsızlığı ve yüzsüzlüğü karşısında ne demeli, şaşkınlık içindeyim. Oysa cumhur ittifakı istemezse HDP bugün mecliste olamaz. Çünkü HDP üzerinde tepinerek toz kaldırıp, o toz duman içinde muhalefeti boğmak istiyorlar.
Velev ki fetö başarsaydı( Bir an için Kontrollü olmasını unutalım) sorusu sorulduğunda aşağı yukarı 15 Temmuz ihaneti sonrası AKP'nin bugün yapmış oldukları ile karşılaşıyorsak; buradan bile 15 Temmuz ihanetinin içinde bir "Kontrolün" olduğunu çıkarmak mümkündür.
15 Temmuz ihanetinin meclis araştırması yapılmadığı sürece "Kontrollü darbe" iddiasında bulunmak meşruiyetini koruyacaktır.
15 Temmuzun üzerine gidip araştırılmasının yapılmasına yüreği yetmeyenler, her nedense her türlü tehdite rağmen sorgulamasının yapılmasına yüreği yetenleri tehdit ediyorlar. Şimdi göreceğiz; ben böyle yazdım diye kaç tane biatcı azatlık kabul etmeyen yanaşma yavşak bana "Sen fetöcüsün" diyecek.
Velhasıl kelam; CHP iddiasından vaz geçmemeliydi, geçmemeli, diğer partiler de.


Cemaat dayatmaları aile baskısı ile yok olan canlar

Dindarlar veya muhafazakarlar zihin dünyalarını modernize edip, inançlarını çağdaş bilimle barışık hale getirmedikleri sürece inancın sadece yoksula ve köylüye, zenginlik ve mutluluğun ise modern insana, şehirliye ait bir şeymiş gibi algılanıp yaşanıyor olacak.
Tıp fakültesini kazanmış "zehir" gibi zekaya sahip bir genç, tahsili lise seviyesinde dahi olmayan tarikat mensuplarının güdümü ve kontrolündeki bir tarikat yurduna aile büyüklerinin tercihi hatta dayatması ile kayıt ediliyor. Ve, devamında; yorucu tıp müfredatı yanında tarikat geleneğine bağlı, zamanlı zamansız, terk edildiğinde kusur görülüp ailesine bildirileceği tehdidi ile istenmeden hatta nefret edilerek yapılan bir takım dini ritüeller. Böyle bir yükü taşımak; üstelik de istemeyerek taşımak; ne kadar büyük bir zül olsa gerek.
Kısaca dini cemaatlere bağlı öğrenci yurtlarının tamamen kapatılması hem İslam inancının geleceği, hem de iman sahibi insanların inanç dünyalarının sarsılmaması için elzem olan şeydir. Siyaset kurumu bu alandan beslendiği için tarikat ve cemaatlerin üzerine gidilmesi kolay olmayacak belki ama en azından belli standartlar konup (İlahiyat fakültesi seviyesinde ayrıca pedagoji eğitimi almış) bu standartlar dahilinde denetim ile sağlıklı bir yapıya kavuşturulabilirler. Her şeyden önce kanunlar karşında somut kimlikleri ile denetlenebilir kurumlar haline gelmeleri gerekir.
Kanaatim o ki; modernize olmuş zihin dünyasına sahip bir gencin, tam aksine, biat ile bir yerlere bağlı ve bağımlı olan aile yapısı arasında sıkışması ile infilak eden ruh hali , gencecik Enes evladımız gibi yüzlerce evladımızı umutsuzluğa itip, intihara sürüklemiştir.
AKP, devletin bütün imkanlarını kullanarak fetö'ye karşı tavizsiz mücadele veriyor. Bu mücadele sanki devlete ve millete karşı yapılmış bir ihanetin cezasını vermek şeklinde değil, fetö ile yaptıkları iş birliğinde ihanete uğramışlığın cezasını vermek şeklinde olduğunu görüyoruz. "Cemaat yapılanması"ndan doğmuş fetö gerçeğinden ders alınarak mevcut tarikat ve cemaatlerin denetimleri, kendilerini küstürme riskinden dolayı üzenlerine gidilerek yeterince yapılmadığını görüyoruz.
Özgür Özel bu durumda Enes evladımızın durumda olan gençlerin kendisine ulaşabilmeleri için iletişim bilgilerini paylaşmış, çok da iyi etmiş, kendisini tebrik ediyorum. Umarım bu düşünce sivil toplum örgütü şeklinde örgütlenerek yapılır. Bu misyondaki kurumların varlığı aile ile cemaat arasına sıkışmış veya sıkıştırılmış gençlerin imdat çığlıklarına derman olacaktır.
Mehmet Soral

1 Ocak 2022 Cumartesi

EKREM İMAMOĞLU CUMHUR İTTİFAKININ DAYATMASI DIR


Ekrem İmamoğlu, ''Cumhur ittifakının'', ''Millet ittifakı''na dayatmak istediği isimdir

Mansur Yavaş'ın millet ittifakının kazanabilecek en güçlü adayı olabileceği ihtimali iyice belirginleşince; cumhur ittifakının osu, busu, şusu; tüm birleşenleri aynen Muharrem İnce'nin adaylık sürecinde olduğu gibi muhalefetin de adayını belirleme ve ortaya sürme sürecini başlattılar. Kim o aday; Ekrem İmamoğlu.
Cumhur ittifakı, bugünlerde İmamoğlu'nu önce yıpratıp sonra mağdur ederek, Muharrem İnce'de olduğu gibi CHP'leri İmamoğlu'nun adaylığı üzerinde konsolide olmalarını sağlamak istiyorlar. Sonra da HDP ve PKK üzerinden linç ederek kendilerinin malum adaylarının önünü açmak istiyorlar.
Meral Akşener 'in siyasi zekasına güvendiğim için daha MHP'de bile genel başkan adayı olmak istediğini ifade etmeden ben aday olmasını dileyerek, "Türk siyasetine bir kadın eli değmeli" başlıklı yazılar yazıp, paylaşımlar yapmıştım. Sonuç itibariyle dileğim gerçekleşti, Türk siyasetine bir kadın elinin değmesi ile nelerin de değiştiğini hep beraber gördük. En azından iki kişinin kontrolüne geçmiş Türk demokrasisi hala kısmen de olsa genele yayıldı. Bir an için Meral Akşener ve İYİ PARTİ'nin olmadığı bir siyasi arenayı düşündüğümüzde 2023 seçim sonuçlarının ne olacağını tahmin etmek hiç de zor değil.
Dolayısıyla, Meral Akşener'in "Kadın eli"ne güvenim ile az da olsa demokrasimizin rahatlayarak kısmen de önünün açıldığını gördüm. Bundan sonraki süreçte "Siyasi zeka"sı ile de 13. Cumhurbaşkanının millet ittifakının adayının olmasını sağlayacağına inanıyorum.
Ekrem İmamoğlu'nun millet ittifakının adayı olabileceğini tahmin etmiyorum ancak cumhur ittifakının, millet ittifakı için belirlediği aday olduğunu düşünüyorum. Niçin Mansur Yavaş için dedikodu üretmeye yürekleri yetmiyor, çünkü sebep olacakları mağduriyet ile daha da büyüyeceğini çok iyi biliyorlar da ondan.

AKP ve Fetö tecrübesinden sonra daha güçlü bir Türkiye

Geçmişten günümüze, laikliğin sosyal dokumuz için ne derece kıymetli bir nimet olduğunun kurucu başbuğumuz rahmetli Atatürk tarafından doğru tespitinin yapıldığı kadar maalesef aynı şekilde doğru anlatımı ve uygulaması yapılamadığı için cumhuriyet değer ve kazanımlarına karşı düşman bir güruhun taban bulmasına vesile olundu. Ülke ve millet olarak talihsiz bir akıbete doğru sürüklendik. Bugünkü halimiz o akıbetin bir anlamda tezahürüdür, nedir o; dini bir "Cemaat"in (Fetö) taban bulup siyasi zeminde karşılığı AKP ile ele ele vererek devleti değiştirip dönüştürmüş olmalarıdır. Efendim şimdi denebilir ki; fetö bir terör örgütüdür, amenna, peki fetö'ye atfen "Ne istediniz de vermedik" şeklinde ifade edilen hatta itiraf edilen Fetö-AKP ilişkisine ne diyeceğiz, nasıl tarif edeceğiz. Bu sorunun cevabı biliniyor ama tek adam rejiminde olunduğu için derin dondurucuya konularak bekletilmektedir. Muhtemelen günü geldiğinde çıkarılıp açıklanacaktır.


Ancak yine gün itibariyle bütün bu yaşanmışlıklardan çıkarılabilecek, mutluluk verici bir başka sosyolojik taban ve buna bağlı bilinç düzeyi oluşuyor o da; dini argümanlar, söylem ve kavramlar üzerinden elde edilen gücün; aslında herhangi bir zamanda bir kalleşin elindeki hançer gibi arkadan sessizce yaklaşılarak milletin sırtına saplanabileceği gerçeğini yaşayarak tecrübe edinmiş bir toplum yapısı. 

Bireyler, şahit oldukları bu sosyolojik gerçekler üzerinden prensiplerini güncelleyerek şimdiye kadarki benzer olaylar ve durumlar karşısında artık farklı kararlar verme sürecine evirilmişlerdir. Siyasetin dilinde kirletilmiş olan dini kavramlara atıf yapmak sempati değil artık antipati hatta nefret oluşturmaya başladı. O nedenle İslam'i bir kavram "Nas"tan bahsedildiğinde vatandaş Kasımpaşa jargonu ile "Yemişim senin Nas'ını" diyerek tepki gösteriyor. 

İşte yukarıda ifade etmeye çalıştığım, özellikle de son yirmi yıldır toplum olarak edindiğimiz tecrübelere bir de "Z kuşağı"nın tercihlerinin de eklenmesi ile laiklik daha da temellenerek, olduğundan çok daha genel kabul görerek ne dini cemaatlerin tahakkümüne fırsat verecek sosyolojik tabana, ne de bu tabanların AKP gibi siyasi partilerin arka bahçeleri olup varlıklarını sürdürmelerine izin verecektir.

Velhasıl kelam; önce AKP-Fetö, sonra cumhur ittifakı birlikteliklerinin Türk milleti ve devletine yaşattığı tecrübeler, laikliğe inanç ve güvenin artmasına neden olurken, bir iktidar değişimi ile cumhuriyet değer ve kazanımları anlamında devletin daha da temelleneceği gibi sürecin önünü açacaktır.

Kem küm cart curt...?

Kem küm, cart curt...bırak bunları gereğini yap.
İstanbul Belediyesi'nde muhtelif terör örgütlerine mensup teröristler çalışıyormuş; peki sen ne halt ediyorsun; İmamoğlu'na veya millet ittifakına zarar verecek kıvama gelinmesi için yani "Kadayıfın altının kızarmasını'' mı bekliyorsunuz.
Velev ki iddialarınız doğru; bu teröristlerden herhangi birisi, Allah korusun, belediyenin içinde bir katliam yapacak olsa, millet ittifakını linç etmenin hazzını yaşamak için mi bekliyorsunuz.
Eğer İstanbul Belediyesi'nde teröristler çalışıyorsa ve bunu bilip gereğini yapmıyorsanız bunun tek anlamı vardır ki o da; İstanbul Belediyesi'ne kumpas kurulduğudur, teröristlerin suç işlemesini bekliyorsunuz.
Devleti yönetenler devletin kurumlarına kumpas kurar mı; öğrendik, kurarmış, yöneten AKP olunca.

Eğer birileri döviz hareketlerine ilişkin beklentilere dair yaptıkları yorumlardan dolayı suçlanacaklarsa buna "Bay muktedir''i de dahil etmek gerekir.
Neden mi?
Her gün bay muktedir her vesile ile "Kimse bizden faizleri düşürmemizi beklemesin, nas öyle istiyor, faizi indirmeye devam edeceğiz" demesi bir anlamda "Aklı olan yatırımcı döviz alsın" anlamına geliyordu ki; millet de onu yaptı ve sürekli döviz aldılar.
Bu durumda "Faizi hep düşüreceğiz" diyen bay muktedir ile "Şimdi döviz alım zamanıdır" diyen Durmuş Yılmaz'ın cümleleri akıllı yatırımcıyı aynı istikamete yönlendirip, döviz alımını teşvik ediyorsa...
Nasıl bir demokrasi ve devlet düzeni ki; aynı suçu işleyen bay muktedir olunca kahraman, vatandaş olunca hain oluyor.
Mehmet Soral