30 Ocak 2021 Cumartesi

AK PARTİ İYİ PARTİ'YE KUR YAPIYOR SAKIN HA...

AKP İYİ PARTİ'ye Kur Yapıyor

AKP'li Mahir Ünal bugün bir TV kanalında AKP adına İYİ PARTİ'ye adeta kur yaptı. "Ben CHP ve HDP'yi ayrı yerde, İYİ Parti ve Saadet Partisi'ni ayrı yerde tutuyorum. Türkiye'nin yanında duran kim varsa onunla konuşuruz" dedi. Çünkü AKP iktidarı için yolun sonu göründü. Bu aslında çaresizliğin yaptırdığı bir kurdur.
Hem İYİ PARTI'nin muktedirleri hem de cumhur ittifakının bileşenleri şunu bilmelidirler ki; İYİ PARTİ tabanının vicdanı AKP'nin iktidarda kalmasını değil gitmesini istiyor.
İYİ PARTİ'de hiç bir konuma sahip değilim. MHP'de yaşanan kongre süreci ile başlayıp cesurlar hareketine desteğimle devam eden ve nihayetinde İYİ PARTİ'nin yapılanması ve kurumsal kimliğine kavuşmasına kadar yaşanan tüm süreçler boyunca inisiyatifimi ortaya koyarak sürekli gönüllü çalışan oldum.
Peki neler yaptım. PARTİ'nin kurulma gerekçesinden tutalım da meşruiyetini oturttuğu ilkeler ile ülkemizde yaşanan her türlü siyasi ve sosyal gelişmeler hal ve durumlara ilişkin İYİ PARTİ perspektifinden değerlendirmelerde bulunup, yorumlar yaparak partinin anlaşılması, anlatılması ve tutulmasında emeğimi ortaya koyarak katkılarda bulunup nerdeyse günlük yaşamımda ortalama bir yazı yazarak büyük bir zaman ayırdım, halen de devam ediyorum.

Kendi adıma şunu ifade etmek isterim ki; eğer ki İYİ PARTİ muktedirleri olur ya; AKP'nin yaptığı bu kurlara tav olup da muhtemel erken veya zamanında yapılacak seçim için ittifak veya ortak çalışma yapmak gibi bir isim altında bir araya gelme hatasını işlerlerse bilmelidirler ki o toplantıları yapıp dağılabilirler ama parti tabanının ortaya koyacağı protesto ve şiddetli tepkinin de hesabını yapmak durumundadırlar. AKP binasında belki misafir kalabilirler ama asla İYİ PARTİ Genel Merkezi'ne dönmeye cesaret edemeyecekler, etseler bile arkalarında kimseyi bulamayacaklardır.
Cumhuriyet değer ve kazanımlarının iğdiş edilerek yerine ikame edilmek istenen siyasal İslamcı vesayet altında murat edilen yeni bir millet tanımı ve devlet inşa etme noktasına varabilecek ihanet sürecine mani olmak adına yukarıda ifade ettiğim hatanın yapılması durumunda bunu parti tabanına anlatmaya yönelik her türlü emek ve çabalarımı ortaya koyacağımın bilinmesini istiyorum.
Özlemimiz o ki; Cumhur ittifakının, dolayısıyla AKP iktidarının Recep Tayyip Erdoğan'ın şahsında Türk milleti ve devleti üzerindeki tahakkümü ve keyfiyetinin kayıtsız şartsız ve tabiki ilk seçimde sona ermesi ve Cumhurbaşkanı seçilmiş Meral Akşener'in şahsında "Güçlendirilmiş Demokratik Parlamenter Sistem"e dönme çalışmalarına bir an önce başlanmasıdır.
Mahir Ünal öyle dedi diye İYİ PARTİ'nin de kabul edeceği varsayımı ile bir tepkiyi dile getirmiyorum. Yapmak istediğimiz; su testisi kırılmadan uyarımızı yapmaktır.


CHP'den İstifalar

CHP'nin cumhuriyet değer ve kazanımlarını yeterince koruma ve kollama konusunda gerekli refleksi göstermediği üzerinden partilerini suçlayarak ayrılan CHP'li üç milletvekilinin istifaları; yine cumhuriyet değer ve kazanımlarının iğdiş edilmesinin tek müsebbibi olan AKP'ye yarıyorsa bu çelişkiyi kime anlatabilecekler acaba.
CHP'de yetersizlik görebilirler ama orası bir dernek değil siyaset üretme kurumudur. İdeolojik inançlar ilham kaynağı olabilir, siyaset üretmede vasıta olabilir ama taassup halinde dayatma yoluna gidilirse hangi parti olursa olsun eğer bu ülkeyi yönetmeye talipse başarılı olması mümkün değil.
AKP'nin ana omurgasını "Milli Görüş" geleneğinden gelenler oluşturdu ancak bu görüşe ilişkin ideolojik taassubu dayatmayı hiç düşünmediler. Milli görüş referanslı ana gövdeyi muhafaza etmeye özen göstererek liberalinden sosyalistine, milliyetçisinden kapitalistine, etnikçisinden mezhepçisine her kesimden birilerini serpiştirerek ilk girdikleri seçimde iktidar olmayı başardılar. Sonra ne yaptılar; bu strateji ile elde ettikleri iktidar gücüyle "Milli Görüş"ün hevesinde olan siyasal İslamcı mantaliteyi hakim kılıp devleti değiştirip dönüştürmeyi maalesef bugün için başarmış durumdalar. Şimdi sormak isterim; bu ayrılan üç CHP'li vekil CHP'nin yapamadığı neyi yapacaklar da bu mukadderatı değiştirecekler.
Yukarıdaki ifademe dönüyorum; AKP'nin amiralleri önce ideolojik taassubu terk ettiler sonra da gücü elde edince bu sefer de ideolojik anlayışlarını devletin ve milletin üzerinde hakim kıldılar.

CHP'den istifa eden vekiller cumhur ittifakı trollerine bulutlar üstünde sörf yaptırıyorsa; istifaların kime yaradığı ve kim için yapıldığı aşikar değil mi.


Kötü Bile Değil İğrenç bir senaryo

İntihar etmek isteyen insan bile bu denli kendine eziyet etme yolunu tercih etmez ama siyaset bu; böyle bir senaryoyu yazdırabiliyor işte ama Devlet Bahçeli yazdı oldu.
Siyasetin kahrolası iğrenç tarafı bu ki; Allah'ın insan diye yarattığı kuluna bahşettiği aklı devre dışı bıraktırarak niğmetine ihanet derecesinde, bir insanın kendine dayak attırması şeklindeki siyasi saiklerle yapılan bir yorum tüylerimi diken diken etti.
Aklı başında, aynı zamanda bir akedemisyen olan bir insan evinin balkonuna kamere yerleştiriyor, sonra üç beş adam tutup sokakta kendisine eziyet yolu ile kolu ve parmaklarını kırdırıp, kafasını gözünü yardırıyor sonra kafasına onyedi dikiş artırıyor ve tüm bu olup bitenleri kaydettiriyor. Evet, siyasi hırs ve hasımlık böyle akla ziyan bir senaryonu yazıp Türk milletinin de buna inanmasını bekleyebiliyor.
En üzgün olduğum husus; böyle bir senaryoyu yazabilen "Bilge insan"ın bu büyük ve yüce ülkenin mukadderatında verdiği kararlarla etkin ve yetkin olmuş olmasıdır.


Kılıçdaroğlu'nun kullandığı dil de sorun yok

Evet, ülkenin gerçek sıkıntılarını görülmez kılıp, tartışılmaması için Sayın Kılıçdaroğlu'nun AKP üzerine cuk oturan bir yorumu üzerinden hakkında dava açıldı.
Bu davadan çıksa çıksa, CHP'nin oylarını konsolide edecek sonuç çıkar. HDP'nin de oylarının CHP'de konsolide olmasını sağlayacaktır.
AKP hep böyle mağduriyetler yaratacak ve Allah'ın izniyle millet de seçimde sandığa gömecektir.
Devletin tepesinden talimat verip, atamasını yaptığın memurlarına "Gidin şikayetçi olun" diyeceksin; sonra seni masum, şikayet ettiğin kişiyi de suçlu göreceğiz öyle mi. Bizim aklımızı senin "militanın" mı sanıyorsun.

Asıl mesele Kılıçdaroğlu'nun sözlerinin hareket içermesi değil, asıl mesele; Kılıçdaroğlu'un hiç de hakaret içermeyen cümlelerinden anlam kaydırması ile oradan hakaret inşa edip "Herkes dava açmalıdır" hükmüne vararak, buradan da yandaşlara ve yargıya talimat yağdırmaktır.
Bunun temelinde zımnen biz muhalifleri tehdit etme niyeti vardır; "Aleyhimde konuşmayacaksınız, eleştirmeyeceksiniz. Sakına sakın otoritemin olmayacağı bir Türkiye'yi hayal etmeye cüret bile etmeyeceksiniz" şeklinde ensemizde her daim canımızı almak isteyen bir ejderhanın nefesini hissetmemiz isteniyor.
Bu korku dolu sindirilmişliği kabullenmiş psikolojik hali kendi elleri ile giydirdiği bir gömlek gibi sürekli üzerimizde görmek istiyor.
Vallahi sana muhalif olmak bulutlar üzerinde sörf yapmak kadar bana haz veriyor. Sen öyle söyle ben de böyle sörf yapmaya devam edeceğim.


Akıl Danışılmayacak Danışmanlar

Cumhurbaşkanının baş danışmanı Mehmet Uçum "Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemelerinin kararları bağlayıcı değildir" dedi. Bu sözü ben söylesem darbe çığırtkanlığı yapmakla suçlanırım.
İşte bu danışılan akıllara güvensizliğim ve bu akıl ve zekaların yönlendirdiği muktedirin dayatmalarına yönelik tahminlerim nedeniyle geçen hafta "Seçim olsa ne yazar; endişeliyim" başlıklı bir yazı yazmıştım.
İşte bu "Danışılan akıllar" seçim günü öğleden sonra mühürsüz zarflardan çıkan oyları geçerli saydılar.
İşte bu "Danışılan akıllar", "Hiç bir şey olmamış olsa bile bir şey olmuştur" gibi Türkçemizde hiç bir anlamı olmayan bir cümleyi kullanarak aklı, izan'ı ve irfanı devre dışı bırakarak İstanbul Büyük Şehir Belediye seçimlerini iptal ettirmiştir.
Peki şimdi soruyorum; velev ki erken veya zamanında seçim oldu ve cumhur ittifakı kaybetti; sonuca razı olacaklarından ne kadar emin olabiliriz. Ne malum, bir danışılan aklın çıkıp da hava durumuna atıf yaparak seçimlerin iptal edilmesi gerektiğini bay muktedirin kulağına fısıldamayacağı(!)


Ümit Özdağ diyor ki

Ümit Özdağ diyor ki; "Ben İYİ PARTİ'nin ne millet ittifakı ile ne de cumhur ittifakı ile seçime girmesi taraftarı değilim. Türk milliyetçiliği yükselen bir değer olup, İYİ PARTİ tek başına iktidar olmalıdır"
Ümit Özdağ bu akşam Habertürk TV'de benim kendisi hakkındaki tezimi doğruladı; "Devlet Bahçeli MHP'de ne yapmak istiyorsa Ümit Özdağ'da İYİ PARTİ'de aynısını yapmak istiyor"; AKP iktidarının devamını sağlamak.
Yani; Ümit Özdağ sanki mevcut sistemden haberi yokmuş gibi İYİ PARTİ'nin %50+1'i aşıp aşamayacağının hesabını yapmadan sadece ideolojik ego tatmini peşinde. Fatih Altaylı gibi tecrübeli bir gazetecinin de "Tamam da Ümit Bey %50+1'i aşıp nasıl iktidar olacaksınız" demiyor.
Ümit Özdağ hangi siyasi deha ile İYİ PARTİ'nin bu sistemde tek başına iktidar olabileceğinin hesabını yaptı bilemem ama kesin olan şu ki; eğer İYİ PARTİ Ümit Özdağ'ın aklına uyarak seçim stratejisi yürütecek olsa, ikinci bir MHP olarak Recep Tayyip Erdoğan'ı hiç zorlanmadan yine cumhurbaşkanı seçmekten öte kendisi adına bir şey yapmış olamaz.
Değerli dostlar belki de bende bir geri zekalılık var ama farkında olmayabilirim; AKP'nin bile bu sistemde tek başına seçime girmeye yüreği yetmiyorken, Ümit Özdağ İYİ PARTI'nin iktidar olması için bu sistemde tek başına seçime girmesinin doğru olacağını söylüyor değil mi.
Lütfen bana bir tavsiyede bulunun; ya rahatlatın, ya da doktor tavsiye edin. Ama şu anki aklım ile Sayın Meral Akşener'i bir daha, tekrar tekrar tebrik ediyorum; Ümit Özdağ'ı iyi çözmüş.


Uğur Mumcu'lar Gün Sazak'lar

Bugün artık çok iyi anlıyorum ki; bu iki insan gibi samimi ve sahici insanları ülkeyi bugünkü günlere getirmek için tek tek katlettiler.
Lütfen, aşağıda Uğur Mumcu'ya ait ekli kısa video'yu izlediğimizde şunu fark ediyoruz ki; hangi siyasi görüşe sahip olursak olalım bizler için elzem olan üç husus dikkatimizi çekiyor "Güzel ahlak temelinde, vatan ve milletseverlik paydasında bütünleşmek".
Peki bu ülkede mutlu ve huzurlu yaşamak için "Ahlaklı, vatan ve milletsever olmak" bu üç kavrama sadakat dışında başka neye ihtiyaç var, bence yok. Birilerinin dini, mezhebi, etnik kimliği veya siyasi görüşleri diğerleri için ne anlamı vardır; hiç bir anlamı yoktur ta ki dayatma olmadığı sürece.
Şimdi ülkenin geldiği nokta itibariyle daha iyi anladık mı; niçin bu ülkenin en aksiyoner kesimi solcuları ve Türk milliyetçilerini kavga ettirdiklerini. Çünkü önce yeşil kuşak devamında BOP projeleri, onun eş başkanlığı için görev tanımı yapılmış ve seçilmiş isimler ile ülkemiz üzerine emperyalist senaryolar yazıldığını.
Uğur Mumcu ve Gün Sazak gibi güzel ahlak temelinde abideleşmiş isimlerin seçilerek katledilmeleri elbette tesadüf değildi. Amaç yukarıda bahsettiğim emperyalist projelere yol açmak için bu iki değerli isimlerin şahsında aksiyoner duruşu olan Türk milliyetçilerini ve solcuları vuruşturmaktı. Sonuç; maalesef başarılı oldular.
Türk milliyetçileri olarak yanımızda namaza duruyorlar diye siyasal İslamcı güruha iltimas tanırken, Uğur Mumcu gibilere kör ve sağır olmayı bize dayattıklarını bugün çok iyi iyi fark etmiş durudayım.
Sol cenah da empati yaparak bunu fark ettikleri için artık ideolojik taassupların esiri olmadan aramızda "Güzel ahlak temelinde vatan ve millet severlik paydasında bütünleşme" şeklinde "Millet ittifakı" olarak ete kemiğe bürünülmüştür.
Bu vesile ile isimlerini andığım er iki abideleşmiş değere Allah'tan rahmet diliyorum. Ruhları şad mekanları cennet olsun.


Yandaşlar ve ötekiler

Son dönemlerde gelirinde ciddi bir düşüş olduğunu ve borçlarını ödeyebilmek için devlet bankasından kredi çekmek zorunda olduğunu ifade eden şarkıcı Serdar Ortaç;

"Valla en son aldığım krediyi ödeyemediğim için koskoca devlet bankası 'Sen, Serdar Ortaç'sın, seni mahkemeye verir miyiz evlat...' diyerek borcumu sekiz ay erteledi. Ama özel banka olsa belki donumu alırdı" demiş.
Adamın kendi itirafı; borcu kötü alışkanlıktanmış (Kumar). Yani yandaşın kumar burcuna kredi desteği çıkılırken, çiftçinin ise borcundan dolayı traktörü haciz ediliyor, elektriğini kesiliyor.


Tek Adamlı Yönetimlere örnek

Rusya'nın tek adamı muhalefet liderini öldürmek istedi ama tesadüf o ya; adam ölmedi.
Şimdi Rusya'nın tek adamı aynı adam için "Madem ki ölmedin, hapise de mi atamam" diyerek tutukladı. Muhalefet tutuklanan liderleri için gösteriler yaparak kendisine moral desteği veriyorlar.
Trump da ABD'nin tek adamlığına oynadı, emareler gösterdi ama yemedi. Kendi partisinin vekilleri bile ABD derin devletinin gücünü sahnede görünce Trump'ı terk ederek ABD menfaati için "Aklın yolu bir"de bir araya geldiler.
Dünyanın hiç bir yerinde zulümle abad olana rastlanmamıştır. Ele geçirdikleri konjonktürel güç ve kuvvet kazanımı ile her türlü zevk ve sefayı yaşamış olsalar da; nihayetinde lehlerine sağladıkları tüm çıkar ve imtiyazlar günün sonunda kendilerine zehir zıkkım olmuştur.


Uygur Kızımızın Feryadı

Mısırlı Esma'ya göz yaşı dökenler Doğu Türkistanlı Müslüman Türk kızımızın Çin rejimi tarafından toplama kaplarında esir tutulan ve halklarında haber alamadığı ailesinin problemlerini İYİ PARTİ grubunda dünya kamuoyuna anlatırken TBMM TV'si yayını kesti.
Aynı TRT eli kanlı katil Osman Öcalan'ı ekranlarına çıkarıp dakikalarca cumhur ittifakı için oy istemişti.
Türk milliyetçiliği değil "Cumhur ittifakı milliyetçiliği" yapanlara arz olunur.

Mehmet Soral
soralmehmet@gmail.com

23 Ocak 2021 Cumartesi

SEÇİM OLSA NE YAZAR...ENDİŞELİYİM

696 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'nin 121'inci maddesi ile "15 Temmuz 2016'daki darbe girişimi ve sonrasındaki eylemlere müdahale eden sivillerin cezai sorumluluklarının kaldırılması" gibi bir anlamda sorumsuzluğun güvence altına alınması ile bundan sonra birilerinin bu güvenceye dayanarak "Göklerden gelen bir sözden" kendilerince makul gerekçe yaratıp, durumdan vazife çıkararak inisiyatif ortaya koyabilecekleri riskinin söz konusu olduğu...

Ve yine;
Güvenlik açısından cadde ve sokakların kamera kayıtları ile yirmi dört saat takibi mümkünken, buna ilave olarak canlı takiple gece bekçiliği gibi çok eskiden uygulanmış bir güvenlik uygulamasına tekrar dönülmesi...
Ve yine;
Diyanet İşleri Din Hizmetleri Genel Müdürü Yaşar Yiğit'in "Gençleri, dini istismar eden FETÖ benzeri yapılardan korumak için Camilerde Gençlik Kolu Projesi uygulamaya konuldu. 85000 Cami var. İlk etapta 1500 Camide alt yapı çalışmaları tamamlandı" diyerek hazır kıta bir anlamda sivil yapılanmadan bahsetmesi...
Ve yine;
Kanun hükmünde kararname ile TSK, (Türk Silahlı Kuvvetleri) MİT, (Milli İstihbarat Teşkilatı) ve EGM (Emniyet Genel Müdürlüğü) Taşınır Mal Yönetmeliği’nde değişiklik yapıldı. Değişikliğe göre “terör ve toplumsal olaylar”da TSK’ye ait silah ve taşıtlar, bakan onayıyla Emniyet ve MİT’e devredilebilecek olması...gibi
Türk milletine güvensizliği ima eden bu denli endişe dolu yönetme iradesinin baskıcı olmaması mümkün olabilir mi, asla. Tedbirlerin hepsinin içe dönük olmasından anlıyoruz ki; öncelik iktidarı korumak ve kollamaktır. İşte bu noktada beni endişelendiren; Türk milletinin diğer yarısını illet ve zilletlikle itham edip tanımlayan yönetme konumundaki bir iradenin emir ve komutasında hareket edecek olan bu güvenlik yapılanmasının; işler yoluna gitmediğinde, mesela seçimin kaybedilmesi halinde "Hiç bir şey olmamış olsa bile bir şeyler olmuştur" gibi kaybedişin telaşı ile sarf edilebilecek muhtemel anlamsız cümlelerden kendilerine bir vazife çıkararak neler yapabilirler. Muhalefetin böyle bir konjonktüre karşı güven verici söylemlerine en azından kendi adıma söyleyebilirim ki; ihtiyacım var. Yine benzer endişeyi Emekli Tuğgeneral Haldun Solmaztürk de taşıyor olmalı ki; "TSK’nın silahlarını polisin kullanabilmesine yönelik yönetmelik değişikliğini “AKP'nin olağanüstü bir duruma hazırlığı" olarak gördüğünü ifade etmiştir.
Meral Hanım sürekli halkın içinde cadde sokak geziyor. Toplumun davranış biçimlerini gözlemleyip, psikolojik halimizi tahlil ediyor olmalı ki; mümkün oldukça kadın olmanın da avantajını kullanarak, edep ve adap diline özen gösterip kutuplaşmadan mütevelli gerginliğe neden olmayacak siyasi konjonktürün tesisi için çaba gösteriyor.
Meral Hanım'ın her ne kadar "Memleket masası kurulması" önerisinden "Güçlendirilmiş parlamenter sistem"e dönme görüşmelerine davet anlamı çıkarılmış olsa da; esas gayesinin kutuplaşmayı gidermek ve aciliyet arz eden milli meseleleri görüşmek ve çözüm bulmak olduğunu düşünüyorum.


Her ana evladının en kıymetlisi ve kutsalı dır

Adam milletin anasına küfür etti ne yaptınız; dolara endeksli köprülerden geçiş garantili neredeyse ömür boyu kazanca bağladınız. Nasıl olsa adam sizdendi ve küfür edilen analar karşınızdakilerin analarıydı değil mi.
Her ana değerlidir, evlatlarının kutsalıdır. Kendinizi ne kadar seçilmiş, Allah'ın icazetli kulları olarak görüyor olmalısınız ki; ana, kadın, kız deyince sadece kendinizinki aklınıza geliyor ve canınız incindiğinde sizin için "İcazetliler hukuku"nün devreye sokulmasını talep ederek, öfkenizi tatmin yoluna gidiyorsunuz.
Şükürler olsun ki aranızdaki güç paylaşımından mütevelli karşılıklı itirazlarınız niyetlerinizi de ortaya çıkarıyor. Anlıyoruz ki şimdiye kadar ülkemizde bir de "Seçilmişlerin Hukuku" varmış. Size özel bu hukuk devreye girmeyince fetyad-ı figan ettiniz.
Çaresizliğin söylettiği "Anamız ağladı"ya cevabınız "Ananı da al git" olmuştu. Sizin de gün geldiğinde hatta geldi, geçiyor bile bu millet "Pılınızı pırtınızı; saltanatınızı sülalenizi toplayın gidin" dediğinde; işte o zaman "Ananı da al git" demenin ne anlama geldiğini daha iyi anlayacaksınız.
Tüm analar evlatlarının kutsalı olduğu gibi anasına küfrettirmeyen her evlat da bir annenin topluma kazandırdığı çok değerli bir kıymettir; hele ki bu evlat aynı zamanda bir yönetici olursa.

Atatürk'e lanet Hanedan'a saygı ve hürmet


Sultan ll. Abdulhamid'in torunu Dündar Osmanoğlu Suriye'nin başkenti Şam'da 90 yaşında vefat etti.
Dündar Osmanoğlu'nun gıyabi cenaze namazı 22 Ocak Cuma günü cuma namazına müteakiben İstanbul’da Ayasofya, Fatih, Süleymaniye ve Yavuz Selim camilerinde kılınacak. Osmanlı Hanedan ailesi mensupları dua ve taziyeleri ise saat 12.00’de Ayasofya Camisi’nde kabul edecek. Tarihimize ve ecdada hürmeten düşünülmüş güzel bir jest.
Ancak......
Osmanlı Hanedanlığının suyunun suyu bir ferdinin vefatı nedeniyle adına aynı anda dört camide gıyabi cenaze namazı kılıp, Ayasofya'da taziye programı düzenleme kararı alındığı bir süreçte eğer bundan az bir zaman önce Ayasofya'nın ibadete açılışında Türk milletinin kurucu başbuğu Mustafa Kemal Atatürk'e lanetler yağdırılmışsa; buradan en aciz akıl ve zekanın bile çıkaracağı sonuç; Mustafa Kemal Atatürk'ün şahsında cumhuriyet, onun değer ve kazanımlarına karşı kin ve öfkenin varlığının yanında bu değerleri tamamen ortadan kaldırmak ve siyasal İslamcı vesayetin oturtularak devletin adı, milletin de tanımının değiştirilmesine kadar varacak bir süreç için ant içildiğidir.

Kasasında 1.5 milyon EUR çıkan cumhur ittifakı bürokratı


Kasasında 1.5 milyon EUR bulunan Cumhur ittifakı ataması bürokrat eğer bir CHP'li belediyenin ataması olsaydı aman Allah'ım; 15 Temmuz kadar olağanüstülük olmasa da cumhur ittifakı trolleri buradan ne senaryolar çıkarıp ne yaygaralar koparırlardı değil mi. Hatta bu da yetmez daha güçlü ses getirsin diye "Türkçe ezan" ve "Başörtüsü" üzerinden bulup buluşturup bir mağduriyet yaratarak onu da eklerlerdi. Prof. Mehmet "Karga" ve Prof. Yaşar "Cartcurtoğlu" da siyaset bilimcileri olarak keyifle analizler yaparlardı değil mi.
Ne o yandaş troller; kalemleriniz oynamıyor, dilleriniz lal oldu, gözleriniz de ama. Genel haliniz olduğu için mi suskunluğunuz buradan geliyor. Sizin arsızlığınız bu namussuzluğu da örtbas erecektir, bu güç sizde var.
Peki muhalefet ne yapıyor; bu oldukça büyük sansasyonel olayı yeterince fark edememiş olmalı ki; Cumhur ittifakının belirleyeceği yeni bir gündemin peşinden koşmak için hazırlık yapıyor.
Not:
Aslında "AKP ataması bürokrat" demek isterdim ama Devlet Bahçeli "Et ile tırnak gibiyiz" deyince vebali sadece AKP'ye yüklemek adil olmayacağından "Cumhur ittifakı ataması bürokrat" diyerek vebali pay ettim.
Mehmet Soral
soralmehmet@gmail.com

10 Ocak 2021 Pazar

VEFASIZLIĞIN YAŞATTIĞI UTANÇ

Nasıl bir cümle ile başlasam derken aklıma ilk gelen; hem Türk milleti hem de özelde Türk milliyetçileri olarak kendisine olan vefasızlığımızdı. Vefatını öğrendiğimde içimde iliklerime kadar müthiş bir sızı hissettim.

MHP'de "Gardaş" kelimesine alışmış kulaklarımız bir anda "Kardeşim" üslubu ile karşılaşınca "Burada ne işi var" dercesine garip bir refleks ile karşılamıştık kendisini. Teşkilâtlardaki rahmetliye ilişkin ortak hissiyatımız bu minvaldeydi.
Son derece kibar, hiç alışık olmadığımız bir İstanbul beyefendisini yine son derece güzel Türkçesi ile izlemeye başlayınca; başkalarına kabullenmemiz için dayattığımız "Ülkücü olma" önceliğini kendisinde aramadık, benimseyip bağrımıza bastık. Bir zaman sonra ülkücü vicdanın genel kabul görmüş bir abidesi haline geldi. Çok garip gelecek belki ama ülkücü hareket içinde abideleşmiş çok büyük kahramanları var ama "Ben ülkücüyüm" demeden yine aynı hareket içinde abideleşmiş bir insan var o da; Ahmet Vefik Alp dir.
Rahmetli Başbuğ'un talimatı ile yaptığı, mimarı olduğu kendi eseri MHP Genel Merkezi'ne girmesi istenmedi. Aslında bir talepte bulunmak için değil, eserinin periyodik bakımı için kontrol amaçlı girmek istemişti o kadar. Baktı olmayacak, basın yolu ile mesaj göndermeyi denedi "Binanın dış cephesini boyama zamanı geldi geçiyor" diyerek eserine sahip çıkmaya çalıştı.
Dünyanın kıymet verdiği ilk on mimarından birisiydi. Türk milleti dışında tüm dünya onun bilgi ve birikimden yararlanma yoluna gitti ama biz kıymetini bilmedik. Siyasi baronlara biat etmedi diye hep itelendi, ötelendi, kısaca istenmedi.
Liyakat sahibi insanların haklı olarak özgüvenleri son derece yüksektir. Dolayısıyla, siyasi iradeleri kontrol altında tutan siyasi parti liderleri eğip bükemeyecekleri, özgüvenleri son derece yüksek bu insanların partilerinde yer almasını pek istemediler. Birkaç defa İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanlığı için en makul aday olmasına rağmen İstanbul halkı olarak kendisine hak ettiği diğeri vermeyip vefasızlık yapıp seçmedik.
Dünyanın ilk on mimari içinde olan bu insan, doğrudan kendi alanını ilgilendiriyor olmasına rağmen yine cumhuriyet tarihinin en büyük projesi "İstanbul Kanalı Projesi"nin hiç bir yerinde yoktur. Bu lakaytlık, kadir kıymet bilmezlik Türk milletinin içinden çıkardığı değerlere ihanet değil de nedir. Ama kendisine bir defa dahi danışma nezaketinde bulunmayanlar utanmadan ülkesi için düşündüğü şehircilik ve çevrecilik projelerinin orasından burasından çalarak eserler ortaya koyup onlarla övündüler ancak bir defa olsun övmek için ismine atıf yapma nezaketini göstermediler; çağdışı yobazlar; kendilerinden değil diye. Yine çalıntı bir projesinin yarım yamalak inşasında balıkların beslenme, yumurtlama ve göçlerinin de hesaplandığı ekolojik dengenin dikkate alınmadığına çok üzülmüştü. Oysa projenin aslında bu ayrıntıların hepsinin hesaplaması yapılmıştı.

Velhasıl kelam, Ahmet Vefik Alp bizi, hatta Türk milletini vefasızlığımız ile baş başa bırakarak uçmağa vardı. Kendisini anlamış ve değer vermişlerin başı sağ olsun, diğerlerinin zaten umurunda değildi.
Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun; son derece kibar üslubu ile güzel Türkçemizi konuşurken bir şiir misali dinleten bu insana...


''İllet ve zillet''i muhalefet üzerine boca etmek ve ''Söz de'' tanımından rahatsızlık duymak...?

"Sözde" sözcüğünü "Asıl" için yapılmış olan tanımın hakkı verilmeyip, gereği yapılmadığı durumlarda "Asıl" olanın yerine kullanma ihtiyacı duyulan bir tanım dır.
Cumhurbaşkanı her şeyden önce siyasette hangi sıklette yarıştığı konusunda tercihini ortaya koymalıdır. Siyasi yarış sırasında işine gelince parti liderliğini, işine gelince de cumhurbaşkanlığını hatırlayıp sonucu etkilemek için güçlü olduğu tarafını öne çıkarıp kullanamaz, hatta bazen de olduğu gibi tehdit unsuru olarak önümüze çıkaramaz.
Cumhurbaşkanlığı makamında oturup da siyasi tercihlerimizden dolayı milletin yarısını illet ve zilletlikle itham edebilecek hiç bir Allah'ın kulunun anayasamızda tanımlanmış olan cumhurbaşkanı görev, yetki ve sorumluluklarına göre tarafsız olabileceğini iddia etmek mümkün değildir. Hatta insan aklı ile dalga geçmektir.
Deniyor ki; "Cumhurbaşkanı olarak değil, parti liderliği sıfatı ile siyaseten söylenmiş bir söz". Tamam öyleyse, bizler de bundan böyle kendisini işimize gelen sıfatları üzerinden muhatap alalım. Bütün eleştirilerim cumhurbaşkanına değil onun partisinin genel başkanına dır, tamam mı.
Siyasi olarak kendi partisinin ittifakını tercih etmediğim için bana illet ve zillet ithamında bulunan bir cumhurbaşkanına(Dikkat lütfen, AKP genel başkanı demiyorum) "Benim cumhurbaşkanım" dediğim an o aşağılanmayı "Aldım, kabul ettim" anlamına gelir ki; bunu yiyip yutacak adam değilim.
Belki de hep beraber makamına saygıya binaen kendisine "Cumhurbaşkanımız" diyeceğiz ama "Hayır, sizler illet ve zilletsiniz" demeye ısrarla devam ederek böyle bir niyetin gösterilmesine de fırsat tanımıyor. Bu durumda "Biz illet ve zilletler" olarak aramızdaki hukuki duruma bir tanım getirmemiz gerekiyor o da; "Sözde" dir.
Büyük bir haz duygusu ile üzerimize defalarca boca edilen "İlletler, zilletler" şeklindeki aşağılanmalarımız nedeniyle özür dilenmediği sürece en azından kendime olan güven ve saygımı yitirmemek adına "Asıl"a hayır, "Söz de"ye devam diyorum.


İstanbul halkının ucuz ekmek temini için yapılan oylamada MHP ve AKP meclis üyeleri red oyu verdiler

İstanbul Büyük Şehir Belediyesi fırın ve marketlerde 2 TL'ye satılan ekmeği kendi fabrikasında üretip büfelerinde 1 TL'ye satıyor. Belediye yönetimi yoğun talep karşısında satış büfelerinin sayısını artırmak için belediye meclisinden yetki istedi ancak AKP ve MHP meclis üyelerinin itirazları ile bu kabul edilmedi.
Bunun üzerine resimde görülen arabalarla gezici satış noktaları oluşturuldu ve böylece MHP ve AKP meclis üyelerine rağmen İstanbul halkı ekmeği %50 daha ucuz alabilecek.
Esas söylemek istediğim şu ki; altmış sene önce yaşanmış bir darbeye ilişkin yazılmış kitaba getirilen yorumdan darbe iması çıkararak yaygara koparan cumhur ittifakının, İstanbul halkına ucuz ekmek teminine engel olmak adına tercih ettiği bu zulmü muhalefetin yeterince anlatamaması sizce çok tuhaf değil mi.
Muhalefetin artık cumhur ittifakının belirlediği gündemin arkasından gitmesi ve buradan yarış sürdürmesi tamamen ve tamamen cumhur ittifakının işine gelecektir. Nihayetinde kumanda onların elinde ve gündem oluşturma önceliğini sürekli koruma derdindeler.
Cumhur ittifakının ekonomik kriz ve diğer sorunlardan etkilenerek zayıflayacağı gibi bir beklentiye girmemek lazım. Zira mevcut MHP ve AKP seçmeninin partilerini tercih nedeni, başarılı görmelerinden ziyade aidiyetlerinin bir alışkanlık ve tutku haline dönüşmüş olmasıdır. Muhalefetin bu alışkanlığı değiştirmek için tasavvur ettikleri öyle bir Türkiye ve gelecek anlatılmalıdır ki; vatandaş, "Bu sefer neden olmasın" deyip tercihini değiştirmeye yüreklendirilmelidir.
Mehmet Soral
soralmehmet@gmail.com

DARBE EVHAMI İLE YAŞAMAK


Darbe denen şey bir bilgisayar oyunu mudur

Milli Savunma Bakanlığı'nın yayınladığı bildirgeden çıksa çıksa, darbe dedikodusu yayılarak muhalefetin yapacağı her türlü eylem ve düşünce bazındaki çalışmaları ve kullanacağı ifadelerinde; "Darbe söylemi" ithamları ile karşılaşma çekincesine binaen muhalefet üzerinde tedirginlik yaratılarak sindirme düşüncesinin olduğunu çıkarabiliriz. Bu ne demek; mesela muhalefetten birisi "Erken yatıp erken kalkmak lazım" diyecek olsa, cumhur ittifakının; "Erken yatmak da ne demek; burada darbe iması var" tehdidine benzer oluşturulan bilinçli bir konjonktür hep canlı tutulmak isteniyor. Bir anlamda muhalefetin de her türlü söz ve eylemleri kontrol altında tutulmak isteniyor. Sivil toplum örgütlerinin hak arama düşüncelerinden vaz geçmeleri, cumhur ittifakına itaat etmeleri bekleniyor.
Suni, kurgulanmış olağanüstü şartların dedikodusu yaratılıp Türk milleti için güvenlik endişesi öne çıkarılarak işsizlik, açlık, her türlü yolsuzluk ve yoksulluk görünmez kılınmak isteniyor.
Böyle vesvese olur mu yahu. Korkmayın; olsa bile Türk milliyetçileri ve solcular hapislere atılırlar size gene bir şey olmaz. Bir başka sağ versiyon olarak iktidarınıza devam edersiniz. 15 Temmuz ihanetinden siyasi olarak kimler kazançlı çıktı; solcular mı, Türk milliyetçileri mi yoksa siz mi.
Kozmik odayı teslim etmiş bir ruh yapısından, günlük ekmek parasını zar zor bulan bir gazetecinin sözlerinden ve miladı dolmuş "Kökten jakoben" eski bir siyasetçiden darbe yapabilecek organizasyon ağı ve aklı çıkmaz. Muktedirlerin niyetlerine aparat amaçlı seçilmiş üç "Kahraman"ın sözlerinden çıksa çıksa C.Yılmaz'a komedi konusu çıkar, başka da bir şey çıkmaz. Ama varsa daha ciddi emare veya tespitler, onun da hesabını milletin şahitliğinde muhataplarına sorun ve gereğini yapın. Gene bu evhamlarınıza neden olanlara karşı savcılık görevini üstlenin ama bizleri tedirgin hatta tehdit etmeyin.
Böyle bir salgın sürecinde millet evinde adeta zorunlu hapisken huzurumuzu saçma sapan evhamlarınız ile bozmaya ne hakkınız var. Tavşan uykusu tedirginliği ile devleti yönetme aczi yetiniz daha ne kadar devam edecek.

Vallahi fetö ayan, beyan; açık ve net olarak Ergenekon ve Balyoz süreçlerinde ne yapmak istedikleri göstere göstere geldiler. Ama siz oralı bile olmayıp, alçakça ithamların savcısı olmayı yeğlediniz. Çünkü onlar sizi varmak istediğiniz yere taşıyorlardı da ondan. Darbeler hep sağ iktidarlar dönemlerinde kuluçkaya yatmışlar ve oradan doğup kundağa belenmişler dir. Dolaysıyla, siz sebep olmayın yeter.


Protesto hakkı ve rektör atama

"Katil polis" denilen her yerde hak arama ve hesap sorma meşruiyetini kaybeder. O an meşru olan her niyet, oraya sızmış hain ve puştların niyetlerine hizmete dönüşür.
Daha ne olur; iktidarın terbiye sopası olarak üzerimizde sürekli gezintisini hissederiz.
Meşru hak arama ve sorgulamalarımızda yanımızda kimlerin olduğuna dikkat etmek zorundayız.
Bu anlamda "Gezi Parkı eylemleri" 1980 öncesini de bilen birisi olarak diyebilirim ki; şahit olduğum, bilinç düzeyi oldukça yüksek bir gençlik organizasyonuydu. Sosyalist gençlerin etrafında güvenlik şeridi oluşturduğu halka içinde cuma namazı kılan milliyetçi, İslamcı gençler... Görüş farkı olmaksızın, tüm çevreyi el birliği ile çerden çöpten temizleme olgunluğu... Güvenlik görevlilerine baklava dağıtan türbanlı kızlar..
Ama gelin görün ki; bu güzelliğin içine uzanan üç beş terörist ve emperyalist puştun elleri tüm güzelliği yerle yeksan edince, devamındaki süreç iktidarın işine geldiği gibi muhalefeti sindirmeye yönelik enstrümana dönüştürüldü.
Dolaysıyla tüm gençlerimize seslenmek isterim ki; hak arayışlarınızı kirli emellerine alet etmek isteyenlere fırsat vermemek ve de iktidar tarafından da hiç bir şekilde "Hak aramama" şeklinde yaptırıma dönüşebilecek eylemlerinizde hain sızmalara fırsat vermeyiniz.

Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri ve akademisyenlerin malum rektörün atanmasına ilişkin, demokrasilerde son derece hak ve hukuka uygun olan protesto eylemlerini, terör ve teröristlikle ilişkili ve iltisaklı görme çabasında; "Gezi eylemleri" sürecinde devreye sokulan o meşhur iki konulu "Kabataş Yalanları" senaryolarındaki benzerliği görüyorum sanki.
Neydi o yalanlar; "Kucağında bebeği olan başörtülü genç bir anne, İstanbul'un Kabataş semtinde caddeden karşı karşıya geçerken, üstleri çıplak, altları deri pantolonlu yetmiş erkek darp ederek yelerde tekmelemişler, yetmeyip üzerine işemişler"di.
Diğer yalan neydi; yine aynı semtte "Sahildeki camiye ayakkabıları ile giren geziciler içki içip, her tarafı kırıp dökerek ortalığı berbat etmişler"di. Caminin imamı bu yalanı doğrulamadığı için görevinden alındı "Ben din adamıyım, böyle bir yalanı kabul etmiyorum" diyerek istifa etmiş veya emekli olmuştu.
Bu meşhur iki konulu "Kabataş Yalanı"nı doğrulayan hiç bir delil bulunmadığı hatta senaryonun sahiplerinin bile itirafları ile yalanın doğruluğu millet vicdanında genel kabul görmüştür.
AKP'nin süregelen bir alışkanlığı var. Kendisine karşı hak arama ve sorgulamaya matuf son derece demokratik toplumsal gösterileri bastırmak veya engellemek için Türk milletinin dini, milli ve ahlaki reflekslerini dikkate alarak bu hassasiyetleri yazdığı senaryolar içinde kullanıp toplumu sessizlik ve tepkisizliğe mahkum etmek için demokratik toplumsal eylem yapmayı düşünenlere karşı silaha dönüştürüp kullanıyor. Müdahalelere meşruiyet kazandırmak için "Bunlar öğrenci değil terörist" diyebiliyorlar.
Olacak iş mi. Ceza hukukçusu Prof. Dr. Ersan Şen hoca diyor ki; "Adaletin vereceği kararı iç işleri bakanlığı veriyor ve öğrencileri terörist ilan edebiliyor. Terörist olduklarını ancak yargılanmaları ile öğrenebiliriz. Bu çocuklar ne zaman mahkeme edilip de terörist oldukları anlaşıldı" diyor.
Velev ki yorumlarım yanlış ama insan yaşamında tecrübe denen de bir gerçek var. 18 yıllık tecrübenin kaleme döktürdüğü düşünceler dir benim bu düşüncelerim.


ABD Kongre salonunun işgali
ABD kongre salonunu işgal edenler "Burası bizim evimiz" diye bağırıyorlar. Yani ABD'nin kendilerine ait olduğunu düşünerek, iktidarı devretmek gibi bir ihtimale hiç hazırlıklı olmamışlar. O kadar konsolide olmuşlar, muktedirliklerini o kadar içselleştirmişler ki; bir defa olsun kaybedebileceklerini akıllarına getirmemişler. Dün ABD'de olup bitenler, aslında bu psikolojinin dışa vurumu ile yaşanan rezilliktir.
Bizimkiler daha makul bir yolu seçmişlerdi "Hiç bir şey olmamış olsa bile bir şeyler olmuştur" demişlerdi. Sonra seçimin tekrarında sandığa gömülünce "O bir şeyler"in sandığın dibi olduğunu hep beraber öğrenmiş olduk.

Velev ki; Atatürk ile karşılaştık ve...

Zaman zaman düşünürüm. Velev ki; kurucu Başbuğ rahmetli Mustafa Kemal Atatürk ile karşılaşacak olsam bana ne der, nasıl bir fırça atardı diye.

Herhalde..
"Benim aptal evlatlarım, size hangi ara ne oldu da; benden yüz sene sonra dahi benim çağdaşım seviyesinde bile olamayacak; bilgi, birikim, cesaret ve karizma yoksunu "Yönetici"leri başınıza getirme basiretsizliğini gösterebildiniz.
Hadi diyelim elem kulem yapıp size çakma lideri yutturdular, tezgaha geldiniz, kandırıldınız, gaflet ve dalalete düştünüz; bire aptal evlatlarım "Seçtiğinizin" yanına koyup kıyas yapacak bir fotoğrafımı da mı bulamadınız. Belli ki bulamamışsınız. Üzerimdeki elbisenin duruşu, bakışlarım, sigarayı tutuşum bile size yanlışınızı fark ettirebilirdi. Çünkü benim her hal ve davranışımda Türk'ün asaletine yakışacak özen vardır.
Ah evladım ah bırakın bilgi, birikim ve karizmayı; bedenlerine uygun elbiseyi bile almayı beceremeyenleri baş tacı ettiniz, ben sizin için artık ne yapabilirim ki.

Mehmet Soral
soralmehmet@gmail.com

3 Ocak 2021 Pazar

KÖKTEN JAKOBEN CHP'LİLER

"Kökten Jakoben" CHP'liler
Şöyle geriye doğru yaşanmış siyasi süreçleri analiz ettiğimizde; AKP'nin hikayesinin yazılmasında CHP'nin rolünün de ne denli etkin olduğunu görebiliyoruz. Öyle siyasi yaşanmışlıklar var ki; sanki CHP yazıyor, AKP ise senaryolaştırıyor gibi.
Kılıçdaroğlu bunu değiştirmek için çok çaba sarf etti. Özellikle inançlar üzerinden ayrımcı referanslarla kutuplaşmayı körüklemek değil "Bizler de Türkiye ortalaması inanç dünyasına hem dahiliz hem de saygılıyız" mesajını vermek için çok çaba sarf etti. Bu anlamda başörtüsünün kamusal alanda problem olmaktan çıkarılmasında büyük emeği ve katkıları olmuştur.
Ancak CHP'de öyle "Kökten jakobenler" var ki; hiç bir zaman "Türkiye ortalaması algı düzeyi"nin hesabını yapamamışlar, aynen Fikri Sağlar'ın "Türbanlı hakimin adaleti yerine getireceğinden kuşkuluyum” ifadesinde olduğu gibi; Kılıçdaroğlu'nun öncülüğünde CHP'nin "Türkiye ortalaması algı düzeyi"ne uygun ürettiği siyasi iletişim ve projelerini sürekli akamete uğratmışlardır. Birisi kalkar Türkçe Ezan'dan bahseder, birisi başörtüsünden bahseder, bir diğeri göbeğini kaşıyan adamdan bahseder ve böylece CHP'yi neden oldukları algılarla dar alana sıkıştırıp sonra da %26 oy oranının üzerine çıkamamanın geyiğini yaparlar.
Şimdi durup dururken siyasi konjonktürü dikkate almadan, suiistimale tamamen açık hatta kesin bu sözlerle CHP'nin bir türlü sırtından atamadığı bagajına aynı yükleri tekrar tekrar yüklemenin ne anlamı var. Dedim ya; "Kökten jakoben anlayış" buna mani oluyor. Bu nasıl bir haz alma duygusu olmalı ki; bir türlü vaz geçilemiyor.
Peki, jakoben aristokrat çocuğu Fikri Sağlar; karşı mahallenin yani "Başörtülü Hakim" üzerinden simgeleştirdiğin kesimin senin hakkında ne düşündüklerini hiç merak ettin mi; sanmıyorum. Sen onlar için ne camiye, ne mescide giden; her hangi bir inanca sahip olmayan; moderniteyi kendilerine dayatan; onları hep eksik, zavallı, yoz kendini ise etkin, yetkin ve mükemmel gören buyurgan birisisin(!)
Ve, yine bu kesime göre başörtülü olmalarından dolayı senin gibi düşünen hakimlerin kendilerine karşı adil olamayacağını düşünürler. Sen istediğin kadar "Ne münasebet benim inancım da var, imanım da var" desen de; karşılıklı iki kutup olarak beslediğiniz realite tamamen budur.
Kısaca sen kendini ne görürsen gör, sandıkta oy kullanırken oyun jakobensin diye herhangi bir kat sayı ile çarpılmadığı gibi karşındakinin de eksilmez.
Hep süregelen şu ki; Fikri Sağlar gibi Türk milletinin ortalama algı düzeyinden bihaber "Kökten jakoben" CHP'liler zaman zaman AKP'nin harap olmuş yelkenlerini dikip onarıyorlar; şişirip yol almasını da AKP'ye bırakıyorlar.

''Başörtüsü' ''ün manasını gasp eden ve kendi tasarrufunda gören AKP

Havası, suyu, ekmeği, aşı kadar siyasi varlığı için elzem olan başörtüsü denen enstrümanı hangi niyetlerine alet ettiklerini hep söyleye geldik ama "Tek adam"ın yine kendisi kadar anlatabilme başarısını gösterememiştik.
Yani bir anlamda muhterem itiraf etti; "Başörtüsüne yüklenen mana bizim gaspımız ve inisiyatifimiz altındadır. Her nerde ve kimin üzerinde olursa olsun bizden olmadığı sürece bir anlam taşımaz. O sadece bizim üzerimizde taşıyabildiğimiz, bizimle simgeleşmiş bir enstrüman" demiştir.
Öyle ya; başörtüsü inanç gereği giyilen bir enstrüman ise giyenin hangi parti, hangi mahalle, hangi semt veya hangi işyerinde olmasının ne önemi var.
Ne yani, başka partilere aidiyet duyup da başörtülü olmanın iman-i olup olmadığına karar veren, AKP'nin uhdesinde beslenen bir ruhban sınıfından icazet mi almak lazım.
Herhangi bir kadının hangi Saiklerle nerede bulunup da, hangi niyetle başını kapattığını sorgulamak; her kim olursa olsun haddine düşmemiştir.
CHP'deki başörtülü bir bayanı CHP'de konu mankeni olarak görmek; Allah'tan korkmayan bir vicdanın birikmiş kinini kusma halidir.

Cumhur ittifakının Demirtaş manivelasını kullanarak siyaseti dizayn etme çabası

Demirtaş mevzusu üzerinden bu ülkenin itibarına bizatihi yönetenleri tarafından adeta suikast yapılıyor veya neden olunuyor. Bunu bilmek ve görmek lazım.
Bu ülke büyük ve ciddi bir ülke olarak kabul görmüş uluslararası ortak değerler üzerine inşa edilmiş bloklara üye olmuş, sözleşmelerle çeşitli taahhütlerde bulunmuş, yaptırımlarını kabul ederek kendini bağlayıcı imzalar atmış. Bunları da bilmemiz lazım.
Demirtaş hakkında açılmış; başlıkları farklı farklı ama PKK ve terörle ilişkili ve iltisaklı olma anlamında çok davası var. En bilineni ise hepimizce malum olduğu üzere HDP seçmenini sokağa davet ederek ikisi polis olmak üzere 43 kişinin ölümüne sebebiyet vermesi. Yani toplumu kalkışmaya davet etmek.
Peki bu kadar insanın ölümünden sorumlu tutulması hakkında cezai hüküm verilmesine yetmez mi. Niçin bu dava sonuçlanmadı da dört senedir sürüncemeye bırakıldı. Dört yıl gibi uzun süre tutuklu kalmasını gerektirecek kuvvetli deliller varsa; (ki var) peki mahkemenin yapılıp hükmün verilmesine engel olan nedir. İşte AİHM de bunun sorgulamasını yapmış.
Yargı sistemimizin bu ihmalkarlığı veya "Siyasi iradenin yönlendirmesi" (Mesela rahip Branson hakkında siyasi iradenin isteyip, mahkemenin de hemen karar vermesinde olduğu gibi) ile Demirtaş meselesi üzerinden AİHM'de ülkemiz aleyhine alınmış kararda vebali olan hükümet bu vebalini milletin sorgulamasından kaçırmak için milletin PKK/HDP ve Demirtaş'a olan öfkesini kullanarak, AİHM kararının Demirtaş'ı suçsuz gördüğü şeklindeki resmi görüşü dayatarak, biz eleştiri yapanlara karşı "Demirtaş'ı nasıl savunulabilirsiniz" şeklinde tehdit unsuru olarak kullanmak istiyor.
Oysa Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Demirtaş'ı masum gördüğüne hükmetmedi ki. Bugüne kadar delillerin toplanıp, mahkeme safhasına geçilip yargılanmasının tamamlanmamasına dikkat çekerek, hala tutuklu olmasının haksızlığına hükmetti. Bu hükmün sonucunda da; altına imza attığımız uluslararası sözleşmenin gereği bağlayıcı yaptırımlar devreye sokuluyor.
AİHM'in aleyhimize verdiği kararlarla ülkenin güvenirliğinin ve itibarının sarsılması, uluslararası sermayenin gelmemesi veya mevcutların kaçması, ödenecek maddi tazminatlar gibi bir takım risklerle karşı karşıya gelmiş olmamız cumhur ittifakının umurunda bile değil. Cumhur ittifakı için esas olan; otoritelerinin korunması, kollanması ve önümüzdeki seçimleri tekrar kazanabilmektir.
Cumhur ittifakı tarafından resmen algılarla zihinlere kumpaslar kuruluyor. Nedir o; uluslararası yaptırımlar konusunda kendi ihmalkarlıkları veya iç siyasi hesaplarından mütevellit oluşan olumsuz bir vebalin ödeteceği bedelin millet tarafından fark edilmemesini sağlamak üzere, milletin Demirtaş'a olan ortak öfkesi, gerçeğin önüne perde olarak konmak isteniyor.
Demirtaş meselesi üzerinden ödenecek olan EUR 35,000'lık tazminat ile pandemi sürecinde işini kaybeden, evine aş girmeyen kaç garsonun ailesinin ihtiyacı karşılanabilir; hep beraber düşünelim bakalım.
İşte asıl mesele bugünkü konjonktürde bu gerçeği görünmez ve bilinmez kılmaktır.
Bundan sonraki süreçte ise cumhur ittifakının yine Demirtaş davası/davaları üzerinden HDP seçmeninin oylarına nasıl oynayacaklarını izleyeceğiz. Ama bunu bize "Devlet projesi" diye anlatacaklar.

Derneklerle ilgili düzenlenen yasa da meclisten geçtikten sonra önemine binaen tekrar hatırlatmak isterim ki...

Bu sistemde millet ittifakı cumhurbaşkanlığını kazandıktan sonra en az bir yıl süre ile neden olunan tahribatlar giderildikten sonra "Güçlendirilmiş parlamenter sistem"e dönme çalışmalarına başlanmalı ve nihayetinde geçilmelidir.

Aksine "Güçlendirilmiş parlamenter sistem"e dönme" kararı alındıktan sonra seçime gidilmesi gibi büyük bir hatanın içinde olmak millet ittifakının yapacağı en büyük hata olacaktır ki; geleceğin Türkiye'sinde kurumsal kimliklerinin varlığı bile tehlikeye gireceği gibi zaten varlıklarının da anlamı kalmayacaktır.
Dolayısıyla cumhur ittifakından bu aralar "Gelin şu parlamenter sisteme dönme işini bir görüşelim" diye teklif gelirse bilinmeli ki; bunun arkasında gizlenmiş, millet ittifakını içine çekmek isteyen bir kumpasın varlığı söz konusu demektir. Oyuna gelmeyiniz.
Mehmet Soral
soralmehmet@gmail.com