28 Nisan 2014 Pazartesi

MECLİSE SAHİP ÇIKMAYAN CEMİL ÇİÇEK BAŞBAKANA SAHİP ÇIKTI

Başbakan geçmişte TBMM'de yapılmış olan alkollü içeceklerle ilgili yasa hakkında ''iki ayyaşın yaptığı....’’ şeklinde devam eden sözleri ile TBMM de görev yapma şerefine nail olmuş herkesi töhmet altına alan; hatta onları küçümseyip, aşağılayan ifadeleri olmuştu. Şahsen başbakanın bu tavrını çok yadırgamış, mideme kıramp girmişsesine kıvranarak kendimi teskin etmeye çalışmıştım.
Ancak, Meclis Başkanı Cemil Çiçek'in bu yüce kurumun başı olarak başbakana söyleyecek bir çift lafının olmaması da oldukça, kendi deyimleri ile manidardı. Aşağılanan ve horlanan bir kurum ve onun başı olarak sessizliğe bürünmesi kabul edilebilir bir durum değildi.
Cemil Çiçek'e sormak isterim ki; peki meclisin geçmişteki mensuplarına karşı yapılan haksızlık karşısında dut yemiş bülbül kesiliyorsun da Anayasa Mahkemesi Başkanı Sayın Kılıç'ın tamamiyle katıldığım, haklı bulduğum eleştirileri karşısında hemen başbakana yaranma adına ağzına geleni söylüyorsun. ''kimse oraya azarlanmaya gelmedi'' diyorsun. Anayasa mahkemesinin twiter ile ilgili verdiği karara başbakanın ''gayri milli bir karar'' derken, niçin söylenecek bir sözünüz olmadı. Bu söz fütursuzca söylenirken, aynı zamanda ''siz dış güçlere ve onların menfaatlerine uygun karar alıyorsunuz, siz aynı zamanda işbirlikçi ve hainsiniz'' demiş olmuyormuydu? Peki bu duruma niçin tepki göstermediniz? Niçin, ''bir dakika ayıp oluyor sayın başbakan''demediniz? En büyük hukuk kurumunun verdiği kararı; siyasi olarak cevap veremeyeceğini bile bile siyasi ikbaliniz için yine siyaseten eleştireceksinz, sonra tamamen kendini savunmak adına sizi eleştirince; ''cüppeni çıkar da gel'' diyeceksiniz. Yok ya...
Evet, belki herkesi susturabildiniz ama anayasa mahkemesini susturamadınız maalesef. Herkesin; sermayenin, üniversitenin, aydının sustuğu bir yerde anayasa mahkemesi başkanının konuşması inşallah demokrasi tarihimizde milad olacaktır. Kendisini cani gönülden tebrik ediyor, fazla yağlarımı erittiği için de teşekkür ediyorum.
Mehmet Soral

CEMAAT HÜKÜMET VE İMAN İLİŞKİSİ



Bugün cemaat'ın ''kasetler Erdoğan işi'' diye sosyal medyada imalı mesajı varmış. Erdoğan da sürekli olarak dün de anayasa mahkemesi başkanının kaset yoluyla sıkıştırıldığını ima etmesi ve daha önce de Cumhurbaşkanı hakkında da kaset olduğunu söylemesi; ister istemez bizlere bunları nereden biliyor, biliyorsa niçin gereğini yapmıyor sorusunu sorduruyor. Kasetlerin varlığından bu kadar eminmiş gibi konuşması...???
Ancak bütün bu olup bitenlerden sonra gelinen güzel nokta nedir biliyormusunuz?
Şekli ritüellerle özellikle Türkiyede iman-i anlamda insanların artık kandırılamayacağı anlaşılmıştır.
Cemaat ve hükümet kavgasından kendi payıma şunu çıkardım; camide yanyana saf tuttuğum insanla; Beyoğlunda Çiçek pasajında kafayı çeken adam arasında güven ve insani erdemler bakımından bir fark görmeyeceğim. Oysa bir ömür boyu bize ne telkin edildi; ''alnı secdeye varan insandan korkmayın, çekinmeyin'' denmedi mi? Peki kırk yıl alnı secdeden kalkmayan insanlara; ''irin, sülük, sahtekar, haşşaşi, ayyaş, kafayı bulmuşlar, hainler'' denebiliniyorsa; karşı taraf da yine kırk yıldır CHP için '' bunlar camileri ahır yaptılar, Kuran-ı okutmadılar, cenazelerimizi kaldıracak imam bırakmadılar, şeyhlerimizi, şıhlarımızı kestiler'' deyip, sonra CHP'ye oy istemek için kapı kapı gezmişlerse, çalışmışlarsa; böyle bir hükme varmakta haklı değilmiyim?
İşte bu nedenle diyorum ki, cemaat-hükümet kavgası; islam ve dolayısıyla iman algılamasında, kafalarımızda devrim yaratmışlardır. Belki de bu manada kendilerine teşekkür etmemiz lazım(!) Bu malum kavga tarafların istemedikleri ''fayda''yı sağlamıştır; diye düşünüyorum.
Türkiye de artık algı yönetiminden kaynaklanan islam öğretisi değil, iman etmekten kaynaklanan islam öğretisi hakim olacak. Yani; saçın bir telinin açıkta kalmaması için sarf edilen çabadan ziyade; dalında yeşilken önce suyu kesilip, sonra sararan ve nihayetinde yere düşen bir yaprağın serüveninin sorgulanması önemsenecek ve varılacak sonuç kul olarak bizim son durumumuzu ortaya çıkaracaktır. Dalından yere düşen yaprağın serüvenine ne kadar vakıfsak; imanımızıın kuvveti de o derece olacaktır şüphesiz.
Türkiye de hep dindeki ritüellerin özgürlüğü savunulagelmiştir. Oysa esas problem iman özgürlüğüydü.
Dolayısıyla, tarafların bu kavgaları sayesinde imanımız özgürlüğüne kavuşmak üzeredir. İnşallah, ''oy''ların özgül ağırlıkları da biraz yükselirse; demokrasimiz gelişecek, niteliği artacak ve övünç kaynağının ''kasımpaşalılık'' olduğu ve bunun da pirim yaptığı bir demokrasi ortamı ve algısı çok gerilerde kalacaktır.
Mehmet Soral

13 Nisan 2014 Pazar

KÜFÜR EDE EDE KAZANMAK


Bugün çok daha iyi anlıyoruz ki özellikle rant ekonomisinden beslenen "havuza''a daha rahat para aktarabilmek için mütahitlik ve hizmet sektörü sürekli desteklenmiş önlerindeki bürün engeller kaldırılmış. Bütün galericiler artık mütahitlik yapıyorlar.

Geçmişte siyasiler hep çimento fabrikasından, kağıt ve motor fabrikasından, şeker fabrikasından bahsederlerdi. Bütün suçlamalar; sen şu kadar fabrika açtın, ben şu kadar’ın üzerineydi. Oniki senedir Erdoğan'in bu tur sanayi kuruluşlarının açılışlarına katıldığını hiç duydunuz mu, gördünüz mü? Bir kez olsun on iki sene boyunca şeker fabrikası inşa edildiğini, açılışının yapıldığını duydunuz mu? Aynı zamanda tarım ülkesiyiz. Sürekli ; yollar, tüneller, AVM’ler.

Başbakan geçmişte diğer hükümetler zamanında yapılmayan ama çağın sunduğu imkanlar gereği ancak bugün yapılabilen hizmetlerin niçin yapılmadığının hesabını sunuyor, hızını alamayıp neredeyse Atatürk ve döneminde internete niçin geçilmediğinin hesabını soracak. Kendi dönemimde birtane olsun kağıt, lastik, şeker, otomobil, motor, cam, çimento, un, beyaz eşya, demir çelik ve daha yüzlercesini sayabileceğimiz sanayi tesisi veya fabrikasının açılışını yaptığına şahit olmadık. Bütün yatırımlar; yol, su, elektrik, tünel, toki destekli gökdelenler, AVM’ler, hastaneler, parklar, kaldırımlar, asfaltlar. Elbette ki bu hizmetler de bu ülkenin ihtiyaçlarına cevap veriyor ama gerçek hizmet uzun vadede sanayiye yapılan yatırımların çok olması ile mümkündür. Bütün Avrupa ülkeleri, ilk önce sanayi devrimini gerçekleştirerek, sosyal devlet olmayı başarmışlardır. Bu manada oniki yıllık AKP iktidarı sürekli hizmet sektörünü teşvik ederek, sanayi sektörünü savsaklamış; olanları da zaman zaman kendisine yeterince destek olmadıkları için vergi cezaları ile tehdit etmiştir.

Evet sayın iktidar mensupları; maalesef bir konuda haklısınız, gündemi siz tayin ettiğiniz için muhalefet de peşinizden geldiği için yukarıda bahsettiğim şeyleri anlatmak muhalefetin aklına gelmiyor. İşte bütün bunların konuşulmaması için kavga etmek iktidarın işine geliyor. Hatta kavganın şiddeti artsın diye Türk siyasetine ‘’küfür’’ üslubunu getirdiniz.
‘’Ağzından salyalar akan…’’
‘’çocuğu olmayan….’’
‘’baş hırsız…’’
‘’namussuz…’’
‘’şereften yoksun…’’
‘’haysiyetsiz…’’
‘’irin…’’
‘’sülük…’’
‘’haşşaşi’’
‘’inine gireceğiz’’
‘’aaa… nannı…’’
Bunları kim mi söyledi; hiç önemli değil.
Bu sözler Türkiye tarihinde, 2001 den sonra Türkiye Büyük Millet Meclisinde söylendi.

Utanç duyuyorum…
Ya siz.
Sene 1983
Necdet Calp; Cumhuriyet Halkçı Parti Genel Başkanı
Turgut Özal; Anavatan Partisi Genel Başkanı
Turgut Sunalp; Milliyetçi Demokrasi Partisi Genel Başkanı
Üçü de bir arada, televizyonda canlı yayındalar. 1980 12 Eylül darbesinden sonra yapılacak ilk genel seçimler arifesi. İşte bu üç rahmetli insan o zaman demokrasinin güzelliğini yaşattılar bizlere. Projelerini bir araya gelerek anlatma ve bilgilendirme cesaretini gösterdiler. Bu medeni ve özgüveni gösteren insanları rahmetle anıyorum.
Şimdi yaptığı yollarla, açtığı tünellerle, kazdığı temellerle, deldiği göklerle övünen Sayın başbakana sormak isterim; yukarıda isimlerini verdiğim insanlar gibi, demokrasi adına Türkiye tarihine ne kazandırdın Allah aşkına. Oniki senedir yönettiğin Türkiye de diğer liderler istemese bile inisiyatifini kullanarak bir kez olsun bira araya gelebilmeyi becerebildin mi, hayır? Çünkü demokraside ''edep'' denen şeyi yerle yeksan ettin. Siyasi liderler olarak hiçbirinizin bira araya gelerek, o rahmetli insanlar gibi demokrasinin güzelliğini yaşatacak yüzünüz kalmadı. Parlamentoya yeni bir üslup getirdin. Şahsına münhasır, millet nezdinde farklı bir algı oluşturmak için.

Önce insani değerlerde, asgari müştereklerde mutabakat sağlanmalıdır.
Kanaatim o ki, önce insan olmayı beceremeyenlerin; sonra demokrasi denen şeyin hakkını vermeyi becerebilmelerini bekleyemeyiz.
Mehmet Soral
3.4.2014